Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Yeşil Levha
Ansızın "yeşil levha" Tanrı'nın sol elinde belirdi ve akabinde sağ elindeki altın kalem, zerrelerin canında tıpkı bir ışık nehri gibi akmaya başlayan şaşırtıcı bakışlarıyla, sonsuzluğa dek uzanan suskunluk ve bekleyiş içindeki zerre dizilerine baktı. Suskunluk ve bekleyiş o kadar ağır ve kımıltısızdı ki sanki her zerrenin başına bir kuş konmuştu.
Tanrı yazmaya başladı. Her bir zerreye bakıyor ve sonra yeşil bir levhaya bir şey yazıyordu. Benim sıram gelmişti. Olmamayı, kaçmayı ne kadar da arzu ediyordum, fakat olmuyordu. Takdirin eli beni bu yere sürüklemişti. Kader zinciri beni bu noktaya bağlamıştı. Birden bütün varlığım ısınıp aydınlandı. Tanrı'nın bana baktığını gördüm. Bakışını benden alıp levhaya yöneltti. Kalemi levhaya değdirdi. Yüzü sakindi. Diğer yazışlarındaki gibi bir hâle vardı yüzünde. Kalbim çarpıyor ve kalmayı bana zorlaştırıyordu. Aniden kalemi durdurdu. Aydınlık simasına bir dalga yayıldı. Başını kaldırdı ve bana tekrar baktı. Bir an, bir çok an! Benim için bir asır geçmişti. Bakışı, yüzümden sol yanıma, ta başından beri böğrümde kıpırdayan küçük zerreye kaydı. Bakışını tekrar ondan alıp bana çevirdi. Yavaş yavaş ikimizi bir gördüğünü hissediyordum. Âlem şaşkınlıktan susmuş, olan bitene bakıyordu. Ansızın, tarif edemeyeceğim hafif bir gülümseme yerleşti yüzüne. Varlığımın derinliğinde bakışını daha sıcak ve aydınlık buldum. Gözleri bir gecenin soğuk ve kara kalbinde birden bire doğan güçlü ve şefkatli iki güneş gibi varlığıma doğdu. Fıtratın iki ışık şelalesi akmaya başladı. Yüzü, asi, sevimli çocuğunun yaramazlığına belli etmeden gülen ve alttan alta keyiflenen şefkatli bir babanın yüzüydü. İşte bu yüzüyle ve tebessümüyle gözünü yeşil levhaya dikti ve yazmaya başladı.
Sadece duyguydum; hiçbir şey hissetmediğim duygusu; üzerine hiçbir yansıma düşmemiş bir ayna duygusu.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Zerreler
İlk gecenin sonuydu. Ondan önce ne gece vardı, ne gündüz. İlk gece sona ermekteydi. Zerreler âlemi susmuş, "Elest tufanı"nı bekliyordu. Birden melekler uçmaya başladılar. Varlık âleminin her yanını ve yokluk sahrasının bütün ufuklarını dolaştılar. Varlık ve yokluk aynıydı. Var olan sadece yokluktu. Meleklerin kanatlarının ivecen ve hafif gölgesi, daha hiçbir beden görmemiş ve kendini hiçbir cisme bulaştırmamış olan temiz ruhlar gibi her yandan kaçıyordu. Meleklerin sesleri, biricik rahibini çağıran hüzünlü mabedin mahzun ve dokunaklı sesi gibi varlık fezasında yankılanıyordu. Melekler, Rab Hazretlerinin mesajını onun maveraî dergâhından yokluk âleminin bütün zerrelerine ulaştırmaya memurdular.
Tanrı zerreleri çağırıyordu. Birden bire zerreler heyecana kapılıp çığlık attılar. Hala geceydi, ilk gecenin sonu. Dağınık haldeki zerreler, meleklerin davet sesiyle bir araya geldiler, toplandılar ve göz açıp kapayıncaya kadar dizi dizi, yan yana, arka arkaya oturdular. Anlatılamaz bir toplandıydı! Hangi gözün onu görmeye gücü yeter ki?
Hangi hayalin onu gözünde canlandırma kudreti vardır ki? Öyle bir haşmet ve azametti ki yokluğa bile zor sığıyordu! Herkes toplanmıştı; bütün her şey, bütün herkes, gelip de ölenlerin hepsi ve gelecek olanların hepsi.
Suskunluk vardı, sadece suskunluk. Bekleyiş vardı, sadece bekleyiş!
