Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur!
Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı.
Kızılkale Zindanları
Göz ve kulak, ateşi körükler. Bu denenmiştir; eğer bu iki tehlikeyi meydandan uzaklaştırırlarsa zorluk artık dayanılmaz hale gelecektir!
Kızılkale zindanında görüşme izni olmayan veya pazartesi görüşmesine gelecek kimsesi olmayan tutuklular, diğerlerinden daha sakindirler. Benim görüşmemi yasakladıkları zaman, ben haftaları monoton geçirdim. Zaman düz bir cadde olmuştu, sırf başıboşluk içinde geçiyordu, üzüntü monotonlaşmış, hareketsiz hale gelmişti. Görüşmemi serbest bıraktıkları günlerde zaman, birkaç günde korkunç girdaptan geçen ve her geçen gece daha zor ve asi olan çok dönemeçli vahşi bir ırmağa dönüşüyordu. Acı delice akan bir nehir olmuştu ve üzüntü her an ısıran bir zehir haline gelmişti.
Mahkûma iki türlü işkence yaparlar. Ellerin bir tanesini boynun arkasından, öbürünü de yandan birbirine bağlıyorlar. Eller birbirine kavuşmamasına rağmen bunu zorla yapıyorlar, sonunda kaburga kemikleri çıkıyor, bazen de kırılıyor. Kaburga kemiklerinin sesi, kırılan kuru ağaç sesi andırıyor. İki elin bileğini arkadan birbirine ulaştırdıklarında bir kelepçe ile bağlıyorlar ve üstüne bir taş veya demir parçası koyuyorlar, ağırlığı, mahkuma ne kadar işkencenin uygun görüldüğüne bağlıdır, sabrına uygundur. Ben ne diyorum? Özgürlüğe duyduğu aşkın ağırlığı kadardır, işkence taşının ağırlığı, hücredeki mahkumun imanı kadardır.
Bu özgürlük sevdalısı esiri öylece tutuyorlar; bu müzmin bir işkencedir, zorluğu sakin bir zorluk, acısı kupkuru bir acı ve sakin bir deri...
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Bilinç Güneşi
Bir konuyu anlamak, bilmek, haberdar olmak, farkına varmak böyle sürekli bir eylem olamaz. "Ben bunu, örneğin dört gün önce, iki yıl önce, bir araştırma, bir keşif, bir yolculuk, bir görüşme, bir ders sırasında anladım." dememiz doğru olur. İlmi anlamalar ve felsefi bilmeler böyledir. Akıl böyle anlar. Aklın aracı mantıktır; mantıksa iki halden ötesini bilmez: "Anlıyorum" ve "anlamıyorum"; hepsi bu! Bundan fazlasına ihtiyacı da yoktur. Onun anlaması gereken tabiatın ve dünyanın sırlarıdır. Bunların hepsi tek boyutludur. Bunların birden fazla anlamı yoktur. Ama ruhun durumu böyle değildir. Akılla anlamak, bir odada elektrik lambasının açılması veya havada bir şimşeğin çakması gibi bir anda gerçekleşir. Oda bir an karanlık, bir an aydınlıktır. Bu ikisinin arasında üçüncü bir durum yoktur. Oysa ruhla anlamak, güneşin doğu ufkundan doğmasına benzer. Anlayış güneşi, uzak ve belirsiz bir ufuktan ruha doğar. Böylece bir marifet sabahının beyaz ırmağı, bir tür hikmet ve irfan güneşinin doğuşu, bir dağın zirvesinin ardından algılayıp görme şeklinde sonsuz ve gizemli can vilayeti çölünde akar. Bir güneş gibi, bilinçsizlik, donukluk ve sessizlik buzullarının ve kar yığınlarının üstüne vurarak onları eritir, damlalar yavaş yavaş dere, dereler azar azar ırmak, ırmaklar da gitgide deniz olur ve insanı içten içe boğarlar. Bilinç güneşi; aşinalığın aydın sıcaklığı, bu gecenin içine ağır ağır, sürekli olarak giren bir "yarın" gibi, mart-nisan aylarında burunlara yayılan baharın gizli ve mütemadi kokusu gibi, cehaletin siyah yığınlarını, kışın buz tutmuş eteklerini ruh ülkesine süren ve eriten bu mevsim değişikliğinin başlangıcı var ama sonu yoktur. Bu dünyada, güneş daima doğuş halindedir; ilkbahar daima geçiş, gönül de daima anlayış halindedir...
