kevir

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Pencerenin yanı başında yoklama...

Var olmak, dar ve karanlık bir hücredir; kapısı ölüm, penceresi hayattır. Pencerelerini bulamamış veya sadece "var olmak"la yetinecek kadar "az" olanlar, bu "azıcık oluş"ları birazcık fazlalaştırdığında, intihar kurtarıcısının yardımıyla, kapıyı açar ve kurtuluşa doğru kaçarlar. Ama ben, tam on beş yıldır, Rüstem'in çocukluğu gibi, her gün bir yıl miktarı büyüyorum. Her gece miraç zirvelerine çıkıyorum. Her yıl içimde bir çöl susuzluğu ihtiyacı doğuyor. Pencerenin yanı başında yoklama oluyorum. Bir başka dünyanın genişliğinde bir hücre, ayrılık içinde bir ölümün ve vuslatın dinginliği ve sonsuzluğunda bir hayat, gurbette bir vatan, yalnızlıkta bir kalabalık içinde... Yalnızlıkta ne kalabalıklar, sessizlikte ne gürültüler, Viraf gibi, beni her yolculuğumun başında, İmşaspendlerin, izedlerin, meleklerin ve Fraveherlerin dünyasına götüren, ne nimetler, ne servetler, cennet bahçeleri, baharlar, güneşler, seherler, denizler, ırmaklar, pınarlar, manzaralar, posta güvercinleri, sufi çiçekleri, insanı tefekküre daldıran şarap sarhoşlukları ve ne hikayeler, hikayeler vardır! Her biri, rivayetlerin bittiği, en temiz ilahi kelimelere bile yol verilmeyen uzak ülkelere seferlerin başladığı yerden başlar... Nasıl desem? Kime desem? Bazen "O"na söylerdim. Gözleri vahiy renginde olan ona, sessizliğinde yüzlerce söz mesnevisi saklı olan ona; bu yalnızlık seyrü sülûklerimde, bu hülyalı yolculuklarımda, bu kendi içimde çıktığım seferlerde, ara sıra adım adım benimle omuz omuza yoldaş olduğunu, konakları benimle birlikte aştığını gördüğüm ona... Bu anlarda, onun suskun bir masala benzeyen yüzüne "Senden başka bir muhatabın olmadığını biliyor olsam da, aferin sana, onca söylenmemiş sözün muhatabı" dercesine nasıl bir gözle bakardım. Onca sözün olmasına ve onların benden başka muhatabı olmadığını bilmene rağmen söylemediğin için aferin sana. Gözlerimin önünde bir melekût zenginliğine ve kutsallığına sahip konuşmaların sabırsızlığın sükûtunu bozamadığı nasıl bir ihtişama eriştiğini; kalbimde, güzel ve anlamlar bulucu gönlünün, aynı yüreğe sahip iki yabacı olan bizim aramızdaki sessizliğin hürmetini koruduğunu bildiğimden ne kadar yüceldiğini bilemezsin. Birbirimizi sonsuza dek terk ettiğimiz o halde, onca susuz ve yakın bir tanışıklığın alevli ve sabırsızlıkla dolu kavgası içinde birbirimizle tanışmadan geçip gitmemiz ne büyük bir sabırdı. Her biri bir ateş mermisi gibi, çılgınca patlayışı içinde barındıran o kelimelerin hücum yağmuru altında, suskun kalıp birbirimizden vazgeçmemiz ne biçim bir sabırdı. Sahip olduğun sessizliğin yüceliğinin saygısına, böyle takat yetmez bir ihtiyacın saldırısına bir peygamber sabrıyla karşı koymana duyduğum saygıyla, üç yıldır rüyalarımda her an bir peri kızı olarak tecelli ediyor, hayat penceremin önünde, hayalimde yükselen göğün orta yerinde, mor ufuklarımın uzaklarında, sevginin yükseklerdeki güneşinin eteğinde, her Aryaî bir ihtişama, Ahuraî bir doğuşa erişiyorsun.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Çölün Çehresi, Ilgın ve Söğüt

