Çamur Çocuklar |
Evet, ta başından biliyordum ne olup biteceğini. Tanrı, "Kendim için yeryüzünde kendim gibi bir halife yaratma kararındayım." diye açıklayınca sırtım titredi! Korkudan ve edepten bir şey söylemedim. Fakat yüzleri Tanrı'ya daha açık olan meleklerin bir şey söylemeleri için dua ediyordum. Hepimiz ne olacağını biliyorduk.
Yokluk sahrasında bir velvele koptu ansızın. Melekler küçük, büyük, uzak, yakın, korkulu ve heyecanlı, her yandan seğirterek yüce arş dergahına doğru uçuşa geçtiler. Rüyadaki görüntüden daha hızlı geçen sonraki anda hepsi ihtişamlı nur tahtının önünde dikilip feryat ettiler:
"Rabbimiz! Yine yeryüzünde, dünyayı harap edip, kana bulayacak bir varlık mı yaratacaksın?"
Rableri, kararlı ve tereddütsüz bir sesle buyurdu: "Ben sizin bilmediğiniz sırrı bilirim." Kaçınılmaz olarak hepsi trajediyi beklerken sessiz kaldı.
Fakat hiçbiri Tanrı'nın cevabında gizli olan özel anlamı anlamadı; şimdi de müfessirler. Tanrı, çamur oğullarının yaratılışı ve bunun uğursuz akıbeti konusunda meleklerin korkulu ve kara öngörülerini tekzip buyurmadı. Dedi ki bu işin sırrını, bu kan dökücü varlığın yaralışında gizli olan felsefeyi siz bilmezsiniz. Yoksa sonraki ipuçları, daha işin başında meleklerin öngörülerinin doğru olduğunu gösterdi. Tanrı da bu muhteris, zalim ve inkârcı çamur çocukları konusunda onlarla hemfikir olduğunu gizlemedi.
|
30 |
|
Zerreler |
İlk gecenin sonuydu. Ondan önce ne gece vardı, ne gündüz. İlk gece sona ermekteydi. Zerreler âlemi susmuş, "Elest tufanı"nı bekliyordu. Birden melekler uçmaya başladılar. Varlık âleminin her yanını ve yokluk sahrasının bütün ufuklarını dolaştılar. Varlık ve yokluk aynıydı. Var olan sadece yokluktu. Meleklerin kanatlarının ivecen ve hafif gölgesi, daha hiçbir beden görmemiş ve kendini hiçbir cisme bulaştırmamış olan temiz ruhlar gibi her yandan kaçıyordu. Meleklerin sesleri, biricik rahibini çağıran hüzünlü mabedin mahzun ve dokunaklı sesi gibi varlık fezasında yankılanıyordu. Melekler, Rab Hazretlerinin mesajını onun maveraî dergâhından yokluk âleminin bütün zerrelerine ulaştırmaya memurdular.
Tanrı zerreleri çağırıyordu. Birden bire zerreler heyecana kapılıp çığlık attılar. Hala geceydi, ilk gecenin sonu. Dağınık haldeki zerreler, meleklerin davet sesiyle bir araya geldiler, toplandılar ve göz açıp kapayıncaya kadar dizi dizi, yan yana, arka arkaya oturdular. Anlatılamaz bir toplandıydı! Hangi gözün onu görmeye gücü yeter ki?
Hangi hayalin onu gözünde canlandırma kudreti vardır ki? Öyle bir haşmet ve azametti ki yokluğa bile zor sığıyordu! Herkes toplanmıştı; bütün her şey, bütün herkes, gelip de ölenlerin hepsi ve gelecek olanların hepsi.
Suskunluk vardı, sadece suskunluk. Bekleyiş vardı, sadece bekleyiş!
|
31 |
|
Kâlû Belâ |
Geceydi; ilk gecenin sonu.
Birden, hemen karşıda, ufkun dudaklarında bir gülümseme çiçeklendi; ışık! Işıktan bir pınar çıktı ortaya, ilk güneşin yumuşak ve altın iğneleri gökte belirdi. Bütün zerreler donakalmışlardı. Baştanbaşa göz, baştanbaşa kulak kesilmişlerdi ki ansızın yokluğu titreten depremsi bir ses yükseldi ışığın yerinden:
Ben sizin Rabbiniz, İlahınız değil miyim?
