itikad

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
253
Baskı Tarihi
Eylül 2009
ISBN
978-975-253-978-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Emine Eroğlu
Modern(leşmiş) okur-yazarların katı reflekslerinin aksine Hilmi Yavuz, şiirsel-düşünsel serüveninin başından beri çokyönlü okumalarıyla, kendine özgü bir yol üzerinde yürüyerek, özellikle tasavvuf irfanından devşirdiği birikimi ve inşa ettiği duyarlılığı hem şiiri hem de düzyazıları açısından temel bir kaynak haline getirmiştir. İslam’ın Zihin Tarihi de şiirden felsefeye, tasavvuf irfanından siyasete geniş bir ilgi alanına ilişkin tecessüsünü dersleriyle, söyleşileriyle ve yazılı tanıklıklarıyla dile getiren Hilmi Yavuz’un İslam üzerine yazdığı makalelerden oluşuyor.

Mutezilecilerin vahyi değil de filolojiyi referans olarak alan seküler akılları

Rasyonel teoloji, vahiyle akıl arasında varolduğu düşünülen çelişki ya da aykırılıkların tasfiyesine ilişkin bir okumanın, Muhammed Arkoun'un kavramsallaştırmasıyla söylersem, 'seküler akıl' ile gerçekleştirilmesi dolayımında mümkün olabilir. Seküler akıl, kutsal metinlerin vahyi referans almadan okunmasına ilişkindir. Muhammed Arkoun, seküler akla karşılık, 'İslami akıl' dan (La Raison lslamique) söz ediyor ki bu, seküler aklın tersine, vahiy merkezli bir okuma anlamına gelir. Anlaşıldığı kadarıyla Mutezile, vahiyle akıl arasındaki görünüşteki çelişkiyi, Kur'an ve hadisleri referans olarak alan İslami akılla değil, Arap dilinin filolojik verilerinden yola çıkarak seküler akılla ortadan kaldırmak yolunu tercih etmiş görünmektedir. Mutezile kelamcılarının, 'takip ettikleri yolun İslami olmaktan çıktığı' yolundaki ithamlara, tastamam bu gerekçeyle muhatap oldukları biliniyor. Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar" adlı kitabında, Mutezile'ye karşı olan Eş'arilerin "akidelerini yalnız Kur'an ve hadise dayadıklarını ve bu iki kaynak dışına çıkmakta büyük tehlike gördüklerini" bildirir. Bu durumda söylenebilecek olan şudur: Ya Kur'an'daki müteşabih ayetlerin tevili, Mutezile'rıin yaptığı gibi akıl ile vahiy arasında herhangi bir çelişki ya da aykırılık olmadığını ortaya koymak amacıyla vahyi değil de filolojiyi referans olarak alan seküler akıldan yola çıkılarak gerçekleştirilecek; ya da Kur'an ve hadisler referans alınarak bu ayetlerin İslami akılla bilâ keyfe okunması cihetine gidilecektir.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
253
Baskı Tarihi
Eylül 2009
ISBN
978-975-253-978-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Emine Eroğlu
Modern(leşmiş) okur-yazarların katı reflekslerinin aksine Hilmi Yavuz, şiirsel-düşünsel serüveninin başından beri çokyönlü okumalarıyla, kendine özgü bir yol üzerinde yürüyerek, özellikle tasavvuf irfanından devşirdiği birikimi ve inşa ettiği duyarlılığı hem şiiri hem de düzyazıları açısından temel bir kaynak haline getirmiştir. İslam’ın Zihin Tarihi de şiirden felsefeye, tasavvuf irfanından siyasete geniş bir ilgi alanına ilişkin tecessüsünü dersleriyle, söyleşileriyle ve yazılı tanıklıklarıyla dile getiren Hilmi Yavuz’un İslam üzerine yazdığı makalelerden oluşuyor.
Neden Altını Çizdim?
Çok zor, bir o kadar da bilinmesi zaruri meseleler...

