Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
523
Baskı Tarihi
2000
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
975-470-514-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Mütercimi
Yasemin Saner Gönen
Orijinal Adı
Turkey, A Modern History

1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)

Neden Altını Çizdim?
Osmanlı'nın merkezdeki memur sayısının 1000-1500 olduğunu öğrenmek ilginç.

Osmanlının yönetim mekanizması çok küçüktü

Osmanlının yönetim mekanizması çok küçüktü. Bu, kesinlikle doğruydu: İstanbul’daki merkezî yönetim örgütlenmesi (Babıâli) 1000 ila 1500 arasında memur istihdam etmekteydi.  Devlet örgütünün küçüklüğü, göreceli olarak da doğruydu: Bu dönemde ulusal hasılanın, merkezî yönetime vergi şeklinde giden kısmı tam, hatta yaklaşık olarak bile bilinmiyor, ama büyük bir olasılıkla %3’ü aşmıyordu.  Bu, halkın, özellikle kırsal nüfusun üzerine binen vergi yükünün hafif olduğu anlamına gelmemektedir; durum tamamen aksiydi. Öte yandan, bu, devletin yıllık gelirinin merkez hazineye ulaşmıyor olması anlamına geliyordu, çünkü devletin yıllık gelirinin olağanüstü bir miktarını aracılar aşırıyordu. Bazı tahmini hesaplamalara göre, yılda vergi olarak toplanan 20 milyon pound sterlinden devlete ulaşan sadece 2,25 ila 4 milyondu. Bu doğruysa, Osmanlı hazinesi, Fransız hazinesinin onda biri ila altıda biri kadarını kazanıyor demekti. Bunun kısmen açıklaması, imparatorluğun bu sırada büyük ölçüde adem-i merkeziyetçi bir yapıya sahip olması ve eyalet hazinelerinin, vergi gelirinin büyük bir kısmını eyalet yönetiminin masraflarını karşılamada kullanılmasıydı.

Devlet tarafından icra edilen ve ondan beklenen görevler, modern ölçütlere göre, en düşük seviyedeydi. Devlet, ülkenin, (ceza hukuku dâhil) kamu düzeninin korunması ile meşgul olur, pazarları, ağırlık ve ölçüleri denetler; madeni para basar; büyük kentlerin, özellikle de İstanbul’un gıdasını tedarik eder, büyük bayındırlık işlerini yapar ve bunları muhafaza ederdi. Bu görevleri icra edebilmek için, olabildiğince vergilerin tahsil edilmesini zorlardı. Bugün bir devletin normal görevlerinden sayılan eğitim, sağlık, sosyal yardım ve barındırma türünden şeyler, Osmanlı İmparatorluk yönetimini çok az ilgilendiriyordu.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
523
Baskı Tarihi
2000
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
975-470-514-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Mütercimi
Yasemin Saner Gönen
Orijinal Adı
Turkey, A Modern History

1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)

Osmanlı ve Adab

Seçkinler sadece iktidar sahibi olmakla kalmayıp, (ulemanın bekçisi olduğu ve medreseler sistemi kanalıyla yeniden üretilen) yazılı İslâm kaynaklarına ve (asker/bürokrat seçkinler sınıfının niteliği olan ve gayrıresmî öğrenim ve eğitim yoluyla yeniden üretilen) adab adındaki, daha laik bir töreler ve beğeniler bütününe dayanan klâsik bir uygarlığın, bir “büyük geleneğin” bekçiliğini de yapıyordu. Bir Osmanlıyı Osmanlı yapan değerler ve kanılar bütünü olan bu uygarlık, çok farklı unsurlardan meydana gelmiş bir İmparatorlukta esaslı bir bütünleştirici güç oluşturmuştu. Bu uygarlıkla, ufku yakınındaki köylerle ya da diyelim ki pazarın kurulduğu kasaba ile sınırlanmış ve neredeyse tek bir kişinin bile okur-yazar olmadığı kırsal nüfusun bakış tarzı arasında son derece geniş bir uçurum vardı. Seçkinler uygarlığı ile halk kültürü arasındaki tek bağ, İmparatorluğun her tarafında sıkı bir tekkeler ağı kurmuş olan Mevlevi, Nakşibendi, Rifâi ve aykırı Bektaşi tarikatleri gibi tarikatler tarafından oluşturulmuştu. Bu tarikatlere üyeliğin farklı toplum katmanı gibi sınırlamaları bulunmuyordu ve önde gelen şeyhlerin nüfuzları en yüksek çevrelerde bile güçlüydü.


