Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
287
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-599-7
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut ali Meriç
Aydın mı dersiniz, entelektüel mi dersiniz? İki kavrama farklı anlamlar mı yüklersiniz? Aydınlardan/ entelektüellerden çok şeyler mi beklersiniz, hiçbir şey beklemez misiniz?.. Öyle ya da böyle, kültürle derinlemesine alışveriş kaygınız varsa, zaman eksenine düşünce mesaisi düşürebiliyorsanız, bu kavramlar üzerine kafa yorarsınız, bu sorulara cevap ararsınız, ufuk ararsınız. Cemil Meriç’in “hakikatte içi de, dışı da bir” mağarayı anlattığı kitap, Mağaradakiler, bir “geniş ufuk” kitabı.

Bürokrasinin gözünde burjuvazi yönetilmesi gereken bir alacaklıdır

Kapitalizmin gelişmesi bir işçi hareketi yaratır. Aydının hiçbir payı yok bu hareketin doğuşunda. Sendikacılık hiçbir zaman aydınların kılavuzluğunu istememiştir ama, aydınlar sendikalara üşüşmüşlerdir. Böylece hareketi şuurlandırmış, daha doğrusu ona yepyeni bir mânâ kazandırmışlardır. Yani devrimci bir doğrultuya yöneltmişlerdir hareketi, işçiyi kazanmak amacıyla demagoji yapmış, dalkavukluğa başvurmuş, tutamayacağı vaatlerde bulunmuşlardır. Aydınlar olmasa, işçi hareketleri böyle bir istikamet alamazdı. (...) Avrupa bürokrasisi kapitalizmden önce doğmuştur. Ve menşei kapitalizm-dışı'dır. Gerçi terkibi çağlar boyunca değişikliğe uğramıştır ama hiçbir zaman burjuvaziyle, burjuvazinin çıkarlarıyla veya değerler manzumesiyle kaynaşmamıştır tamamen. Bürokrasi, burjuvaziye, hükümdarın veya milletin menfaatlerine en elverişli biçimde yönetilmesi gereken bir alacaklı gözüyle bakmıştır. Demek ki bürokratlar, çağdaş aydınlarla kolayca anlaşabilirler. Birçok ortak tarafları vardır. Aşağı yukarı aynı öğrenimi görmüşlerdir. Eskiden bir kasttılar. Entelektüelle aralarında aşılmaz duvarlar vardı. Son zamanlarda yıkılmıştır

Sayfa Sayısı
496
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim Yayınları
Para Pul Oldu Osmanlı İmparatorluğu’nda kâğıt paranın (kaime) kullanımı imparatorluğun yaşadığı uzun modernleşme sürecinde dikkat çekici bir deneyimdir. Kapitalizmin kendi “imkânları” ile gelişmediği bir “piyasada”, kâğıt paranın devletin câri giderlerini finanse edeceği bir araca dönüşmesi ise kaçınılmazdır. Osmanlı İmparatorluğu’nda kâğıt paranın (kaime) kullanımı imparatorluğun yaşadığı uzun modernleşme sürecinde dikkat çekici bir deneyimdir.

Para pul oldu deyimi

Para pul oldu. Bu deyim, soyut bir ifade olmayıp bir tarihi gerçekliğe dayanmaktadır. Şöyle ki, hükümet, ikinci ve üçüncü uygulamalarda kaimenin neden olduğu bozuk para sıkıntısını aşabilmek için, üzerine değerini belirtir bir kupür vurarak posta pullarını bozukluk yerine piyasaya sürer ve bunları alışverişlerde ufak para yerine kullanır. Diğer bir ifade ile pul para olur. Halkın genel konularda şaşmayan o müthiş müşterek aklı, paranın değersizliğine işaret etmek için bu durumu 'para pul oldu' şeklinde bir deyim haline getirir.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Neden Altını Çizdim?
Bir yerlerde Halide Edib Adıvar'ın bu hırslı karakterinin Mustafa Kemal'i işaret ettiğini okumuştum.

