Halkın kalabalık tenhası... |
İnsan yaralı doğmuş bir gelinciktir.
Yeryüzü gurbetinde serbestlik bağından muzdarip, "halkın kalabalık tenhasında" geziyorum. Her türlü bağdan kopup sığınaksızlığa düştüm. Bende esen meltem, dalların kollarındaki bütün yuvaları alaşağı etti. Bende başlayan deprem, bütün çatıları yerle bir etti. Kış çalığı siyah ve ıssız sahranın bağrında yalnız bir kurt gibi, gurbetimle birlikte duruyorum.
|
147 |
|
Kalbimi kendisiyle tanışık bulduğum bilinmez.. |
Ve ben yola koyuldum. Artık o dünyanın herşeyini tanıyordum ve önümde bilinmez hiçbir yol meçhul bir menzile çağırmıyordu beni. Yol üzerindeki hiçbir durakta durmadım. Hiçbir daveti kabul etmedim. Çünkü hepsini tanıyordum. Geldim, geldim ve sonunda buraya ulaşıp, böylece onu buldum; ömrümce beni peşinde gezdiren "ne olduğunu bilmediğim" şeyi, bütün yüzleri gözüme yabancı gösteren "kim olduğunu bilmediğim" kimseyi ve dünyayı kalbimde kara bir gurbete çeviren "neresi olduğunu bilmediğim" yeri buldum sonunda.
Dediler biat et! Etmedim. Dediler kal! Kalmadım. Dediler iste! İstemedim. Eziyet ettiler, beni esir edip adsız kıldılar, adımı kötüye çıkardılar, yoksun bıraktılar. Böylece teslim almak istediler, teslim olmadım; boyun eğdirmek istediler, boyun eğmedim; oldurmak istediler olmadım; gurbette kalıcı olmamı, geceye alışmamı istediler.
Kalbimi kendisiyle tanışık bulduğum o bilinmez, kalbimin yabancısı olduğu bu tanıdıklarla kalmama engel oldu.
|
173 |
|
Çiçekler |
İnsanoğlunun kalbi sevme konusunda ne kadar da yetenekliymiş, diye kendime şaşarım. Bazen o, gözümde bir çiçek suretinde canlanır; bu dünyada olmayan çiçeklerden bir çiçek. |
177 |
|
Aynulkuzât |
Şimdiki zaman içindeki yalnızlığın korkusuyla tarihe doğru kaçarken, tomurcuk açacağı çağda, bilgi, duygu ve düşünce küstahlığı suçuyla, otuz üç yaşındayken üzerine erimiş mumlar dökülen kardeşim Aynulkuzât'a rastladım... Cehalet dönemlerinde bilgi başlı başına bir suçtur. Mustazaflarla düşkünler topluluğu içinde ruh yüceliği ve cesur yüreklilik; Buda'nın tabiriyle "göletler ülkesinde kendi kendinin adacığı olmak" bağışlanamayacak bir suçtur. Kendi kendime iç yakınışlarımı okurken, pek çok kez, bunları kardeşim Aynulkuzât'ın da yazmış olduğunu gördüm.
|
201 |
|
Kevir (Önsözden) |
Varlığım sadece bir kelimeden ibarettir benim; hayatım da o biricik sözü söylemekten. Nasıl mı? Üç şekilde: Konuşmak, öğretmenlik etmek ve yazmak.
[..]
Yazılarım da üç türlüdür. Toplumsal yazılar, İslami yazılar ve "Çöl" tarzı yazılar. Sadece halkın hoşlandığı toplumsal yazılar, hem benim hem halkın hoşlandığı İslami yazılardır. Oysa beni tatmin eden, bana çalıştığımı ve yazarlık yaptığımı değil, nasıl desem, yaşadığımı hissettiren "Çöl" tarzı yazılardır. Bunları yayınlarken sürekli olarak tereddüt edişim işte bu yüzdendir. Her biri, eylemlerimle düşüncelerimin değil, ama varlığımın birer parçası olan şu üç yüz sayfadaki on binlerce kelime, zamanın yağ çıkarıcılarının ağır taşı altında ezilerek çıkmış olan özsuyumdur benim. Ağzına gem vurulmuş, gözü bağlanmış bir eşekle döndürülen bu acımasız devasa değirmen, ruhumun, beynimin, duygularımın ve sinirlerimin üzerinde döndükçe dönüyor ve gecenin sonunda, gün ağırırken başlamış olduğu noktaya geliyor. Bu kısır ve saçma döngü içinde, eşeğin önünde gidecek bir yer olmadığı, bu taşı bir yere taşımadığı besbelli. Eğer bir amacı varsa, o, bizim yağımızı çıkarmak. Varacağı son hedef, bizden arta kalan kırıntıların, ömür adı verilen, sinsi bir fısıldayıcı olan şu geceyle gündüzün elleri ayakları altında ezilip gitmesi.
|
203 |
|
Kara Mucize |
Şurası çok açıktır ki çöl, bayındırlığın yokluğu demektir. Yaşamak için gönlünü suya ve bayındırlığa bağlamış olması yüzünden, çöl bir tür usanmışlıktır. Mutluluk, lezzet ve huzur için çırpınış, iyimserliği yitiriştir. Bir ağaç gölgesi altında uzanmanın, evini barkını kurmanın, mutluluk içinde nefes almanın, kendinden hoşnutluk duymanın ve bunca nimete şükretmenin iyimserliği...
