Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
533
Baskı Tarihi
2006
ISBN
978-975-07-0665-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Can Yayınları
Mütercimi
Saadet Özen
Fernando Pessoa, 1935’te öldüğünde, sandığında bıraktığı yapıtlarının sayısını kimse tahmin edemezdi. Onun elinden çıkmış şiirlerin, yazıların altında genellikle başka imzalar vardı. Ama bunlar yalnızca birer takma ad değil, öyküsü, geçmişi, yazgısı, dünya görüşü olan farklı kişiliklerdi. Pessoa’nın ölümünden sonra elyazmaları derlenmeye başladığında, bitmemiş yapıtlar da bulundu içlerinde. Bernardo Soares imzalı Huzursuzluğun Kitabı da bunlardan biriydi. Tarihten, mitolojiden, edebiyattan, ruhbilimden haberdar bir 20.

Başlangıç Metni

Gençlerin çoğunun Tanrı inancını yitirdiği ve bunu vaktiyle atalarının Tanrı'ya inandığı gibi, yani niye olduğunu bilmeden yaptığı bir zamanda doğdum. Ve insan ruhu düşünmek yerine hissettiğinden, bundan dolayı da doğal olarak eleştiriye yöneldiğinden, bu gençlerin çoğu Tanrı'nın yerine İnsanlığı koydu. Ben ne olursa olsun ait olduğu ortamın hep kıyısında duran ve yalnızca bir parçası olduğu kalabalığı değil, aynı zamanda yanı başındaki büyük boşlukları da görebilenlerdenim. İşte bu nedenle Tanrı'yı onlar gibi büsbütün terk etmedim ama İnsanlık düşüncesini de kabullenmiş değilim kesinlikle. Düşük ihtimalle de olsa Tanrı varolabilirdi, bu durumda Ona tapmak gerekebilirdi; İnsanlık ise, adına insan denen bir hayvan türünü ifade eden, basit biyolojik bir kavram olmaktan öteye gitmiyor, bu nedenle de herhangi bir hayvan soyundan daha fazla haketmiyordu tapınılmayı. İnsanlık kültü, Özgürlük ve Eşitlik gibi kutsal kavramlarıyla hayvanların tanrı sayıldığı, tanrılarında da hayvan kafalı olduğu antik dinlerin dirilmiş hali gibi gelmiştir bana hep. Tanrıya inanmadığımı biliyordum, fakat düpedüz bir hayvan sürüsüne de inanamazdım. [...] Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
277
Baskı Tarihi
Ocak 2010
ISBN
978-975-289-670-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Everest Yayınları
Ece Temelkuran, kalplerin yağmalandığı yerden anlatıyor hikâyesini; Ortadoğu'dan. Bizden alıp döküntülerini iade ettikleri hikâyelerimizi geri almak için… Aşklarımızı, acılarımızı, haysiyetimizi… Yağmalandıkça kapattığın kalbini aç şimdi. Çünkü bu senin hikâyen. Sen de Ortadoğulusun!

Beyrut

Beyrut'ta yaşayan herkes eninde sonunda Beyrut'a benzer.Unutmaya çalıştığı tek bir şey vardır ve bir tek onu çıkaramaz aklından.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
277
Baskı Tarihi
Ocak 2010
ISBN
978-975-289-670-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Everest Yayınları
Ece Temelkuran, kalplerin yağmalandığı yerden anlatıyor hikâyesini; Ortadoğu'dan. Bizden alıp döküntülerini iade ettikleri hikâyelerimizi geri almak için… Aşklarımızı, acılarımızı, haysiyetimizi… Yağmalandıkça kapattığın kalbini aç şimdi. Çünkü bu senin hikâyen. Sen de Ortadoğulusun!

Kuru bir iman tahtası!"

"Annen gazlı bezlere güldü ve ben güzel bir şey bulduğu anda onu kaybedeceği günü düşünmeye başlayan her Ortadoğulu gibi korktum.Biz Filipina,çok güldüğümüzde daha gülerken yakında ağlayacağımızı düşünüp suratını asan insanlarız.Sen öyle olmayacaksın çünkü annen benim gibi değildi.Ama işte o da benim gibi bir adamı sevmişti.Ben.Hamza Ebu Şaar.Şatila Kampı'nda bilinen ismiyle Doktor Hamza.Kuru bir iman tahtası!"