Ben size gösteririm

(Bilâl) bahçedeki işi bitince içi sıkılıyor, sokak sokak dolaşıyor. Kendisine bir arkadaş arıyordu. Evvelâ Sinekli Bakkal'da oynayan çocuk kümesi etrafında dolaşmaya başladı. Gözlerinde, her girdiği kalabalığa baş olmak arzusunu ve kabiliyetini gördükleri için büyük çocuklar aralarına almak istemediler. Kılığı ile, telâffuzuyla alay ederek sokaktan uzaklaştırmak istediler. Fakat o, inadından, kibirinden her gün başlarına geliyor, dişlerini, yumruklarını sıkıyor: "Ben size gösteririm!" diyordu. Artık o, Sinekli Bakkal'ın köşesini döner dönmez bütün çocuklar: "Ben size gösteririm!" geliyor, diye bağırıyorlardı.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
287
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-599-7
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut ali Meriç
Aydın mı dersiniz, entelektüel mi dersiniz? İki kavrama farklı anlamlar mı yüklersiniz? Aydınlardan/ entelektüellerden çok şeyler mi beklersiniz, hiçbir şey beklemez misiniz?.. Öyle ya da böyle, kültürle derinlemesine alışveriş kaygınız varsa, zaman eksenine düşünce mesaisi düşürebiliyorsanız, bu kavramlar üzerine kafa yorarsınız, bu sorulara cevap ararsınız, ufuk ararsınız. Cemil Meriç’in “hakikatte içi de, dışı da bir” mağarayı anlattığı kitap, Mağaradakiler, bir “geniş ufuk” kitabı.

Neden Avrupa aydınının ayırıcı vasfı kapitalizme düşmanlıktır?

Avrupa aydınının ayırıcı vasfı kapitalizme düşmanlık. Nereden geliyor bu düşmanlık? Kaynaklar artmış, hayat seviyesi yükselmiş, boş zamanlar fazlalaşmıştır. Okuyucu geçen yüzyılların okuyucusu değildir artık. Kitap ve gazete fiyatları boyuna ucuzluyor. Büyük tirajlı yayım şirketleri, radyo, her türlü baskıyı yok etmeye çalışmaktadır. Dahası da var: Gelişen kapitalizmin en mühim özelliklerinden biri de eğitimin, bilhassa yüksek öğretimin yaygınlaşması. Üretimin artışını önlemek nasıl kabil değilse, eğitimi sınırlamak da öyle imkânsız. Kamuoyu da, devlet de bu gelişmeyi hızlandırmaktadır. Bu üretim fazlası ister istemez bazı bölgelerde işsizliğe yol açıyor. Kaldı ki işsizlik olmasa da aydınlar, kendi sahaları dışında vasıflı işçilerden daha az ücretle çalışmak zorundadırlar. Herkes yüksek öğrenim peşinde. Ama yüksek öğrenim yapanlar alındıkları işlerde başarı gösteremiyorlar. Bu bir dengesizlik doğurmaktadır. Şöyle ki, iş bulmayan veya alındığı işte başarı gösteremeyen üniversiteliler hazırlanmadıkları sahalara yöneliyorlar. Toplum, belli bir mesleği olmayan aydınlarla doluyor: Bir gayrı memnunlar ordusu. Memnuniyetsizlik kin doğuruyor. Kurulu düzeni yerme biçiminde beliriyor bu kin. Batı medeniyeti akla ve faydaya dayanmaktadır. Toplumun tezatlarını gören aydın, kişilere de, müesseselere de ateş püskürmesin de ne yapsın.. Çağımız aydınları kalabalık bir zümre. Bu zümrenin hâkim vasfı proleterleşmiş olmak. Kapitalizm başarı kazandıkça, bu zümrenin kapitalizm düşmanlığı da alevlenmektedir.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
416
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1923
ISBN
978-975-10-2884-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
Editörü
Aslıhan Karay Özdaş
Memleketimizde hiçbir anı Minelbab İlelmihrab kadar ilgi çekmemiş, Meclis'e kadar yansıyan gürültü koparmamıştır. İki kez yayını durdurulan eserin ancak 1948'de, yazarın ikinci Aydede dergisinde tam yayını mümkün olabilmiştir. Önemli yoğunluktaki yeniden basılması istekleri karşısında, hâlâ mizahi bir anlatımla o devrin tanınmış kişilerini gözümüzde canlandırdığına ve Mütareke yıllarına ışık tuttuğuna inanıyoruz. Bu anılar, yazarı dediği üzere, bir savunma olmayıp yalnızca günü gününe hislerin işlendiği Mütarake Devrinin özel bir tarihçesidir. (Tanıtım Bülteninden)
Neden Altını Çizdim?
Kelimeler ne kuvvetli silah!

