İnsan-Hiçlik
Şöyle söyleyeyim, bugün artık insanın bir cisim gibi yaşayamadığı saptanmış bulunuyor. Herhangi bir Batılı psikoloğu oku, aynı şeyi söyleyecektir. İnsanoğlu, amaçsız, dünyaya atılmış bir nesne gibi yaşayamıyor. Ne kadar güvenlik içinde olursa olsun, sadece beslenen ve üreyen bir makine konumuna indirgendiği zaman acı çekiyor. Tekdüze bir yaşam değil, etkili olmak istiyor. Bu etkinliği toplum içinde yakalayamazsa, kendi icat ediyor, yani yokediciliğin heyecanını yaşıyor. Bir şey yaratmıyorsa, kimseyi etkileyemiyorsa, kendini beğenmişliğini insanlara zarar vermeden tatmin edemiyorsa- unutma ki, kişi narsizmini bir politikacı, bir ne bileyim, sinema yıldızı olarak da tatmin edebilir- tecrit olunmuşluğunun cenderesinden kurtulamıyorsa, izleyen yaşamsal iktidarsızlık ve hiçlik duygusunun dayanılmazlığından ancak yaratamadığı hayatın yok edilmesi projesinde yer alarak kurtulmaya çalışıyor. Şarlara göre bu, ‘dazlak’lıkla Hitler’lik arasında, efendim, işkenceye izin verenle, copu fiilen sokan arasında bir yerde de çözümlenebiliyor. Veyahut, ölü-seviciliği kişinin kendi bedenini hedef alabiliyor. Uyuşturucu, alkolizm, intihar gibi. İntihar istatistiklerine bak: İnsanlar aşk, itibar, intikam gibi tutkuları için kendilerini öldürüyorlar ama aç kaldıkları ya da cinsel arzularını tatmin edemedikleri için intihar eden hemen hiç yoktur. Bir de üstelik, dünyada en çok intihar vakasının olduğu toplumlar, fiziki ihtiyaçlarını en çok karşılamış, en güvenli toplumlardır.”
Tutuklu Bilgi
İnsanlar a inandıkları gibi yaşarlar, ya da inanmadıkları gibi. İnandıkları gibi yaşayanlar, istedikleri hayat biçiminin imkanlarına kavuşmuş insanlardır. Yaşadıkları hayat kendilerinindir. Yürürlükte olduğu sürece, kendi düşünce ve inanç birimlerine göre de –başkaları kabul etmese bile- özgürdürler. İnanmadıkları gibi yaşayanlar ise, istedikleri hayat biçiminin şartlarından çok uzaktadırlar. Kendi görüş ve isteklerine ters gelen hayat şekillerinin baskısı altındadırlar. Düşünce ve eylem özgürlükleri engellenmiştir. Kendi istemleriyle hareket edemedikleri, inandıkları değerlere göre de yaşayamadıkları için özgür değillerdir. S.97
Bu iki yargı biçimine ister katılın, ister katılmayın; birinci durumda olanlar, kendi sözleri, gerçekleri, iddiaları ve olaylarıyla baş başa kalmanın bütün yollarını ellerinde tutup bir iç kaynaşmayı gerçekleştirmişlerdir. Çevrelerinin de bu kaynaşma doğrultusunda değiştirip ona yeni bir biçim vermişler; pek çok şeyi de lehlerine olabilecek şekle çevirmişlerdir. İkinci durumda olanlar da, inandıkları değer birimlerinin ya tamamen dışında kalmışlar; ya da bu değerlere iğreti bir şekilde tutunmuşlardır. Bu guruptakiler devamlı saldırı altında bulmuşlardır kendilerini. S.97
Buna göre, “inandığımız gibi yaşıyor musunuz?” sorusunun muhatabı olmaktan kendimizi beri kılmamız mümkün müdür? S. 98
Düşmanların nitelikleri bu devirde de değişmemiştir. Yine tutuklama peşinde koşmaktadırlar. Kimileri yine onların çok bilgili olduklarını ve ileri gittiklerinin söylemekte, alabildiğince de çekingen davranmaktadır. S.100
Biz müslümanların inandığı gibi yaşayamadığı apaçık ortadadır. Kul olabilmemiz için de inandığımız değerlerin rotasında yaşamak zorundayız. Bu da, bilgi kaynağımızın tutululuğundan kurtarılmasına, eylemlerle gün ışığına çıkartılmasına bağlıdır. S.101