Avatar - Son Hava Bükücü (The Last Air Bender)
M. Night Shyamalan tarafından çekilen, 2010 yapımı Avatar: Son Havabükücü isimli çizgi serinin uyarlaması olarak tasarlanan üçlemenin ilk filmi'dir. Nickelodeon ve Paramount Pictures tarafından yapılmıştır. Aslında üçlemenin isminin serininki ile aynı olması planlanıyordu. Ama James Cameron'ın yönettiği 2009 yapımı, üç boyutlu bilim kurgu filmi Avatar la olan isim benzerliği sebebiyle Shayamalan, üçlemenin adından "Avatar" kelimesini çıkarmış ve üçlemenin adını da "Son Hava Bükücü" olarak değiştirmiştir.Senaryo yazımında serinin yaratıcıları Michael Dante DiMartino ve Bryan Konietzko Shyamalan'ı yalnız bırakmamışlar ve Senaryoyu birlikte hazırlamışlardır.Yaratıcıları seriyi senaryo'ya dönüştürürken ana karakter Aang'i geliştirip, daha aktif ve cesur bir karaktere dönüştürmüşlerdir. Orijinal seri'de üç sezon boyunca yaşanan olaylar toplamda dokuz ayda yaşanırken, üçleme'deyse üç yıl'da yaşanacak. Seriyle filmin arasındaki başka bir fark, Aang ve Iroh'nunkiler gibi isimlerin İngilizce yerine orijinal Asya fonetik okunuşlarıyla okunması.Bu filmi seriye göre daha gerçekçi kılıyor.Filmde serinin aksine ateş bükücülerin çoğu kendi ateşlerini yaratamaz, yalnızca Iroh,Zuko ve bazı ileri seviye ateş bükücüler kendi ateşlerini yaratabilmekte.Ve Avatarlar'ın aile kurmaları'nın imkansız olması Zuko ve Azula'nın Avatar Roku'nun torunları olmasını imkansızlaştırıyor.Filmde Roku Ruhlar dünyası'nda Aang'e (tıpkı dizide Zuko'ya rüyasında göründüğü gibi) Ejder formunda görünüyor. 2009 Mart'ında çekimlerine başlanan filmin oyuncuları ise çoğunlukla yeni yüzlerden oluşuyor. Üçleme olarak tasarlanan projeye Paramount Pictures 350 milyon dolarlık bir bütçe ayırdı. 2011'de ikinci ve 2012'de üçüncü filmin tamamlanması planlandı. Üçlemenin ilk filmi olarak düşünülen ilk film serinin ilk sezonunu kapsıyor.Film dört ayda 318 milyon dolar hasılat elde etmiştir.

Kendisini duyguları olan bir insanmış gibi gösterebilmek için...

Kendisini duyguları olan bir insanmış gibi gösterebilmek için...annesinden söz etmeye başlamıştı. Ona güvenmemizi ve onun için üzülmemizi istiyor, böylece savunmasız kalacağız... ...ve sonra saldıracak. Sorun şu ki, bu işe yaradı. Onun için gerçekten üzülmüştüm. Kafasının karışmış olabileceğini ve incindiğini düşünmüştüm.
Avatar - Son Hava Bükücü (The Last Air Bender)
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