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
207
ISBN
978-605-4195-17-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
H.Ahmet Menteş
Neden Altını Çizdim?
Nureddin Topçu'nun talebelerine anlatıığı bir fıkraymış bu.
Yuha Dede
Konya'da mezarlık yolu üzerinde tek odalı bir izbede yaşayan erenlerden biri ölenlerin tabutları geçerken izbesinden çıkar
- Yuha veya "yuh olsun" diye bağırırmış, ama cemaat de kendisine birşey diyemezmiş. Dedenin adı Yuha dede diye kalmış, bu arada gerçek ismi de unutulmuş. Gün gelmiş Yuha Dede'ye de emr-i hak vaki olmuş. Camiye getirilmiş, gasli yapılmış, namazı kılınmış, mezarlığa doğru tabutu taşıyan cemaat tam izbesi önünden geçerken çoluk-çocuk "şimdi vaktidir" demişler ve;
- Yuha, diye bağırarak sözünü iade etmişler. Ancak bunu üzerine Yuha Dede başını tabuttan çıkararak;
-Onların gittiği yere gidiyorsam benden de yuha, demiş ve tekrar tabuta uzanmış.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir."
Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
Türk ırkı tezinin gayr-i Türk müellifleri...
Türk ırkı tezini ilk ortaya atan yazar, Osmanlı devlerine sığınarak Mustafa Celaleddin Paşa adını alan Polonyalı Konstantin Borzecki'dir (Les Turcs anciens et modernes, Paris 1870). Türk kamuoyu açısından asıl etkili olan isim ise Fransız tarihçi Leon Cahun'dür (Introduction à l'histoire de l'Asie, Paris 1896). İçte Türkçü düşüncenin ilk kapsamlı ürünü olan Necip Asım'ın Türk Tarihi (İstanbul 1900) Cahun'den adapte edilmiştir.
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.
Dikkat: Bir Büyülü Kelime
Benim için san'atta, ilimde her şeyden evvel dikkat esastır. Daha büyülü kelime bilmem.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Pencerenin yanı başında yoklama...
Var olmak, dar ve karanlık bir hücredir; kapısı ölüm, penceresi hayattır. Pencerelerini bulamamış veya sadece "var olmak"la yetinecek kadar "az" olanlar, bu "azıcık oluş"ları birazcık fazlalaştırdığında, intihar kurtarıcısının yardımıyla, kapıyı açar ve kurtuluşa doğru kaçarlar.
Ama ben, tam on beş yıldır, Rüstem'in çocukluğu gibi, her gün bir yıl miktarı büyüyorum. Her gece miraç zirvelerine çıkıyorum. Her yıl içimde bir çöl susuzluğu ihtiyacı doğuyor. Pencerenin yanı başında yoklama oluyorum. Bir başka dünyanın genişliğinde bir hücre, ayrılık içinde bir ölümün ve vuslatın dinginliği ve sonsuzluğunda bir hayat, gurbette bir vatan, yalnızlıkta bir kalabalık içinde... Yalnızlıkta ne kalabalıklar, sessizlikte ne gürültüler, Viraf gibi, beni her yolculuğumun başında, İmşaspendlerin, izedlerin, meleklerin ve Fraveherlerin dünyasına götüren, ne nimetler, ne servetler, cennet bahçeleri, baharlar, güneşler, seherler, denizler, ırmaklar, pınarlar, manzaralar, posta güvercinleri, sufi çiçekleri, insanı tefekküre daldıran şarap sarhoşlukları ve ne hikayeler, hikayeler vardır! Her biri, rivayetlerin bittiği, en temiz ilahi kelimelere bile yol verilmeyen uzak ülkelere seferlerin başladığı yerden başlar... Nasıl desem? Kime desem?