Eş'arî - Maturidî

'Türk Müslümanlığı' konusundaki teolojik yorum, İslam'ın iki büyük kelam okulu, Eş'arilikle Maturidilik arasında temelli birtakım farkların bulunduğu iddiasından yola çıkarak Maturidiliğin, sözü edilen bu farklar dolayısıyla itikadda esas alınması gerektiği görüşüne dayanıyor. Peki, nedir bu farklar? Ve elbette, niçin? Dr. Said Başer Matbuat Dergisi'nde yayımlanan uzun söyleşisinde, "Eş'ari' de zât ve sıfat birbirinden ayrıdır. Ma'turidî de ise birbirinden ayrılmaz. Birbirinin aynı değildir; ama ayrı da değildir. Bu, ışığın güneşten ayrılmayacağı, ama ışığın güneşte olmaması örneği ile açıklanabilir." diyor ve ekliyor: "Sıfat tecellisinde, zat tecellisi gizlidir, ayrımı mümkün değildir. Bu cevap tam anlamıyla daha sonra Vahdet-i Vücud ismi konulan 'Varlığın Birliği' fikrinin esprisini taşıyor." Dr. Başer'e göre, "zat ve sıfatı birbirinden ayırmayan anlayış", bilim düşüncesini mümkün kılan bir entelektüel zemin hazırlar. Eş'ari ise, zat ile sıfatı birbirinden ayırarak akli bilimlerin önünü kapamış, sadece kelam, fıkıh, hadis gibi nakli bilimlere imkan tanımıştır! Kısaca, Dr. Başer, Maturîdîliğin hem Vahdet-i Vücüd'u (dolayısıyla, bir Türk tasavvuf sistemi olarak Yeseviliği), hem de aklî bilimleri meşrulaştırdığı, hatta temellendirdiği, kanaatindedir. Sormalı: Acaba öyle mi? Gerçekten Eş'ari zât ve sıfatı birbirinden ayırmış mı? Ve ayırmışsa, hangi anlamda? Önce şu: Gerçekten de Allah'ın 'zati' ve 'fiili' sıfatlarına ilişkin olarak Eş'ari ve Maturidî kelam anlayışları arasında da farklar olduğunu öne süren görüşler vardır; - ama, elbette aksini öne sürenler de! Doğrudur: Maturidîler fiili sıfatların Allah'ın zatıyla kaim, kadim sıfatlardan olduğunu; Eş'arilerse bu sıfatların (fiili sıfatların) nisbi ve hadis sıfatlar olduğunu ifade ederler. Ebu'I Muin El-Nesefi'rıin Tebsiret el-Edille'sinde bu fark, Maturidilik açısından şöyle izah edilmektedir: "Bizce fiili sıfatlar dahi zati sıfatlar gibi kadimdir ( ... ) Eş'arilerce fiili sıfatlar kadim değildir, hadistir. Bizce "Tekvin' sıfatı kadim olup, hadis olan 'Mükevven'dir, yani bunların (Eş'arilerin, H.Y.) kail oldukları gibi, "Tekvin' ile 'Mükevverı' yekdiğerinin aynı değildir. Binaenaleyh 'Mükevven' hadis ise de, 'Tekvin' hadis değildir." İyi de, Nesefî'nin bu tespiti doğru mudur? Başka türlü söylersem, Nesefi'nin Maturidi'ye atfettiği bu fark, hakikaten mevcut mudur? Doğrusu ya, Dr. Said Başer'in Eş'ari'yi ve elbette Gazali'yi, onun büyüklüğünü yeterince kavrayamamış olduğunu söyleyeceğim. Zira Gazali. Nesefi'nin iki kelam okulu arasında öngördüğünü belirttiği zat ve sıfat farkının, inanılmaz bir felsefi salabetle, dilin tuzaklarından kaynaklandığını ima eder. Böyle bir ayrım, hakikatte söz konusu değildir çünkü. Gazali, El İktisad'da 'zatî'" sıfatlar ile' fiili' sıfatların, birbirlerine bilkuvve ve bilfiil nisbetleri olduğunu belirtir. Bir başka deyişle zatî ve fiili sıfatlar arasında var olduğu iddia edilen fark, aslında, bilkuvve olan ile bilfiilolan arasındaki farktan öte bir şey değildir. Fark, ilahi bir sıfatın bilkuvve veya bilfiil mevcud oluşuna göre, zati veya fiili sıfat adını almasındadır. Yani, Eş' ari' kelamında da zât ile sıfat, tıpkı Maturıdî kelamında olduğu gibi, ne aynıdır, ne gayrı. Kısaca, bir sıfatın bilfiil veya bilkuvve mevcut olması, 'zatî' ve 'fiili' ayrımını meşru göstermez. El İktisad'da Gazali'nin verdiği örnek yeterince açıklayıcıdır: "Mesela, kılıç daha kınında iken 'keskin' dendiği gibi, kılıç ile herhangi bir kesme eylemi hasıl olduğu zaman da, fiile iktiranından dolayı 'keskin' denir. ( ... ) Kılıç kınında iken bilkuvve ve kesme eylemi hasıl olduğu zaman da bilfiil keskindir. ( ... ) İşte bunun gibi, daha kınında iken kılıca 'keskindir' denmesine sebep olan manaya uygun olarak Yüce Allah da 'ezelde Halık'dır' denmesi doğru olur." Görülüyor: Neseff'nin bir nevi mahiyet farkı olarak, gördüğü zat ve sıfat ayrımı, Gazali'nin bilfiil ve bilkuvve kavramlarıyla yorumlandığında bir mahiyet farkı olmaktan çıkmaktadır. Bakıllânî de Kitabu't- Temhid' de aynı şeyleri söyler: "Fiili sıfatlardan maksad, Allah'ın daha bir fiil haline getirmeden önce muttasıf bulunduğu bütün sıfatlardır. Binaenaleyh, bunlar bu durumda kaldıkları müddetçe kadimdir,