Maslup, maktul, mahnuk, mecruh, mecnun, mazrup, mahpus, menfi ve menkûp

O ana kadar Cemal Paşa'yı şahsen hiç görmemiştim; yalnız "Harp Mecmuası "nda, "Tasviri Efkâr'da resimlerini seyrederdim. İlle Sina cephesinde mi, Medine yolunda mı, ne, Enver Paşa ile beraber otomobilde çekilmiş bir fotoğrafı zihnime hak olmuştu. Belliydi ki, o ufacık bıyıklı, körpe Başkumandanın arabada sağına geçmiş olması canını sıkmıştı, nüfuz ve kudretini hissettirmek için haddinden fazla kabarmış, yayılmış, yaslanmış, gözlerini açıp sakalını da dimdik ettiğinden heybetli bir manzara almış, hülasa otomobili o kaplamıştı. Enver Paşa sağda olmasına rağmen onun yanında, imparatorla gezmeye çıkmış genç veliaht gibi acemi ve utangaç duruyordu. İşte benim zihnimin Cemal Paşası bu resimdeki Cemal Paşa idi. . (...) Cemal Paşa denince muhalifleri bir yılgınlık alırdı; zira onun bir zamanlar zulümde ölçüsü, eziyette terazisi yoktu; o mintarafillah" imhamıza memur olmuş gibi ama kendinden geçmiş, pür cezbe bir halde çalışır, aleyhimize mücahede ederdi!" Muhalefet cephesinde maslup, maktul, mahnuk, mecruh, mecnun, mazrup, mahpus, menfi ve menkûp" olarak böyle mimli ve aynı vezinli zarardidelerin yekünu bini geçerdi, sonra himaye ettikleri de oldu ya...
maslup: asılmış, maktul:öldürülmüş, mahnuk:haksızlığa uğramış, mecruh:yaralanmış, mecnun:delirtilmiş, mazrup:dövülmüş, mahpus:hapsedilmiş, menfi:sürülmüş menkûp:işinden atılmış zarardîde:zarar görmüş

Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1979
ISBN
975-437-065-6
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Türkiye’deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. eri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. İnsana ve insanın gerçek hayatına kurulan tuzağın romanlaşmasıdır bu kitap.

Bir şey yapmışsan veya yapıyorsan zaman'dan korkma!

- "Beni pek moruk bulduğun belli. Ama asıl moruklayan sensin. Anlatayım bak: Bir şey yapmayan veya yapmakta olmayan bitmiş demektir. Yani moruktan da fazla. Zaman'a ihanettir bu. Zaman da kendisine ihanet edenle hesap kesiverir. Ammaa, bir şey yapmışsan veya yapıyorsan zaman'dan korkma; çünkü senin içindir o ve artık senin için vardır. Bir takım pimpiriklerin ölümsüzlük, ölümsüzlük, deyip durdukları şey işte budur.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
242
Baskı Tarihi
2007
Yazılış Tarihi
1943
ISBN
975-7663-92-1
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kubbealtı Neşriyat
Editörü
Aysel Yüksel
Bu kitap, uzun yıllar boyunca geçirdiği çilelerle, "güneşi seyrettiğin göklere bak, aksettiği kalıplara değil" diyecek bir iç olgunluğuna varan, böylece gerçek aşkı bularak "Son Menzil"e ulaşan kişinin serencâmını anlatır.
Neden Altını Çizdim?
Klasik "sezgici" bakış..

Elmayı nasıl bilirsiniz?

