edebiyat

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
285
Baskı Tarihi
1990
ISBN
978-975-437-0288-1
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Türk dili üzerindeki tartışmalar devam etmektedir. Bir Türkçülük hareketi olarak başlatılan özleştirme akımı tam bir millî kültür yabancılaşması haline dönüştürülmüştür. Kelimeler -ve tabii onlarla birlikte millî kültür muhtevaları-atılıyor, uydurma kelimelerle gayri millî bir kültür kurulmaya çalışılıyor. Böylece nesiller birbirine ve yeni nesiller millî kültüre yabancılaş¬maya devam ediyor.

Terbiye Hasadı

Eskiden, orta ve yüksek tahsil gençliği arasında "yahu..." demek, yerine göre ayıptı; bugün aynı tahsil gençliği arasında "ulan..." demek, yerine göre bir samimiyettir. Fakat ben ne stadyom, ne de mekteb gençliğini ayıplayacağım. Mekteb veya halk çocuğu. Üstüne muhitinin kondurduğu her tesirin şeklini alan gevrek, mukavemetsiz, kıkırdak halinde bir şahsiyet, yahud şahsiyetsizlik çağı içindedir. Ona bu tesirler nereden geliyor? İtiraf edelim ki bizden.

Bizden geliyor. Çok ters anladığımız demokrasi ve halkçılık, fikirlerimizden, edebiyatımızdan geliyor. Yuhayı ulanı mısraları içinde alan şairleri alkışlayan biziz; bunları mekteb kitaplarına sokan biziz.

Bin defa yazıp söyledik ki halk dili başka, argo başkadır. Gene de bazı muharrirlerimizi "laf anlayan beri gelsin be yahu..!" tarzında cümleler yapmaktan vazgeçiremedik. Türk nesrinin bizim nesilden evvelki büyük ustalarından olduğu için Fatay da bu todi cümlesi karşısında kimbilir ne ürpermeler geçirmiştir.

İyilerini ve hakikilerini kaydetmiyorum, fakat halk dili, halk şiiri, halk türküsü diye gazetelerden edebiyata ve mekteb kitablarına soktuğumuz laübali ve sırnaşık edanın aksi sadalarını bir maçta veya bir mekteb paydosunda duyursak şaşırmayalım. Ektiğimizi biçiyoruz. Bu bir terbiye hasadıdır.


Sayfa Sayısı
190
Yazılış Tarihi
1930
ISBN
978-975-10-3118-1
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılap Kitabevi
Editörü
Aslıhan Karay Özdaş
Bence, Refik Halit’in affı kararı üzerinde bu içli yazılarının tesiri büyük olmuştur. Atatürk’ün bunları okuyup duygulandığını yakından biliyorum. Fakat, birkaç zamandır gönlünde beslemekte olduğu bu af arzusunun nihayet kanuni bir şekilde uygulanmasına yol açan yazı –buna bir eser de diyebiliriz- öyle sanıyorum ki, Refik Halit’in Deli adlı küçük bir komedya kitabıdır.Atatürk, hiçbirimizin görmediği bilmediği bu eserciği nereden bulmuştu ve ona kim göndermişti hatırlayamıyorum.

Edebiyatçının müthiş çilesi!