Bazen "O"na söylerdim. Gözleri vahiy renginde olan ona, sessizliğinde yüzlerce söz mesnevisi saklı olan ona; bu yalnızlık seyrü sülûklerimde, bu hülyalı yolculuklarımda, bu kendi içimde çıktığım seferlerde, ara sıra adım adım benimle omuz omuza yoldaş olduğunu, konakları benimle birlikte aştığını gördüğüm ona... Bu anlarda, onun suskun bir masala benzeyen yüzüne "Senden başka bir muhatabın olmadığını biliyor olsam da, aferin sana, onca söylenmemiş sözün muhatabı" dercesine nasıl bir gözle bakardım. Onca sözün olmasına ve onların benden başka muhatabı olmadığını bilmene rağmen söylemediğin için aferin sana. Gözlerimin önünde bir melekût zenginliğine ve kutsallığına sahip konuşmaların sabırsızlığın sükûtunu bozamadığı nasıl bir ihtişama eriştiğini; kalbimde, güzel ve anlamlar bulucu gönlünün, aynı yüreğe sahip iki yabacı olan bizim aramızdaki sessizliğin hürmetini koruduğunu bildiğimden ne kadar yüceldiğini bilemezsin.
Birbirimizi sonsuza dek terk ettiğimiz o halde, onca susuz ve yakın bir tanışıklığın alevli ve sabırsızlıkla dolu kavgası içinde birbirimizle tanışmadan geçip gitmemiz ne büyük bir sabırdı. Her biri bir ateş mermisi gibi, çılgınca patlayışı içinde barındıran o kelimelerin hücum yağmuru altında, suskun kalıp birbirimizden vazgeçmemiz ne biçim bir sabırdı.
Sahip olduğun sessizliğin yüceliğinin saygısına, böyle takat yetmez bir ihtiyacın saldırısına bir peygamber sabrıyla karşı koymana duyduğum saygıyla, üç yıldır rüyalarımda her an bir peri kızı olarak tecelli ediyor, hayat penceremin önünde, hayalimde yükselen göğün orta yerinde, mor ufuklarımın uzaklarında, sevginin yükseklerdeki güneşinin eteğinde, her Aryaî bir ihtişama, Ahuraî bir doğuşa erişiyorsun.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur!
Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı.
Bu kıssaya elem gerekir...
Aynülkuzat Hamedanî'ye bir yoldaşı -ki birlikte yaşıyorlardı ve varlığı birbirine dert ortağı kılmışlardı. (halbuki varlığın bizzat kendisi en büyük derttir.) Bu her nefesinde ona niyet ediyor ve bakışında bunu görüyordu - şöyle dedi: "Tasavvuf adabı, hırka giyme geleneği, bıyık bırakma sünneti ve dervişlerin yoluna girme usulü hakkında bir kitap yaz. Böylece tarikat yolculuğuna çıkan talibe ve talep vadisine girenlere faydası olsun. Öyle ki gönül ehlinin isteği, nazar ehlinin kastı, sevgi ateşiyle yananların sevgilisi ve yol sevdalısının maksadı olsun... (...)
Aynülkuzat bunu kabul etti, bütün gücüyle bu kitabı yazmaya koyuldu. On ikinci yılın sonunda bitirdi, on iki yıllık evden uzakta kalmasını bu önerinin hatırına gerçekleştirdi ve bu gurbetin nedenini düşündü.
O, sefa sufilerinin âdeti ve Mustafa şeriatının yolu üzere hırka giymenin adabını yazabilmek için uzun gecelerde sabaha kadar uyumadı, uzun gündüzlerde gaflete dalmadı. Dostu öyle istiyordu, bu konuda büyük bir ciddiyet gösterdi. (...)
Bir çok bölüm yazdı, temel ilkeler tespit etti, şerh yazdı, çok sayıfa ince nükte ortaya koydu, sayfalar dolusu yazı yazdı ve kitabı bitirdi, yeniden gözden geçirdi, kızdı, perişan oldu, sözünü çevirdi, yeniden baktı, kızdı, sözü yaktı, suda yıkadı, son cümleyi bıraktı, dosta verdi.
