Taze çimen, çıra, çakıl, akarsu ve ney
Şafak Özden yeşil elma, kekik ve tarçın kokuyordu. Çünkü Anadolu yeşil elma, kekik ve tarçın kokuyordu. Sonları bunlara başkaları da eklendi: Taze çimen, çıra, çakıl, akarsu. Sıfatların sonu gelmez gibiydi. Bir düş, bir özlemdi Şafak Özden. Bir toprak parçasının nasıl cismanileştiğini, Özden'in kişiliği ile birebir örtüştürdüğünü gördüm. Başı pare pare dumanlı dağlara yakıştırdı Günay onu. Memleketinin Zıganaları gibi yüce, sarp, zor geçit verir; çamları yalçın kayalarından fışkıran buz gibi suları ile nefes kesecek kadar güzel, bir o kadar da "temiz, hayırhah ve asude" gördü. Zıganalar gibi "heybetli ve ketum ve dimdik"ti. Bir basit türkü "almalar olanda gel, aney..."adamın saygılı alçakgönüllüğünün, insancıl hüznünün, erkekliğinin simgesi oldu. Doruklardaki mekanınından güneşe bu türkü ile eşlik eder, doğurur ve batırırdı Şafak Özden. Günay, Anadolu güneşinin neyden başka bir müzik aletine "Katiyyen" yüz vermeyeceğini söylerdi.
Durrell'in "tutkusuz bir aşkla sevemeyecek kadar onurluydu." dediği kadınlardandı. O noktada artık "Kafdağı"nın ardına göçmesini engelleyen bir şey kalmadı.
"Varken de yoktum, yokken de varım, canım! hepsi bu!"
Sonun Başlangıcı...
Sabahın ilk saaterine kadar öyle, sarmaş dolaş kaldık.Silah sesleri, patlamalar, bir saatten az sürdü, ama ödümüzü koparmıştı, çünkü o güne kadar hiç silah sesi duymamıştık. O sıralar bu tür sesler bize yabancıydı.Bombaların,makineli tüfeklerin sesi ile büyüyen Afgan cocukların kuşağı henüz doğmamıştı.Yemek salonunda birbirimize sokulduk, güneşin doğmasını bekledik;hiçbirimiz, bir yaşam tarzının sona erdiginin farkında değildik.Bizim yaşam tarzımızın.Henüz sona ermemişti belki, ama sonun başlangıcıydı.Sonu, yani resmi sonu, önce Nisan 1978'de koministlerin darbesiyle, sonra da Aralık 1979 da, Rus tankları Hasan'la oyun oynadığımız sokaklara girdiği, tanıdığım Afganistan'ı öldürdüğü ve hala sürüp giden dönemi başlattığı gün geldi.
Sultan, işte böyle yapar, yaparsa..
İHTİYAR TİMSAL: Kars Kalesi'ne omzunda taş taşıyan 73 yaşındaki Serdar Lala Mustafa Paşa, bir ruha yıldırım gibi düşen anlayış ve haraket fikrinin en güzel çehresi..
Bu tabloda, Osmanlı Tarihi'nin en dokunaklı çizgilerinden biri.. Ne yazık ki, böyle paşalar tek-tüktür; ve bu davanın ideolocyası, şahıs şahıs zincirlenememiştir. Bütün emekler boş!..
Sen oynuyorsun ya..
Karaderili adam güldü. "Bu oyunu mu?" diye sordu. "Bu oyunu neden öğrenmek istiyorsun ki? Kimse oynamıyor bunu artık!"
"Sen oynuyorsun ya," dedi Levanter, "üstelik her defasında en yüksek sayıyı yapıyorsun!"
"Yaparım, abi, yaparım!" Adam birbiri ardına topları yuvarlarken gülmeye devam ediyordu. Her top hedefini buluyordu. "Ama bildiğim tek şey de bu oyun. Bu oyunu iyi oynadığımı bilmek bana iyi bir duygu veriyor. Ama kardeşim sen neden oynayacaksın?"
Yeraltında..
Yeraltında bir sığınağa tıkılınca, altı ay çok uzun bir süre gibi gelir insana. dedi ev sahibi, "dolayısıyla beraber içeri kapanacağın kişileri iyi tanıman gerekir."
New York Metrosu Kolleksiyonu
Madeni cisim ışıkta parladı. "Bu New York metrosunun jetonu" dedi Levanter gülerek. "Bayan Kirkland'ın koleksiyonunda böyle bir şey herhalde yoktur.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
6. Baskı
Basım Yeri
Topkapı/ İstanbul
Editörü
Yusuf Tan
Mütercimi
Özkan Özdem
Orijinal Adı
The Lemon Tree
Bir zamanlar yaşadığımız evi görmek..
Lütfen, dedi Yasser, "sadece bir zamanlar yaşadığımız evi görmek istiyoruz."
Kadın hırçınlaştı. "Eğer hemen gitmezseniz polis çağırırım!" diye bağırdı.
.
.
Yasser sessiz bir şaşkınlıkla sürükleniyordu. "Sanki ruhu yok gibiydi." diye anımsadı Beşir. "Sadece yürüyen bir vücuttu, başka bir şey değil."
Neden Altını Çizdim?
Alev hanım, okuyucusunun içinden geçirttiği cümleyi de yazıvermiş.
Tarih hatası
Günay Rodoplu, bir tarih hatası olduğun hususunda ısrarlıyım!