Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
1216
Baskı Tarihi
2010
ISBN
9786353359000
Basım Yeri
Ankara
Mütercimi
Prof.Dr. Abdulbaki Güneş ve Yrd.Doç.Dr. Mehmet Yolcu
Kur’an’ın Doğru Anlaşılmasında Bir Masaüstü Kaynağı
el-MÜFREDÂT
Muharrem BAYKUL
Yüzlerce yıl önce yazılmış eserleri okurken ister istemez kelimelerin ve kavramların bugünkü kullanımları ve anlamları belirir zihnimizde. Oysa yazarın maksadını anlamak için bugünkü kullanımlarından ziyade metnin inşa edildiği kullanımları ve anlamı bilmek daha önemlidir.
Kur'an söz konusu olduğunda birçok kelime ve kavramın, bugün Kur'an'daki kullanımından daha farklı kullanımlarının cari olduğu açıktır. Bazı kavramlar anlam daralmasına uğrarken, bazıları anlam genişlemesine uğramış, bazıları ise farklı anlamlar kazanmıştır. Buna bir de bazı kelimelerin Kur'an'ın değişik yerlerinde değişik anlamlarda kullanıldığını da eklemek gerekir.
Kur'an'ın doğru anlaşılması için ilk muhataplarının Kur'an algısı şüphesiz çok önemlidir. Hz. Peygamber’in ve ashabının anladığı biçimde Kur'an'ı anlamak, bugün birçok sorunu aşmamıza yardımcı olacağı gibi Kur'an'ın sağlıklı bir biçimde amele dönüşmesine de katkı sağlayacaktır.
Kelimelerin, kavramların zaman içinde geçirdiği değişimi düşündüğümüzde ilk dönemlerde yapılmış kavram çalışmalarının kıymeti kendiliğinden anlaşılır. İlk dönem kavram çalışmalarından biri de şüphesiz Râğıb el-İsfahanî’nin kaleme aldığı el-Müfredât adlı eseridir.
Prof.Dr. Abdulbaki Güneş ve Yrd.Doç.Dr. Mehmet Yolcu tarafından tercüme edilip Çıra Yayınlarınca yayımlanan eserin gözden geçirilmiş ikinci baskısı yapılan nushasını siz okuyucularımız için tanıtmayı uygun gördük.
Kitab’ın önsözünde mütercimlerin yaptığı bazı hatırlatmalar okuyucuya bir yol haritası çiziyor.
Müfredât’ın bu güne kadar pek çok baskısı yapılmış ancak bunların hiçbiri hata, tashih ve tahriflerden kurtulabilmiş değildir. Kimilerinde Râğıb’ın kullandığı bazı şiirleri, kimilerinde bazı âyetler, kimilerinde ise bazı kavramlar eksik kalmıştır. Bu çevirede tahkikini Adnân Safvân Dâvûdî’nin yaptığı Dâru’l-Kalem, Dimaşk – ed-Dâru’ş-Şâmiye, Beyrut 1992’de çıkan birinci baskısı ile 2002’de yayınlanan üçüncü baskısı esas alınmıştır. Bu baskıda sözü edilen kusurlardan herhangi birinin bulunmaması için özel bir gaye sarf edilmiştir.
Müellif, Kur’an’ın kıraat farklarına değindiğinde bu kıraatlerin sahih ve şaz olanları dipnotlarda açıklanmıştır. Râğıb’ın kullandığı şiirlerin, geçtikleri dil kitaplarındaki yerlerine işaret edilmiştir.
Mütercimlerin metne azami derecede bağlı kalmakla beraber, her dilin kendine özgü bir anlatım biçiminin ve mantık bakış açısının olmasından dolayı, çeviriyi daha anlaşılır kılmak için kimi metinde fedakârlık ettiklerini ve bu baskıda metni tahkik eden Adnân Safvan Dâvûdî’nin eklediği dipnotların tümünü değil, manaya katkısı olan ve yerinde bulduklarını çevirdiklerini ifade etmeleri dikkate değer bir yaklaşımı oluşturuyor.