Hasan Basri

Hasan Basri’nin dinî fikirleri ehl-i sünnet akidesine sâhip bir fakihin veya müfessirin fikirlerinden hiç farklı değildir. Sonraki tarihlerde tasavvuf adı altında yaygınlaşan birçok bâtınî inançlara bakarak, Haşan Basrî’yi sûfîlerden ziyâde ulemâ zümresinden saymak doğru olur. Zaten kendisi zamanının en tanınmış din âlimi idi. Onun Kur’an’ın hükümleri hakkındaki yorumları çoğunlukla realist ve hattâ rasyonalisttir. O kadar ki, esas itibariyle duygusal reaksiyon uyandırmaya yarayan pekçok şeyi rasyonel olmadığı için reddediyor. Onun mutasavvıf olarak ayırdedici özelliği kalbe önem vermesi, nefs muhasebesi yoluyla günahtan kaçınmayı öğütlemesi, ve dünyaya aldanmamaları için insanları devamlı şekilde uyarmasıdır. Ona göre dünya için âhireti satan her iki dünyayı da kaybeder, ama âhiret için dünyayı satan ikisini birden kazanır. Bütün bu fikirler Batılılar’ın mistisizm dediği ve sonraki bazı sûfîlerde görülen tabiat-üstü veya duyulardışı bir âlemle temâs, veya Tanrı ile bir olma iddiasının tamâmen dışında şeylerdir. Hasan Basrî iyi bir Müslümanın Allah’ın sevdiği bir kul olabilmek maksadıyla neler yapması gerektiğini söylemeye çalışıyor ve bu hususta Müslümanlar arasında hiçbir ayırım yapmadan herkesin "makûl" sayacağı şeyler teklif ediyor.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

Zâhir ilmi bâtın ilmi

Hallâc’a kadar (ö. 922) gelen ilk mutasavvıfların doktrinleri ve yaşayışları hakkındaki bilgilerin çoğu ikinci, üçüncü elden anekdotlar halinde bize intikal etmiştir. Bağdad’da tasavvufa sempati duyan birçok muhaddis ve edîbler meclisler tertipliyorlardı. İslâm tasavvufu üzerine ilk anekdotlar buradan çıkmıştır. Bu anekdotları toplayan ansiklopediler sâyesinde sûfîlik popüler bir hâle gelmiştir ki, bunların en eskileri Burculanî’nin Kitâbü’r-Ruhbân’ı ile Kerem ve Cûd ve Sehâ en-Nüfûs’udur. Bundan sonra İbni Ebi’d-Dünyâ’nın eseri geliyor. Bunlarla birlikte Huldî’nin Hikâyât'ı ve Ebû Nuaym’ın Hilye’si sonraki kitapların başlıca kaynağı olmuştur. Anekdot kitaplarında bir hikâyenin birkaç varyantına raslıyoruz ki, tasavvuf gibi sözdeki en ufak nüansların bile büyük mânâ farkları yarattığı bir sâhada bu durum araştırıcıların işini bir hayli güçleştirmektedir. Müphem rivâyetlerin ve şifahî nakillerin sosyal-psikolojik faktörlerle nasıl değişikliklere uğradığı hesaba katılırsa, ilk devir sûfîlerinin etrafında teşekkül eden şöhret ve kudsiyet hâlesi daha iyi anlaşılabilir. Fakat bu adamların doktriner görüşlerinden ziyâde verdikleri yaşayış örnekleriyle kitleleri cezbettikleri muhakkaktır; fakihler ile esas anlaşmazlıkları da buradan doğmaktadır. Mutasavvıflar dini hiçbir zaman bizim anladığımız mânâda bir ilim konusu olarak görmemişler, dinin ancak yaşandığı zaman bir mânâsı olabileceğini söylemişlerdir. Bu yüzden ilk İslâm fıkıhçılarının din yorumları onları iki bakımdan tedirgin etmiştir. Birincisi dini, objektif, hâricî bir kaideler sistemi olarak almanın hakikî imânla herhangi bir ilgisini görmemişler; ikinci olarak da fıkıhçıları ferd olarak "başkalarına tavsiye ettiklerini şahsen yapmayan" samimiyetsiz insanlar olarak telâkkî etmişlerdir. Hukukçunun şekilciliği ile mutasavvıfın hissî hayatı arasında görülen tezat daha sonra zâhir ilmi bâtın ilmi diye bir kutuplaşmaya yol açacaktır. Maamafih, Haşan Basrî başta olmak üzere tanınmış mutasavvıfların çoğu dinî ilimler sâhasında da ihtisas sahibi kimselerdi ve onların varlığı tasavvufu sırf halk hatibi veya pazaryeri vâızı takımından kimselere mahsus avamî bir telâkkî olmaktan çıkarmıştır. Nitekim bu "ulemâ" zümresinden bazıları fıkıhçıların yaptığı sistemleştirme çalışmalarına karşı kendi "yollarının" esaslarını koymuşlardır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

İlk sûfîler esas itibariyle zühhâd (zâhidler) tâifesi arasından çıkmıştır.

