Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Yazılış Tarihi
2000
Baskı Sayısı
0. Baskı

Kinyas ve Kayra'dan

Benim adım Kinyas. Gün ağrıyor. Başım ağrıyor. İsmimi kendime ben verdim. Bitmeyen bir öfke ve bitmeyen bir mutsuzluğun ifadesi. Bütün insanlara kızgınım. Yaşadıkları için. Hayattan midem bulanıyor... Ateşle oynarım. Yeterince benzin ve karşımda oturan adamın ceketinin iç cebindeki çakmakla dünyayı yakabilirim. Benim adım Neron. Geceleri, çaldığım arabalarla gezerim. Tokyo'da doğdum. İki zenciye üç gram kokain karşılığında bileklerimi kestirttim. Sabah uyandığımda okyanus beni yıkadı. Benim adım Steve McQueen. Bütün bildiklerimi kusarak hayatta kalıyorum. David Bowie'yi rüyamda gördüm. Sabah bir gözüm yoktu. Şiir yazdım. Tam üç tane. Birini rendeleyip makarna sosuma kattım. Diğerini yakıp küllerini kum saatine koydum. Biraz zaman kazandım böylece. Sonuncusunu ise şimdi yazdım. İşte geliyor: Sözlerimin sonunu duymadığın zaman. Cümlelerimin sonunu duymadığın zaman. Değiştiriyorum son kelimelerimi. Değiştiriyorum sonumu.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
637
Baskı Tarihi
haziran 2009
ISBN
978-9944-88-666-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İş bankası
Editörü
Ali Alkan İnal
Mütercimi
Ayşe Hacıhasanoğlu
Orijinal Adı
Воскресение
Diriliş büyük Rus yazar Lev Tolstoy tarafından, geçirdiği ruh ve inanç buhranın ortasındayken yazılır. Kurumsallaşmış "modern" kilisenin ikiyüzlülüğü ve gerçek Hıristiyan ruhundan uzaklaştığını düşünen yazar, bu fikirlerini romanın temelinin bir kısmını oluşturmak için kullanmıştır. Romanın temelinin diğer kısmını ise hayatının sonlarına doğru daha çok inanmaya ve savunmaya başladığı, insan yapımı yasaların asla hakkâni ve adîl olamayacağı fikri oluşturuyordu.