Râğıb el-İsfahanî hicri dördüncü asırda yaşamış, özellikle “el-İsfahânî” lakabıyla şöhret kazanmış ve pek çok eserler yazmıştır. Bu asır, ilim inkişafın (bilimsel gelişmenin), kalkınma ve yükselmenin en parlak olduğu dönemlerden biridir. Müellifin değişik konu başlıklarında birçok eseri mevcuttur. Mütercimler kısa tanıtımlarla da olsa Râğıb’ın 23 başlıca eserine bu bölümde yer vermişlerdir.
el-İsfahanî belli başlı hususiyetleri noktasında, tevazuu ve içine kapanmayı tercih eder, şöhretten ve el üstünde tutulmaktan hoşlanmazdı. “Ben kendimi övmekten ve nefsimi tezkiye etmekten Allah’a sığınırım” derdi.
Râğıb’ın Akidesi konusunda üç görüş ileri sürülmüştür. Bunların kimileri göre Mutezile, kimilerine göre Şia ve kimilerine göre ise Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesine mensûptur. Mütercimlerin kanaati ise tartışma götürmeyen doğru görüşün Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olduğudur. Bu sonuca el-Müfredât kitabında Mutezile’ye yönelttiği tenkitlerden ve Hz. Ali’den çokça nakil yapmasından dolayı Şia itikadından olduğu söylenmişse de bunun yeterli bir delil olamıyacağıdır. Çünkü Âl-i Beytin sevgisine ilişkin sahih haberler vardır. Bu nedenle insan, onları sevmek ve sözlerini nakletmekle Şîa’dan sayılmaz denerek Kitâbu’l-İ’tikâd kitabının 54. sayfasına verilen dipnotla da Şia’dan olmadığına dair kesin bir kanaat okuyucuya sunulmaktadır. Fakat o dönemde bu görüşlerin bu kadar keskin tartışmasız ayrıştığı kanaatinde olmadığımı ifade etmeliyim.
Râğıb’ın fıkhî mezhebi hususunda kitaplarının incelenmesinden anlaşılan odur ki, fıkhın furûâtla ilgili konularında kimseyi taklit etmemiştir; kendisi bu konuda müctehit konumundadır. Kitaplarında yeri geldiğinde fakihlerin görüşlerini kaydettikten sonra bazen bir mezhebinkini, bazen de başka mezhebinkini kabul etmektedir; bu da onun belli bir mezhebe bağlı olmadığını göstermektedir. Mütercimlerin bu tespitleri yukarıda taştışmasız Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olması tesbitiyle çelişki arz etmektedir.
Râğıb’ın şiirle olan ilgisine dair herhangi bir kayda raslanmamıştır. Birkaç beyit dışında kendisine izafe edilen şiir de olmadığı söylenmektedir.
Râğıb el-İsfahani hayatında birçok zorluklarla karşılaşmış, dönemin veziri ile bir görüşme esnasında ihtilafa düşmüş bu durum onun göz hapsinde tutulmasına yol açmıştır. Kendisinin ifadesiyle; “Bu bir kalp halveti değil, bir göz halvetidir; ihtiyari değil, ıztırarîdir; hatta zor ve baskı ile gerçekleşmiş bir inzivadır” der.
Râğıb’ın adı, akidesi, fıkıh mezhebi ve çağı hakkında ihtilaf edildiği gibi, vefat tarihinde de ihtilâf edilmiştir. Bu hususda Suyûtî, beşinci asrın başlarında; Zehebî, onu kırk ikinci tabakadan saymıştır ki, bu kesimin vefatları 440 ile 470 arasında değişmektedir. Bu hususta değişik görüşler de mevcuttur. Mütercimlere göre sağlıklı bir tercih yapmak zor olsa da, vefat tarihinin yaklaşık 425 olduğu söylenebilir.