İlk zâhidlerin Hıristiyan münzevîlerini taklid etmiş olmaları pek muhtemeldir. Mekke’de, İslâm’dan önce de sûfîlerin bulunduğu söylenmiştir. Anlaşıldığına göre bunlar İslâm’dan önceki hayattan uzak yaşayan, üzerlerine gelecek bir İlâhî gazabdan dehşete kapılarak zühd yolunu tercih eden kişilerdi. Sûfî isminin kaynağı olan sûf (kaba yün kumaş) da bunların kıyâfetleri olmalıdır. Sûf böylece dünya hayatına kıymet vermeyişin bir sembolü olmuştur. Hicretin ilk ikiyüz yılında Medine’de ve özellikle Irak bölgesinde Zühhâd, Kurrâ, Bekkâün, Kussas, Nussak gibi çeşitli adlar altında popüler zümreler vardır ki bunların ortak karakteri halkı Allah’ın gazâbı husûsunda uyarmak idi. Bir çeşit halk vâizi olan bu adamlar halkın toplu bulunduğu yerlerde heyecân içinde Kur’ân okur ve ağlarlar, yine Kur’ân’dan aldıkları hikâyeleri süsleyerek bunlar üzerine inşâ ettikleri ahlâkî vaazlarla halkın din anlayışı üzerinde büyük tesir icrâ ederlerdi. Bunların heyecân unsuruna fazla yer veren din anlayışlarıyla ilk İslâm fıkıhçılarının -ister istemez- şekil unsuruna önem veren anlayışları arasındaki çatışma, yavaş yavaş ulemâ karşısında bir sûfî tabakasının teşekkülüne ve bunların bir zümre hâlinde şuûr kazanmalarına -ve daha sonra teşkilâtlanmalarına- yol açmıştır. İlk sûfîler esas itibariyle bu zühhâd (zâhidler) tâifesi arasından çıkmıştır.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)

Esasen bütün "nev"leri severler!

"Vay Nevsal Hanım" dedi, "siz misiniz? Hiç görünmüyordunuz. Adeta kendinizi bana arattınız. Oldu mu ya, Nevnihal'im? Nedir o zarf?" Kendisine ilk defa alıcı gözüyle baktığını Nevsal anladı. Hem bakıyor, hem de kızın anlamadığı lisandan bir şeyler mırıldanıyordu. Fransızca bilseydi bunların âşıkane, mutasavvıfça sözler olduğunu anlardı: Je lis, j'entends le cieı; car le ciel c'est toi-memel diyordu. Hocahanım'ın fettan kızı hemen şımardı: "Bilmediğim şeyler söylüyorsunuz, cahilliğimi yüzüme vuruyorsunuz." "Estağfurullah! Birden coştum da kendimi tutamadım. Söylediğim mısranın manası şudur: 'Okuyorum, okurken Allah'ı duyuyorum; zira sen ondan başkası değilsin!'" "A! O nasıl söz öyle? Günaha girdiniz." "Günaha giren benim. Günaha sokan sensin Nevsal. Bu ismi kim seçmiş?" "Beğeniyor musunuz?" "Hem de nasıl? Esasen bütün 'nev'leri severim; hele senin gibi 'nevbâve' ve 'nevber'leri, yani turfanda meyve ve çiçekleri... 'nevbahar'ı, 'nevcivan'ı, 'nevarus' ve 'nevnihal'i... 'nevruz'ları 'nevhiz'leri, hülasa hep yeni yetişmiş, taze ve körpeleri! Çiçek olsun, yemiş olsun, gün sene ve insan olsun, daima böylelerini! Başta Nevsal!"