Suç ve Suçlu Üzerine

Patron, işçilerle arasında geçen tatsız bir olay yüzünden bu yıl işine son vermiş, o da işsiz, yersiz yurtsuz kalnnca kentte başıboş dolaşmaya, elindeki son birkaç rublesiyle, içmeye baslamis. Meyhanede, kendisi gibi işinden atılmış, ayyaş bir çilingirle tanışmış, bir gece sarhoşken asma kilidi kırıp, ellerine ilk geçen şeyi çalmışlar. Yakayı ele vermişler tabiî. Suçlarını itiraf etmişler. Ceza evine koymuşlar onları, duruşma gününü beklerken ölmüs çilingir. Simdi de çocugu, toplumdan uzaklastirilmasi gereken tehlikeli bir yaratik gibi yargiliyorlardi. Nehlüdof çevresinde olup bitenleri izlerken düsünüyordu: «Dünkü sanik gibi tehlikeli... Onlar tehlikeli de biz degil miyiz sanki?.. Rezil, yalanci, alçak bir insanim ben, hepimiz öyleyiz. Beni oldugum gibi taniyanlar, küçük görmedikleri gibi, sevip sayanlar da benim gibi degil midirler? Bu çocuk toplum için su salonda bulunan insanlarin en zararlisi olsa bile, söyle bir düsünecek olsak, düstügü durumda elinden baska ne gelirdi zavallinin, ne yapabilirdi? Bu çocugun hiç de öyle tehlikeli bir suçlu olmadigi, —herkes farkinda bunun— kisiyi suç islemeye iten kosullarin içine düstügü için suçlu oldugu apaçik ortada aslinda. Sonra su da apaçik ortada: Toplumumuzda bu çesit çocuklarin görülmesini istemiyorsak, böyle zavalli yaratiklari olusturan kosullari ortadan kaldirmaliyiz önce. Oysa biz ne yapiyoruz? Elimize rastlantiyla geçen böyle bir çocugu yakaliyor -yakalayamadigimiz böyle binlerce çocugun daha oldugunu bile bile- ceza evine tikiyoruz. Onun gibi zavalli, hayatta yolunu sasirmis bir sürü insanla bombos oturtuyoruz onu da, ya da sagliga zararli, anlamsiz isler yaptiriyoruz; sonra da en ahlâksiz, tehlikeli insanlarin arasina katip, devlet parasiyla Moskova'dan Irkuts iline yolluyoruz. Bu çesit insanlarin ortaya çikmasina yardim eden kosullari yok etmeye çalisacak yerde, bos durmaktan, hiç bir sey yapmamaktan da öte, bu kosullarin dogdugu kuruluslari destekliyoruz. Bu kuruluslar bellidir: Fabrikalar, atelyeler, meyhaneler, içkili yerler, genelevler. Bunlari ortadan kaldirmadigimiz gibi gerekli olduklarina inaniyor, daha iyi islemeleri için elimizden geleni yapiyoruz. Böyle milyonlarca insan yetisiyor, sonra bunlarin bir tanesini yakaliyor; bir sey yaptigimizi, tehlikeyi uzaklastirdigimizi, onu Moskova'dan Irkuts iline sürmekle görevimizi tam olarak yerine getirdigimizi saniyoruz... (Nehlüdof, albayin yaninda, sandalyesinde oturuyor, savunma avukatini, savci yardimcisini,baskani dinler, onlarin kendine güven dolu tavirlarina bakarken büyük bir açiklikla düsünüyordu bunlari. Bu kocaman salona, duvardaki portrelere, lâmbalara, koltuklara, resmî giysilere, kalin duvarlara, pencerelere bakti söyle bir: içinde bulundugu yapinin büyüklügünü, adlî örgütün çok daha büyük oldugunu; yalniz burada degil, bütün Rusya'da, bu, hiç kimseye bir yarari dokunmayan komedi için aylik alan memur, yazici, bekçi, hademe ordusunu düsündü). Bu göz boyama ne çok çaba gerektiriyor böyle... Bu çabanin hiç degilse yüzde birini, huzurumuz için birer araç gibi gördügümüz, toplumdan atilmis su zavallilara yardim etmeye harcasaydik ne olurdu acaba? (Nehlüdof, çocugun ürkek, soluk yüzüne bakti). Yoksullugun zorlamasiyla köyden kente gönderildiginde ona aciyan, yardim elini uzatan biri çiksaydi karsisina... kente geldikten sonra bile, on iki saat çalistiktan sonra gece fabrikadan çikip, kötü arkadaslariyla meyhaneye gittigi zamanlar ona, «Gitme öyle kötü yerlere Vanya,» diyecek birine rastlasaydi gitmezdi çocuk, serseri olmazdi, düsmezdi bu duruma... Ama aciyan çikmadi ona; bitlenmesin diye saçlarini sifir numaraya vurdurtmus, ustalarin ayak islerine kosar, kentte küçük bir yabani hayvan gibi yasarken bir iyi yürekli insanla karsilasmadi; tam tersine, kente indikten sonra ustalarindan, arkadaslarindan hep ayni seyi isitti: Yaman delikanli olmak için iyi dolap çevirmesini bilmenin, çok içmenin, iyi küfür etmenin, iyi dogusmenin, rezalet çikarmanin gerektigini. Agir çalisma kosullarinin hasta ettigi, bozdugu, sarhoslugun, ahlâksizligin, serserilige sürükledigi, sersemlestirdigi bu çocugu, issiz güçsüz sokaklarda dolasirken, akilsizligindan, bir ambara girdi, hiç kimsenin isine yaramayacak iki üç yolluk kilim asirdi diye bizler, bütün bu okumus, zengin, geleceklerine güvenle bakan insanlar yakalamisiz; onu bu duruma düsüren nedenleri ortadan kaldirmaya çalisacagimiza, bu çocugu cezalandirmakla her seyi düzeltmek istiyoruz. Korkunç bir sey bu! Bu canavarlik midir yoksa aptallik mi, anlamak güç dogrusu. Sanirim ikisinin de en asirisi.» Nehlüdof önünde konusulanlari duymuyordu artik, hep düsünüyordu. Bu gerçek onu bile dehsete düsürmüstü. Bunu simdiye kadar nasil sezinleyemedigine, baskalarinin bu gerçegi nasıl göremedigine sasiyordu.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
364
Baskı Tarihi
Kasım 1999
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh

Eşya

Eşyanın sukuneti, değişmez manzarası onun için hayatta bir teselli ve zevk kaynağı idi. Bir insan, en yakınımız bile çarçabuk değişebilirdi. Fakat eşya,dalgın ve daüssılalı uykularında hep aynı kalırdı.Bir saksının, bir sedirin, bir masanın ,bir duvar veya kapının değişmesi imkansızdı. Eşyanın açık dost,her zaman için güvenilir çehreleri!..