Müfretadât’da mükemmel bir metod, üstün bir uslup kullanılmıştır. Derin ve geniş bir ilmi vukufiyete dayanarak maddelerin önce hakikî manaları, ardından türetilen kelimeleri ele alınmıştır. Kendisi her kavramı işlerken önce madde ile ilgili Kur’an âyetlerini vermiş, ardından hadislere geçmiş, sonra da Arapların deyim, atasözü ve şiirlerini sıra ile vermiştir. Çoğu zaman, Kur’an’ı, Kur’an ve Sünnet ile ardından Sahâbe ve Tâbiîn görüşleriyle açıklamıştır.
Râğıb el-İsfahani eserini yazarken kendisinden önceki ulemanın eserlerinden faydalanmış, onları incelemiş, tartışmış, bazı görüşlerini-tespitlerini kabul etmiş, bazılarını ise reddetmiştir. Elimizdeki bu nushada 21 adet başlıca kaynak eser ismi verilmiştir.
el-Müfredât eserinden günümüze kadar birçok ilim adamı istifade etmiş, eserlerinde kaynak olarak göstermişlerdir. Zemahşeri O’nun metodunu izleyenlerin başında sayılabilir.
İnsan ilim ve marifet konusunda ne kadar derinleşirse derinleşsin, bütün ilimleri elde etmesi mümkün değildir; o her beşeriyet ve insaniyet hududunda kalacaktır. Râğıb, ilmin deryalarına dalmış, oradan Müfredât gibi inciler çıkarmış, kendisi onca derin ilmine ve değerli edebiyatına rağmen kimi kusurlardan kurtulamadığını ifade eden mütercimler kendilerince gördükleri bu kusurları da maddeler halinde ele almışlar. Bu baskıda esas alınan nushalar, tashih esnasında başvurulan matbu nüshalar da maddeler halinde okuyucuyla paylaşılıyor.
Râğıb el-İsfahani’nin el-Müfredât eserine yazdığı mukaddimesinde yaptığı bir tespitle yazımızı nihayete erdirelim.
“Kur’an ilimlerinin en çok gerekli olanı lafza ilişkin ilimlerdir. Kavramların gerçek anlamlarını incelemek de lafza ilişkin ilimlerdendir. Kur’an’ın manalarını anlamak isteyenler için Kur’an kavramlarının anlamlarını öğrenmek, ilk yardımcı unsurdur. Bunlar tıpkı bir bina yapmak isteyenin öncelikle ilk kullanacağı malzemeler arasında yeralan kerpiçleri temin etmesine benzemektedir.
Râğıb el-İsfahanî hicri dördüncü asırda yaşamış, özellikle “el-İsfahânî” lakabıyla şöhret kazanmış ve pek çok eserler yazmıştır. Bu asır, ilim inkişafın (bilimsel gelişmenin), kalkınma ve yükselmenin en parlak olduğu dönemlerden biridir
Müfretadât’da mükemmel bir metod, üstün bir uslup kullanılmıştır. Derin ve geniş bir ilmi vukufiyete dayanarak maddelerin önce hakikî manaları, ardından türetilen kelimeleri ele alınmıştır.
Kur’an’ın manalarını anlamak isteyenler için Kur’an kavramlarının anlamlarını öğrenmek, ilk yardımcı unsurdur. Bunlar tıpkı bir bina yapmak isteyenin öncelikle ilk kullanacağı malzemeler arasında yeralan kerpiçleri temin etmesine benzemektedir.
SABIR
SABIR, bir darlık içinde tutmak, alıkoymak anlamına gelir.
