Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Teknolojinin İnsanı Vasıfsızlaştırması
Kayda değer ölçüde vasıflılık derecelerini ve karar alma düzeylerini içeren büro işleri bir zamanlar büyük ölçüde erkeklerin yaptığı işlerdi. Hem bir "zanaat" öğesi hem de yarı idari bir öğe içeriyordu. Büro makinelerinin hesap makineleri ve Hollerith delgili kart işlemcisi biçimi altında kaydettikleri ilerleme, büro işlerinde çalışan işgücünün "kadınlaşmasında simgelenen vasıfsızlaşma sürecini başlattı (kadınlar İngiltere’de 1911 yılında kâtiplerin yüzde 21’ini, 1966 yılındaysa yüzde 70’ini oluşturuyordu). Bir zamanlar zanaat sahibi olan büro işçisi gitgide basit bir makine kullanıcısı ve fiş doldurucusu haline geldi.
Bilgisayarın ve öbür elektronik veri işleme biçimlerinin bürolarda yaygın olarak uygulanması bu süreci devam ettirdi. Büro işçileri, kendilerinin sıkça söyledikleri gibi, "bilgisayarın köleleri", yaptıkları işin bütünsel amacı konusunda hemen hiçbir kavrayışa ya da işin hızını denetleme gücüne asla sahip olmayan tam birer makine besleyicisi haline geldiler. Bilgisayara girilecek verinin hazırlanması ya da bunların disk ya da banda zımbalanmasından ibaret rutin görevlerin yerine getirilmesi pek az bilgi ya da eğitim gerektiyordu. Zeki olan makinedir, işçi değil. Bu durumda büyük ölçüde vasıfsız, çoğunluğu kadın olan büro işgücü kitlesi ile çoğunluğu erkek olan küçük bir vasıflı idareciler ve bilgisayar profesyonelleri arasında büyük bir uçurum oluşur.
Bundan dolayı, büro işçiliğinin vasıfsızlaşması hem parçalanma, basitleşme ve standartlaşma sürecini hem de büro işçisinin yönetim ve rutin işçiler kitlesi arasında oynadığı aracı rolünde bir "azalmayı" içerir… Büro teknolojisi olarak bilgisayarın özel karakteristikleri, bir zamanlar kâtibin alanı ve mülkiyeti olan enformasyon depolama ve işlemden geçirme ve bir zamanlar işçi bireyin tecrübesine ve kazandığı bilgiye bağımlı olan içsel denetimleri bu işlemlere dayatma kapasitesinden kaynaklanır. Bundan böyle iş sürecine ilişkin "bütünsel bir görüş" sahibi olamayacağı gibi, büro işçisinin tecrübeye ve yönetim ya da işveren katından dolaysızca havale edilen karar alma yetkisine dayak olarak sorumluluk üstlenmesi ve karar alması da söz konusu değildir… Sermaye işlevleri yüksek denetimsel ya da idari tabakaya ya da bilgisayarın kullanımını planlayan, denetleyen ve eşgüdümleyenlerin yaptıkları işlere dağıtılır
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Değerin kaynağı artık emek değil, bilgidir
"Biz şimdi, geçmişte otomobilleri kitlesel olarak ürettiğimiz gibi enformasyonu da kitlesel olarak üretiyoruz…. bu, bilgi ekonominin itici gücüdür" (Naisbitt, 1984: 7). Enformasyon toplumu, yandaşlarına bakılırsa, toplumun en temel düzeyinde değişime neden olur. Yeni bir üretim tarzını başlatır. Tam da zenginlik yaratımının kaynağını ve üretimdeki egemen etkenleri değiştirir. Sanayi toplumunun merkezi değişkenleri olan emek ve sermayenin yerini, temel değişkenler olarak enformasyon ve bilgi alır. Locke ve Smith’den Ricardo ve Marx’a dek birbirinin peşi sıra gelen düşünürler tarafından formülleştirilen klasik emek değer kuramı, yerini bir "bilgi değer kuramı"na bırakmalıdır. Şimdi, "değerin kaynağı emek değil, bilgidir" (Bell, 1980a: 506). Hazel Henderson, "mikro işlemcinin, sonunda emek-değer kuramını iptal ettiğini söyler (Henderson, 1978:
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Enformasyon Toplumunun Temeli Bilgisayarlardır
Enformasyonun yalnızca bir kavram olarak değil, bir ideoloji olarak doğuşu, bilgisayarın gelişimiyle kopmaz bir biçimde bağlantıdır. Bu gelişim, savaş yıllarının ve savaş sonrasının hemen peşinden gelen dönemin bir başarısıydı.