Çöl, umutsuz ve suskun bir halde, kendisini teslim ederek toprağın üzerine yayan sonsuz ve esrarengiz azamettir. Susuz ve bayındırlıksız bir kuruluktur, mağrur bir yüksek tepesi, neşe içinde çağıldayan ırmağı, bir çeşme başının romantik şarkısı, gülü, bülbülü, manzarası, otlağı, yolu, yolculuğu, menzili, hedefi , esrikçe akan bir nehri, denize nazır bir kucağı, bulutu, yıldırım gülümseyişi, şiddetli bir gök gürültüsünün ağlayış acısı olmayan bir hiçtir çöl. Ağır, yanık, gamlı, kederli; gulyabanilerin, cinlerin, kötü ruhlar ve insan yiyen kurtların mekanı! Hayal, büyü ve efsanenin doğum yeri; suyun değil, serabın toprağı; sessiz, ama durgunluktan değil, korkudan. Ateşli ve acımasız havasıyla insanın beynini kafatasında kaynatır. Sıcak toprağında otlar bile yeşermekten, başlarını dışarı çıkarmaktan korkarlar. İnsanlarının derileri kemiklerinin üzerinde yanmış, yüzleri kavrulmuş, alınları buruşmuştur! Ne de olsa çölde bakmak zordur. Çöl görmesin diye ellerini gözleri üzerine gölge ederler. Çöl, gördüklerini görmesin, bildiklerini bilmesin diye! Bazen bir kasırga kopar, yeri göğü birbirine katar, gökyüzünü karartır, köyleri darmadağın eder. Kasırga dindiğinde, ardından yine çölün çehresi belirir, tıpkı eskiden olduğu gibi! Çöl! Her zaman fırtınalar koparan, her zaman dingin olan yerdir. Her zaman değişim halinde, ama hiçbir şeyin değişmediği yerdir. Çöl, deniz gibidir; ama su, yağmur, inci, balık, mercan denizi değil. Toprak, çakıl, toz, yılan, kertenkele denizidir. Daha çok sürüngenlere, ara sıra da yalnız, başıboş bir kuşa ya da ürkmüş, yuvasız kalmış kuşlara rastlanır. Çölde sadece ılgın ağacı ile dikenli bitkiler yetişir. Bu sabırlı, kahraman ve korkusuz ağaçlar, çöle rağmen, suya ve toprağa ihtiyaç duymadan, okşama ve sevgi beklemeden, çölün kuru ve yanık bağrından ateşe doğru başlarını uzatır, dimdik ayakta dururlar. Sanki her biri bir ilahedir; korkusuz, mağrur, yalnız ve yabancı. Sanki çölde boy gösteren, başka bir dünyanın elçileridir. Bunlar cehennemde biten cesur ağaçlardır. Ama bunların yaprağı ve meyvesi yoktur; çiçek açmazlar, ürün vermezler. Filizlenme heyecanı, tomurcuk açma şevki ve açılma umudu, daha saplarında veya dallarındayken kuruya kalır, yanar ve sonunda çöle karşı küstahlık etmek suçuyla, köklerinden sökülerek tandırlara atılırlar. Bu onların mukadder yazısıdır. Çölde, bir havuzun kenarında veya bir ark suyu yakınında söğüt ağacı yetiştirmek zor da olsa mümkündür. Gölgesi serin ve cana can katıcıdır. Değerli bir ağaçtır, ancak sürekli olarak kendi kendine titrer durur. Şehirlerde ve köylerde bile daima korku içindedir. Çölün korkusu, iliklerine dek işlemiştir. Çölde yetişen en güzel şey hayaldir. Bu çölde en güzel şekilde yetişen, hayal çiçekleri açan tek ağaçtır. Kelebeğe benzer mavi,yeşil, mor, bal renkli... Her biri yaratıcısının renginde, hayaller kuran bir insan renginde, kelebeğin yanına doğru uçup gittiği ve üzerine konduğu şeylerin renginde... Hayal, çölün her yerinde özgürce ve serbestçe dolaşabilen tek görünmez kuşudur. Uçuşunun gölgesi, çöl üstüne düşen tek gölgedir. Kanatlarının çırpınış sesleri, çölün sonsuz sessizliğini yansıtan ve onu daha da sessiz gösteren tek sestir. Evet, bu, o şair kuşun kanat çırpışlarında söz söylemekte ve konuşmakta olan çölün esrarengiz ve korkunç sessizliğidir.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Neyistân ve Nîstân

Yazın başlangıcı, okulların sonu! Ne hoş bir başlangıç, ne hoş bir son! Her yıl, baharın ilk anlarından itibaren sabırsızlıkla yolunu gözlediğimiz, sevgili ve heyecan verici bir andı o an. Her yıl bekleyiş sona erer ve vuslat yazı, tam da zamanında, her yıl, olduğu gibi umut verici, sıcak, sevimli ve okşayıcı bir halde çıkagelir ve bizi şehir zindanının gurbetinden özgür ve engin yurdumuza, çöle götürür, yok yok, geri döndürürdü. Evet, bizi kamışlığımıza (neyistân), yani çöle geri döndürürdü. "Neyistân ve nîstân" (yokluk yeri) her iki okunuş da doğrudur...Kamışlık benim kesilmiş olduğum yerdir. Çöl, sadece benim ve bizim kamışlığımız değil, milletimizin kamışlığıdır. Hepimizin ruhu, düşüncesi, dini, irfanı, edebiyatı, görüşü, hayatı, fıtratı, macerası ve kaderidir. Çöl, bir coğrafya olarak beliren tarihtir.