Şöyle kullanılır:
-Bineği kaçamayacak bicimde hapsettim (sabertu)
-Filan kişiyi kendisinin çıkışı olmadığı bir yemin ettirdim (sabertu)
Nefsi, aklın ve şeriatın gerektirdiği şekilde hapsedip alıkoymak, tutmak veya men etmektir. Dolayısıyla genel anlamlı bir lafızdır. Kullanıldığı yerlere göre farklılık gösterebilir.
A. Bir musibete karsı SABIR, «SABRUN» zıttı «CEZEUN»
CEZEUN, insanı yönelmiş olduğu şeyden ya da hedefinden çeviren, uzaklaştıran ve onunla ilişkisini kesmesine neden olan hüzün keder ve tasaya denir. İpi yarısından kesmek anlamında ‘cez'un’, birinden diğerine rengi değiştiğinden dolayı rengin kesilmesi nedeniyle renkli taslar anlamında da ‘cez'un’ kullanılmıştır.
B. Savaşta SABIR, «ŞECEAT» zıttı «CÜBNÜN»
CÜBNÜN, kalbin güçlü olması gereken bir hususta zayıf kalması demektir. Yüreksiz kadın ve erkek olarak da kullanılır.
C. Kederlendirip göğsü daralman, can sıkan veya rahatsız eden bir kazaya talihsizlikler, musibetle veya felaketle ilgili ise «RAHBÜSSADR», zıttı «ZDACERUN»
D. Konuşmaktan kendini men tutmak ise «KİTMENUN», zıttı «MEZLUN»
Bütün bunları kapsayacak şekilde Bakara.177 ayetinde kullanılmıştır;
2.177 - "... vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler. İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır."
Sabrın bir türü olmasından dolayı oruç da SABIR olarak isimlendirilmiştir. Bir hadiste "SABIR ayında ve her ayda üç gün oruç tutmak, göğüsteki kin, düşmanlık ve vesveseleri giderir" diye buyurulmaktadır.
SABIR ifadesi geçen bazı ayetler;
AMENUSBIRU VE SABIRU (SABIRDA YARIŞIN, "SABREDEN" İSMİNİZ OLSUN)
Al-i İmran 3.200 - {Ya eyyuhellezine amenusbiru ve sabiru} Siz ey imana ermiş olanlar! Zorluklara sabırla katlanın ve birbirinizle sabırda yarışın, (doğru olanı yapmaya) her zaman hazır olun ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyun ki mutluluğa erebilesiniz!
İBADETTE SABIR : SEBAT
Meryem 19.65 - {Vastabir Li İbadetih} O göklerin, yerin ve o ikisinin arasında olan her şeyin Rabbidir. Öyleyse yalnız O’na kulluk et. O’na ibadetinde sabır ve sebat göster. Ona denk ve adaş olacak hiç kimse bilir misin?
GÜZEL BIR SABIR
Yusuf 12.18 - {fe sabrun cemil}"(Böyle diyerek) üzerinde yalancı bir kan lekesi bulunan (Yusuf'un) gömleğini çıkarıp gösterdiler. (Yakub:) "Yoo" dedi, "sizi kendi hayal gücünüz bu kötü oyuna sürükledi! Artık (bana düşen) güzelce sabretmektir. Ve bu anlattığınız bahtsızlığa karşı bana dayanma gücü bahşetmesi için kendisine yönelebileceğim (yegane) hami Allah'tır."
BEKLEME GÖZLEME
İntizar etme, gözlemek, beklemek de sabrın bir çeşitidir,
Tur.52.48 - {Vasbir li hukmi rabbike}"Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, Bizim gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et."
KAFİRLER DE SABREDER
Bakara 2.175 - İşte onlardır ki doğru yolun karşılığında sapıklığı, günahlardan arınıp temizlenme yerine azabı satın almışlardır. Bunlar ateşe karşı ne de sabırlıdırlar!