Zerreler hep bir ağızdan;
-Evet! Evet!
Bu "evet" her zerrenin varlığının derinliğinden çıktı. Sonra sustu ses, sonra sessizlik...
Ben heyecandan başımı öne eğmiş sessizce ağlıyordum. Küçük bir zerre, sol böğrümde ateşteki üzerlik gibi çırpınıp duruyordu.
|
32 |
|
Yeşil Levha |
Ansızın "yeşil levha" Tanrı'nın sol elinde belirdi ve akabinde sağ elindeki altın kalem, zerrelerin canında tıpkı bir ışık nehri gibi akmaya başlayan şaşırtıcı bakışlarıyla, sonsuzluğa dek uzanan suskunluk ve bekleyiş içindeki zerre dizilerine baktı. Suskunluk ve bekleyiş o kadar ağır ve kımıltısızdı ki sanki her zerrenin başına bir kuş konmuştu.
Tanrı yazmaya başladı. Her bir zerreye bakıyor ve sonra yeşil bir levhaya bir şey yazıyordu. Benim sıram gelmişti. Olmamayı, kaçmayı ne kadar da arzu ediyordum, fakat olmuyordu. Takdirin eli beni bu yere sürüklemişti. Kader zinciri beni bu noktaya bağlamıştı. Birden bütün varlığım ısınıp aydınlandı. Tanrı'nın bana baktığını gördüm. Bakışını benden alıp levhaya yöneltti. Kalemi levhaya değdirdi. Yüzü sakindi. Diğer yazışlarındaki gibi bir hâle vardı yüzünde. Kalbim çarpıyor ve kalmayı bana zorlaştırıyordu. Aniden kalemi durdurdu. Aydınlık simasına bir dalga yayıldı. Başını kaldırdı ve bana tekrar baktı. Bir an, bir çok an! Benim için bir asır geçmişti. Bakışı, yüzümden sol yanıma, ta başından beri böğrümde kıpırdayan küçük zerreye kaydı. Bakışını tekrar ondan alıp bana çevirdi. Yavaş yavaş ikimizi bir gördüğünü hissediyordum. Âlem şaşkınlıktan susmuş, olan bitene bakıyordu. Ansızın, tarif edemeyeceğim hafif bir gülümseme yerleşti yüzüne. Varlığımın derinliğinde bakışını daha sıcak ve aydınlık buldum. Gözleri bir gecenin soğuk ve kara kalbinde birden bire doğan güçlü ve şefkatli iki güneş gibi varlığıma doğdu. Fıtratın iki ışık şelalesi akmaya başladı. Yüzü, asi, sevimli çocuğunun yaramazlığına belli etmeden gülen ve alttan alta keyiflenen şefkatli bir babanın yüzüydü. İşte bu yüzüyle ve tebessümüyle gözünü yeşil levhaya dikti ve yazmaya başladı.
Sadece duyguydum; hiçbir şey hissetmediğim duygusu; üzerine hiçbir yansıma düşmemiş bir ayna duygusu.
|
33 |
|
"Ben sizin bilmediğinizi bilirim!" |
O birden bire büyük ve güzel ellerini, yaratılış ve hayat mucizesinin kaynağı olan ellerini, uzayın göğsünden uzattı. İki avvucunu yan yana tuttu. Nasıl geçtiğini anlamadığım gizemli bir anda, ateşten bir dağ, deli, kasıp kavuran ve yerinde duramayan bir ateş ortaya çıktı avuçlarında. Ucu, göğün göğsünde gözlerden dökülüyordu. Rengi güneşin kalbi gibiydi. Korku verici bir güzelliği, vahşi bir azameti vardı. Nur görkemindeydi görkemi. Fakat şimşek gibi kaçıyor, parıltısı kayboluyordu. Gizemli bir dertten ya da dayanılmaz bir hazdan kıvranan korkunç bir yanardağdı. Şekli belirgin değildi, fakat sürekli değişmekte olduğunu görüyordum. Yokluğun bedeni titremeye başlamıştı. Korku, bütün kainatı suskunluğa gark etmişti.
Birden bire Tanrı'nın sesi, varlığı yokluk sessizliğine gömdü. Ses onu dağlara, ovalara ve denizlere sundu. Korkudan hiçbirinin cevap verecek gücü yoktu. Uzun boylu dağlar kağıttan fener gibi katlanıp küçüldü. Geniş ovalar eteklerini topladılar. Denizler kaçmaya başladılar. Hepsi onu üstlenmekten kaçındı. Ben üstlendim, biz üstlendik!