Bilmek... Bu insanlar için en mesut tecelli. Bilmemek ise en hazin nasip. Doğruluğun ne güzel bir şey olduğunu bilmeyen adamın hırsız, katil, şerir olması, güzelliği bilmeyen kimsenin gaddar, zalim, kan içici olması gibi. .. Bazen idrakimiz hududuna sokulmamış öyle manalar var ki, nedense bunların arayıcısı ve avcısı olmayı bir nevi külfet telakki ediyoruz. Benim için, elmanın evsafını ve mürekkebatını bilen, fakat onu hiç tatmamış olan alimden, bu meyveyi dilinde ve damağında birçok defalar hissetmiş bir cahil daha nasiplidir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?
Neden Altını Çizdim?
Der tarik-i Nakşibendî lâzım âmed çâr terk
Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk!

Budizm'de "terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk"

Budizm'de elemden kurtulmak için ahlakı tasfiye (purification) veya tefekkür yolu kullanılabilir. Hinduizm'de tefekkür ve teemmülün son noktası nirvana, yani ferdi ruhun evrensel ruh ile birleşmesi idi. Budizm'de nirvana ruhun bir bedenden öbürüne dolaşarak hayata devam etmesinin (reincarnation) son bulmasıdır. Buda bunu sönen bir ışık misali ile anlatır. Bir lamba söndüğü zaman nasıl bir daha ışık vermezse, nirvana'ya ulaşan insanın hayatı da artık bir başka surette daha ortaya çıkmaz. "Oluş" sona ermiştir. Esaseri nirvana "sönme" demektir; bütün düşünce, irade ve duyumlar ortadan kalktığı, "söndüğü" zaman nirvana bulunmuştur. Bu noktaya varmak hemen yapılacak bir şey değildir, uzun bir yol ve sıkı bir disiplin işidir. Nirvana sadece negatif tarafıyla -herşeyin sönmesi- tarif edildiği için onun gerçekte -pozitif olarak- neye tekabul ettiği, yani herşey sönünce ne olduğu iyice bilinmiyor. Nitekim Buda bu konudaki soruları cevapsız bırakmış, esas olan sönmedir ve sönme kurtuluştur. sonrası hiç önemli değildir diye cevap vermiştir. işte vecd hali insanın dünya ile her türlü bağının koptuğu bir halalmak itibariyle Buzidm'de özel bir yer işgal eder. Budist disiplinin ilk merhalesinde her türlü arzuya karşı lakayd kalınır, Budist salik -yogi- sadece nirvana'yı ister, başka hiçbir arzu beslemez. İkinci merhalede her türlü düşünce ve hükme karşı kayıtsızlık hakimdir: zihin hayatı durur, sadece duygu hayatı kalır. Üçüncü merhalede ise herşey, bu arada duygu da kaybolur. Bu, dünyada iken ölmektir.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
287
Baskı Tarihi
2007
ISBN
978-975-470-599-7
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Editörü
Mahmut ali Meriç
Aydın mı dersiniz, entelektüel mi dersiniz? İki kavrama farklı anlamlar mı yüklersiniz? Aydınlardan/ entelektüellerden çok şeyler mi beklersiniz, hiçbir şey beklemez misiniz?.. Öyle ya da böyle, kültürle derinlemesine alışveriş kaygınız varsa, zaman eksenine düşünce mesaisi düşürebiliyorsanız, bu kavramlar üzerine kafa yorarsınız, bu sorulara cevap ararsınız, ufuk ararsınız. Cemil Meriç’in “hakikatte içi de, dışı da bir” mağarayı anlattığı kitap, Mağaradakiler, bir “geniş ufuk” kitabı.

Namuslu aydın, kucağında yaşadığı çevreye uymayandır!