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Enformasyon, hayatta kalmamızın bir gerekliliğidir
Bir kavram olarak enformasyon, zafer bulutlarını peşinden sürükleyerek dünyaya gelir. Enformasyon kavramının en bilinen popülerleştiricisi Norbert Wiener’in söylediği gibi, enformasyon, evrenin fiilen duraklamasına neden olacak entropik dürtüye karşı hayatın gerçekleştirdiği karşı saldırıların esas parçasından başka bir şey değildir. "Denetleme ve iletişim kurma esnasında" -enformasyonun çekirdeği- "bizler daima doğanın örgütlü olanı bozma ve anlamlı olanı yıkıma uğratma eğilimine karşı, entropinin artma eğilimine karşı savaşmaktayız". Enformasyon, hayatta kalmamızın bir gerekliliğidir.
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Enformasyon Toplumu
Daha önceki sanayi sonrası toplum kuramıyla yenileri arasındaki en büyük süreklilik, günümüz toplumunu "enformasyon toplumu" olarak nitelendiren görüşte ortaya çıkmaktadır. Daniel Bell, bu noktada yine, bu görüşün en sivri yandaşıdır. Bell’in sanayi sonrası toplum fikri, gelecekteki toplumun en önemli görünümü -değerin kaynağı, büyümenin kaynağı- olarak "kuramsal bilgi"yi öne çıkarır. Bell, daha sonraki yazılarında "kuramsal bilgi"yi daha kesin bir şekilde yeni enformasyon teknolojisinin gelişimiyle ve bu teknolojinin toplumun her sektörüne uygulanma potansiyeliyle özdeşleştirmeye başladı. Şimdi yeni toplum, enformasyonu edinme, ,işlemden geçirme ve dağıtma konusundaki yeni metotlarıyla tanımlanmakta ve adlandırılmaktadır. Bell şimdi, bunun modern toplumun devrimci bir dönüşümüne varacağından, daha önceki çözümlemelerinde olduğu denli emindir.
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Marx, Weber ve Durkheim Artık Bugünü Açıklayamaz
Malcolm Bradbury, 1970’li yılları "asla yaşanmamış on yıl" olarak adlandırmıştı. Ama 1980’li yıllar 1970’li yıllardan doğdu (tıpkı 1960’lı yılların 1950’li yıllardan doğmuş olması gibi). Şimdi artık bu on yıl boyunca sanayi sonrası toplum kuramının çeşitli yeni biçimlerinin üretilmekte olduğunu görebiliyoruz. Söz konusu kuramın bu biçimleri, bütün olarak alındığında, 1960’lı yıllarda üretilen çeşitlerin iyimserliğinden yoksundur. Bu yeni biçimler, Alvin Toffler’ın büyük bir hevesle öngördüğü "süper-sanayi" toplumu beklentisi içinde değil. Sağ-kanat düşüncenin olduğu kadar sol-kanat düşüncenin de ürünü olarak sanayi sonrası toplum kuramının bu biçimleri, önümüzde bizi bekleyen büyük gerilimler ve çatışmalar öngörmektedir. Ama bunlar sanayi toplumlarının bir sınır çizgisini geçtiği konusunda, en az daha önceki sanayi sonrası toplum kuramcıları denli ısrarlıdır. Buna göre, klasik sanayicilik, yani Marx, Weber ve Durkheim tarafından çözümlenen yani batılıların büyük çoğunluğunun geçtiğimiz yüz yıl boyunca içinde, yaşadıkları türden toplum, bundan böyle yoktur.