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)

Sivri Sakallı İblis

Biz hanım kızımızla tatlı tatlı konuşuruz. Kendisi benim ne şeyh, ne şah, hiçbir mertebe ve unvana sahip olmadığımı elbette biliyor. Burası ne tekkedir, ne de çilehane... dervişim de yoktur, müridem de... keramet de beklememeli kutupluk da, ne okur üflerim, ne de tespihten geçirir, tütsü yapar, muska yazarım. Ne şarap sunar, ne zemzem içiririm! Ancak eşyanın hakikatlerini, hassalarını, hükümlerini ve eserlerini öğrenip ona göre hareket edebilmiş bir insanım, kamil olmaya çalışıyorum. Neşide Hanım'a bir yardımım dokunabilirse Allah'ı hoşnut edeceğime kani olduğum için bunu kendisinden esirgemem."
Misafirlerin ikisi de sözlerini teyit eden minnettar bakışların da ilavesiyle ev sahibine teşekkürlerini bildirdiler.
Ayetullah Bey odadan çıktı. İçinden:
"Bakalım," diyordu, "hakiki kemalat sahibi bir zatla bir düzenbaz arasındaki şu mübarezede hangi taraf galip çıkacak? Neşide ne kadar sağlam seciyeli olsa yine de kadındır. Dilerim, sivri sakallı iblisin telkin ve tesirinden kurtulabilsin!"
 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Kültlerin mensuplarının nasıl en aşağılık hareketlere bile yücelikler atfedebildiklerini gösteren bir örnek...

Komünikatif bir ruhunuz olduğu şüphe götürmez

Melal bu sırada diyordu ki:

"Kanatimce Aşık'ın aklı fikri hep Neşide'de. Odasına kapanıp cehren değilse de hafiyen boyuna 'Neşide! Neşide! ' diye zikrettiğine işitmiş gibi yemin edebilirim. Ben bunu Memhure kafasıyla adi manaya yormuyorum. Şüphesiz ki aradığı cisim ve suretten ibaret bir varlık olamaz. Eğer öyle olsaydı Nevsal ile avunurdu. Daha körpe daha şuh, daha da zeki bir kız... "
"Bir bakıma daha da güzel. Galiba Ada'da azıcık denedi, yola da getirdi, zaten hazırdı; fakat aradığını bu kızcağızda bulamadı. "
"Zira aradığı bizim göremediğimiz bir şeydir, ilahi sırrın tecelligahıdır. En parlak aksini, mehtabını Neşide'nin suret ve siyretinde buldu. Onu kaybettiğine yanıyor."
"Sizden saklayacak değilim: fi tarihinde benim için de böyle yapmıştı."
"'Komünikatif bir ruhunuz olduğu şüphe götürmez, hanımefendi."
 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
ISBN
9755393226
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Ayrıntı Yayınları
İstenmeyen yağlar. Pahalı, butik sabunlar. Maaş çekleri, güzel bir ev, zarif mobilyalar. Yalnızlık ve yabancılaşma. Tüketimin susmayan arsız çağrısı. Yalanlar ve yalanlar. Nefret ve öfke. İlk kez yayımlandığı 1996'dan beri bir yeraltı klasiği olarak anılan Dövüş Kulübü, yeni bin yılın eşiğinde geçen bir anti-ütopya öyküsünü anlatıyor. Yaşadığı hayattan nefret eden, ölüm düşüncesini saplantı haline getirmiş, insani yakınlığı kanser dayanışma gruplarında arayan genç bir adam.