O şaşkınlık içindeydi. Öne çıktım ve melekûtun korkulu bakışları önünde o gazaplı ateş dağını Tanrı'nın elinden aldım. Tanrı, yüzünde sevinç gülleri açar ve dudaklarından güzel tebessümün sevgi balı dökülürken dedi:
-Ah, ne kadar da cahil ve zalimsin!
Gözüm ve gönlüm, ezelden beri Tanrı'nın dudaklarından dökülen en muhteşem övgüyü andıran bu azarlamadan dolayı şükür ve gözyaşıyla doldu. Öfke ve memnuniyetsizlik meleklerin yüzlerinden okunuyordu. Tanrı onlara "adlar"sordu. Hiçbiri bilemedi. Dediler, senin öğrettiğinden başka bilgimiz yok bizim.
Sonra bana sordu. Hepsini bir bir cevapladım. Tanrı onlara seslendi: "Gördünüz! Ben sizin bilmediğinizi bilirim!"
Çaresiz acıyla sustular. Sonra Tanrı onlara emretti: "Hepiniz, büyüğünüz, küçüğünüz, uzağınız yakınınız, bunların ayaklarına kapanın."
Buyruk Tanrı'nın buyruğuydu. Hepsi secdeye baş koydular; tuğyan eden Şeytan'dan başka.
|
34 |
|
Bir Beyit Olmayı Beklemek |
Tanrı'nın ruhu canında, emaneti sırtında, kalemi elimde, adların hikmeti, "Veda" bilgisi gönül levhamda, kainat karşımda rukûda, melekler ayaklarımın dibinde secdede ve ben Tanrı'nın melekûtunda özgür ve taslaklar denizinin kıyısında, tanrısal kudretin gölgesi üzerimde, Cebrail'in yumuşak kanatları ayaklarımın altına şefkatle serilmiş... Fakat lezzetleri tek başına tatmak ne acı ve güzellikleri yalnız başına görmek ne çirkin ve tek başına mutlu olmak ne çileli bir mutsuzluktur!
Cennette yalnız olmak, çölde olmaktan daha zordur. Baharda yüzüne çarpan her esinti, kafanda yalnızlığın hatırasını uyandırır. Her kırmızı gül, kalbini ateş gibi dağlar. Güneşle yağmurun birbirine karıştığı günlerde, gökten yıldız yağdığı ve çölün sesin kalbine bir çağrıyı tekrarladığı çöl gecelerinde, sahranın göğsünde kanlı ufka bakarken ve yalnız bir yolcu tanyeri ağarırken tren kompartımanından yeni yılı karşılarken, her zamankinden daha çok ve her yerdekinden daha çetin hissederim ki tabiatın bu büyük "mesnevi"sinde yarım kalmış bir "mısra"yız. Var oluşumuz, bir "beyit" olmayı beklemektir.
|
35 |
|
Berzahta Yaşamak |
Cennette bütün güzellikler, arzulara ulaşmak ve kurtuluşlar, çağlayıp akan süt ve bal ırmaklarının kıyısında bir başına seyretmek, bir başına içmek ve bir başına oturup berzahta yaşamaktır. Derler, çirkinliker ve eli boş kalmalarla daha âsûde "yalnız" kalınabilir, dert ortağı olmadan, acıyı paylaşacak biri olmadan, dostsuz. Bu başlı başına bir tür dotun gönlünü almaktır ve ona karşı sevecen olmaktır. Dertler konusunda dosta haber vermemektir, derdin takiyyesi imanın en güzel göstergesidir. Sevgiye ihlas katar ki pek tatlıdır. Dert acıdır, ama bir başınıza çekip de dostu yardıma çağırmazsak onun için bir iş yapmış oluruz ve başlı başına bu kalbi dayanıklı kılar, ona başarı lezzetini tattırır. Fakat cennette nasıl onsuz olunabilir? (...)