Büyük ve Küçük Kültürel Gelenek
"Büyük” ve "küçük” kültürel gelenek bizim kabaca "halk" - "divan" edebiyatı ikiliği olarak bildiğimiz olayın daha genel ve bilimsel bir ifadesidir. Bu konuda, 1940’lardâ, kültür üzerinde çalışan bir antropolog, Robert Redfield, yeni sayılamayacak fakat şimdiye dek bu kadar açıkça ortaya konmamış bir görüş ileri sürdü. Bu görüşe göre kültür iki ana kola ayrılabilirdi: biri kırsal bir hayat yaşayan ve tarımla geçinen insanların kültürü, diğeri de şehirde yaşayan özellikle yönetici sınıfın insanlarının kültürü. Redfield bunlardan birine "küçük gelenek", diğerine "büyük gelenek" adını verdi. Redfîeld’in görüşü Meksika’da ve Guatemala’da yaptığı araştırmalara dayanıyordu. Redfıeld’in Meksika’da gezdiği köylerde bir yanda eski Maya kültürünü bir yandan da Mayaları ortadan kaldırıp, onların yerini alan istilâcı İspanyol kültürünü farklı oranlarda fakat daima birlikte, birbirine girmiş bir kaneva halinde bulmuştu
Sosyal Bilimlerde Kültür
Toplumların eğitim, teknoloji, siyaset, hukuk, iktisat, sanat veya dine ilişkin sorunlarını çözdükleri kendilerine özgü yola, o toplumun kültürü denir.
Türkiye'de kültür deyimi genellikle yaşamın eğitim ve sanat yönleri için kullanılır. ”Kültür'ün sosyal bilimlerdeki kullanılışı bu değildir. Sosyal bilimlerde, kültür sosyal yaşamın öğrenmeye dayanan bütün yönleri ile ilgilidir. Burada en az iki vurgu vardır. Bazı sosyal bilimciler, kültürden söz ettikleri zaman, sosyal mevkiler diye adlandırabileceğimiz birimlerin aralarındaki ilişkilere gözlerini çevirirler: kimin kimin üzerinde otoritesi var, ailede kimin neyi yapması gerekiyor, kim ne tip iş yapıyor, kim en iyi ödülleri alıyor. Bu sosyal bilimciler için kültür, sosyal yapı anlamına gelir. Başka sosyal bilimciler için kültür sosyal yapıyı sürdüren süreçtir. Onlara göre, kültür, iletişimler aracıyla sürdürüldüğü için bu iletişimler ve semboller sisteminin tümü için kullanılmalıdır.
Ahmet Davutoğlu 1998'de yazdığı makalede medeniyet konusunu Edmund Husserl'in Selbstverständnis (ben-idraki) ile Lebenswelt (hayat dünyası; ortak tecrübe alanı) kavramlarıyla açıklıyor. Bu tespit çok önemli. "Ben idraki ile hayat dünyası arasında etkin ve doğrudan ilişki kurabilen medeniyetler canlanma yaşarken, bu ilişkinin koptuğu ya da zayıfladığı medeniyetlerde bunalımlar ve düşüşler görülmektedir" diyor.
Büyük Dörtlü Kurgu mu?
