Matrix
Matrix (Özgün adı: The Matrix), Larry ve Andy Wachowski kardeşlerin yazıp-yönettiği bir bilim kurgu film. 1999 yılında gösterime girdi. Filmde Keanu Reeves, Laurence Fishburne, Carrie-Anne Moss ve Hugo Weaving gibi yıldızlar yer almaktadır.

Nasıl ayırt ederdin?

Hiç gerçek olduğundan emin olduğun bir rüya gördün mü? Ya bu rüyadan hiç uyanamasaydın o zaman gerçek dünya ile rüya arasındaki farkı nasıl ayırt ederdin? - Morpheus
Matrix
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

Güzellik denen şeyi doğrudan doğruya gözlerimizle görmemize imkan yoktur!

Eflatun'un zamanında felsefenin en önemli meselesi varlığın esasında birlik mi, yoksa çokluk mu olduğu idi. Bu konuda başlıca iki felsefeden Herakleitos ekolü herşeyin hareketten ve olaylardan (fenomen) ibaret bulunduğunu, herşeyin devamlı değişme halinde olduğunu savunuyordu; Parmenides'in felsefesi ise değişmez birlik prensibine dayanıyordu. Dahası, Herakleitos değişmeye ve çokluğa önem verirken birliği tamamen inkar eder gibi görünüyor, Parmenides ise değişme ve hareketi bile kabul etmiyordu. Eflatun bir bakıma bu iki tezi uzlaştırcı mahiyette bir teori ortaya attı". Ondan önce Sokrates bir değişmez kavramlar felsefesi kurmuş ve böylece Eflatun'a yolu açmıştı. Fakat Eflatun değişmez kavramlarla devamlı değişen ihsaslar (duyumlar) arasındaki farkın izahsız kaldığım düşündü ve ideler teorisiyle bu ayrımı açıklamaya teşebbüs etti. Varlıkta hem değişmeyen bir taraf, hem de değişme vardır. Herşey sonlu ve sonsuz olmak üzere iki unsurdan meydana gelmiştir. Sonsuz, Heraklit'in "oluş" (devenir) dediği şeydir ve birlik veya belirlilik ifade etmez. Sonlu olan ise birdir ve belirlidir; birlik ve belirlilik sıfatlarını hiçbir zaman kaybetmez. Sonsuz olan taraf kanaat yoluyla bilgi konusudur, sonlu ise ilim konusudur. Bilgimizin ilk objesi olan olay'a (fenomen) bakalım: bütün olaylar birbirinden ayrı şeylerdir, ama hepsinde onları birbirine bağlayan ve istikrarlı bir biçim kazandıran tek ve ayni bir özellik görüyoruz. Mesela bütün güzel şeylerin hepsi de birbirinden farklıdır; hiçbirinin birbiriyle ayni olmadığı intibaını (duyu organlarımızla) alırız. Ama hepsinde ortak olan birşey vardır ki bu da güzelliktir. İşte bir grup fenomenin herbirinde bulunan ve dolayısiyle onlar arasında birlik ve ahenk sağlayan bu karaktere Eflatun "ide" adını veriyor. Bütün şeyler değiştiği halde onların özü olan ideler değişmediğine göre, fenomenler dünyası ile ideler dünyasını birbirinden ayrı düşünmek gerekir. İdeler gerçek ve ebedi olan, üniversel olan şeylerdir. Halbuki bizim günlük hayatta gördüğümüz şeylerin hepsi de farklılık ve değişme halindedir. Devamlı değişen şeylerin gerçek ve mutlak bir varlığı olamaz, bunlar bir çeşit hayaldir." Hakikat olan onların özü, yani idelerdir. Biz güzel bir insanı veya güzel bir hayvanı görüyoruz, ama güzellik denen şeyi doğrudan doğruya gözlerimizle görmemize imkan yoktur. Şu halde bizim gördüğümüz şeyler gerçek varlıkların birer hayalinden ibarettir."