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Çamur Çocuklar
Evet, ta başından biliyordum ne olup biteceğini. Tanrı, "Kendim için yeryüzünde kendim gibi bir halife yaratma kararındayım." diye açıklayınca sırtım titredi! Korkudan ve edepten bir şey söylemedim. Fakat yüzleri Tanrı'ya daha açık olan meleklerin bir şey söylemeleri için dua ediyordum. Hepimiz ne olacağını biliyorduk.
Yokluk sahrasında bir velvele koptu ansızın. Melekler küçük, büyük, uzak, yakın, korkulu ve heyecanlı, her yandan seğirterek yüce arş dergahına doğru uçuşa geçtiler. Rüyadaki görüntüden daha hızlı geçen sonraki anda hepsi ihtişamlı nur tahtının önünde dikilip feryat ettiler:
"Rabbimiz! Yine yeryüzünde, dünyayı harap edip, kana bulayacak bir varlık mı yaratacaksın?"
Rableri, kararlı ve tereddütsüz bir sesle buyurdu: "Ben sizin bilmediğiniz sırrı bilirim." Kaçınılmaz olarak hepsi trajediyi beklerken sessiz kaldı.
Fakat hiçbiri Tanrı'nın cevabında gizli olan özel anlamı anlamadı; şimdi de müfessirler. Tanrı, çamur oğullarının yaratılışı ve bunun uğursuz akıbeti konusunda meleklerin korkulu ve kara öngörülerini tekzip buyurmadı. Dedi ki bu işin sırrını, bu kan dökücü varlığın yaralışında gizli olan felsefeyi siz bilmezsiniz. Yoksa sonraki ipuçları, daha işin başında meleklerin öngörülerinin doğru olduğunu gösterdi. Tanrı da bu muhteris, zalim ve inkârcı çamur çocukları konusunda onlarla hemfikir olduğunu gizlemedi.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Bir Beyit Olmayı Beklemek
Tanrı'nın ruhu canında, emaneti sırtında, kalemi elimde, adların hikmeti, "Veda" bilgisi gönül levhamda, kainat karşımda rukûda, melekler ayaklarımın dibinde secdede ve ben Tanrı'nın melekûtunda özgür ve taslaklar denizinin kıyısında, tanrısal kudretin gölgesi üzerimde, Cebrail'in yumuşak kanatları ayaklarımın altına şefkatle serilmiş... Fakat lezzetleri tek başına tatmak ne acı ve güzellikleri yalnız başına görmek ne çirkin ve tek başına mutlu olmak ne çileli bir mutsuzluktur!
Cennette yalnız olmak, çölde olmaktan daha zordur. Baharda yüzüne çarpan her esinti, kafanda yalnızlığın hatırasını uyandırır. Her kırmızı gül, kalbini ateş gibi dağlar. Güneşle yağmurun birbirine karıştığı günlerde, gökten yıldız yağdığı ve çölün sesin kalbine bir çağrıyı tekrarladığı çöl gecelerinde, sahranın göğsünde kanlı ufka bakarken ve yalnız bir yolcu tanyeri ağarırken tren kompartımanından yeni yılı karşılarken, her zamankinden daha çok ve her yerdekinden daha çetin hissederim ki tabiatın bu büyük "mesnevi"sinde yarım kalmış bir "mısra"yız. Var oluşumuz, bir "beyit" olmayı beklemektir.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur!
Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı.
Kızılkale Zindanları
Göz ve kulak, ateşi körükler. Bu denenmiştir; eğer bu iki tehlikeyi meydandan uzaklaştırırlarsa zorluk artık dayanılmaz hale gelecektir!
Kızılkale zindanında görüşme izni olmayan veya pazartesi görüşmesine gelecek kimsesi olmayan tutuklular, diğerlerinden daha sakindirler. Benim görüşmemi yasakladıkları zaman, ben haftaları monoton geçirdim. Zaman düz bir cadde olmuştu, sırf başıboşluk içinde geçiyordu, üzüntü monotonlaşmış, hareketsiz hale gelmişti. Görüşmemi serbest bıraktıkları günlerde zaman, birkaç günde korkunç girdaptan geçen ve her geçen gece daha zor ve asi olan çok dönemeçli vahşi bir ırmağa dönüşüyordu. Acı delice akan bir nehir olmuştu ve üzüntü her an ısıran bir zehir haline gelmişti.
