Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir."
Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
Cumhuriyet idealinin zaafları
Cumhuriyet ülküsü, İslamiyetin avantajlarına sahip olmadığı gibi, "sosyalist devrim" fikrinin sürükleyiciliğine, veya Amerikan cumhuriyetinin temelini oluşturan "özgürlük" fikrinin teorik zenginliğine de sahip değildir. Ahlak ve ahiret düşüncesinin insani sıcaklığına yabancı olduğu gibi, özgürlük düşüncesinin yüceltici ufkundan, ya da mutlak eşitlik düşüncesinin vahşi cazibesinden de mahrumdur. Belli bir insan grubunun temelsiz ve nedensiz bir şekilde yüceltilmesine dayanan ulus düşüncesi, çorak ve bencil bir kavramdır.
Mantıken içi boştur: "ulus"u, "ulus ülküsüne sahip olmak" ile tanımlayan bir teori, döngüsel (self-referential) bir akıl yürütmeye dayanır. Ulus ülküsüne niçin, hangi mutlak insani değer veya içgüdü nedeniyle sahip olunması gerektiğine ilişkin bir şey söylemez.
Evet, "istiklal", "düşmanı denize dökmek", "şehit kanıyla sulanmış topraklar" gibi kavramlar, ulus düşüncesine önemli bir duygusal boyut katarlar. Fakat bu boyutun temeli, dindir. Milli mücadele, din bazında verilmiştir. Sözgelimi İzmir'i işgal eden Rum değil de bir müslüman Çerkes çetesi veya Makedonya Türkleri olsa, düşman sayılacakları pek kuşkuludur; hatta İttihatçı zulmüne karşı, kurtarıcı olarak karşılanmaları bile olasıdır. Dolayısıyla din unsuru reddedildiği anda, Milli Mücadele geçmişiyle yeni Türk Cumhuriyetinin ulusal ülküsü arasında bağ kurmak çok zorlaşacaktır.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir."
Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
Cumhuriyet idealinin krizi
Yeni ulusal kimliğinin esası olarak sunulan Kemalist cumhuriyet fikri, birleştirici bir ideal olarak zayıftır. Israrlı propagandaya rağmen "tutmamıştır". Tutmadığı, üç-beş yıl içinde anlaşılmıştır.
Ulus fikrinin temeli, bir devletin vatandaşları arasında bir kardeşlik ve dayanışma duygusu yaratmak; ülkeyi yöneten devletin "iyi" ve "bizim" olduğu kanısını yerleştirmektir. Oysa,
1923-24'te tanımlanan cumhuriyet ülküsü, yerini almaya çalıştığı "müslümanlık" fikrinin şümulüne, duygusal sıcaklığına ve siyasi esnekliğine sahip değildir.
Şümulüne sahip değildir: çünkü toplumsal ve bireysel yaşamın her vechesini kucaklama iddiasındaki İslamiyetin aksine, cumhuriyet fikri halkın büyük çoğunluğunun gerçek yaşamına yabancı, soyut bir kavramdır. Yirmiüç Nisan ve Yirmidokuz Ekim törenleri dışında, halkın yaşamında gerçek bir anlam ifade etmez.
Duygusal sıcaklığına sahip değildir: çünkü toplumun yüzyıllardan beri "bizim" saymaya alıştığı İslamiyetin aksine, cumhuriyet "birilerinin" tasarlayıp yürürlüğe koyduğu bir projedir. Toplumsal bünyeye eski bir pijama gibi oturan İslamiyetin aksine, cumhuriyetin simgeleri şapka ve kravattır. İmam, halktan biridir; cumhuriyet fikrinin misyoneri olan öğretmen, köye dışarıdan gelir.
Siyasi esnekliğine sahip değildir: çünkü ünlü tabiriyle "herkesin ve hiç kimsenin" olan, dolayısıyla hiç kimseyi kolay kolay dışlayamayacak olan İslamiyetin aksine, cumhuriyet, son derece katı sınırları olan bir siyasi tercihle özdeştir.
İslamiyet için hayatını seve seve feda edecek insanlar vardır; oysa 1920'lerin sonunda, rejim ileri gelenleri dışında kimsenin Kemalist cumhuriyet için hayatını isteyerek feda edeceğini düşünemeyiz. 1922'de, evet, Mustafa Kemal Paşa Türk halkı arasında son derece popülerdir: ama bu popülerliğin temeli, "İslam milleti" adına Ruma, Ermeniye ve Hıristiyan Batı'ya cidal etmiş olmasıdır. Bu temel, 1924 ve 1925 yıllarında tahrip edilmiştir. Halifeyi kovduğu, tarikat ve türbelere savaş açtığı, "gâvur" başlığı ile yazısını empoze ettiği noktada Gazi'nin popülerliğini koruyabilmiş olduğu çok şüphelidir. Açıkça karşı tavır almayanların bile, Anadolu insanına özgü "bekle gör" tavrına girmiş olduğunu düşünmek, gerçekçilikten uzak olmaz.
