Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir."
Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
1929'ler krizi
1924 sonlarından 1930'a değin ülkenin hemen her bucağını saran isyan ve direniş dalgası, burada özetlenen ideolojik başarısızlık çerçevesinde ele alınmalıdır. Direnişin sayısal boyutları hakkında herhangi bir fikir edinmek güçtür. Rejime aktif olarak karşı koyan kesimler sayıca mutlaka azınlıktırlar; ancak her halükârda, Kemalist kadroyu hazırlıksız yakalayan ve "panik" denebilecek tepkilere sürükleyen bir karşı koyma olduğu muhakkaktır.
Direnişin odaklaştığı iki platformdan birincisi, kendilerini öncelikle "Türk" değil "müslüman" sayan insanların, bu kimliğin simgesi haline gelen şapka konusu üzerinde yoğunlaştırdıkları inatçı ve eylemli protestodur. Türkiye'nin her yanında onbinleri aşkın insan 1925'i izleyen yıllarda "şapka" uğruna ölümü göze almışlar; birçokları ise (bu arada mahalli etkinliğe sahip seçkinlerin birçoğu) şapka kullanmaktansa evlerine kapanmayı tercih etmişlerdir.
Devletin varlığı açısından daha tehlikeli olan, kendini "Kürt" sayan insanların, 1925 ve 1930 yıllarında patlak veren, ve onyıllar boyunca tam olarak bastırılamayan ayaklanmasıdır. Dikkat edilirse Kürtlerin, prensip olarak, bağımsız bir ulus olma talebi yoktur. Fakat "İslamlık" temelinde Türklerle sürdürmeye pekala razı oldukları siyasi beraberliği, "Türklük" temelinde yeniden tanımlamayı kabul etmemişlerdir.
İşte bu çift yönlü tehlike karşısında, 1930'a doğru, Kemalist rejimin yeni bir ulusal kimlik arayışına girmesi doğal karşılanmalıdır. Laik-cumhuriyetçi kimlikten "İslamiyet" seçeneğine geri dönmek, devleti yönetenlerin iktidarını – ve bu aşamada büyük ihtimalle hayatını – tehlikeye sokacağı için, geçerli çözüm değildir. Buna karşılık Türklerin biyolojik anlamda bir tek soy ve bir tek aile olduğu görüşüne dayanan ırk teorisi, cumhuriyetle birlikte tehlikeye giren ulusal kardeşlik ve
dayanışma duygusunu yeniden tesis etmenin yolu olabilir.
Üstelik bu yol, ülke nüfusunun sayıca en büyük, ekonomik ve siyasi açılardan en güçlü kesimini, Kürt tehlikesine karşı birleştirmek yönünden de yarar sağlayabilecektir.
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
393
Baskı Tarihi
Kasım 2007
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
9944-125-03-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İzmir
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN
Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228
Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.
İlerici Bir Hoca
Yine bir bayramdı. Arkadaşlarla hocanın evine gitmiştik. Yemeği yedik; sohbet başladı. Böyle günlerde öğleye kadar kalırdık. Memleket, millet meseleleri konuşuluyordu. Herkes düşündüğünü söylüyordu. Serbest bir konuşma idi. Aramızda, bizden yaşlı olmakla beraber tahsilde bulunan, sonradan Türkiye'de Diyanet'te vazife alan Hamdi Kasaboğlu da vardı. O serbestlik havası içinde, içinden geçenleri ortaya dökmekte bir mahzur görmemiş olmalı ki, biraz da şakaya vurdurarak, konuşmaya başladı:
"İnşallah memlekete döndüğümde, öyle, 'şu haramdır, bu helâldir.' diye milleti perişan eden hocalardan olmayacağım. Bu hocalar milleti perişan ettiler. Millet ne yapacağım şaşırdı. Bilhassa 'Şapka haramdır.' diyenlere karşı, 'Bakın millet, ben iki şapka birden giyiyorum..." diyeceğim.
Kasaboğlu'nun öyle yarı şaka yarı ciddi söylediği bu lâfları, İhsan Efendi, ciddiye aldı. O zamana kadar kendisinde görmediğimiz kadar kızarak, onun sözünü kesti.
"Sus ulan, dangalak, sahtekâr!" diye bağırdı. Sonra şunları söyledi:
Şakanın da bir haddi, bir sınırı, bir ölçüsü vardır. Bu şaka değil! Burada sana ağabey nazarıyla bakan çocuklar, genç talebeler var. Seni ağabey biliyorlar...
İki şapkayı giyip de, memlekete ne kazandıracaksın? Türkiye'deki âlimler, Müslüman millet, seni tasvip edip alkışlayacaklar mı sanıyorsun? Senin yüzüne tükürecekler... Yahu sen memleketi ne zannediyorsun? Sen bu sözleri orada söyleyemezsin bile...
Bu millet, dua almış, büyük millettir. Onun imanı böyle herzeleri kabul etmez.
Millet başına geçenlerin hıyanetleri yüzünden şimdi şaşkın ve üzgündür. Bu günler geçecek. Millet uzun harplerden, kıtlıklardan çıktı. Biraz kendini toplasın, bak neler olur!
Namık Kemal merhumun dediği gibi,
Hakir olduysa millet şânına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten
Bu millet de çabucak yerden kalkacak, eski şanlı günlerine dönecektir.
İhsan Efendi, Kasaboğlu'nun sözlerini ciddiye alarak, hem ona, hem de bizlere iyi bir ders vermişti.
Bu Kasaboğlu gibi birkaç tanesi, o zamanlar, artık gerçek mi, gösteriş mi bilmem, Kemalistlik davası güder, Mustafa Sabri Efendi'ye filân, bayramlaşmaya bile gelmezler, sık sık sefarethaneye koşarlardı...