Mahkûma iki türlü işkence yaparlar. Ellerin bir tanesini boynun arkasından, öbürünü de yandan birbirine bağlıyorlar. Eller birbirine kavuşmamasına rağmen bunu zorla yapıyorlar, sonunda kaburga kemikleri çıkıyor, bazen de kırılıyor. Kaburga kemiklerinin sesi, kırılan kuru ağaç sesi andırıyor. İki elin bileğini arkadan birbirine ulaştırdıklarında bir kelepçe ile bağlıyorlar ve üstüne bir taş veya demir parçası koyuyorlar, ağırlığı, mahkuma ne kadar işkencenin uygun görüldüğüne bağlıdır, sabrına uygundur. Ben ne diyorum? Özgürlüğe duyduğu aşkın ağırlığı kadardır, işkence taşının ağırlığı, hücredeki mahkumun imanı kadardır.
Bu özgürlük sevdalısı esiri öylece tutuyorlar; bu müzmin bir işkencedir, zorluğu sakin bir zorluk, acısı kupkuru bir acı ve sakin bir deri...
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
560
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-6004-88-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
Benim hamurumu felsefe, hikmet ve irfanla yoğurmuşlar. Hikmet, bende sonradan kazanılmış veya hafızada biriktirilmiş bir ilim değildir. Bilâkis o benim özüme aittir, benim sıfatımdır. Ağırlık, içgüdü ve vücut ısısı gibi sıfat ve durumlara sahip bir varlık olduğum gibi, hikmet ve felsefeye de sahip olan bir varlığım ben. Harcımda, ruhumun özünde, hatta dostlarımdan birinin şakayla dediği gibi, görünüşümde, bedenimde, davranışımda, sözümde ve sessizliğimde hep felsefe vardır.
Mihrap
Mihrap harb kökünün mekân ismidir ve savaş sahnesi anlamına gelir. Ne kadar ilginç! Neden ibadet yerini savaş yeri diye adlandırmışlar? Mabed, mihrab ve ibadeti iyi tanıyanlar, burayı savaş yeri, savaş sahnesi olarak adlandırdılar, ama hangi savaştan bahsedilmektedir?
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Çölün Çehresi, Ilgın ve Söğüt
Çöl, umutsuz ve suskun bir halde, kendisini teslim ederek toprağın üzerine yayan sonsuz ve esrarengiz azamettir. Susuz ve bayındırlıksız bir kuruluktur, mağrur bir yüksek tepesi, neşe içinde çağıldayan ırmağı, bir çeşme başının romantik şarkısı, gülü, bülbülü, manzarası, otlağı, yolu, yolculuğu, menzili, hedefi , esrikçe akan bir nehri, denize nazır bir kucağı, bulutu, yıldırım gülümseyişi, şiddetli bir gök gürültüsünün ağlayış acısı olmayan bir hiçtir çöl. Ağır, yanık, gamlı, kederli; gulyabanilerin, cinlerin, kötü ruhlar ve insan yiyen kurtların mekanı! Hayal, büyü ve efsanenin doğum yeri; suyun değil, serabın toprağı; sessiz, ama durgunluktan değil, korkudan. Ateşli ve acımasız havasıyla insanın beynini kafatasında kaynatır. Sıcak toprağında otlar bile yeşermekten, başlarını dışarı çıkarmaktan korkarlar. İnsanlarının derileri kemiklerinin üzerinde yanmış, yüzleri kavrulmuş, alınları buruşmuştur! Ne de olsa çölde bakmak zordur. Çöl görmesin diye ellerini gözleri üzerine gölge ederler. Çöl, gördüklerini görmesin, bildiklerini bilmesin diye! Bazen bir kasırga kopar, yeri göğü birbirine katar, gökyüzünü karartır, köyleri darmadağın eder. Kasırga dindiğinde, ardından yine çölün çehresi belirir, tıpkı eskiden olduğu gibi!
Çöl! Her zaman fırtınalar koparan, her zaman dingin olan yerdir. Her zaman değişim halinde, ama hiçbir şeyin değişmediği yerdir. Çöl, deniz gibidir; ama su, yağmur, inci, balık, mercan denizi değil. Toprak, çakıl, toz, yılan, kertenkele denizidir. Daha çok sürüngenlere, ara sıra da yalnız, başıboş bir kuşa ya da ürkmüş, yuvasız kalmış kuşlara rastlanır.
