çöl

Neden Altını Çizdim?
Müthiş bir tasvir gücü...

Çöl ve Bedeviler

Bedeviler uzamış mideli çocukları, çeneleri ve yanak etlerini yırtıp süsleyen kadınları, hasta kemikli, iskelet alınlı erkekleriyle her sabah elleri boş, ayakları yassı ve çıplak, gözleri müphem, birer birer bana gelirler. Akşama doğru ellerinde bulunmuş bir diken, tabanlarında kanı kurumuş ve siyahlanmış yeni bir yara ile dönerler. Bedevilerin yalnız gözleri güzel: Yaşayan, dönen, tecessüs eden gözler... Şunu hissettim ki, dağları, kumları ve ufukları ölü doğan çölde yaşayan şeyler iki kat yaşıyorlar. Burada gördüğüm ceylanlar birkaç defa daha gelip geçti. Ceylan gözleri çölün gözleri gibi. Sanki çölde esrarlı gözler doğuyor ve batıyor. Bu bana dert oldu, her vakit çadırım, hayvanım, neferlerimle kımıldayıp yer değiştirmek istiyorum. Biraz fazla kalırsam, artık daima burada kalacağım, bedevi olacağım zannediyorum. Bu korku içime yerleşmeye başlayınca yavaş yavaş dağ eteklerini takip edip, daha serbest, daha bedevisiz yerlerde konaklıyorum. Bu taraflar büsbütün kum, üç gün devam eden hiçbir şey yok. Tabiat mukarrer bir şekil almamış ve her gün tecrübelerle bu şekli arıyor.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Çölün Çehresi, Ilgın ve Söğüt

Çöl, umutsuz ve suskun bir halde, kendisini teslim ederek toprağın üzerine yayan sonsuz ve esrarengiz azamettir. Susuz ve bayındırlıksız bir kuruluktur, mağrur bir yüksek tepesi, neşe içinde çağıldayan ırmağı, bir çeşme başının romantik şarkısı, gülü, bülbülü, manzarası, otlağı, yolu, yolculuğu, menzili, hedefi , esrikçe akan bir nehri, denize nazır bir kucağı, bulutu, yıldırım gülümseyişi, şiddetli bir gök gürültüsünün ağlayış acısı olmayan bir hiçtir çöl. Ağır, yanık, gamlı, kederli; gulyabanilerin, cinlerin, kötü ruhlar ve insan yiyen kurtların mekanı! Hayal, büyü ve efsanenin doğum yeri; suyun değil, serabın toprağı; sessiz, ama durgunluktan değil, korkudan. Ateşli ve acımasız havasıyla insanın beynini kafatasında kaynatır. Sıcak toprağında otlar bile yeşermekten, başlarını dışarı çıkarmaktan korkarlar. İnsanlarının derileri kemiklerinin üzerinde yanmış, yüzleri kavrulmuş, alınları buruşmuştur! Ne de olsa çölde bakmak zordur. Çöl görmesin diye ellerini gözleri üzerine gölge ederler. Çöl, gördüklerini görmesin, bildiklerini bilmesin diye! Bazen bir kasırga kopar, yeri göğü birbirine katar, gökyüzünü karartır, köyleri darmadağın eder. Kasırga dindiğinde, ardından yine çölün çehresi belirir, tıpkı eskiden olduğu gibi! Çöl! Her zaman fırtınalar koparan, her zaman dingin olan yerdir. Her zaman değişim halinde, ama hiçbir şeyin değişmediği yerdir. Çöl, deniz gibidir; ama su, yağmur, inci, balık, mercan denizi değil. Toprak, çakıl, toz, yılan, kertenkele denizidir. Daha çok sürüngenlere, ara sıra da yalnız, başıboş bir kuşa ya da ürkmüş, yuvasız kalmış kuşlara rastlanır. Çölde sadece ılgın ağacı ile dikenli bitkiler yetişir. Bu sabırlı, kahraman ve korkusuz ağaçlar, çöle rağmen, suya ve toprağa ihtiyaç duymadan, okşama ve sevgi beklemeden, çölün kuru ve yanık bağrından ateşe doğru başlarını uzatır, dimdik ayakta dururlar. Sanki her biri bir ilahedir; korkusuz, mağrur, yalnız ve yabancı. Sanki çölde boy gösteren, başka bir dünyanın elçileridir. Bunlar cehennemde biten cesur ağaçlardır. Ama bunların yaprağı ve meyvesi yoktur; çiçek açmazlar, ürün vermezler. Filizlenme heyecanı, tomurcuk açma şevki ve açılma umudu, daha saplarında veya dallarındayken kuruya kalır, yanar ve sonunda çöle karşı küstahlık etmek suçuyla, köklerinden sökülerek tandırlara atılırlar. Bu onların mukadder yazısıdır. Çölde, bir havuzun kenarında veya bir ark suyu yakınında söğüt ağacı yetiştirmek zor da olsa mümkündür. Gölgesi serin ve cana can katıcıdır. Değerli bir ağaçtır, ancak sürekli olarak kendi kendine titrer durur. Şehirlerde ve köylerde bile daima korku içindedir. Çölün korkusu, iliklerine dek işlemiştir. Çölde yetişen en güzel şey hayaldir. Bu çölde en güzel şekilde yetişen, hayal çiçekleri açan tek ağaçtır. Kelebeğe benzer mavi,yeşil, mor, bal renkli... Her biri yaratıcısının renginde, hayaller kuran bir insan renginde, kelebeğin yanına doğru uçup gittiği ve üzerine konduğu şeylerin renginde... Hayal, çölün her yerinde özgürce ve serbestçe dolaşabilen tek görünmez kuşudur. Uçuşunun gölgesi, çöl üstüne düşen tek gölgedir. Kanatlarının çırpınış sesleri, çölün sonsuz sessizliğini yansıtan ve onu daha da sessiz gösteren tek sestir. Evet, bu, o şair kuşun kanat çırpışlarında söz söylemekte ve konuşmakta olan çölün esrarengiz ve korkunç sessizliğidir.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Neyistân ve Nîstân

