Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
278
Baskı Tarihi
1990
Yazılış Tarihi
1976
ISBN
975-437-035-4
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Objektif serisinin sekizinci kitabı.
Şark-Garb Münakaşasına Bir Bakış
Bir bakıma şark, garbın bir nevi gayri şuur alemidir: Parçaların değil, bütünün şartlarını, imkânların imkânını saklayan bu büyük ve gizli ruh diyarı içinde vahdetlerin mırıltısı uzanır. Daima hepleri, bütünleri kucaklamak için alabildiğine genişleyen şark tecessüsü, tahlilden ziyade terkibe gider, parçadan ve sayıdan kaçar; eşya ile perakende muameleyi hakir gören toptana bir tefekkürdür o; büyük sezişin gıdalarını tahlilci ilmin vitrininde değil, vahdetçi felsefenin depolarında arar.
Maddenin fethine çıkan garp, tabiatla kavgasında teferruata daldı; tahlil neşterinden başka elinde silâhı yoktu; dikkati ancak varlığın mikroskop adesesine isabet eden parçası üstünde kaldı; külü göremedi ve vahdetten uzaklaştı. Şark terkiplere sadık kaldı ve yaratılış manzumesinden başka hiçbir noktaya alâkasını dağıtmadı. Biri, garp, gözlerini toprağa ve maddeye sapladı; öteki, şark, bakışlarını yıldızlardan ayırmadı. Avrupalı, gemisinin makine dairesinde tabiatı ram etmeğe çalışan bir çarkçı ustası ise, Asyalı, kaptan köprüsünde, feza ile yıldızlar, sular ve rüzgârlarla konuşan tabiatın büyük cevherlerini istintak eden hayalperver bir süvaridir. Genişlikleri ve nâmütenahiliği içine almağa, cihetleri tanımağa çalışır. Vahdetleri kavrayan her fantezi kabiliyeti yalnız onda vardır.
Kültür Haftası, 1935
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
139
Baskı Tarihi
1999
ISBN
975-437-02-30
Baskı Sayısı
9. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yazar bu romanında Tanzimat'tan kopup gelen, Millî Mücadelede ve sonraki yıllarda alevlenen batılılaşma hareketlerinin Türk tipindeki ve cemiyetindeki etkilerini incelemektedir.
Birbirinden giderek kopmaya ve birbirini reddetmeye başlayan iki hayat tarzı arasında yaşanan çatışma ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Tramvay yoluyla birbirine bağlanan ama birbiriyle bağdaşması mümkün olmayan iki semt: Fatih ve Harbiye. Bir genç kızın bu ikisi arasındaki gelgitleri, madde ile mana, albeni ile muhteva, göz ile kalp arasındaki çırpınışlarının hikâyesidir.
Şark-Garb
Neriman düşündü ve bir anda şarklıların kedileri garplıların köpekleri niçin bu kadar sevdiğini anladı. Hıristiyan evlerinde köpek ve Müslüman evlerinde kedi bolluğu şundandı: Şarklılar kediye, garplılar köpeğe benziyorlar! Kedi yer, içer, yatar, uyur, doğurur; hayatı hep minder üstünde ve rüya içinde geçer; gözleri bazı uyanıkken bile rüya görüyormuş gibidir; lâpacı, tenbel ve hayalperest mahlûk, çalışmayı hiç sevmez. Köpek diri, çevik, atılgandır. İşe yarar; birçok işlere yarar. Uyurken bile uyanıktır. En küçük sesleri bile duyar, sıçrar, bağırır.
Şark ve garbı temsil eden bu iki remiz, Neriman’ın zihninde iki zıt âlemi o kadar müşahhas bir hale getirdi ki epey zamandan beri kendi kendine halletmeye çalıştığı muammaların birçok anahtarlarını bulur gibi oluyordu; büyük bir kültürü olmayan Neriman, ancak bu basit remizlerin zıddiyetleri arasında mukayeseler yaparak, kendine göre bazı fikirlere daha sahip olmaya başlamıştı.
Hemen bu fikrini babasına söylemek istedi ve alacağı cevabı merak etti. Fakat babasıyla hiç buna benzer mevzularda konuşmamış, ona hiçbir mulahazasını, fikrini açmamıştı. Zekâsının bakir ve mahrem bir tarafını göstermek isterken babasının karşısında soyunacakmış gibi utanıyordu. Fakat soracağı şey, epey zamandan beri, babasıyla kendisi arasında çıkan ve henüz hiç münakaşa edilmeyen hayatî meselelerle karıştığı için ehemmiyetliydi.
Epeyce tereddütten sonra nihayet söyledi:
-Bakın, dedi, Gülter de uyuyor, Sarman da.
Faiz Bey başını kitaptan kaldırdı ve gözlüğünün üstünden kızına baktı. Bu sözlerin bir mukaddime olduğunu anlamayarak tekrar gözlerini kitaba indirirken, Neriman söylemek istediği şeyleri unutmaktan korkarak hem de neticeyi çabuk almak isteyerek, sinirli bir acele ile anlattı:
-Sadece onlar uyumuyorlar, bütün Fatih uykuda. Ne düşündüm bilir misiniz?
Neriman, mütalâasını beyan etmek sırası gelince biraz kızardı ve Faiz Bey’in alâkası arttı.
-Ne düşündüm bilir misiniz? Bütün bu semt, müslümanlar...
Biraz düşünerek kelimeyi buldu:
-Bütün Şark kedilere benziyor...
Bu mülâhaza Faiz Bey’i güldürmüştü. Takdirle ihtihzadan hangisine maruz kaldığını anlamayan Neriman şaşırdı ve büsbütün kızararak cesaretle devam etti:
-Garp da köpeklere benziyor.