Çölde sadece ılgın ağacı ile dikenli bitkiler yetişir. Bu sabırlı, kahraman ve korkusuz ağaçlar, çöle rağmen, suya ve toprağa ihtiyaç duymadan, okşama ve sevgi beklemeden, çölün kuru ve yanık bağrından ateşe doğru başlarını uzatır, dimdik ayakta dururlar. Sanki her biri bir ilahedir; korkusuz, mağrur, yalnız ve yabancı. Sanki çölde boy gösteren, başka bir dünyanın elçileridir. Bunlar cehennemde biten cesur ağaçlardır. Ama bunların yaprağı ve meyvesi yoktur; çiçek açmazlar, ürün vermezler. Filizlenme heyecanı, tomurcuk açma şevki ve açılma umudu, daha saplarında veya dallarındayken kuruya kalır, yanar ve sonunda çöle karşı küstahlık etmek suçuyla, köklerinden sökülerek tandırlara atılırlar. Bu onların mukadder yazısıdır.
Çölde, bir havuzun kenarında veya bir ark suyu yakınında söğüt ağacı yetiştirmek zor da olsa mümkündür. Gölgesi serin ve cana can katıcıdır. Değerli bir ağaçtır, ancak sürekli olarak kendi kendine titrer durur. Şehirlerde ve köylerde bile daima korku içindedir. Çölün korkusu, iliklerine dek işlemiştir.
Çölde yetişen en güzel şey hayaldir. Bu çölde en güzel şekilde yetişen, hayal çiçekleri açan tek ağaçtır. Kelebeğe benzer mavi,yeşil, mor, bal renkli... Her biri yaratıcısının renginde, hayaller kuran bir insan renginde, kelebeğin yanına doğru uçup gittiği ve üzerine konduğu şeylerin renginde... Hayal, çölün her yerinde özgürce ve serbestçe dolaşabilen tek görünmez kuşudur. Uçuşunun gölgesi, çöl üstüne düşen tek gölgedir. Kanatlarının çırpınış sesleri, çölün sonsuz sessizliğini yansıtan ve onu daha da sessiz gösteren tek sestir. Evet, bu, o şair kuşun kanat çırpışlarında söz söylemekte ve konuşmakta olan çölün esrarengiz ve korkunç sessizliğidir.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Neyistân ve Nîstân
Yazın başlangıcı, okulların sonu! Ne hoş bir başlangıç, ne hoş bir son! Her yıl, baharın ilk anlarından itibaren sabırsızlıkla yolunu gözlediğimiz, sevgili ve heyecan verici bir andı o an. Her yıl bekleyiş sona erer ve vuslat yazı, tam da zamanında, her yıl, olduğu gibi umut verici, sıcak, sevimli ve okşayıcı bir halde çıkagelir ve bizi şehir zindanının gurbetinden özgür ve engin yurdumuza, çöle götürür, yok yok, geri döndürürdü. Evet, bizi kamışlığımıza (neyistân), yani çöle geri döndürürdü. "Neyistân ve nîstân" (yokluk yeri) her iki okunuş da doğrudur...Kamışlık benim kesilmiş olduğum yerdir.
Çöl, sadece benim ve bizim kamışlığımız değil, milletimizin kamışlığıdır. Hepimizin ruhu, düşüncesi, dini, irfanı, edebiyatı, görüşü, hayatı, fıtratı, macerası ve kaderidir. Çöl, bir coğrafya olarak beliren tarihtir.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
157
Baskı Tarihi
1981
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Cengiz Çandar'ın seksenlerin başında İran üzerine kaleme aldığı eseri.
Celal Al-İ Ahmet, Samet Behrengi Ve Dr. Ali Şeriati:
1963 ayaklanmasından sonra Şah’ın gizli istihbarat örgütü SAVAK aracılığıyla yürüttüğü zulüm, görülmemiş boyutlara ulaşmıştır. Sayısız İranlı 1963 ayaklanmasından sonra başlayan dönem içinde öldürülmüş, işkence tezgahlarından geçirilmiş ya da tutuklanmıştır. S. 39-40
Celal Al-i Ahmed’in edebi ve kültürel plânda başlattığı hareket, Dr.ali Şeriati’nini felsefe ve ideoloji alanındaki katkılarıyla pekişti.
Bir sosyolog olan Dr. Ali Şeriati, Tahran’daki Hüseyniye İrşad adlı eğitim merkezinde verdiği dersler ve yazdığı eserlere İslâm’ı bir kurtuluş doktrini olarak yorumladı ve İslâm’ın yorumlanmasına devrimci bir içerik kazandırdı. Dr. Ali Şeraiti, İran devriminin tarihinde öylesine önemli bir rol oynadı ki, onun etkileriyle binlerce İranlı aydın İslami düşünceyi benimsedi ve İslami harekete katıldı. S. 40