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
416
Baskı Tarihi
Nisan 2013
ISBN
978-975-352-011-9
Baskı Sayısı
9. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Pınar
Allah (c.c), kendi yolunun küllenmiş işaretlerini hatırlatmak için zaman zaman peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, mesajlarını yaymaya çalışırken hem kendilerini engellemek isteyenlerin, hem de taraftarlarının zulümlerine maruz kalmışlardır. Bu taraftarlardan bir kısmı peygamberin getirdiği sahih inancı olduğu gibi yaşamaya çalışırken, bir diğer kısmı kitabı tahrif etmek, bidat ve hurafelere tâbi olmak ve peygamberlerini adeta ilahlaştırmak gibi durumlara düşmüşlerdir.

Türk şamanların İslam içinde yerlerini korumaları

../ ne kadar iyimser olunursa olunsun Türkler'in -özellikle 10. yüzyıl dikkate alındığında- Vahiy İslâmı'nı tanıyıp ona mensup olduklarını söylemek hiç mümkün olmayacaktır. Zira onlar Vahiy İslâmı'nı değil, Farslılar'ın ve bazı mutasavvıfların İslâm'ını tanıyıp, ona iman etmişlerdi. /../ Bunların İslâm'ı ile ilgili olarak en genel biçimiyle şunu söylemek hiç yanlış olmayacaktır: Onlar (Farslılar ve Türkler'e islâm'ı ulaştıran Sûfîlerin büyük çoğunluğu) 7. Yüzyılda Resûlüllah (sav)'ın getirdiği İslâm'ı değil, çeşitli kültürel kalıplardan, düşüncelerden, felsefelerden, ideolojilerden etkilenmiş ve ton değiştirmiş bir İslâm'ın temsilcileriydiler. Bu İslâm'ı Türkler'e ulaştırdılar. Türkler ise "eski zamanların iyi İslâm'ı" zannettikleri bu inançlar bütününü kabul edip, kendi kültürel özellikleriyle rengini daha da değiştirmekten geri kalmamışlardır. Bunun sonucunda oluşan Türk-İslâm kültüründe, farklı dinlerin ve ideolojilerin varlığını aramak haksızlık olmaz. Bunlar ise çoğunlukla Türkler'in İslâm öncesi dönemlerinde yer alan özelliklerdir. Şamanizm bunlardan en önemlisi durumundadır. Şöyle ki, Şamanizmin en önemli özelliklerinden birisi, Şaman ismi verilen kişiyle ilgilidir. Kâşgarî'nin kâhin diye tercüme ettiği Şaman'a, Türkler Kam diyorlardı. Türkler'in bakış açısıyla Kamlar, Tanrı ile insanlar arasında aracılık yapan, korkuyla karışık bir saygı duyulan, gaipten haberler veren, toplumsal konularda hüküm verebilen, Tanrı'ya adaklar, kurbanlar sunulmasını sağlayan ve ayinleri yöneten, bazen insan üstü güçlere sahip olduğuna inanılan zaman ve mekân sınırlarını aşabilen, görünüşte delice davranışlara sahip, aslında çok zeki kişilerdi. Din değiştirme olayı ile ilgili olarak düşündüğümüzde bu tür özelliklere sahip inanç İslâm'da olmadığına göre Türkler'in Islâmî dönemde bu inançlarını terketmiş olmalarını beklemek gerekir. Fakat araştırıldığında bu inancın devam ettiği görülüyor. Şaman(Kam)lara ilişkin inançlar aynen devam eder ancak bazı şekil değişikliklerine uğrayarak. Bugün Ata, Baba, Derviş gibi isimlerle anılan ve İslâmî dönemde Türkler'in büyük saygı gösterip bağlandıkları kişilere ilişkin inanç ve düşüncelerin Şaman'ınkiyle aynı olduğunu kolaylıkla tesbit edebilmekteyiz. Muhteva aynıdır, değişiklik sadece isimdedir. Konuyu somut delillerle gösterecek olursak; Yeni müslüman olmuş Türkler, dinin kurallarının uyulması zorunlu esaslar olduğunu belirtip, bunu da güçleri oranında kontrol eden fakihleri bir türlü sevemezler. Bu nedenle de o günün şartlarında dinî eğitim merkezlerine iyi gözle bakmazlar. Oralarda eğitim görenleri aşağılarlar. Bunun yanısıra her türlü inanca ve yaşantı türüne müsamaha gösteren, hiç bir inanç ve yaşantı sınırlamasını savunmayan kişilere karşı ilgileri ve saygıları sonsuz olur. Bu kişiler eski Kamların yerini almış o günün derviş, baba, ata, şeyh, sûfî, mürşid, velî, vs. sidir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
416
Baskı Tarihi
Nisan 2013
ISBN
978-975-352-011-9
Baskı Sayısı
9. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Pınar
Allah (c.c), kendi yolunun küllenmiş işaretlerini hatırlatmak için zaman zaman peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, mesajlarını yaymaya çalışırken hem kendilerini engellemek isteyenlerin, hem de taraftarlarının zulümlerine maruz kalmışlardır. Bu taraftarlardan bir kısmı peygamberin getirdiği sahih inancı olduğu gibi yaşamaya çalışırken, bir diğer kısmı kitabı tahrif etmek, bidat ve hurafelere tâbi olmak ve peygamberlerini adeta ilahlaştırmak gibi durumlara düşmüşlerdir.