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
358
Baskı Tarihi
Nisan 2001
Yazılış Tarihi
1954
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Yapı Kredi
Editörü
Turan Alptekin
Neden Altını Çizdim?
Farklı bir bakış açısı. En azında benim için. İlginç

Realist olmak

Realist olmak hiç de olduğu gibi görmek değildir. Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tayin etmektir. Hakikati görmüşsün ne çıkar? Kendi başına hiç bir manası ve kıymeti olmayan bir yığın hüküm vermekten başka neye yarar? İstediğin kadar uzatabileceğin bir eksikler ve ihtiyaçlar listesinden başka ne yapabilirsin? Bir şey değiştirir mi bu? Bilakis yolundan alıkoyar seni. Kötümser olursun, apışır kalırsın, ezilirsin. Hakikati olduğu gibi görmek... Elinde bulunan bu mal, bu nesne ile, onun bu vasıflarıyla ben ne yapabilirim? İşte sorulacak sual.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
147
Baskı Tarihi
2011
Yazılış Tarihi
2011
ISBN
978-975-8740-90-1
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Klasik
Editörü
Semih Atiş
Bu kitabın amacı İslâm-Osmanlı-Türk entelektüel tarihine ilişkin bir okumanın nasıl yapılabileceğini bir beyit üzerinden göstermeye çalışmak; edebî ve meşhur bir beyit olduğu için de, elden geldiğince, geniş bir kesimle irtibat kurabilmektir.

Felsefenin/ philosophia'nın kadîm gelenekteki anlamı belirli bir tür bilgi elde etmek ve ona göre eylemektir.

"Şey vardır" dediğimizde -ki bu en genel anlamıyla bizim kendisine vardığımız, bir biçimde insan olarak değdiğimiz, kısaca muhatab olduğumuz şeydir-, sahneye bir'den çok'a giden varolanlar dökülür. Burada ikinci bir soru ortaya çıkar, "Şey var ise onu nasıl bilebilirim?" Birinci durum varlık bilimini/ontoloji'yi yaratırken, ikinci soru, bilgi bilimini/epistemoloji'yi devreye sokar: İnsan nasıl bilir, yetileri nelerdir, vb... Son sorun daha ciddidir: "Var-olan benim bildiğim şeyi, ben-olmayan hemcinslerime nasıl anlatabilirim?" Bu sorun, bilginin kesinlik'ini sağlayacak yapıyı inşa etmeyi zorunlu kılar; buna düşünce-bilimi/mantık, dil ya da yöntem denilmesi içeriği değiştirmez. Burada önemli olan, bilgi'nin ötekini ikna edecek, paylaşmayı olanaklı kılacak, hatta ilzam edecek bir doğa kazanabilmesi için, insan bireyleri arasındaki en ortak zemine işaret etmektir. İlginçtir, bu biçimdeki bilginin kesinliğinin kaynağı, tarihî dönemlerdeki güçlü eleştiriler nedeniyle, büyük oranda, dışarıda bulunduğu varsayılan bir üst-dile (Tanrı'nın ilmi, faal akıl, idealar dünyası, tümel, vb...) onaylatılarak sağlanmaya çalışılmıştır. Çünkü, tekrar etmekte yarar var, bu tür bir bilgi sırf kendisi için değil, bizatihi kendisine göre eylemek, yaşamak için talep edilir; işte felsefenin/ philosophia'nın kadîm gelenekteki anlamı budur: Belirli bir tür bilgi elde etmek ve ona göre eylemek.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
416
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1923
ISBN
978-975-10-2884-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
Editörü
Aslıhan Karay Özdaş
Memleketimizde hiçbir anı Minelbab İlelmihrab kadar ilgi çekmemiş, Meclis'e kadar yansıyan gürültü koparmamıştır. İki kez yayını durdurulan eserin ancak 1948'de, yazarın ikinci Aydede dergisinde tam yayını mümkün olabilmiştir. Önemli yoğunluktaki yeniden basılması istekleri karşısında, hâlâ mizahi bir anlatımla o devrin tanınmış kişilerini gözümüzde canlandırdığına ve Mütareke yıllarına ışık tuttuğuna inanıyoruz. Bu anılar, yazarı dediği üzere, bir savunma olmayıp yalnızca günü gününe hislerin işlendiği Mütarake Devrinin özel bir tarihçesidir. (Tanıtım Bülteninden)
Neden Altını Çizdim?
evani: kapkacak, izaç: rahatsız etme, isad etme: yukarı çıkarma, giranbaha: çok değerli

Cemal Paşa'nın muhayyel, paha biçilmez, zümrüt kakmalı murassa kılıcı!