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
253
Baskı Tarihi
Eylül 2009
ISBN
978-975-253-978-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Emine Eroğlu
Modern(leşmiş) okur-yazarların katı reflekslerinin aksine Hilmi Yavuz, şiirsel-düşünsel serüveninin başından beri çokyönlü okumalarıyla, kendine özgü bir yol üzerinde yürüyerek, özellikle tasavvuf irfanından devşirdiği birikimi ve inşa ettiği duyarlılığı hem şiiri hem de düzyazıları açısından temel bir kaynak haline getirmiştir. İslam’ın Zihin Tarihi de şiirden felsefeye, tasavvuf irfanından siyasete geniş bir ilgi alanına ilişkin tecessüsünü dersleriyle, söyleşileriyle ve yazılı tanıklıklarıyla dile getiren Hilmi Yavuz’un İslam üzerine yazdığı makalelerden oluşuyor.

Hani Osmanlı'da Şafiî fıkhı hâkim olmuştu? Nerede?

Gerçekten Eş'arîlik ve Maturîdîlik arasında esaslı farklar var mıdır? Kimilerine göre var, kimilerine göreyse yok! Dolayısıyla, bu konuda kesin bir hükme varmak mümkün değil! Böyle bir fark, mezhep açısından ortaya konursa, buna da hiç kimsenin bir diyeceği olamaz. Evet, doğru! İmam Eş'arî, Şafiî; İmam Maturîdî ise Hanefîdir. Belki bir fark daha: İmam Eş'ârî Arap, İmam Maturîdî ise Türk'tür. Galiba, teolojik yorum da, meseleyi etnisiteye, yani kavmiyete bağlamak gibi bir endişe taşıyor. 'Türk Müslümanlığı' tabiri, bizatihi bir kavmiyyet referansı taşımıyor mu zaten? Türk Müslümanlığının Maturîdî kelamı üzerine inşa edilmesini öngören görüşe göre, Osmanlı toplumunda belirli bir tarihsel dönemden (XVI. yy.) sonra, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden dönüşünde beraberinde getirdiği ulema (ki bunlar, rivayete göre, Eş'arî uleması ve İbn Teymiyye'nin öğrencileridir) itikadda Eş'arî, fıkıhta (amelde) ise Şafiî bir İslam projesini hâkim kılmışlardır. İşte ne olduysa, ondan sonra olmuştur: Tekkeyle medrese birbirine girmiş, bilim ve felsefe düşüncesinin yolu kapanmış, Dr. Said Başer'in ifadesiyle "Gazali'nin fikirleri tesirli olunca felsefe tekfir edilmiştir!" Dahası, "bu zihniyet kayması, (yani Eş'arî/ Şafiî anlayışının hâkim olması, H.Y) ve müspet bilimlerin tedrisat dışında kalması, otomatikman Osmanlı'daki ilmî ve fikrî faaliyeti durdurmuştur." Acaba gerçekten öyle midir? Osmanlı'da 'ilmî ve fikrî faaliyetin dur[masının]' sebebi Eş'arî kelamının hâkim olması mıdır? Dr. Said Başer'in 'zihniyet kayması' olarak nitelendirdiği durumun yer aldığı XVI. yüzyıl Osmanlısına bir bakalım. Gördüğümüz şudur: Mesela, 1539'da Şeyhülislam olan Çivizâde Muhiddin Efendi'nin bu makamdan uzaklaştırılması! Çivizâde, Şeyhülislamlık makamından niçin uzaklaştırılmıştır? Hanefî ve Maturîdî olduğu için mi? Tam tersine! Dr. Mustafa Said Yazıcıoğlu, Çivizâde'nin 'mesh'e ait bir fetvasında, bu konuda İmam-ı Azâm'a bağlı fakihlerin verdikleri hükümleri yetersiz bularak, Şafiî fakihlere atıfta bulunmasının ortalığı nasıl karıştırdığını, açıklıkla gösteriyor. Çivizâde'nin fetvasında Şafiî fakihlere atıfta bulunulması, başta, o zaman Rumeli Kazaskeri olan Ebussuud Efendi olmak üzere, ulemayı fena halde öfkelendirir ve Ebussuud, Çivizâde'nin fetvasını reddeder. Kanunî, bu meselenin çözümlenmesini ister, ulema toplanır ve dikkat edilsin, Şafiî kaynaklarına başvuran Çivizâde'yi değil, ona karşı çıkan Ebussuud Efendi'yi haklı bulur. Hani Şafiî fıkhı hâkim olmuştu? Nerede?