Bu komiserin tuhafıma giden bir işini öğrenmiştim: Çorum'da mektup sansörüydü, İstanbul'da, evime ve aileye yazdığım mektupları da sansörden geçiren oydu. Aylarca süren bu vazifesinin sonunda, giderken cebinden bir defter çıkardı: "Bakınız, dinleyiniz, beğenecek misiniz?" Yüreğim küt diye attı; ruhuma bir kasvettir çöktü. Edebiyat âleminde şöhret yapmamış edebiyat meraklılarıyla amatör muharrirlerin yazılarını dinlemek beni son nefesinde bir adamın vasiyetini dinlemek kadar sıkar, yeise düşürür. Fakat ne çare, gözlerimi açıp dudaklarımı yayarak yüzüme bir yapmacık alaka maskesi taktım; pek merak etmişim gibi de şöyle iskemlemde kurulu yay gibi, göğüs ileride, gerildim. İçimden ise bezgin, kof, tembel, dermansızdım. Yüreğimin ılık ılık, gıcıklana gıcıklana boşaldığını duyuyordum. Bilir, tanır gibi olduğum birtakım cümleler, birbirlerini tutmaz parçalar okuyordu. Doğrusu pek de yabana atılacak yazılar değil, amma ne baş var ne ayak... Neden sonra "A!" diye haykırdım: "Bunlar benim mektuplarımdan alınmış!" "Evet," diye cevap verdi. "Sansör iken beğendiğim yerleri defterime kaydederdim."

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

İşkembe-İ Kübra Edebiyati

Türk edebiyatının yalnız bir gönül edebiyatı halinde kalması ve gönül işlerinden ayrı bir mesele kabul etmemesi, marifet vasıtasında bütün zekâ değil, yalnız gönül, yâni bir nevi aşk muhayyilesi oluşundandır. Üstüne zihnin pek az emeği geçen, bu gönülden dolma edebiyat, galip tarafiyle, hep gönül mevzuu içinde kalarak, dünya tefekkürünü ayaklandıran diğer birçok meseleleri düşünmeye hiç yanaşmadı, kültürsüzlüğü de bundandır. Kızıl bir edebiyat düşmanı olduğunu gizlemeyen her fizik ve riyaziye mualliminin öfkesi, işkembe-i kübrâ ilmi dedikleri bu gönül edebiyatına, edebiyatın bu emeksiz tembel harcı, kolay tarafına karşıdır. Sadelik cereyaniyle büsbütün kolaylaşan bu edebiyat, son yıllarda orta mektep çocuklarına kadar her gencin kumbarasını boşaltarak üç dört formalık birer şiir kitabı neşretmesindeki cesareti gün geçtikçe daha çok besliyor. Edebiyatın bir hayâl oyununa inhisar etmesindeki basitlikten doğan bu teşrik, o çocukcağızları okumaktan ziyade yazmaya, tam bir zihin cehdi yerine fantaziye doğru sürükledikçe edebî felâketimiz devam edecektir. Kültür Haftası, 18 Mart 1936

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

İnsan Ruhunun Mevzuu

Mevzuu insan zekâsının mevzularından başka bir şey olmayan edebiyat, felsefeden ve ilimden, yalnız düşünme, yaratma ve ifade tarzıyla ayrılır; onun varlık, hayat ve insan karşısındaki endişeli duruşu ötekilerinkinden farksızdır. Şair de filozof gibi, insanı, içinde gökyüzünün karanlık ve parıltılı meçhul ve garip cevherlerle dolu uçurumlarına yahut da bir yaseminin nabzında çalışan zamanın ve tabiatın gizli işine bağlayan gizli sır önünde yalnız tarzları ve usûlleri ayrılan bir dikkatle dururlar. Romancı ile âlimin tabiat ve cemiyet karşısındaki meslek ayrılıkları da yalnız bu müşahede ve ifade tarzındaki farktan doğar. Endişelerinin ve tecessüslerinin mevzuu birdir. Çünkü insan ruhunun mevzuudur. Tan