Bilmeyenler, görmeyenler Cemal Paşa yalısındaki bu baş misafir odasının paha biçilmez eşya ve evani dolu ve muhteşem olduğuna hükmedebilirler. Hayır... Devri sabıkta ışı yolunda giden, orta bir memur evinden farkı yoktu. Hatta, maroken koltukların üzerine -sanki biteviye kayışlarıyla sürekli misafiri izaç ve avdete icbar için atılmış olan- dört Buhara seccadesinin, birer ufak çifti de bizim odada, minderin hemen üstünde değil önünde yerde dururdu. Arabistan kumandanının evinde. onları koltukta ilk gördüğümün akşamı be; de bizimkileri sedire isad etmiştim. Mamafih giranbaha olmamakla beraber yalıda her şey kıvamındaydı, yerli yerinde, kibar, ciddi idi. Aklımdan çıkmaz, o günlerde, Karagöz sahibi Fuat Bey'in hemşiresi Fatma Hanım bana bir mektup göndermiş ve Cemal Paşa yalısında mevcut paha biçilmez eşya arasında misafir odasına takılı milyonlar değeri zümrüt kakmalı bir murassa kılıç bulunduğunu ihbar ederek bunun gazetelerle neşrine ve millete iadesine tavassutumu rica eylemişti, Bu mektup birçokları gibi nezdimde mahfuzdur. Hanımcağız, galiba, benim bu odayı bildiğime vakıf değildi. Bu tezviri okuduğum zaman yalnız o kabil ihbarnamelere ne derece ehemmiyet vermek lazım geldiği hakkında sağlam bir fikir hasıl etmiş oldum; işte bu kadar!

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
278
Baskı Tarihi
1990
Yazılış Tarihi
1976
ISBN
975-437-035-4
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Objektif serisinin sekizinci kitabı.

Allahsızlar Yok, Şuursuzlar Var!

Kalabalık bir mecliste el falına baktığınızı kulaktan kulağa fısıldasalar, sıra ile birçok avuç göğsünüze doğru uzanır. Sizden geleceğin karanlığını delecek bir ışık sadakası istemeyen kalmaz. Bu avuçların sahipleri ardında, görünenden başka hiçbir şeye inanmayan, daha doğrusu inanmadığını sanan maddeciler, nihilistler, müspet ilim kibirlileri ve Allahsızlar dâ vardır, Müstehzi gülümserler. Fakat bu istihzanın zırhı altında insanın yok olma sıkıntısına bağlı bir "belki" saklanır. îşte Allahsızların Allah’ı bu "belki"nin içindedir ve bu ihtimali şuurlarının kökündeki sislerin arasından söküp atmış tek insan bulamazsınız. Demek ki, son tahlilde, Allahsızlar yok, şuursuzlar var. (Milliyet, 3 Ocak 1955)

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
416
Baskı Tarihi
Nisan 2013
ISBN
978-975-352-011-9
Baskı Sayısı
9. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Pınar
Allah (c.c), kendi yolunun küllenmiş işaretlerini hatırlatmak için zaman zaman peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, mesajlarını yaymaya çalışırken hem kendilerini engellemek isteyenlerin, hem de taraftarlarının zulümlerine maruz kalmışlardır. Bu taraftarlardan bir kısmı peygamberin getirdiği sahih inancı olduğu gibi yaşamaya çalışırken, bir diğer kısmı kitabı tahrif etmek, bidat ve hurafelere tâbi olmak ve peygamberlerini adeta ilahlaştırmak gibi durumlara düşmüşlerdir.