İslâm öncesi Türk inanç ve düşüncesi İslam'a geçişi kolaylaştırmış mıdır?

Türkler'in İslâm'a geçişlerini kolaylaştıran şartlar arasında en önemlisi olarak, bazı araştırıcıların İslâm öncesi Türk inanç ve düşüncesinin İslâm'ın özelliklerine yaklaştığı iddialarının güvenilir bir dayanağı yoktur. /../.. araştırıldığında, Türkler'in İslâm öncesi döneminde sistemli bir inanç oluşumu bulunmadığı görülmektedir. Onların en önemli özellikleri, içinde bulunulan şartlara kolayca uyum sağlayabilmeleri ve buna bağlı olarak din değiştirebilmeleriydi. Eğer yine de Türkler'in İslâm'a geçişlerini kolaylaştıran neden olarak Türk inancının İslâmî özelliklere yakın olduğu iddiası ileri sürülecek olursa, o zaman Türkler'in İslâm öncesinde birbirinden oldukça farklı özelliklere sahip dinlere girip çıkmalarını açıklamak oldukça zor olacaktır. Çünkü genel olarak İslâm öncesi dönem dikkate alındığında Türkler kadar çok din değiştiren bir kavme rastlamak zordur.

Türü
Akademik
Sayfa Sayısı
264
Baskı Tarihi
2004
Yazılış Tarihi
1996
ISBN
975-539-196-7
Baskı Sayısı
4. Baskı
Yayın Evi
Ayrıntı
Editörü
Özden Arıkan
Mütercimi
Abdullah Yılmaz
Orijinal Adı
Thinking Sociologically
Özellikle modernlik ve post-modernlik üzerine incelemeleriyle son dönemin en dikkate değer düşünürlerinden biri haline gelen Zygmunt Bauman, sosyal bilimler alanında son derece faydalı bir kitap sunuyor bizlere. 'Sosyolojik Düşünmek', sadece sosyoloji öğrenimi görenler için kaleme alınmış bir çalışma değil. Konuya ilgi ve merak duyan genel okurun da sosyolojinin anlamı ve işlevi, sosyolojide değişik tarzlar ve yaklaşımlar üzerine bilgilenmesini sağlayacak önemli bir kaynak kitap.