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Edebiyatta Mantık

Geceyle aramızda mavi bir şey sallanır Ki ölüm kadar uzak, ki ölüm kadar güzel mısraları karşısında bir mantıkçı sorabilir: - Nedir o sallanan şey? Neden mavi? Neden ölüme benziyor? Neden güzel? Ölüm sallanır mı? Ölüm mavi midir, güzel midir? Duman var hemşerim ormanda Duman ağaçların rüyası! mısraları önünde de mantıkçıyı susturmak mümkün* değildir. Yahut da, şiirin kesafetini ve bu kesafetten doğan seyyalesini feda ederek ona uzun uzun ve kaba kaba anlatmak lâzımdır: Bâzı dalgın ve hüzünlü anlarımızda gecenin şeffaf ve lâcivert karanlığı ile aramızda mavi bir şey sallanır gibi olur. Hakikatte sallanmaz; bu, gece ile ruhumuz arasındaki münasebeti cisimsiz bir renk gibi az çok müşahhas bir hale koymak isteyen bir hayaldir. O kederli ve yorgun ağızda bize güzel görünen ölüm de, bazan hayatın gecesiyle bizim aramızda adetâ gözle görünen mavi bir şey gibi dalgalanır. Öteki mısralara gelince şüphesiz, mahlûkat arasında hayvanlardan başka uykuya dalan yoktur. Ağaçlar rüya görmez. Fakat burada şâir, dumanı ağaçların rüyası gibi tasavvur ederken hem ormanı daha canlı bir hale getiriyor, hem de ilh... Şiir bakımından böyle bir izah o mısralardan daha mânâsız olduğu halde mantıkçıyı tatmin edebilir, fakat şâiri güldürür. "Mantıksız-mânâlı" ve "mantıksız-mânâsız" arasındaki farkın anlaşılmamasını istismar eden şarlatanların san'atkârlar arasına karışması yeni san'atların anarşisini doğurmuştur. Tasvir-i Efkâr, 18 Nisan 1941

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Boyalı Cümle

Yalnız, gece yanlarından sonra, köşe başlarında bekleyerek en yabancı adama en mahrem bakışlarla gözlerini süzen kadının renksiz ve kabuklu dudağı; yalnız bir macuncunun, bir virane çocuğuna sürdüğü kırmızı ibikli şeker; yalnız bardağı kırk paraya satılsa bile kâr getiren ve rengi taklit ettiği meyvadan daha kırmızı sakarinli şerbet boyalı değildir. Aslî maddelerinin sefaletini katmer katmer boya tabakaları altında gizlemeye yeltenen elvan yazılar da vardır.Bunların içinde bilgi ve zekâ malzemesi kıt olduğu nisbette, edebî hayallerin en aşağı cinsleri, hiç bir sağlam ve şahsî fikirde müeyyidesini bulmamış sıra sıra teşbihler ve semboller, cılk ve abraş renklerle ifadenin sathını kaplarlar.Aptalların hayranlığını avlayan ve eskilerin "Teşâur" diye ayıpladıkları boyalı cümlenin müşterisi azaldıkça telâşı artan yazıcının, seksen milyonuncu tab'ı yapılmış fikirlerden ibaret sermayesi de tükendiği için, miskin imanlara veya açıktan küfürlere kadar gitmesi kaleminin son deprenişidir.Ayda Bir, 1 Eylül 1935

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

Edebiyatta Mantık

Anlaşılmayan bir eser ya hezeyandır, paletin üstündeki boyalar gibi mânâsız bir renk yığını, kurutma kâğıdının üstüne çıkmış sözlerin tesadüfle yan yana gelmesi gibi mânâsız bir kelime yığını, piyanonun tuşları üstüne sürtünen bir dirseğin rastgele çıkardığı notalar gibi mânâsız bir ses yığınıdır; yahud ince dokumasını her gözün seçemediği sıkı ve girift bir mânâ örgüsüdür. Bu karanlığın içinde münekkid bir kibrit çaktığı zaman, ya eserin içini tamtakır bulur yahud gölgeye sinmiş, sıcak, derin ve ihtişamlı mânâlar keşfeder. Halk bunun ikisini birbirinden ayıramadığı için ikisini de reddeder; züppe de bunun ikisini birbirinden ayıramaz, fakat ikisini de kabul eder. Halkın yeni bir eseri reddetmesi için onu anlamaması, züppenin anlaşılmayan bir eseri beğenmesi için onu yeni bulması kâfidir. Anlaşılmayan bir eserde kabahatin yazana mı, okuyana mı, ait olduğunu tayin etmek birçok münakaşalara yol açacak derecede zor olduğu için, bundan şarlatanlar istifade etmek isterler. İki harp arası devri, bütün dünyada, hakikî san'atkârla kalpazan arasındaki farkın önünde şaşıran tenkidin halka tesir etmeyen akim müdahaleleri içinde geçti. "Mânâ" ve "mantık" birbirine karıştırılıyordu. Halbuki mantıkla münasebeti olmayan bir şeyin mânâsız ve mutlaka mantığa muhalif olması lâzım gelmez. Meselâ güftesi olmayan bir bestenin mantıkla münasebeti yoktur, çünkü bu musiki cümlesi mantıkî kaziyelerden teşekkül etmemiştir; fakat bunun mantığa zıt olduğunu, hezeyan olduğunu söyleyemeyiz; çünkü bu ses cümlesinin mantığı yoksa da mânâsı vardır. Yahud "pireyi deve yapmak, habbeyi kubbe yapmak" gibi tâbirler mantıksız oldukları halde, mübalâğa ifade ettikleri için manâlıdırlar. "İğne ile kuyu kazdım" diyen adamın da çıldırdığına hükmedemeyiz. Tasvir-i Efkâr, 18 Nisan 1941