Kitaplardakilerle, yaşanan gerçek arasındaki uçurum entelektüeli yaralamaktadır. Artık o, kutsiyetine inandığı bir dâvanın alemdarı değil, muzdarip bir vicdandır. Karşısında iki yol var: Kurulu düzenin yalanlarını ilmileştirmek, yani bir hakikat çarpıtıcısı, daha doğrusu bir çoban köpeği olmak veya ezilenlerin yanında yer almak, her haksızlığa karşı gelmek, her yalanı susturmak, her samimiyetsizliği ifşa etmek. Demek ki, namuslu aydın, kucağında yaşadığı çevreye uymayandır. Yine Koestler'i dinleyelim: "Keyfi yerinde olanların hür düşünceye ne ihtiyacı var? Bilgi susuzluğu, meçhulün bir endişe kaynağı olduğu sosyal zümrelerin imtiyazı. Mutlular pek mütecessis olmazlar. Ezilen büyük çoğunluğun ise hür düşünceyi kullanmaya zamanı da, imkânı da yok. Mevcut değerleri ya kabul eder, ya ret. Her iki durumda da ne objektiflik, ne de vuzuh sözkonusudur. Kısaca, düşünmek bu iki zümre arasında (mutlular ve sömürülenler) sıkışıp kalanların işidir. Intelijansiya bir nevi zardır; çeşitli vasıfları olan bölgeler arasında uzanır. Ne var ki, intelijansiyayı orta sınıfla karıştırmamalıyız. Hür düşünce, bir yokluk duygusundan, ılımlı bir sosyal tedirginlikten, bir dengesizlikten doğar. Kendine özgü bir tedirginlik bu. Bir çeşit aydın hastalığı. Entelektüel, ne maden ocaklarında, ne fabrikalarda çalışmak zorundadır. Kabiliyetlerini geliştirmek için belli imkânlara sahiptir, ama bu imkânlar yetmez ona. Kurulu düzene baş kaldırması bundan. Düşünce, mutlular için bir lüks, eksiklik duyan için ihtiyaç. Kitapla hayat, nazarî bilgi ile günlük rutin arasındaki uçurum doldurulmadıkça, tefekkür iki kutuptan birine yönelecektir: Ütopya veya beyin yıkama.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
192
Baskı Tarihi
Ocak 2013
ISBN
978-605-08-0273-3
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Sakine Korkmaz

Felsefi düşüncenin babası Herakleitos sayılmak gerekir

Düşünce objesinin tikelden genele dönüşümünü gerçekleştiren Thales ise, somuttan soyuta dönüşümünü gerçekleştiren de Herakleitos olmuştur. Herakleitos'un sorusu Thales'inkinden temelli bir biçimde farklıdır. Thales, "Dünya'nın ilk maddesi (arkhe) nedir?" diye soruyordu. Herakleitos, bu soruyu "Dünya'nın temel ilkesi nedir?" biçiminde değiştiriyor. Thales, dünyanın ilk maddesini 'su'dan başlatarak dünyanın oluşumunu bir ardzamanlı soykütüğe bağlamaktaydı. Deyiş yerindeyse, 'su', ondan türeyen öteki maddelerle dünyayı bir 'ata'dan gelen kuşaklara bağlıyor gibiydi. Herakleitos'un sorusu ise, eşzamanlılığı imliyor: "Dünya'nın temel ilkesi nedir?" sorusuna 'değişim' yanıtını vererek, kuruluşundan bu yana hiç değişmeyen bir ilkeyi dile getirmiş oluyor. Gerçekten de dünya kurulduğundan bu yana, değişmeyen tek ilke, dünyanın sürekli değişiyor olmasıdır. Geçmişte olduğu gibi, bugün de, değişme vardır. O nedenle, dünyanın temel koyucu ilkesi olarak 'değişme', dünyanın ardzamanlı değil, eşzamanlı kavranışını da beraberinde getirmiştir. Bu ilkenin eşzamanlılığı, dünyaya ilişkin açıklamaların bilimsel oluşuna doğru atılmış ilk adımdır. Herakleitos ile birlikte, düşünce objesi soyut ve geneldir artık; 'değişme', soyut ve genel bir düşünce objesi olarak kavramsallığı imler ve Herakleitos'la birlikte 'mitos'tan 'logos'a geçiş süreci tamamlanmış olur. Öyleyse, felsefi düşüncenin başlangıcını Thales ile değil, Herakleitos ile temellendirmek doğru olacaktır. Çünkü Thales, düşünce objesini genelleştirmiş ama soyutlamamıştır, bunu gerçekleştiren Herakleitos olmuştur.