Durdu. Söylenecek fazla bir şey bulamıyordu. Halbuki pek çok şeyler düşünmüştü. İzah etmek lâzım. Gene şaşırdı. Faiz Bey’in bir suali bu izahı istedi:
-Ne gibi?
Faiz Bey gözlüğünün üzerinden kızına hiç inhiraf etmeyen bir dikkatle bakıyordu. Ömründe ilk defadır ki Neriman’dan bir mütalâa dinliyordu.
Neriman devam etti:
- Şark da işte böyle miskin, uykucu, lâpacı... Bakın şimdi her taraf uyuyor.Birşimdi Beyoğlu’na çıkın... Ortalık mahşer gibi... Herkes ayakta, uyanık...
Faiz Bey hafif bir acılık ilâve olan tebessümüyle başını salladı. Aylardan beri kızının zihnini işgal eden bu meseleyi seziyordu. İşte bu gece, keyfiyet ap-aşikâr meydana çıkıyordu. Hayret etmedi ve bu mevzuda kendisine söz söylemek fırsatı çıktığı için memnun oldu, aceleye lüzum görmedi ve kızının bütün fikirlerini anlamak için sordu:
-Garplılar niçin köpeğe benziyorlar?
-Çünkü onlar daima uyanık, uyurken bile uyanık... Çalışıyorlar, kazanıyorlar, iyi yaşıyorlar.
Faiz Bey bir daha güldü; lâtifeci şahsiyetini ihtiyar yüzünün vakarında gizleyerek sordu:
-Şimdi bu Satman fena mı yaşıyor? Bak senin kucağında mışıl mışıl uyuyor.
Neriman da güldü:
-Ama biz olmasak açlıktan geberir.
-Köpekler de sahipleri olmasa açlıktan ölmezler mi?
Kızını daha fazla üzmek istemeyen Faiz Bey ciddîleşti ve müstehzî suallerinin cevabını beklemeyerek söyledi:
-Güzel bulmuşsun, dedi, filhakika şarklılar kedileri, şarklılar da köpekleri bunun için severler; şarklı tenbel, garplı da çalışkandır. Fakat gel seninle bu muammayı birlikte halledelim. Acaba her oturan adam tenbel, her koşan adam çalışkan mıdır?
Neriman’a baktı ve cevap vermesini beklemeden devam etti:
-Kimi adam vardır ki sabahtan akşama kadar oturur ve düşünür. Onun bir hazine-i efkârı vardır, yani fikir cihetinden zengindir; kimi adam da vardır ki sabahtan akşama kadar ayak üstü çalışır, mesela bir rençber, fakat yaptığı iş dört tuğlayı üstüste koymaktan ibarettir. Evvelki insan tenbel görünür velâkin çalışkandır, diğer insan çalışkan görünür velâkin yaptığı sudandır. Zira birisi maneviyat ile, zihin gayretiyle yapılan iştir; öbürü vücut ile, bedenle yapılan iştir. Maneviyat daima daha âlidir, vücut sefildir. Yapılan işlerin farkı da bundandır.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
139
Baskı Tarihi
1999
ISBN
975-437-02-30
Baskı Sayısı
9. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yazar bu romanında Tanzimat'tan kopup gelen, Millî Mücadelede ve sonraki yıllarda alevlenen batılılaşma hareketlerinin Türk tipindeki ve cemiyetindeki etkilerini incelemektedir.
Birbirinden giderek kopmaya ve birbirini reddetmeye başlayan iki hayat tarzı arasında yaşanan çatışma ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Tramvay yoluyla birbirine bağlanan ama birbiriyle bağdaşması mümkün olmayan iki semt: Fatih ve Harbiye. Bir genç kızın bu ikisi arasındaki gelgitleri, madde ile mana, albeni ile muhteva, göz ile kalp arasındaki çırpınışlarının hikâyesidir.
Doğu-Batı
Birçok Türk kızları gibi, Neriman da, ailesinden ve muhitinden karışık bir telkin, iki medeniyetin ayrı ayrı tesirlerinin halitasını yapan muhtelit bir içtimaî terbiye almıştı.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
139
Baskı Tarihi
1999
ISBN
975-437-02-30
Baskı Sayısı
9. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yazar bu romanında Tanzimat'tan kopup gelen, Millî Mücadelede ve sonraki yıllarda alevlenen batılılaşma hareketlerinin Türk tipindeki ve cemiyetindeki etkilerini incelemektedir.
Birbirinden giderek kopmaya ve birbirini reddetmeye başlayan iki hayat tarzı arasında yaşanan çatışma ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Tramvay yoluyla birbirine bağlanan ama birbiriyle bağdaşması mümkün olmayan iki semt: Fatih ve Harbiye. Bir genç kızın bu ikisi arasındaki gelgitleri, madde ile mana, albeni ile muhteva, göz ile kalp arasındaki çırpınışlarının hikâyesidir.
Mizaçlar
Faiz Bey'le Şinasi arasında mizaç benzeyişleri pek çoktu: İkisi de, şiddetli his feveranları halinde bile sessizliklerini muhafaza edebilen ve yalnız kendi kendilerine mahrem olmasını bilen insanlar. Başkalarının tecessüsünü hissettikçe kapanan ruhları içinde mahsur ve bunun azabını ve şerefini duydukları için vakur ve muztarip bir görünüşleri var. İkisi de şarka ait birçok şeyleri, Şinasi alaturka musikiyi, Faiz Bey tasavvufî edebiyatı çok seviyorlardı. Sık temaslarla, birbirlerinin malûmat ve ihtisaslarını mübadele ettiler.