Bize karşı dikkatli ol

"Şunu unutma" diyor Tyler. "Ezmeye çalıştığın bu insanlar, senin muhtaç olduğun herkestir. Biz senin çamaşırını yıkayan, yemeğini pişiren ve önüne getiren insanlarız. Senin yatağını biz yapıyoruz. Uykudayken seni biz koruyoruz. Ambulansları biz kullanıyoruz. Telefonlarını biz bağlıyoruz. Bizler ahçıyız, taksi şoförüyüz ve senin hakkında her şeyi biliyoruz. Sigorta bildirimlerini, kredi kartı ödemelerini biz takip ediyoruz. Hayatının her alanını biz denetliyoruz."
"Biz tarihin ortanca çocuklarıyız. Bizi bir gün milyoner olacağımıza, film yıldızı, rock yıldızı olacağımıza inandıran televizyon programlarıyla büyüdük: ama bunların hiçbirini olamayacağız. Ve bu gerçek kafamıza ancak dank ediyor"
diyor Tyler. "O yüzden bize karşı dikkatli ol."
 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
ISBN
9755393226
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Ayrıntı Yayınları
İstenmeyen yağlar. Pahalı, butik sabunlar. Maaş çekleri, güzel bir ev, zarif mobilyalar. Yalnızlık ve yabancılaşma. Tüketimin susmayan arsız çağrısı. Yalanlar ve yalanlar. Nefret ve öfke. İlk kez yayımlandığı 1996'dan beri bir yeraltı klasiği olarak anılan Dövüş Kulübü, yeni bin yılın eşiğinde geçen bir anti-ütopya öyküsünü anlatıyor. Yaşadığı hayattan nefret eden, ölüm düşüncesini saplantı haline getirmiş, insani yakınlığı kanser dayanışma gruplarında arayan genç bir adam.

Kendi ismimize ancak ölümde kavuşabiliriz

Bir dakika önce Robert Paulson dünyadaki yaşamın etrafına doluştuğu, küçük, sıcak bir merkezdi . Bir dakika sonra, bir nesne oldu. Polislerin ateşinden sonra, ölümün inanılmaz mucizesi.
Bu gece bütün dövüş kulüplerinde, topluluktaki adamlar bodrumun orta yerindeki boşluğun ötesine, öbür uçta duran adamlara bakarken, her birim lideri karanlıkta, kalabalığın etrafında dolaşıyor ve liderin bağıran sesi duyuluyor:
"Adı Robert Paulson . "
Erkekler topluluğu bağırıyor: "Adı Robert Paulson."
Lider bağırıyor: "Yaşı kırk sekiz."
Erkekler topluluğu bağırıyor: "Yaşı kırk sekiz."
Yaşı kırk sekiz. Dövüş kulübü müdavimiydi .
Yaşı kırk sekiz. Kargaşa Projesi'nin bir neferiydi.
Kendi ismimize ancak ölümde kavuşabiliriz; çünkü ancak ölümde mücadelenin bir parçası olmaktan çıkarız.
Ölümde kahraman oluruz.
Ve topluluk bağırıyor: "Robert Paulson."
Ve topluluk bağırıyor: "Robert Paulson."
Ve topluluk bağırıyor: "Robert Paulson .
 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
366
Baskı Tarihi
2015
ISBN
978-975-470-144-9
Baskı Sayısı
24. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Türkiye'nin müzmin tartışma konularına Mardin'in yaklaşımı, modernleşme sürecini bildik "ileri" - "geri" kutuplaşmasına indirgemiyor. Derleme, farklı düşünce akımlarının modernleşmeyi algılayışlarını ele alan makalelerin yanısıra, modernleşme sürecinin gençlik, kültür, kitle gibi kavramsal çerçevelerdeki izdüşümlerini tartışan yazıları içeriyor...

Kameralizm

II. Mahmut devrinin sonlarına doğru Batıda görevli bulunan Osmanlı el­çileri Batının yeni bir özelliğini keşfettiler. XVIII. yüzyıl Avrupa’sında bazı krallar teb’anın verimliliğini artıracak bir koruyucu tedbirler bütününü devletin olağan bir politikası haline getirmişlerdi. Kralî otoritenin bir temsilciler meclisiyle paylaşamadığı ülkelerde bile millî devlet kurmak isteyen hükümdarlar teb’anın mülkiyet haklarının garanti altına alınmasının zorunluluğunu anlamışlar, eğitimi halka yaymanın kendilerine getireceği faydayı algılamışlardı. Millî devletlerin kurulmasına ve orta sınıfların güç kazanmasına paralel yürüyen bu politika, aynı zamanda millî bütünlük kurmayı ve feodalizmden kalan imtiyaz "ceplerini temizlemeyi amaçlıyordu. Bu idare sistemine sonradan "aydın despotizmi" denmiştir. O zamanlar Avrupa’da yeni gelişmekte olan devlet bilimlerinde ise bu öğelere "kameralizm" adı veriliyordu. "Tanzimat" olarak bildiğimiz, 1839’da Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun ilanıyla başladığı kabul edilen yenilik hareketi, büyük çapta "kameralizm"den esinlenmiştir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.