Ebu Ubeyde bunun "cüret" anlamında kullanıldığını ifade etmiştir, "Kendi zannınca bunu işlemeye cüret ettiğine göre, yüce Allahın azabına karşı ne kadar da sabırlısın" anlamında bedeviler tarafından da kullanılan bir ifadedir.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
340
Baskı Tarihi
ocak 2004
Yazılış Tarihi
1956
ISBN
975-418-231-0
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
istanbul
Orijinal Adı
Esir Şehrin İnsanları
Kemal TAHİR Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'daki sivil aydınların yaşayışını ele aldığı bir romandır.
Tasavvuf yalnız Turk'e mahsus bir yol mu?
Bizde tarikatlar 100'e yakındır, bunların ayrıca yüzü aşkın şubeleri vardır. Yalnız bizde böyle değil bu ... Hıristiyanlıkta, Musevilikte, yetmiş beşe yakındır tarikatlar... Bunları, gireceğim yolu seçmeye çabalarken okudum biraz ... Şunu gördüm. Araplar mezhep kurucusudurlar. Biz Türkler, tarikat kurucusuyuz. Arap mezhepleri Sufiliğe, Türk tarikatları tasavvufa dayanır. Tasavvufa göre dünyada her şeyden önce güzellik vardı. İbadet bu güzeliğe tutkunluktur. Bu sebeple Türk'ün baglanacağı inanç, Allah korkusundan değil, Allah sevgisinden gelir. Okudukça tasavvufun yalnız Turk'e mahsus bir yol olduğunu anladım. Türk illerinde doğmuş, Anadolu'da gelişmiştir. Türk tasavvufu, şamanlıkla İslamlığın karışımıdır. Buna biraz da yeni Platonculuk katılmış Roma Anadolu'sundan kalıntı ... Daha doğrusu Stoisizm ... Anadolu'ya Şeyh Ahmet Yesevi adına halifeleri yaymıştır tasavvufu ... Bunların hepsi dünyadan el çeken basit köylülerdir. bence ... Pir Dede, Keyifli Baba, Horoz Dede, Aptal Musa, Avşar Dede, Akyazılı Baba, Kudümlü Baba Sultan, Sarı Saltık ... Bunlar köylü halkı etkilemişler, Anadolu'nun İslamlaşmasını, bir anlamda Türkleşmesini sağlamışlar. Anadolu bu tohuma o kadar uymuş ki, Yunus Emre gibi kocaman bir dâhi sanatçı yetiştirmiş ...
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
379
Baskı Tarihi
Ekim 2011
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Mütercimi
Selahattin Ayaz
Neden Altını Çizdim?
Cahiliye döneminde şair, günümüz medyası gibi güce tapınan ve sadece gücün istediğini gözler önüne seren bir rolde yer almış.
Onların söylediği ve konuştukları Mekke'nin gündemini belirleyip, övdükleri övülmüş; yerdikleri yerilmiş.
Onların söylediği ve konuştukları Mekke'nin gündemini belirleyip, övdükleri övülmüş; yerdikleri yerilmiş.
Cahiliyye döneminde şair ve şiir algısı II
Şair, en nefes kesici şiirler okuduğu zaman, onun o anda "şuur kaymasına" uğradığı, şuurunu kaybettiği kabul edilirdi.(şiir kelime olarak şuur, şiar, şa'r ve iş'ar ile aynı köktendir.) Şair gerçekten dostu olan bir CİN ile ilişki kurabilir, ama onun amacı çevreyi büyülemek, kendini gerçekleştirirken diğer insanları aşmaktı. Şairin en büyük malzemesi ve silahı abartma sanatıdır, yani yalan. Şu halde şairin şiiri zevkle dinlenebilir, ama ona inanılmaz. Kur'an, peygamberin cinlerle bağ kurmuş veya mecnun bir şair olmadığını (Tur.29) ısrarla vurgularken, vahiy olayının Arap kültüründe yerleşik olan şair-cin, şair-kehanet ve şair-kehanet ile şair-yalan olayından tümüyle farklı olduğunu öğretmek istiyordu.