Tarihte yer aldığına göre o cümle şuydu:
"Bu kıssaya elem gerekir, kalemden hiçbir hayır gelmez."
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur!
Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı.
Gül ve Kelime
Kelimeler, genelde kullanılan etiketli zarflardır ve kavramların aktarımı ile müşterek duyguların ve durumların açıklanmasında her ne kadar yeterli ve becerikliyseler de normal ve yaygın olmayanı aktarmada da o kadar aciz ve çaresiz kalırlar.
İnsanlar kesme şekerler gibi birbirlerinin kopyasıdır. Doğrusu, yüzlerce renk, aynı tür ve aynı ölçüde civciv üreten civciv makineleri gibi, insanların hepsi gülü aynı şekilde görüyor, aynı şekilde hissediyorlar. Gülün, onların hepsi için bir tek anlamı vardır. İnsanların hepsi ondan aynı şekilde etkileniyorlar. Eğer bu insanların içinde başka bir tür insan olsaydı ve o gülü başka bir şekilde görseydi, onu başka bir şekilde hissetseydi, kelimeler onun için ne yapabilirdi? Hiçbir şey! Zaten kelimeler anlayamazlar; kelimeler de anlayamazsa artık hiç kimse anlayamaz; hatta onun kendisi bile...
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur!
Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı.
Sır
Geceleri seher vakitlerine kadar odasının bir köşesinde yalnız ve uykusuz kalan, bütün varlığını O'nda yok eden, gece ve gündüzleri sürekli uykusuz, yemeksiz, konuşmadan, kendinden ve herkesten uzakta geçiren, sakin, dertli ve yalnızca O'nunla konuşan, O'nu düşünen, O'nunla fısıldaşan, bütün hayatını O'na adayan, bütün işini O'na veren, sararmış rengi içindeki acısını anlatan, açık sessizliği kalbindeki fırtınayı haber veren, sakin ve soğuk yaşamı ruhundaki dinmeyen dinmeyen acıyı anlatan birinin, adımını sokağa attığı zaman, halkın gözünde gamsızlıkla suçlandığını görmesi ve halkın onu yeme, içme ve yatma ehli olarak tanıması ne hoş ve teskin edici bir zevktir. İşte böyle bir durumda saf ihlas ortaya çıkar, iman riya tozundan uzaklaşır ve ruh o tertemiz aşkı, kalp ise o saf ve lekesiz duyguyu bulur. İman ne kadar gizliyse o kadar halis, aşk ne kadar gizlilik perdesi altında saklıysa o kadar temiz olur.
Chandel'i, o ilginç ruhu, benim dışımda çok az kimse tanır. O her gece De La Chapelle'i düşünerek, şafağın sökmesini bekler, sabaha kadar uyanık kalırdı. Hikayeler fısıldar, nağmeler mırıldanır, şarkılar söyler, güzel makamlar icra eder ve yalnızlığını onunla giderirdi. Sabahleyin yanından geçtiği zaman ise sanki onunla hiç ilgilenmiyormuş gibi davranırdı.
Dünyada en değerli ve en kutsal şeyler, hatta iman ve aşk da dahil herşey, "gösteriş" rezaletiyle karşı karşıyadır. Gizlilik yani "gösterişsiz varoluş" ise o kadar ilahi bir takva, ihlas ve kutsallıkla doludur ki bütün zorluklara ve mahrumiyetlere rağmen harikulade bir tadı vardır.
Aynulkuzat'ın naklettiği gibi "Kim aşık olur, aşkını gizler ve sonra da ölürse, cennet ona vacip olur." Cennet ona neden vacip oluyor? Cennet, dünyevi yaşantımızda yaşadığımız cehennemin mükafatı değil midir? Hangi cehennem, dünya hayatında imanı gizlemekten daha acıklı ve yakıcıdır? Ruhun derinliğinde, kalp perdelerinde, sinirlerde ve en doğru, en gerçekçi özünde saklı gizliliğin ateşi, bambaşka bir acıdır!