Ancak sorumlu olan, inşa etmekle sorumlu olan kimsenin, yıkıcılığı öğretmemesi gerekmez mi? İşte tam da bu nedenle, bir okuyucunun çölde kalakalması - ki bu durum beni tereddüde düşüren bir felakettir- ve orada şehadet yoluna çıkmak üzere guslediyor olması mümkündür. Çünkü Schandel'in deyişiyle: "Aşk uğruna, sadece hayatları kendi gözleri önünde önceden ölmüş olanlar ölebilirler."
Acı, inkar, anlamsızlık... Bunlar dünyanın yolunu ahirete ulaştıran ve açan keskin kılıçlardır. Çünkü başkalarının ekmeği için kaygılanarak onu elde etmeye çalışmak, daha ilk adımda, kendi ekmeğinin kaygısını öldürmek ve kendi ekmeğini elden çıkarmak demektir.
|
204 |
|
Başlık ve Muhatap |
Bir söz, ister şiir olsun, ister düzyazı, ister vahiy olsun, ister akıl; iki dış ve öncül şartla kayıtlıdır: Başlık ve muhatap. |
213 |
|
Yalnızlık |
Yalnızlık, kişinin, "insani konumunun" en belirgin özelliğidir. |
217 |
|
Felsefe, İnsan, Siyaset, Şiir |
İnsan, bilincinin doruğunda iken, kendisini dört hayatın mahkûmu olarak bulur: "Tabiat, tarih, toplum ve kendisi." Söz, bu dört hayatının her birinde bir başka şekilde olan insanın, anlamlarının, duyg |
220 |
|
Kevir |
Burası çöldür; şehirli gözler onun içinde, güzel bir gündoğumuyla günbatımından ve yıldızlı bir gökyüzünden başka hiçbir şey göremeyeceklerdir.
Bu kitap, Sartre'in deyimiyle, yaralı bir yüreğin şiirleri, kelimenin Farsça anlamıyla gazelleri ve çöle ait bir ruhun iç yakınışlarıdır. Bu çöl, benim hem dünyam, hem tarihim, hem vatanım, hem yüreğim, yabancı benliğim, çorak ve ateşli hayatım ve nihayet benim hikâyemdir. Bu, varoluşun susuz, esrarlı, yakıcı, bekleyen ve dertlenen çölüdür.
Bu sözlerin okuyucusu, kendisini muhatap kabul etmemelidir. Bu sözlerin muhatabı yoktur. Onların görücüsü ve arayıcısı olmalıdır. Kelimeleri ve cümleleri okumamalı, cümle haline gelmiş, kelimeleşmiş duygulara dokunmalı, tatmalı ve koklamalıdır. Bir mektubu okur gibi değil, bir kaderi görür gibi okumalıdır. Bir hatibin sözlerine kulak verir gibi değil, kendi kendine inleyen bir yaralının yalnızlığını görür gibi bakmalıdır.
Çölde hiçbir şey yoktur. Ne bir söz, ne bir kişi. Burada sadece başı dönmüş, dur durak bilmez bir kasırga, bu susuz uçsuz bucaksızlıkta yalnız ve başı dönmüş bir ruh gibi esmekte, inlemekte, aramakta ve feryat etmektedir. Sense, kenardan içeriye doğru birkaç adım at. Gözlerini iki elinle kendine gölgelik ederek, teknik eleştiri yapmadan onun kaderini seyre koyul. Bu dünyaya benim bakış açımla bak. Benim yüreğimin kervanıyla birlikte, benim kültürel azığımla, benim tarih yolumun üzerinde, benim acılarımın ve özlemlerimin kırbacıyla bu çölün göğsüne sardır da kelimelerimin rehberliğiyle değil, sözümün kokusuyla bu çöllerin bağrına yol bul. Bu derin sahranın samimiyeti içinde kendini yitir; çölün yalnızlığını, yabancılığını, korkusunu, ihtişamını, sonsuzluğunu, melekûtunu ve vahşi güzelliklerini seyret. Oradan bu dünyanın fizikötesine, hepsi de yakın, hepsi de belli, hepsi de gündelik olan sevinçlerin ve üzüntülerin gaybına doğru başını uzat da ondan sonra benim hakkımda lanette veya övgüde bulunmak için otur. Ey çölün sadık okuyucusu, ey dost! Ey bilgili düşman, bu şıkşıkiyeyi kendi şıkşıkiyen gibi dinleme, gör! Okuma, bul!
Ne diyeceğini düşünmeden önce, benim ne dediğimi düşün!
Meşhed / 9 İsfend 1348
|
222 |
|