Yazın başlangıcı, okulların sonu! Ne hoş bir başlangıç, ne hoş bir son! Her yıl, baharın ilk anlarından itibaren sabırsızlıkla yolunu gözlediğimiz, sevgili ve heyecan verici bir andı o an. Her yıl bekleyiş sona erer ve vuslat yazı, tam da zamanında, her yıl, olduğu gibi umut verici, sıcak, sevimli ve okşayıcı bir halde çıkagelir ve bizi şehir zindanının gurbetinden özgür ve engin yurdumuza, çöle götürür, yok yok, geri döndürürdü. Evet, bizi kamışlığımıza (neyistân), yani çöle geri döndürürdü. "Neyistân ve nîstân" (yokluk yeri) her iki okunuş da doğrudur...Kamışlık benim kesilmiş olduğum yerdir. Çöl, sadece benim ve bizim kamışlığımız değil, milletimizin kamışlığıdır. Hepimizin ruhu, düşüncesi, dini, irfanı, edebiyatı, görüşü, hayatı, fıtratı, macerası ve kaderidir. Çöl, bir coğrafya olarak beliren tarihtir.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Kevir

Burası çöldür; şehirli gözler onun içinde, güzel bir gündoğumuyla günbatımından ve yıldızlı bir gökyüzünden başka hiçbir şey göremeyeceklerdir. Bu kitap, Sartre'in deyimiyle, yaralı bir yüreğin şiirleri, kelimenin Farsça anlamıyla gazelleri ve çöle ait bir ruhun iç yakınışlarıdır. Bu çöl, benim hem dünyam, hem tarihim, hem vatanım, hem yüreğim, yabancı benliğim, çorak ve ateşli hayatım ve nihayet benim hikâyemdir. Bu, varoluşun susuz, esrarlı, yakıcı, bekleyen ve dertlenen çölüdür. Bu sözlerin okuyucusu, kendisini muhatap kabul etmemelidir. Bu sözlerin muhatabı yoktur. Onların görücüsü ve arayıcısı olmalıdır. Kelimeleri ve cümleleri okumamalı, cümle haline gelmiş, kelimeleşmiş duygulara dokunmalı, tatmalı ve koklamalıdır. Bir mektubu okur gibi değil, bir kaderi görür gibi okumalıdır. Bir hatibin sözlerine kulak verir gibi değil, kendi kendine inleyen bir yaralının yalnızlığını görür gibi bakmalıdır. Çölde hiçbir şey yoktur. Ne bir söz, ne bir kişi. Burada sadece başı dönmüş, dur durak bilmez bir kasırga, bu susuz uçsuz bucaksızlıkta yalnız ve başı dönmüş bir ruh gibi esmekte, inlemekte, aramakta ve feryat etmektedir. Sense, kenardan içeriye doğru birkaç adım at. Gözlerini iki elinle kendine gölgelik ederek, teknik eleştiri yapmadan onun kaderini seyre koyul. Bu dünyaya benim bakış açımla bak. Benim yüreğimin kervanıyla birlikte, benim kültürel azığımla, benim tarih yolumun üzerinde, benim acılarımın ve özlemlerimin kırbacıyla bu çölün göğsüne sardır da kelimelerimin rehberliğiyle değil, sözümün kokusuyla bu çöllerin bağrına yol bul. Bu derin sahranın samimiyeti içinde kendini yitir; çölün yalnızlığını, yabancılığını, korkusunu, ihtişamını, sonsuzluğunu, melekûtunu ve vahşi güzelliklerini seyret. Oradan bu dünyanın fizikötesine, hepsi de yakın, hepsi de belli, hepsi de gündelik olan sevinçlerin ve üzüntülerin gaybına doğru başını uzat da ondan sonra benim hakkımda lanette veya övgüde bulunmak için otur. Ey çölün sadık okuyucusu, ey dost! Ey bilgili düşman, bu şıkşıkiyeyi kendi şıkşıkiyen gibi dinleme, gör! Okuma, bul! Ne diyeceğini düşünmeden önce, benim ne dediğimi düşün! Meşhed / 9 İsfend 1348