Dosta haber vermemek nasıl mümkündür? Onun yokluğunu ve yalnızlığını çekmek nasıl mümkün olabilir? İçinde onun olmadığı cennet, ne geniş bir beyhudelik ve ne sonsuz bir berzahtır. Cennette bütün arzular, bütün istemelerin yanında, herşeyin olması gerektiği yerde, yalnızlık tahammül edilemez bir eziyettir. Özlemli kişinin ayakları önünde sefer yolu açıldığı zaman yoldaşsızlık çetindir.
"Şefkatli Rabbim, beni bu cennet cehenneminden kurtar! Buradaki her ağaç bir sövmedir, her fısıltı bir azap sesi ve her manzara dilsiz, sonuçsuz ve ızdırap verici bir sessizliktir. Korku içinde soluk alıp veriyorum, kaygı içinde yazıyorum. Senin cennetin benim için renkli bir beyhudeliktir. Bu nimetler bendeki bir ihtiyaca cevap içindir. Fakat ben kendim cevapsız kaldım. Buradaki hiç kimse ve hiçbir şey "kendim için" bir şey değildir. "Benim oluşum" muhatapsız kaldı. Ben bu cennette, rengarenk yaratılmışlar kalabalığı içinde tıpkı senin gibi yalnızım. Sen yabancı bir kalbi tanırsın. Çünkü sen kendin varlık ülkesinde yabancıydın. Benim için birini yarat da onda huzur bulayım."
Derdim kimsesizlik derdiydi...
|
36 |
|
Izdırap verici bir mutluluk |
Yalnız başına mutlu olmak, ızdırap verici bir mutluluktur. Yarımdır, çünkü yalnız olmak yarım olmaktır. Ben ilk ve son kez yalnızlık ıstırabını hissettim. |
36 |
|
Toprak |
Korkunç bir manzaraydı. Kötü koku dünyayı kaplamıştı. Ben ne zamandan beri bir köşede bu şaşırtıcı kıyamet yüzünden yerine mıhlanıp gözümü kırpmadan durduğumu hatırlayamaz halde, havadaki kötü kokudan kendime geldim. Dayanamayıp kaçtım. Bakir ve temiz bir sahaya geldim ve maveranın arı ve berrak kalbine gömüldüm. O bataklıktan fersahlarca uzak olan puslu ve fezanın bir köşesinde oturmuş, gördüklerimi düşünüyordum. Birden bire, korkudan neredeyse yüreğim yarılacaktı! "Onu da bu kötü kokulu kara çamurdan mı yapacaklar?"
Fırtınada sürüklenen sığınmamış bir kuşun aceleciliğiyle, sersemleyerek kalktım ve sonsuzluk sahrasına yöneldim. Tertemiz melekût ülkesinin her yanını dolaştım. Korku içindeki deliler gibi, gözlerim gözyaşından yanarken her adım başı oturuyor, tek sahip olduğu altın parasını kaybetmiş yoksul bir kör gibi, sürekli akan gözyaşının kararttığı gözlerle toprak üzerinde elimi gezdiriyor, hiç beklemeden orayı terk ediyor, bir başka köşeye gidiyor, yine onun çamuru için toprak arıyordum.
Çok zaman böyle geçti. Orada bir gün mü geçti yoksa bir yıl mı, bir asır mı bilinmez. Çünkü Tanrı daha zamanı yaratmamıştı. Fakat zor ve uzun bir arayış olduğunu biliyorum.
|
38 |
|
Buradan bir yar kokusu geliyor |
Ve sonunda aşkla dalgalanan bir denizin sahilindeki mağrur dağın dibine ulaştığımı biliyorum. Ham güneşten bir dağ. Eteğinde eski ateşgedeler gibi, masal sarayları ve peri mabedi gibi sessiz bir bina duruyordu. Ortasında yalnız bir mum yanıyordu. Yanında melekûtun göğsüne dek uzanan hayal gibi bir kule dikili. "Buradan bir yar kokusu geliyor."* diye hissettim. Bütün renkler sanki benimle tanışıktı.
Suskunluk ve söz bir aradaydı. Henüz bir varlığın şekli şemali yoktu, fakat sevginin planı mı yokluğun göğsüne çizilmişti. Sanki görünmez bir bağ kalbimin ayağını buraya bağlamıştı. Kalbimin bu ülkeyle işi vardı. İşte burası. Onun çamuru işte burda. Kokudan anlamak gerek.
*Dedi buradan bir yar kokusu geliyor
Bu köye bir padişah geliyor (şiir)
|
39 |
|