Sahabe arasında ciddi bir çatışma yaşanmamıştır

Ez-Zehebi'nin, genel kabul gören tesbitinde olduğu gibi aslında bazı ufak ayrılıklara rağmen, sahabe arasında ciddi ayrılıklar açığa çıkmamıştır. Sahabe arasındaki ayrılıkların en önemlisinin ve ilkinin, Resulullah (sav)'ın vefatından sonra, halife seçiminde açığa çıktığı söylenirse de, bu gerçek anlamda ayrılık değil, belki sadece biraz sert geçen bir tartışmadır; istişari bir tartışma. Bu tartışmaları ayrılıkların ilki sayma eğiliminde olanlar İslam'daki ilk büyük bölünmenin taraftarlarından olan Şia'nın tarihini de bu ayrılığa dayandırmaya çalışırlar. Bunlar zoraki yorumlardır. Gerçekte ilk ciddi ayrılık Muaviye'nin Hz. Ali'ye biat etmeyip başkaldırmasıyla gerçekleşir. Bunu ise Haricilerin başkaldırısı takip eder. Önceden de belirtildiği gibi bu ayrılıkların temelinde, İslam'ın getirdiği şartlara alışamayıp, cahiliye dönemi hükmünü ve özelliklerini arzulayan kişilerin tavırları yer alır.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
135
Baskı Tarihi
nisan iki bin on üç
ISBN
978-605-4708-17-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dedalus
Editörü
Sedat Demir, Doğukan İşler
Evet, bir balinanın karnını, roman azmanı yazar Orhan Bey için bir oturma odasına dönüştüren bir kitap elinizdeki. Bu yüzden biraz ağır. Ayrıca, genç ve güzel bir kızın elbisesindeki Buggs Bunny figürü, sizi cadde ve meydanlarda onunla yürümeye çağırıyor. Öykülerinin sürükleyici olmasının nedeni bu. Çeşitlilik taşıyor öyküleri. Mesela, bu kitap yüzünden hiç okumadığınız bir Prevert şiirini rüyanızda görebilir, olup bitenin gerçek olduğunu düşünebilirsiniz.

Ruh Doktoru

İstatistiklere göre, son otuz küsur yılda ortalama insan ömrü altmış yıldan yetmiş yıla çıktı. Yani kabaca yirmi iki bin günden, yirmi beş bin güne. Demek ki, insanlığın en kesin durumuyla ilgili günümüz itibariyle bildiğimiz şudur: İnsan denen yaratık doğar, ortalama yirmi beş bin gün kadar yaşar, sonra da ölür. Ölümün hemen ardından yanlışlıkla, daha doğrusu eski ağız alışkanlıklarıyla, "ruh" diye adlandırılan bir beden dışı yansıma halinde üç ile yedi gün arasında değişen bir süre boyunca kalır, sonra o da tamamen yok olur. Yansımaların bu kısa süre zarfında yaptığı şeyler bilindiği gibi büyük çeşitlilikler gösterir: Kimisi öldüğünü kabul etmez, kimisi bu kısacık zamanı, artık tümden gereksiz ve bunaltıcı hayat muhasebeleri ve sorgulamalarla geçirir, bazısıysa yaşarken duydyğu kimi ezikliklerin etkisiyle abuk sabuk taşkınlık gösterilerine girişir. Bazı yansımaların bu son bedensiz saatlerinde psikolog ya da psikiyatrların kapılarını çalmaları da görülmemiş şey değildir, bizimki gibi refahın fazla yayılmadığı ve kitlelerin meydanlarda hâlâ kurtarıcı beklediği ülkelerde bile...

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?
Neden Altını Çizdim?
Yunan medeniyetini iktibas ederken Müslümanların da bu fikirlerden etkilendikleri anlaşılıyor... Matrix filmi de bu anlayışın üzerine kuruluydu.

Duyular dünyasının gerçek değil hayal olduğu fikri Yunan felsefesine Pitagoras'la girmiştir!

Pitagor ruhun ölümsüzlüğüne ve dolayısiyle dünyanın ebediliğine inanıyor, bu ebedi dünyanın duyu organlarıyla değil, ancak zihinle kavranabileceğini söylüyordu. Duyular-dışı alemin mevcudiyeti, duyular dünyasının gerçek değil hayal olduğu ve gerçek alemin duyulardan başka vasıtalarla kavranabileceği fikri Yunan felsefesine Pitagoras'la girmiş, Parmenides ve Empedokles ile gelişmiş, Eflatun'da ise en sistemli şeklini almıştır.