Tabloda her şeyin bulanık göründüğü zamanlarda, hayatlarını kesinlik ve berraklığa adamış sosyal bilimciler genellikle susar ve taşların yerine oturmasını bekler. Zygmunt Bauman gibi kalburüstü düşünürler ise cesaretle belirsizliğe dalar ve bulduklarını, gördüklerini, hissettiklerini ortaya döker. İşte Küreselleşme böyle bir cüretin ürünü. XX.
Yeni Seçkinlerin Yurtsuzluğu
“Building Paranoia” [Paranoya İnşası/İnşaat Paranoyası] gibi her şeyi anlatan bir başlıkla yayımladığı bir çalışmada Steven Flusty, metropol bölgelerin yeni bir alanında çılgın bir inşaat ve nefes kesici bir yaratıcılık patlaması olduğundan söz eder: Bunlar, “yasak mekânlar”dır; “durdurmak ve püskürtmek ya da muhtemel kullanıcılarını süzgeçten geçirmek üzere tasarlanmış”lardır. Flusty, birbirine eklenerek büyüyen ve bir zamanlar ortaçağ şatolarını koruyan su dolu hendekler ve kulelerin yeni kentsel muadilini oluşturan böylesi mekânların birkaç çeşidini birbirinden ayırmak için parlak zekâsını kullanır; tam hedefini bulan, iğneleyici yaratıcı terimler ortaya atar. Bu çeşitlerden biri “kaygan mekân” yani “kıvrımlı, sonu gelmez ya da bulunması imkânsız yollarıyla, erişilemeyen mekân”dır; bir diğeri “dikenli mekân” yani “işi olmayanları temizlemek için duvarlara monte edilmiş su serpme başlıkları ya da oturmayı imkânsız hale getiren bir eğimle yapılmış çıkıntılarına kadar ince ayrıntılarla savunulan, rahat yerleşilemeyen mekân”dır; ya da “asabi mekân” yani “mekik dokuyan devriyeleri ve/veya güvenlik merkezine bilgi gönderen uzaktan kontrol teknolojileriyle etkin gözetim altında tutulmak suretiyle kuş uçurtulmayan mekânlar”dır. Bunlar ve diğer “yasak mekânlar” yeni yerellik üstü seçkin kesimin toplumsal yurtsuzluğunu, yerellikten maddi ya da bedensel yalıtılmışlığa dönüştürmekten başka bir amaca hizmet etmez. Yerel olarak temellenmiş birliktelik biçimlerinin ve ortak, komünal yaşamın dağılmasına son darbeyi vuran da böyle mekânlardır. Seçkinlerin yurtsuzluğu en somut biçimde sağlama bağlanmıştır; giriş kartı olmayan hiç kimse onlara erişemez.
Bunu tamamlayan bir gelişme de farklı yerleşim alanlarından gelen insanların yüz yüze görüşebildiği, tesadüfen karşılaşabildiği, birbirine dayılanıp kafa tutabildiği, konuşup, kavga edip tartıştığı ya da görüş birliğine vardığı, özel sorunlarını kamusal düzleme taşıdığı ve kamusal meseleleri de özel kaygılan haline getirdiği, (Comelius Castoriadis’in “özel/kamusal” agoralar dediği) kentsel mekânların sayı ve hacim olarak hızla küçülüyor olmasıdır. Kalan birkaç agora da giderek daha fazla seçici hale gelmekte; parçalayıcı güçlerin uyguladığı tazyikin verdiği zararı onarmaktan ziyade, onu kuvvetlendirmektedir.
../..
Seçkinler yalıtımı seçmiştir ve bu uğurda canı gönülden bol bol para öderler. Nüfusun geri kalanı ise tecrit edilmiş ve bu yeni yalıtılmışlığın ağır kültürel, psikolojik ve politik bedeliini ödemek zorunda bırakılmış halde bulur kendini. Ayrı yaşama konusunda tercih hakkında sahip olamayan ve bu yaşamın emniyet altına alınmasının maliyetini karşılayamayanlar, modern çağın ilk dönemlerindeki gettoların çağdaş benzerlerinde yaşamaya mahkûmdur; rızaları alınmadan etrafları “çitlerle çevrilir” daha dün herkesin olan odaklara adım atmaları yasaklanır, “özel mülk” ikaz işaretine dikkat etmeyerek ya da dile dökülmemiş olan, ama gene de hiç de daha az kararlı olmayan “geçmek yasaktır” imalarını ve ipuçlarını okumayarak yasak bölgeye girme gafletine düştüklerinde tutuklanır, kapı dışarı edilir ve ani, keskin bir şokla tanışırlar.
../..