Sevilmek

#Sevilmek başka kişi tarafından biricik, benzersiz görülmek anlamına gelir;sevilmek, seven kişinin sevilen kişinin kendisine ve isteklerine ilişkin duygularını haklı göstermek için evrensel kurallara başvurmaya gerek duymadıklarını kabul etmek anlamına gelir; sevilmek seven kişinin benliğimin, benliğime karar verme ve kendi kararımla kendi benliğimi seçme hakkımın,egemenliğini kabul etmesi ve onaylaması anlamına gelir; sevilmek, onun -benim üzerine basa basa ''işte olduğum, yaptığım, durduğum halimle ben buyum'' ifademe katılması anlamına gelir. Başka bir ifadeyle, Sevilmek ANLAŞILMAKTIR..

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Cemil Meriç'in meşhur eseri

Tarih ve Zafer

Tarih galiplerin yazdığı bi kitap. Zafer, arkasından bıçaklanan masum düşmanların cesetleri üzerine atılan yapma çiçeklerden bir çelenk. [...] Spinoza'nın bir sözü beni sık sık düşündürür: Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi, mutlaka kendi arzusuyla yolculuğa çıktığını söylerdi.

Tatar Ramazan
Tatar Ramazan, Kerim Korcan`ın aynı isimli eserinden uyarlanan serinin ilk filmi. Olaylar II. Dünya Savaşı`nın bütün hızıyla sürdüğü 1942 yılında geçmektedir. Ahmet Kaya`nın müziklerini yaptığı film Cumhuriyet gazetesinin o dönem attığı manşetlerle anılır. Kerim Korcan'ın aynı isimli eserindeki 9 hikayeden sürgüne gönderilişine kadar olan hikayeleri içeren bu ilk filmin konusu; toprak sahiplerinden Abidin Ağa`nın oğlunu vuran Tatar Ramazan dört yıl hapis yatmıştır. Çıktığında Zeynep ailesinin baskısına rağmen Tatar Ramazan`ı karşılar, köye dönerler. Oda sahnesinde, Ramazan evi satıp beraber İzmir ya da İstanbul`a gitmeyi planladığını söyler. Fakat Abidin Ağa`nın oğlu Necmi yakasını rahat bırakmaz ve kısa bir süre sonra yağmurlu bir günde Hamdi`yle birlikte Ramazan`ı sıkıştırır, Ramazan yaralanır fakat bıçağıyla Hamdi`yi öldürür. Necmi kaçar. Bu olay üzerine 11 yıl hapis yiyen Ramazan tekrar hapishaneye düşer. Bu arada Zeynep de sürekli aile baskısı altındadır. Gittiği hapishanede kimseye bulaşmamaya çalışan Tatar Ramazan esrar satan, kumar oynatan bir koğuş ağasıyla karşılaşır. Başlarda "rahat durmadı demesinler" diye kimseye bulaşmamaya çalışır. Aynı zamanda hapishanede İdamlık Hüseyin`e de ağabeylik eder ve hapisane müdürüne Ankara'ye mektup yazması için konuşur. Fakat bu konuda da hapishane müdürü onu aldatır. Zamanla koğuş ağasının (Koca Mustafa ve Cıbıl Halil) da gardiyanlarla beraber olduğunu görür. Sonunda dayanamayarak Mustafa`ya bir tokat patlatır. Gariban kesimi arkasına alır ve gariban kesim arasında sevilen sayılan birisi olur. Mustafa bu tokadı sindiremeyerek geceleyin Tatar Ramazan`ı arkadaşlarıyla öldürmek ister fakat Ramazan olayı anlar ve Mustafa`yı bıçaklayarak öldürür. 7 sene daha alır ve sürgüne gönderilir...700 kasaba.70 vilayet.7 düvelde namı söylendi... Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Tatar_Ramazan_(film)

Koridorlar

- Koridorları sevdim. Ceza istediği kadar uzun olsun, yeter ki koridorlar kısa olmasın. İnsan bir kere yürümeye durdu muydu, herşeyleri unutur. Nedendir bu? Çünkü volta cezanın törpüsüdür.
Tatar Ramazan