Efdaliyet

Hz. Ali'nin hicri 41 yılında bir haricinin suikastine kurban gitmesiyle siyasi olarak çoktan hizipleşen şianın akidevi olarak da hizipleşmesinin nüveleri atılır. Artık dava sadece haklılığı savunmak değil ümmetin elinden kılıç zoruyla alınmış (gasbedilmiş) bir hakkı geri almaktır. Hz. Hüseyin'in şehadetinden sonra ortaya çıkacak olan geleneksel 'vasiyet ve 'imamet' inancının ferdi tezahürleri Hz. Hasan'a ulaştığında, o bu inancı reddeden tavırlar sergileyecektir. Bilindiği üzere daha önce de Hz. Ali'den, ölüm döşeğinde yerine Hasan'ı bırakması istendiğinde, bu teklifi reddedip ümmetin işini ümmete bıraktığını söylemiştir. Yani Şia'yı bildiğimiz anlamda şia yapan temel ilkeler ferdi düzlemden toplumsal düzleme geçmemiştir. Dahası, ancak İmam Ali'nin şehadetiyle "gaib imam" ve "ric'at" fikirleri Hz. Hasan gibi öncü isimlerin itirazına rağmen alt kesimde tartışılmaya başlandı. Hz. Ali'nin sağlığında tartışılan tek mesele vardı, o da "efdaliyet".
 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
335
Baskı Tarihi
2016
ISBN
9789752637061
Baskı Sayısı
43. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Adem Koçal

19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda modernleşme sürecini, siyasi, toplumsal ve kültürel değişiklikleri ele alan İlber Ortaylı'nın başyapıtı gözden geçirilmiş baskısıyla Timaş'ta. Sırpça, Yunanca ve Macarca'ya çevrilen, Ukraynaca çevirisi devam eden kitap son dönem Osmanlı modernleşme tarihini ele alıyor...

Modern askerlik ve fenden anlayan Müslüman

1826'da yeniçerilerin ortadan kaldırılması üzerine. kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye’nin gerçekten modern bir ordu olduğunu söylemek güçtür. Bir kere. kapıkulu askerlerinden olan topçu ve cebeciler bırakılmıştı. Eski yeniçeri subayları şimdi yeni kurulan ordunun komuta kademelerindeydiler. Buna karşılık eski reform denemelerinden kalan askeri eğitim kurumları halen ayaktaydılar. III. Selim devrinde kurulan Kara harb okulu (Mühendishane-i Berri-i Humayun) Avusturya örneğine göre düzenlenmişti. Eğitim için bu nedenle Almanca, Fransızca gibi dillerin öğrenilmesi ve Avrupalı öğretmenlerin getirilmesi zorunluydu. İkinci Mahmud bu konuda isteksiz ve ürkekti ve müslüman öğretmen getirtmek için Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'ya başvurdu. Aldığı cevapta; «Müslümanların arasında henüz modern askerlik ve fenden anlayan olmadığı» bildiriliyordu. Sultan Mahmud'un istediği nitelikte hem müslüman hem de Avrupa savaş tekniğini bilen kadrolar ülkeye geldi, ama onun ölümünden on sene sonra...
 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
İletişim Yayınları

Herkesin İsteği Bir Şey Olmak

Neyzen İbrahim Dede gülümseyerek, "Kin şeytanın kahkahasıdır." dedi. "Bu duygu seni yoldan çıkarmış. Tekrar bize katılıp bu duygudan arınmaya ne dersin?"

Derviş, "Sevsinler!" dedi. "Yamak, aşçı olmak ister. Aşçı, aşçıbaşı olmak, şakirt de katip olmak, katip ise paşa olmak ister. Paşaların istediği de vezir olmaktır. Kısacası herkesin istediği, bir şey olmak, olabilmek! Sizler de güya pişmek ve olmak istiyorsunuz. Aslında kendinizden başkasını kurtarmak peşinde değilsiniz. Sadece kendi ruhunuzu temizleyecek kadar da bencilsiniz. Yazıklar olsun size! Ruhunuzu kirletmemek için taşın altına elinizi sokmayacak kadar da korkaksınız. ..."