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
202
Baskı Tarihi
2007
Baskı Sayısı
24. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim

Eşya ve İnsan

Ömrümü eşya ile geçiriyordum. Eşyayı da sevmiyordum galiba. Daha doğrusu, eşyayı insanlarla bir tutuyordum, ikisiyle de aramda, yalnız benim bildiğim ve başkalarına açıklaması güç meseleler vardı.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.
Neden Altını Çizdim?
Söylenen garip hisse çoğu zaman ben de derinden kapıldığımı hissediyorum.

Daima bir şey bekliyormuş gibi yaşamak

Memleketimizde 12 yıl oturup bize hayran giden ressam Leopold Levy bir gün bana şunu söylemişti: "Siz ferd olarak, cemiyet olarak sayısız meziyetleri bulunan bir milletsiniz. İçinizde biraz yaşayıp da sizi sevmemek imkânsızdır. Yalnız bir acayip huyunuz var. Daima bir şey bekliyormuş gibi yaşıyorsunuz. Bir şey ki size her şeyi toptan düzeltmek, değiştirmek imkânını verecek ve o olana kadar siz biraz da hayatınızın dışında yaşıyorsunuz, işte tek anlamadığım tarafınız budur. Hayat yaşanmak içindir, beklemek için değil."

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.

Tanpınar'ın Yalnızlığı

Ahmet Hamdi'nin (Tanpınar'ın) şimdi, niçin yalnız kaldığını anlıyorum. Ne Necib, ne Nâzım bu adamla mukayese edilebilir. Diğerleri onun yanında kapıcı dahî olamaz. Mes'ele bu: Niye bu kadar düştük? Bu istisnaî olarak kayayı çatlatan incir çekirdeği. Pek çok insanla tanıştım, bunu değil anlayabilmek,okuyabilecek idrâk seviyeleri bile yoktu. Onun muhiti benim de muhitimdi. Tanışmak istemiştim. "Yahu ne yapacaksın? Basit, serseri bir adam. Zamanını kaybedersin" dediler. Çevresi adamı böyle görüyor. Ne yapsın? Yalnız.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

İktidar ve Din

Tarihin çeşitli dönemlerinde dinin, istibdat rejimleriyle uzlaşmış, ve hatta istibdat rejimlerine ideolojik meşruiyet sağlamış olduğunu inkâr edemeyiz. İslam dininin özellikle sünni kanadının, siyasi iktidarla uzlaşma konusunda son derece güçlü birtakım eğilimlere sahip olduğu da kabul edilmelidir. Bundan, dinin, istibdada karşı yetersiz bir dayanak olduğu sonucunu çıkarmak mümkün olabilir. Ancak bu gözlem, tek tanrılı dinlerin tarih boyunca oynamış oldukları çok daha derin ve kalıcı bir başka rolü gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Tek tanrılı dinlerin – devleti ilahlaştıran eski Mısır, Roma ve Çin dinlerinden farklı olarak – temel özelliği, devletten bağımsız ve devletten üstün bir otorite kaynağı kabul etmeleridir. Böyle bir otoritenin mevcudiyetinden doğan başlıca objektif sonuç ise, devleti yönetenlerin özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Hükümdardan ayrı bir Tanrı'nın hüküm sürdüğü yerde, hükümdarın gücü hiçbir zaman mutlak olamaz. Bundan ötürü, tarihte devlet gücüyle mutlak hakimiyet kurmayı tasarlayan zorbaların tümü, ya a) dini siyasi iktidarın kontrolüne sokmaya gayret etmişler, ya da b) dinin örgütlü gücünü ve etkisini yoketmeyi denemişlerdir. Roma imparatoru Konstantin, İngiliz kralı VIII Henry, Fransa kralı XIV Louis, Rus çarı Büyük Petro, Osmanlı padişahı II. Mahmud, İtalya diktatörü Mussolini birinci yaklaşıma; Robespierre, Lenin, Hitler ve Mao ise ikinci yaklaşıma örnektir.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
207
ISBN
978-605-4195-17-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün
Editörü
H.Ahmet Menteş

Akif söylüyorsa doğrudur!

Yalnız efendim Akif, Sultan Abdülhamit Han için iyi şeyler söylemiyor. O büyük devlet adamı için istibdattan bahsediyor, bu olmamalıydı, Akif'ten bu hatayı beklemezdik diyen Akif dostlarına, hoca (Nureddin Topçu) kısa bir cümleyle kesin cevabını veriyordu: -Akif söylüyorsa doğrudur!