...
Şair, Şuara 224-226 da belirtildiği üzere kendisine sapıkların uyduğu kişidir, yapmayacağı şeyi söyler (her zaman yalan konuşur) ve kendi hayal dünyasının vadilerinde vehmedip durur. Ancak Kur'an, ayetin devamında iman edenleri, salih amellerde bulunanları ve Allah'ı çokça zikredip zulme uğradıktan sonra zafer kazananları istisna edecektir.
Kur'an, peygamberin şair olmadığını ve şiir söylemediğini anlatırken, aynı zamanda geniş halk kitlelerini şairin haksız hegemonyasından kurtarma umudunu da müjdelemektedir. Zira Arap cahiliye şairi, geniş halk kitlelerinin bir sözcüsü değil, hakim gücün kabile resimlerinin basit bir sözcüsüdür.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
142
Baskı Tarihi
2011
ISBN
6054322060
Basım Yeri
İstanbul
Var Eşref oğlu Rumî bil hakikat Vücûdu fâni etmektir adı aşk Varlığa gelen her âdemin kendini varlığa getirene ihtiyacı iki cihettendir;
ilki varlığa getirdiği için, ikincisi varlığını sürdürmesini sağladığı için. Evet, varlığa gelmenin bir sebebi olduğu gibi, var kalmanın, varlıklı olmanın da bir sebebi vardır. İki farklı sebepten değil, bir sebebin iki cihetinden söz ediyoruz aslında. Varolabilmemiz için muhtaç olduğumuza varlığımızı sürdürmek için de muhtaç olmaktan... Böylelikle varolanlarm tümü iki sıfatla muttasıf olmak zorunda: vücûd ve beka.
Demek ki aş k vücûdu baki kılmak için çırpınanların değil, vücûdu fâni kılmak için çabalayanların mesleği.
O halde Cenab-ı Aşk yâriniz ve yardımcınız olsun efendim!
Ah bir kendini bilsen
...Aramasak yine iyi; biz neyi aradığımızı bile bilmeden yaşıyoruz.Kaybettiklerimİzi bilmeden...Sahip olduklarımızla avunarak...Yaldızlı mamüllerin karşısında onlara ulaşamadığımız için kendi kendimize övkünerek...Sadece arıyoruz,neyi aradığımızı bilmeden ; üstelik bulsak, bulduğumuzda aradığımızın kendisi olup olmadığını asla bilemeyeceğimiz şeylerin hakikatinden gafil bir şekilde arıyoruz. Sesimiz eskisi gibi gür değil, çünkü sesimiz artık kendi sesimiz değil.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
412
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
1987
ISBN
975-403-029-4
Baskı Sayısı
13. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Mütercimi
Fikret Üçcan
Orijinal Adı
Chaos
Kaos, adeta her yerde ortaya çıkmaktadır. Sigara dumanı birtakım düzensiz helezonlar şeklinde dönerek yükselir. Musluktan damlayan su önce düzenli aralıklarla düşerken sonra düzeni bozulur. Havanın davranışında, otoyolda birbiri peşi sıra giden arabaların davranışında, kaos ortaya çıkar. İçinde bulunulan ortam ne olursa olsun, davranış biçimi yeni keşfedilmiş bulunan bu yasalara uyar. Bu anlamda kimi fizikçilere göre kaos bir durumun bilimi değil bir sürecin bilimi, bir varoluşun bilimi değil, bir oluşumun bilimidir.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
198
Baskı Tarihi
2001
ISBN
9750701089
Basım Yeri
İstanbul
Mütercimi
İlknur Özdemir
Orijinal Adı
O Demonio e a Srta. Prym