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
207
ISBN
978-605-4195-17-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
H.Ahmet Menteş
İnsanlar ölünce unutulmazlar, unutulunca ölürler
O, (Nureddin Topçu) "insanlar ölünce unutulmazlar, asıl insanlar unutuldukları zaman ölürler" derdi.
Berzah'tan çıkış I
Olup biteni açık seçik görebilmekten mahrum bulunuyorsak,bu, birşeylerin olup bitmediği, oluşmakta olmadığı anlamına gelmemeli. Tersine, belki bizim iyice farketme yeteneğimizin elimizden alınmış olmasıyla izah edilmeli. Çünkü geçilen berzah, hiç değilse bizim insanımız için, en azından yüzelli yıllık bir mesafedir. Buna rağmen, daldıkları berzahtan memnun olanlar ve oradan çıkmak istemeyenler varsa onlara diyecek yok. Biz bu berzahtan çıkmaya çabalayanlara konuşuyoruz.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Aynulkuzât
Şimdiki zaman içindeki yalnızlığın korkusuyla tarihe doğru kaçarken, tomurcuk açacağı çağda, bilgi, duygu ve düşünce küstahlığı suçuyla, otuz üç yaşındayken üzerine erimiş mumlar dökülen kardeşim Aynulkuzât'a rastladım... Cehalet dönemlerinde bilgi başlı başına bir suçtur. Mustazaflarla düşkünler topluluğu içinde ruh yüceliği ve cesur yüreklilik; Buda'nın tabiriyle "göletler ülkesinde kendi kendinin adacığı olmak" bağışlanamayacak bir suçtur. Kendi kendime iç yakınışlarımı okurken, pek çok kez, bunları kardeşim Aynulkuzât'ın da yazmış olduğunu gördüm.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Neden Altını Çizdim?
Şems-i Tebrizi'nin dediği gibi; O kâtip üç çeşit yazı yazdı
Birini o okudu, başkaları değil.
Birini o da okudu, başkaları da.
Birini o da okumadı, başkaları da.
Birini o okudu, başkaları değil.
Birini o da okudu, başkaları da.
Birini o da okumadı, başkaları da.
Kevir (Önsözden)
Varlığım sadece bir kelimeden ibarettir benim; hayatım da o biricik sözü söylemekten. Nasıl mı? Üç şekilde: Konuşmak, öğretmenlik etmek ve yazmak.
[..]
Yazılarım da üç türlüdür. Toplumsal yazılar, İslami yazılar ve "Çöl" tarzı yazılar. Sadece halkın hoşlandığı toplumsal yazılar, hem benim hem halkın hoşlandığı İslami yazılardır. Oysa beni tatmin eden, bana çalıştığımı ve yazarlık yaptığımı değil, nasıl desem, yaşadığımı hissettiren "Çöl" tarzı yazılardır. Bunları yayınlarken sürekli olarak tereddüt edişim işte bu yüzdendir. Her biri, eylemlerimle düşüncelerimin değil, ama varlığımın birer parçası olan şu üç yüz sayfadaki on binlerce kelime, zamanın yağ çıkarıcılarının ağır taşı altında ezilerek çıkmış olan özsuyumdur benim. Ağzına gem vurulmuş, gözü bağlanmış bir eşekle döndürülen bu acımasız devasa değirmen, ruhumun, beynimin, duygularımın ve sinirlerimin üzerinde döndükçe dönüyor ve gecenin sonunda, gün ağırırken başlamış olduğu noktaya geliyor. Bu kısır ve saçma döngü içinde, eşeğin önünde gidecek bir yer olmadığı, bu taşı bir yere taşımadığı besbelli. Eğer bir amacı varsa, o, bizim yağımızı çıkarmak. Varacağı son hedef, bizden arta kalan kırıntıların, ömür adı verilen, sinsi bir fısıldayıcı olan şu geceyle gündüzün elleri ayakları altında ezilip gitmesi.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
560
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-6004-88-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
Benim hamurumu felsefe, hikmet ve irfanla yoğurmuşlar. Hikmet, bende sonradan kazanılmış veya hafızada biriktirilmiş bir ilim değildir. Bilâkis o benim özüme aittir, benim sıfatımdır. Ağırlık, içgüdü ve vücut ısısı gibi sıfat ve durumlara sahip bir varlık olduğum gibi, hikmet ve felsefeye de sahip olan bir varlığım ben. Harcımda, ruhumun özünde, hatta dostlarımdan birinin şakayla dediği gibi, görünüşümde, bedenimde, davranışımda, sözümde ve sessizliğimde hep felsefe vardır.