Seçkinlerin bu yeni yurtsuzluğu baş döndürücü bir özgürlük hissi verirken, diğerlerinin yurt temelli oluşu evde değil, hapiste olma hissi vermektedir; ötekilerin hareket özgürlüğü bu kadar göze batarken yurt temeli olmak çok daha aşağılayıcıdır. “Çakılı kalma” canının istediği gibi hareket edememe ve yeşil çayırlara girmekten men edilme durumu yalnızca yenilginin nahoş kokusunu salmakla, insan olarak eksikli oluşun işaretlerini vermekle ve hayatın sunduğu güzelliklerin bölüşülmesinde aldatılmışlığı ima etmekle kalmaz. Yoksunluk daha derinlere iner. Yeni yüksek hız dünyasında “yerellik” bir zamanlar enformasyonun bir yerden bir yere sadece taşıyıcısı olan bedenlerle birlikte taşındığı zamanlardaki yerellik değildir; ne yerelliğin ne de yerel nüfusun “yerel cemaat”le ortak bir yanı kalmıştır artık. Seçkin kesimin peşinden kamusal mekânlar da (çeşitli tezahürleriyle meydanlar ve forumlar, gündemlerin belirlendiği, özel meselelerin kamusal hale getirildiği, kanaatlerin oluştuğu, sınandığı ve teyit edildiği, yargıların ve hükümlerin verildiği yerler [de]) yerel zincirlerinden boşanmıştır; bunlar, yurtsuzlaşan ve herhangi bir yerelliğin ve onun sakinlerinin salt “wetware” iletişim kapasitesi vasıtasıyla erişebileceği sınırların çok ötesine taşınan ilk mekânlar olmuştur. *Yerel nüfuslar, cemaatlerin sıcak yuvası olmaktan çıkmış, uçlan bir yere bağlı olmayan gevşek yumaklar haline gelmiştir.*
Akılcılık, Bürokrasi ve Özgürlük
Buruk Şenlik
Günümüzün karmaşık dünyası buruk bir şenliğe benziyor; sürekli daha çok eğlenmeyi kendimize hak görüp bunun için sonu gelmez bir iştahla her şeyi hızla tüketirken, içimize gizlice oturan o sıkıntının huzursuzluğunu yaşıyoruz. Ondan kurtulmanın yegâne yolunun ise yine daha çok tüketmek olduğuna inanıyoruz. Tükenenin yalnızca madde olmadığını, kendi çaresiz varlığımız olduğunu fark edemeden sürekli endişe kaynağı olan bir performans tutkusunun peşinden gidiyoruz. Böylece o iç sıkıntısını hep o fazla gürültülü şenliğin alacalı renk ve biçim patlamalarına boğarak susturacağımızı düşünüyoruz. Her şenlikte üretici gücümüze biraz daha yabancılaşarak, her ilişkide nomos'un kerterizlerini biraz daha kaybederek. En coşkulu görünen şenlikte bile içimize sinsice oturan o burukluk bu yüzdendir.
Anakronik İki Kavram: Anomi ve Yabancılaşma
Toplumbilimci Barlas Tolan'ın 1970'lerin sonlarına doğru, bir doçentlik tezi olarak yazdığı, 1981'de kitaplaştırılarak yayınlanan, belli bir tanınırlığa kavuşmuş özgün eseri "Çağdaş Toplumun Bunalımı. Anomi ve Yabancılaşma", tam bu dönüşüm döneminin sancılarını, eski dünyanın kavramlarıyla anlama çabasıdır. Nitekim anomi ve yabancılaşma kavramları, esasen sanayi kapitalizminin yol açtığı toplumsal sorunlardır. Tolan, yıllar içinde birkaç toplum bilimci kuşağına esin kaynağı olan bu eserinde, hem kuramsal bir bilanço yapmış hem 1970'lerin dünyasının git gide büyümekte olan toplumsal rahatsızlıklarını, erken dönemde teşhis etmiştir. Diğer yandan, aslında farklı yazın ve kuramsal tavırların ürünü olan iki kavramı yeni bir sorunsal içinde buluşturmaya çalışmıştır.
../ Her ne kadar anomi ve yabancılaşma, kitabımızın başlığında ve içeriğindeki makalelerde az ya da çok tartışma konusu olsa da, bu kavramları yeniden canlandırmayı,yeni olgulara onlar ekseninde bakmayı öneren bir model geliştirmeyi hedeflemediğimizi belirtmek isterim. Bu anlamda, "Buruk Şenlik" bir risk alarak, görece anakronik kavramsal bir tartışmaya girmektedir. Ancak amacımızın bu kavramları kuramsal önermelerde merkeze almak olmadığını bir kez daha ifade etmekte yarar görüyorum.
Ali Ergur | Buruk Şenlik (Önsöz, s.9)