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
277
Baskı Tarihi
Ocak 2010
ISBN
978-975-289-670-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Everest Yayınları
Ece Temelkuran, kalplerin yağmalandığı yerden anlatıyor hikâyesini; Ortadoğu'dan. Bizden alıp döküntülerini iade ettikleri hikâyelerimizi geri almak için… Aşklarımızı, acılarımızı, haysiyetimizi… Yağmalandıkça kapattığın kalbini aç şimdi. Çünkü bu senin hikâyen. Sen de Ortadoğulusun!

Güzellik

"Kederle başa çıkabilirim Filipina, bu topraklarda olup olacak hiçbir kötülük beni ağlatamaz. Ama güzellik...Bizim çeliğimize ona göre su verilmemiş, kırılıyoruz orta yerimizden..."

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
393
Baskı Tarihi
Kasım 2007
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
9944-125-03-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İzmir
Yayın Evi
Kaynak
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

Edebiyatın baş kaidesi

Edebiyatın baş kaidesi, "Mutâbakatü'l-kelâm mukteza'l-hâl", söylenecek sözün, zemin ve zamana münasip olmasıdır. Söylenen söz, zemine ve zamana uymak, yoksa sözler havada kalır.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Cemil Meriç'in meşhur eseri
Neden Altını Çizdim?
Notlarımın arasında bu alıntının sayfa numarasını yazmayı unutmuşum, kitap şu an yanımda olmadığı için sayfa numarası hatalı olabilir, üzgünüm. Cemil Meriç'in gözlerindeki rahatsızlıktan duyduğu acıyı anlattığı bu satırları eklemeden geçemedim.

Gözlerim

Nemesis, nemesis... Alnı bir mezat taşı kadar soğuk, bakışı bir cellat satırından daha korkunç ilahe, neyimi kıskandın benim? Elbette ki Promete seni çılgına döndürecektir. Dârâ'nın âzâmetine, Karun'un debdebesine, iskender'in yiğitliğine kızmakta haklıydın. Homeros, milton, Beethoven hışmına uğramakta layıktılar. Ey, yıldırımlar gibi, ulu çınarlara musallat tanrıça, ben ne erguvanlar içinde doğan Bizans prensiydim, ne gururuyla tantıları kışkırtan bir titan.Ama madem ki yalnız uluları , yalnız mutluluları damgalayan parmakların bana kadar uzandı, madem ki beni de hışmına layık gördün, seni utandırmayacağım ya ölüm şarkılarımı boğacak yahut elimden aldığın dünyadan çok daha muhteşem bir kainat yaratacağım. Sana meydan okuyorum Nemesis, senden korkmuyorum ey çılgın bakire!

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Cemil Meriç'in meşhur eseri

Tarih ve Zafer

Tarih galiplerin yazdığı bi kitap. Zafer, arkasından bıçaklanan masum düşmanların cesetleri üzerine atılan yapma çiçeklerden bir çelenk. [...] Spinoza'nın bir sözü beni sık sık düşündürür: Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi, mutlaka kendi arzusuyla yolculuğa çıktığını söylerdi.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Cemil Meriç'in meşhur eseri

Zincir ve çivi

Günler nehir gibi akmıyor. Nehrin serinliği var, sularında yıkanabilirsiniz, gümüş pullu balıklar yaşar koynunda nehrin... Hayata zincirliyiz kollarımızdan, zaaflarımızdan çiviliyiz.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Cemil Meriç'in meşhur eseri

Facia

Bu memleketin en büyük faciası, en seçkin evlatlarının beynini ve kalbini itlere peşkeş çekmesi. Halledilmesi gereken büyük dâvâ, bu topraklar üzerinde münevverin nefes alabilecek hale gelmesi.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2007
ISBN
9755800301
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Sebil Yayınevi
Editörü
Ömer Faruk Lermioğlu
Neden Altını Çizdim?
"Legalite nerde biter, illegalite nerde başlar?" sorularını zorlayan bir enstantane. Öte yandan, "halkın galeyana gelmesi" karşısında güvenlik kuvvetlerinin yetersiz kalması üzerine askeri birliklerin devreye sokulmak istenmesi nedeniyle bu olayı EMASYA'nın erken bir örneği olarak da görebiliriz.