Gözlerden uzak, kuytu bir dağ köyü ve bu köyün dış dünyadan soyutlanmış, kendi halinde, çoğunluğu yaşlı, zamanın dışında bir yaşam süren insanları. Köydeki tek genç kadın, küçük otelin barında çalışan güzel Chantal'dır. Gelip geçen avcılarla ya da turistlerle gönül eğlendiren genç kadının tek dileği bu sıkıcı yerden kurtulmaktır. Beklenmedik bir anda köye gelen ve gerçek kimliğini gizleyen bir yabancı, köy halkına, hepsinin yaşamını alt üst edecek, onları kışkırtacak, değer yargılarını tersine çevirtecek, hatta kökünden değiştirtecek bir öneride bulunur. Yabancı, köy halkına yedi gün süre tanımıştır. Bu süre içinde bu insanların her biri yaşam, ölüm, adalet ve dürüstlükle ilgili temel sorunlarla yüzleşecek, bir yol ayrımında durup kendi yaşam çizgilerini değiştirecek bir karar almak zorunda kalacaklardır. Yabancıya kucak açan köy halkı, onun tehlikeli oyununa alet olurken, Adem'le Havva'dan bu yana insanoğlunun ruhunu ele geçirme mücadelesi veren İyi ile Kötü'nün ikilemi, bu basit insanların örneğinde evrensel boyutlara açılıyor. İyi ile Kötü arasındaki savaşı ve insanın Tanrı ile karşılıklı ilişkisini konu alan Şeytan ve Genç Kadın, usta anlatıcı Paulo Coellho'nun yayınlandığından bu yana toplam bir buçuk milyon okurla buluşan son romanı.
Düşlerin önündeki engel...
İnsanın düşlerini gerçekleştirmesine engel olan iki şey olduğunu anlamıştı: Birincisi düşlerin zaten asla gerçekleşmeyeceği inancıydı, İkincisi de kader çizgisinin ansızın ersine dönmesiyle bu düşlerin ansızın, en beklenmedik anda gerçekleşebilir olması.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
592
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1951
ISBN
975-7663-95-6
Baskı Sayısı
6. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Aysel Yüksel
Neden Altını Çizdim?
Bu ne gerizekâlıca bir terbiye usûlüdür böyle!
Taassupla mücadele eden aydın şeyh!
Ken'an Rifâî için taassup, tedavisi gereken bir illet kabul edilmiş olduğundan, terbiyesine el koyduğu kimselerin bu cephelerini takipçi bir alâka ile törpülemek hususunda âzami dikkati gösterirdi. İşte onun için Aziz Efendi'nin de bu zayıf tarafını derhal ele almıştır. Meselâ beraber yola çıktıkları ikinci Medine seyahatinde, tren Şam'a geldiği zaman Ken'an Rifâî, bu başı sarıklı, sırtı cübbeli yol arkadaşına:
"Haydi Aziz Efendi belki yolda lâzım olur, meyhaneye git de bir şişe konyak al." der demez, Aziz Efendi sırtındaki o ilmiye kisvesiyle yola düşüp bir meyhane bularak mürşidinin arzusunu yerine getirmiş, şişeyi cebine veya cübbesinin altına saklamaya bile lüzum görmeden halkın gözü önünde Ken'an Rifâî'ye teslim edince o: "Bize lâzım olan konyak değil, senin meyhaneye gitmendir" diyerek şişeyi kaldırıp pencereden atmıştır.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Ben oğlumun kafasında, kalbinde ahenk, sükûn isterim.
Karanlıkta uzun uzun bir ses inledi. Sırtın üstündeki taş binadan geliyordu. Bütün pencerelerinde aydınlık var.
— Bu ne, Osman?
— Org, Robert Kolej'de çalıyorlar.
Rabia, ilk defa org sesi işitiyordu. Ve bu ses içini kavradı. Şimdiye kadar dinlediği, hatta en çok sevdiği Garp musikisinde bile ekseri o staccato, o birbirinden ayrılan sesleri azıcık yadırgardı. Halbuki bunda, bir perdenin ötekine geçişi hissedilmiyor. Birbirine örülmüş gibi bağlanan mütemadi sesler... Kendi Kuran okuyuşunu hatırlatıyor.