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi? Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur. "Mutlak bir hayranlık daima sathidir.

İşkembe-İ Kübra Edebiyati

Talebelerine hitap ederek: "Bu edebiyat değil, fiziktir; işkembe-i kübrâ ilmî değildir, çalışmadan olmaz" diye bağıran bir fen hocasından bahsettiler. Bu adamın kaba anlayışı, yalnız bizim edebiyatımıza münhasır olmak şartiyle, göründüğü kadar haksız olmaktan uzaktır. Türk Edebiyatı hemen bütün tarihinde halk'ın işkembe-i kübrâ diye tercüme ettiği muhayyele mahsulü bir edebiyat halinde kaldı. Objeler arasındaki alâkaları sadece benzeyiş münasebetlerine irca eden ve iptidaî heyecan dürtüklemelerini, konkre hayallerle sembolleştiren teşbih ve istiare san'atı büyük bir cehde muhtaç olmadı; Nedim, kirpikler arasındaki kavgada bakışın sulh için araya girdiğini bir beyit hâlinde söylerken ancak bir benzeyiş münasebeti üstünde kalmış, büyük bir zihnî cehdin varabileceği mânâ âlemine çıkamamıştı. Bizde bütün divan, eşya arasında istiârî nisbetler arayan bir hayâl edebiyatıdır ve fizik muallimine bir işkembe-i kübrâ ilmi gibi görünmesindeki hakikat de budur. Kültür Haftası, 18 Mart 1936

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
400
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Mütefekkir romancı bu eserde insan ruhunun derinliklerine büyük zekasının ışığını tutmaktadır. romanda asil bir ruhun insanın anlaşılmazlığı karşısındaki bunalımları, ikiyüzlülüğe ve bayağılıklara karşı isyanı verilmektedir. Harb yıllarının ahlâkı ve içtimâi hayanı verilmektedir. Harb yıllarının ahlâkı ve içtimâî hayatı perişan eden havası iinde dürüstlüğün ve ülkücülüğün savunması yapılmakta, kozmopolitliğe karşı milliyetçilik, materyalizme karşı maneviyatçılık bayraklaştırılmaktadır.

Edebiyat, Bıkkınlık

Fakat hayvanat muallimi altmışını geçkin,maariften yeni tekaüd edilmiş,tepeden tırnağa kadar her parçası, başı, yüzünün çizgileri, bıyıkları, omuzları,elleri tam bir teslimiyet gevşekliğiyle aşağıya doğru sarkmış,bedbin gözleri daima yere bakan Hüsnü Bey isminde bir adam,bir koltuğa oturarak,dirseklerini dizlerine koyduktan sonra başını avuçları içine alırken,yere hitap ediyormuş gibi mırıldandı: - Edebiyat bunlar,edebiyat…