Erzurumlu Topçu Kumandanı Rüşdü Bey'in civanmertliği

Erzurum Kongresi'nin toplanmasından hemen önce, İstanbul'dan Erzurum Jandarma Kumandanı'na, kongre murahhaslarının tutuklanması ve özellikle, aralarındaki mebus, Gümüşhaneli Kadirbeyoğlu Zeki Bey'in "hayyen veya meyyiten" İstanbul'a iz'amı hakkında bir emir geliyor. Jandarma Kumandanı Kazım Karabekir'in yanına, ilave asker talep etmek için geliyor, ama Karabekir'in yanında Zeki Bey de var! Karabekir Zeki Bey'in huzurunda, İstanbul'dan gelen telgrafı okutturuyor ve Jandarma Kumandanı'na "Zeki Bey bu zattır. Buyrun yakalayınız. Diğer murahhasları yakalamak için elinizdeki kuvvet kafidir zannederim" diyor. Jandarma Kumandanı kongre azalarını yakalamak için kuvvetinin kafi olduğunu, ama böyle bir şey yaparlarsa halkın galeyana geleceğini ve bunun için ilave kuvvet talep ettiğini söylüyor. Bu sırada Zeki Bey belindeki tabancasını çekerek sırtını duvara veriyor. İşte bu ortamda Karabekir yaverine "Çabuk, mevki müstahkem kumandan vekili kolordu topçu kumandanı Rüşdü Bey'e telefon et, gelsin" diyor. Rüştü Bey gelince Karabekir kendisine durumu izah ediyor, sonrasını hatırattan aktarıyorum: " "Vilayete gelen müteakip telgraflar üzerine jandarma ve polis kuvvetleri kafi değilmiş. Halkın galeyanından korktuklarıdan lazım gelen tertibatı almak için iki tabur askere lüzum varmış. Şimdi bu kuvveti veriniz de lüzumlu gördükleri tertibatı alsınlar" der demez, Rüşdü Bey'in rengi bembeyaz oldu. Hemen ileri doğru bir adım atarak, sağ elini şiddetle sol omzuna götürüp apoleti kopararak yere atması ve aynı zamanda sol eli ile sağ omuzundaki apoleti koparıp yere fırlattı. "-Paşam! Paşam! Emriniz beni bunlarla size bağlayan apoletlere geçer. Ben, aslen Erzurumluyum. Murahhaslar bizim namusumuz ve canımızdır. Bir Erzurumlu kalıncaya kadar hiçbir ferd onlara el süremez." Benim gözlerim yuvasından fırlamış ve iki adım ileriye çıkmıştım ki, Karabekir önümdeki masayı yana devirerek ilerledi, Rüşdü Bey'i kucaklayıp alnından öperek: "Rüşdü! Seni böyle görmek isterim ve ümid ettiğim gibi gördüm" dedi. Artık her üçümüzün de gözlerinden sevinç yaşları akıyordu. Bu manzara çok valihane (şaşkınca), çok vatanperverane idi. Tam üç başın birleştiği bir anda Karabekir sert ve ateşin sedası gürledi. Jandarma zabitine hitap ederek: "Git, gördüğün manzarayı vali vekiline söyle ve bu dakikadan itibaren kongre bila kayduşart bizim emrimizdedir. Onların vereceği emirlere dikkat ediniz. Bu emir benim değil milletindir... Arş!.." İşte bu anda, bu dakikada milli harekat, milli vahdet bütün kuvvet ve kudretiyle başlamıştı. Karabekir, Rüşdü Bey'in apoletlerini elleri ile takarak: "Rüşdü Bey, doğru vilayete git, vekili gör, mevki ve rütbesi her ne olursa olsun murahhaslara yapılacak en ufak bir hareket idam ile cezalanır." s.52-56