Baharatçının hikayesi
Benim hikayem, baharatçının hikayesine benziyor. Moğollar saldırıp, insanları öldürdüklerinde, her tarafı yakıp
yağmaladıklarında bu baharatçıyı esir almışlardı. Moğol'un biri, baharatçının boynuna bir ip geçirip köle edinmişti onu. Bir gün, kölesini pazara götürüp satmak istedi. Bir alıcı gelip, "Bu köleyi kaça satıyorsun?" diye sordu. Moğol, "Sen kaça alırsın?" dedi. "Bin dinar veririm." dedi alıcı. Baharatçı köle: "Satma, ben daha fazlasına değerim." dedi. Moğol da satmadı. Biraz sonra başka birisi gelip, köleye bir dinar değer biçti. Baharatçı köle: "Sat, bundan daha az ederim." dedi. Moğol da kızdı ve baharatçı kölenin boynunu uçurdu. Baharatçı, kesik başını yerden alıp koşmaya başladı. Şevkten mest olmuş bir halde bağırıyordu. Mezarlığa kadar koştu, oraya varınca başını yere koydu ve sükûna erdi.
Evet, bu pazarın sadece ticaret bilenin anladığı apayrı bir alışveriş metodu vardır. Burada en yakın komşum bile delidir. Ne diyeyim. Sessiz komşunun cinneti ile telaşlı delinin, anlayacağı bir ticarettir bu. Akıllının mermer dağına düşmesi, mum gibi yumuşatılması, çelikten bir kulede tutulması, uslanmış mum yapılması oldukça tehlikelidir. Aşk ve iman ne kadar da heyecan verici ve büyüktür. Ne yazık ki azlara, alçaklıklara ve düşkünlüklere alışmış anlayışlar, onu kadına, hevese, şehvet düşkünlüğüne, maddiyata ve nihayet dünya hayatına bulaştırmıştır. Yazık!
Benimle olan, hayır, benim birlikte olduğum aşk, bu renklerin hiçbirini taşımıyor. İnsanlardan olan bir sevgiliye aşktır bu. Ama ne yazık ki ... değildir.
Benim sevgilim o kadar latiftir ki "olmak" tozuna bulaşmamıştır. Zaten varlık giysisini giymiş olsaydı, benim sevgilim olamazdı. Benim sevgilim asla gelmeyecek. Ancak ölüm ile son bulacak bir intizar bu aşk. Nitekim bu aşk da böyledir.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
560
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-6004-88-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
Benim hamurumu felsefe, hikmet ve irfanla yoğurmuşlar. Hikmet, bende sonradan kazanılmış veya hafızada biriktirilmiş bir ilim değildir. Bilâkis o benim özüme aittir, benim sıfatımdır. Ağırlık, içgüdü ve vücut ısısı gibi sıfat ve durumlara sahip bir varlık olduğum gibi, hikmet ve felsefeye de sahip olan bir varlığım ben. Harcımda, ruhumun özünde, hatta dostlarımdan birinin şakayla dediği gibi, görünüşümde, bedenimde, davranışımda, sözümde ve sessizliğimde hep felsefe vardır.
Onlar altın topladılar, ben hazine buldum.
Kimin söylediğini bilmediğim şöyle bir söz var. "Erkeğin şerefi, kızın bekâreti gibidir. Bir defa lekelenirse asla telafi edilemez."
Bana "Biat et, iki masa dışında istediğin masaya otur." dediler. Ben ise, gidip kızıl kale askerî zindanlarındaki hücrelere girdim. Bir süre sonra eli boş dışarı çıktım. Bu defa da ülkenin "yeşil kale" zindanlarına düşmüş gibi oldum. Bağ ve bahçeye kavuşan diğer arkadaşlarımla kendimi kıyaslayınca sevinç, şükür ve şevk deryasında boğuluyorum. O "en büyük leke"ye takılıp kalmadım; dünyaya bulaşmadım. Öğretmenliği ve sessizliği seçtim. Hale bakıp sözlere aldırmadım diye Allah'a hamd ediyorum; içim içime sığmıyor. Onlar altın topladılar, ben hazine buldum.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Kara Mucize
Şurası çok açıktır ki çöl, bayındırlığın yokluğu demektir. Yaşamak için gönlünü suya ve bayındırlığa bağlamış olması yüzünden, çöl bir tür usanmışlıktır. Mutluluk, lezzet ve huzur için çırpınış, iyimserliği yitiriştir. Bir ağaç gölgesi altında uzanmanın, evini barkını kurmanın, mutluluk içinde nefes almanın, kendinden hoşnutluk duymanın ve bunca nimete şükretmenin iyimserliği...
Ancak sorumlu olan, inşa etmekle sorumlu olan kimsenin, yıkıcılığı öğretmemesi gerekmez mi? İşte tam da bu nedenle, bir okuyucunun çölde kalakalması - ki bu durum beni tereddüde düşüren bir felakettir- ve orada şehadet yoluna çıkmak üzere guslediyor olması mümkündür. Çünkü Schandel'in deyişiyle: "Aşk uğruna, sadece hayatları kendi gözleri önünde önceden ölmüş olanlar ölebilirler."
Acı, inkar, anlamsızlık... Bunlar dünyanın yolunu ahirete ulaştıran ve açan keskin kılıçlardır. Çünkü başkalarının ekmeği için kaygılanarak onu elde etmeye çalışmak, daha ilk adımda, kendi ekmeğinin kaygısını öldürmek ve kendi ekmeğini elden çıkarmak demektir.