Başrolünü David Suchet'in oynadığı film uyarlaması Agatha Christie'nin 1927'de yayınladığı "Büyük Dörtlü" (Big Four) romana sadık kalmamıştır. Roman küresel entrikalara dikkat çekerken uyarlama dünyayı yöneten gizli organizasyonu sonunda bir aşk hikâyesine bağlayarak hafifletir. Filmin sonunda şu söz duyulmaktadır: “Büyük Dörtlü'nün kurgu olduğu ispatlandı”. Uyarlamayı yapan romandan yola çıkarak tamamen farklı bir yere ulaşmış, farklı şeyler söylemiştir. Ama orijinal mesajın parçaları alıcıya ulaşır ve alıcı Büyük Dörtlü'nün kurgu olmayabileceğini anlar. Uyarlamalar sıkıntı doğurur ve başkaca şeyler söyler. Anlamlar kaynağa ulaşamayanlar tarafından ıskalanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Satranç hayatın bir uyarlamasıdır. Satrançta piyon 8. kareye ulaştığında şah dışında bütün taşlara, öncelikle de vezire dönüşür. Ama hayatta 8. kareye ulaşıp piyona dönüşenler de vardır. Kitleler karmaşadan hoşlanmaz; tarih ve siyaset onlara karmaşık gelir. Kitle hayran olmaktan; taraftar olmaktan hoşlanır. Çünkü liderleri onların yerine düşünmektedir.
Sosyolojide Temel Fikirler, ondokuzuncu ve yirminci yüzyılların büyük sosyolojik düşüncelerine bir giriş çalışması olarak hazırlanmıştır. Hedef kitlesi sosyoloji ve ilişkili sosyal bilim derslerine devam eden Lisans ve Hazırlık Sınıfı öğrencileridir. Kitabın ilgi odağı, sosyoloji ve toplumsal düşüncenin -içinde yaşadığımız dünyayı anlama, yorumlama ve bazı örneklerde değiştirme aracı olarak- gelişiminde etkili olan temel fikirlerdir. Kitap üç ana kesim veya döneme bölünmüştür:
1. Klâsik Dönem: Kurucu Babalar ve Çağdaşları,
2. Modern Dönem,
Siyasi ve Bürokrat
Weber, bürokrasinin teknik üstünlüklerini överken memur sınıfının gücünün farkındadır, bu kurumsallaşmış gücün sadece çalışanlarını köleleştirmekle kalmayıp, bizzat demokrasi için de bir tehlike oluşturduğunun çok iyi farkındadır. O bireysel inisiyatif ve yaratıcılığı baskı altına alan, bir çelik kurallar ve düzenlemeler kafesine tıkılmış, yukarıdan gelen emirlere mecburen uyan 'ruhsuz uzmanlar' yaratan hiyerarşik kontrol tehlikesini önceden görmüştür. Aynı şekilde, Weber, modern demokrasilerin verimli bir biçimde işleyecek bürokrasilere ihtiyaç duyarken, içkin bir tehlikenin, kamu görevlisinin seçilmiş efendisinin gücüne ulaşması tehlikesinin varlığını kabul etmiştir:
Siyasal efendi her zaman kendini eğitimli bir memur karşısında, uzman karşısında amatör bir konumda bulur. Kendi uzmanlık bilgileri, sırları ve geleneksel anonimlikleri ile, kamu görevlileri sorumsuz bir güce sahiplerdir. Onlar her zaman bürodadırlar; politikacılar ise sadece gelir ve giderler. Weber bu ikilemi çözecek anahtarın kamu görevlisinin Parlamento tarafından kontrolü ve düzenli hesap vermesi olduğunu düşünüyordu. Başka yazarlar, özellikle oligarşinin tunç yasası tezinin sahibi Robert Michels bu konuda fazla iyimser değildi.
Modern yönetim üzerine birçok farklı araştırma memurların sahip oldukları gücü ortaya çıkarttı: örneğin çoğunda Ingiliz Kamu Hizmetinin bir 'yönetici sınıf biçimi olduğu öne sürülmüştür (Brian Sedgemore, Tony Benn, Crowther-Hunt Raporu 1980). Memurların Bakanları kontrol etmekte kullandıkları farklı teknikler Crossman Günlüklerinde (1977) ve 'Emret Bakanım' ve 'Emret Başbakanım' televizyon dizilerinde hoş ayrıntılarıyla verilmektedir.