— Eğer oğlumuz olursa ben bu mektebe veririm.
— Allah esirgesin!
— Niçin Osman?
— Oğlunu Sinekli Bakkal olmayan her şeyden esirge, uzak tut, Rabia. Esasen damarlarında karışık kan olanların içlerindeki daimi didişme, çarpışma kendilerine yetişir!
— Fakat sen bizim tarihimizi okumadın mı, Osman? Hepimizin damarlarında o kadar başka başka kanlar var ki... Halbuki hiç birimizin içinde öyle bir didişme yok.
— Yalnız kan değil, iki gözümün nuru... Bir de hars, medeniyet başkalığı vardır. Belki o, kandan çok insanları birbirinden ayırır. İnsanların kafasında, kalbinde bir cehennem kargaşalığı yapar...
Sustu. Rabia onun içindeki kıyameti teskin etmek istiyormuş gibi omuzuna dokundu, okşadı.
— Ben oğlumun kafasında, kalbinde ahenk, sükûn isterim. Başka başka taraflara çeken tesirlerden onu muhafaza etmek isterim.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
379
Baskı Tarihi
Ekim 2011
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Mütercimi
Selahattin Ayaz
Cahiliyye döneminde şair ve şiir algısı
Şair kendi toplumunun kahin ve büyücüsünün geleneğini yürüten bir seçkini olarak her zaman özel bir konuma sahip olmuştur. Bu anlamda şair görünmez dünyadan haber getiren önemli ve esrarlı bir bilgi kaynağıdır da. Bu bakımdan peygambere ilk vahiy gelmeye başladığında araplar, hemencecik onu bir şair, söylediklerini de olağanüstü güzellikte bir şiir olarak kabul ettiler.
Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1979
ISBN
975-437-065-6
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Türkiye’deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. eri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. İnsana ve insanın gerçek hayatına kurulan tuzağın romanlaşmasıdır bu kitap.
Neden Altını Çizdim?
Bu roman mutlaka Kenan İmirzalıoğlu'nun "delikanlıyı" oynadığı bir filme çekilmeli!
At o sigarayı!
Bir sigara yakmak üzere olduğunu da, ancak, İhtiyar; "at o sigarayı" dedikten sonra fark etti.
İhtiyar'ın ona yasakladığı üç, beş şeyden birisi de bu idi ve bu yasağın sağlık mağlık düşüncesiyle, ilgisi, ilişkisi yoktu. Onun söyleyişi ile, sadece, "zaaf noktalannın dağlanması için"di. Yanında ve evinde, her zaman en pahalı -ve elbette kaçak- sigaralar bulunacak, en değerli çakmakları olacak, ama Delikanlı bunları kendisi için hiç bir zaman kullanamayacaktı!
İhtiyar, bu yasağı, onun deli danalar gibi dört dönerek bulduğu borç para ile alınmış Birinci paketinden ilk sigarayı yakarken koymuştu:
"Kaç kuruş o sigara? elli mi? yani kuruş .. ben sana, şimdi, elli bin liralık bir çek yazıyorum. At o sigarayı. Al bu çakmağı. Bak som altındır. Senin olacak. Al bu sigarayı da; İngiltere'de özelolarak yapılır. Bundan sana, hemen yarın kartonlarla göndereceğim. Ama, yer yerinden oynasa bir tekini bile içmeyeceksin. Bu çakmağı kendi sigaranı yakmak için hiç çakmayacaksın. Söz mü? Söz verir ve sözünü tutarsan bu elli bin lira kaç para eder? ben sana bir imparatorluk vereceğim: At o sigarayı." .
Ve Delikanlı, imparatorluk sözünün palavra olmadığını artık yavaş yavaş anlıyordu .. görüyordu.