Akılcılık, Bürokrasi ve Özgürlük
Nasıl ki Honoré de Balzac’ın Zarif Bir Yaşam Üzerine adlı çalışması modernitenin önemli unsurlarından biri olan modayı mizahi bir dille ele alıyorsa, Çalışanın Fizyolojisi de modern şehir yaşamına dair aynı derecede önemli bir konuyu inceliyor: bürokrasi ve onun çarklarının işleyişi. Franz Kafka’nın ofis bürokrasisinin kâbus metafiziğini anlatmasından çok önce, Herman Melville’in Kâtip Bartleby’sinin yayımlanmasından evvel, Balzac, edebi dehası ve kurgu ustalığıyla bizi Paris’te bir ofis hayatına götürüyor.
Rothschild'in Yirmi Çalışanı
İnsan, ekonominin detaylarını Maliye Bakanı kadar iyi bilen ve onunki kadar sermayeyi hareket ettirebilen, yalnız Fransa'daki değil , İngiltere, İspanya, Belçika, Avusturya, Napoli, Papalık Devletleri ve ödemek zorunda olduğu borcun faizi Fransa'nınkine denk olan ve bütün Avrupa şehirleriyle ilişkileri olan Osmanlı Devleti'ndeki gelişmelerden haberdar olması gereken Rothschild Hanedanı yirmi katiple idare ederken, neden Fransız Maliye Bakanının bin çalışanı olduğunu merak ediyor.
Rothschild'in yirmi çalışanı, Hazinenin çalışanlarından on kat daha fazla çalışıyor; fakat onların aksine Rothschild çalışanlarının gerçekten bir geleceği mevcut; banker olmayı öğreniyorlar, nasıl milyoner olabilecklerini öğrenmek ve emeğinin karşılığını orantılı olarak almak istiyorlar. Öte yandan devlet memurlarının önündeyse perişan bir gelecek var; saygın kişiler olsalar da kariyerleri onlara pek saygı sunmuyor; dahası sadece harcamayı öğreniyorlar, kazanmayı öğrenmiyorlar.
Sosyolojide Temel Fikirler, ondokuzuncu ve yirminci yüzyılların büyük sosyolojik düşüncelerine bir giriş çalışması olarak hazırlanmıştır. Hedef kitlesi sosyoloji ve ilişkili sosyal bilim derslerine devam eden Lisans ve Hazırlık Sınıfı öğrencileridir. Kitabın ilgi odağı, sosyoloji ve toplumsal düşüncenin -içinde yaşadığımız dünyayı anlama, yorumlama ve bazı örneklerde değiştirme aracı olarak- gelişiminde etkili olan temel fikirlerdir. Kitap üç ana kesim veya döneme bölünmüştür:
1. Klâsik Dönem: Kurucu Babalar ve Çağdaşları,
2. Modern Dönem,
Siyasi ve Bürokrat
Weber, bürokrasinin teknik üstünlüklerini överken memur sınıfının gücünün farkındadır, bu kurumsallaşmış gücün sadece çalışanlarını köleleştirmekle kalmayıp, bizzat demokrasi için de bir tehlike oluşturduğunun çok iyi farkındadır. O bireysel inisiyatif ve yaratıcılığı baskı altına alan, bir çelik kurallar ve düzenlemeler kafesine tıkılmış, yukarıdan gelen emirlere mecburen uyan 'ruhsuz uzmanlar' yaratan hiyerarşik kontrol tehlikesini önceden görmüştür. Aynı şekilde, Weber, modern demokrasilerin verimli bir biçimde işleyecek bürokrasilere ihtiyaç duyarken, içkin bir tehlikenin, kamu görevlisinin seçilmiş efendisinin gücüne ulaşması tehlikesinin varlığını kabul etmiştir:
Siyasal efendi her zaman kendini eğitimli bir memur karşısında, uzman karşısında amatör bir konumda bulur. Kendi uzmanlık bilgileri, sırları ve geleneksel anonimlikleri ile, kamu görevlileri sorumsuz bir güce sahiplerdir. Onlar her zaman bürodadırlar; politikacılar ise sadece gelir ve giderler. Weber bu ikilemi çözecek anahtarın kamu görevlisinin Parlamento tarafından kontrolü ve düzenli hesap vermesi olduğunu düşünüyordu. Başka yazarlar, özellikle oligarşinin tunç yasası tezinin sahibi Robert Michels bu konuda fazla iyimser değildi.
Modern yönetim üzerine birçok farklı araştırma memurların sahip oldukları gücü ortaya çıkarttı: örneğin çoğunda Ingiliz Kamu Hizmetinin bir 'yönetici sınıf biçimi olduğu öne sürülmüştür (Brian Sedgemore, Tony Benn, Crowther-Hunt Raporu 1980). Memurların Bakanları kontrol etmekte kullandıkları farklı teknikler Crossman Günlüklerinde (1977) ve 'Emret Bakanım' ve 'Emret Başbakanım' televizyon dizilerinde hoş ayrıntılarıyla verilmektedir.
Sosyolojide Temel Fikirler, ondokuzuncu ve yirminci yüzyılların büyük sosyolojik düşüncelerine bir giriş çalışması olarak hazırlanmıştır. Hedef kitlesi sosyoloji ve ilişkili sosyal bilim derslerine devam eden Lisans ve Hazırlık Sınıfı öğrencileridir. Kitabın ilgi odağı, sosyoloji ve toplumsal düşüncenin -içinde yaşadığımız dünyayı anlama, yorumlama ve bazı örneklerde değiştirme aracı olarak- gelişiminde etkili olan temel fikirlerdir. Kitap üç ana kesim veya döneme bölünmüştür:
1. Klâsik Dönem: Kurucu Babalar ve Çağdaşları,
2. Modern Dönem,
Bürokrasinin Verimliliği
Weber'in bürokrasinin teknik açıdan en üstün organizasyon biçimi olduğu iddiasına karşı, birçok yazar bu ideal tipin idari zayıflıklarını vurgulamıştır. Robert Merton (1957), bürokrasinin 'olumsuz işlev'i olduğunu düşündüğü -örgütsel hedeflere ulaşılmasını bile engelleyebilen- özelliklerine, bilhassa bürokratların kurallar ve düzenlemelere kölece bağlılıkları, tutuculukları, değişme korkuları, soğuklukları, vatandaşlara karşı resmî tutumlarına işaret eder. Çoğu insan 'kırtasiyecilik'ten, 'yüz-süz' bürokratlar tarafından dikkate alınmamaktan şikâyetçidir. Bürokrasiler yeni koşullara, yeni inisiyatiflere hızlı ayak uydurabilme yetersizlikleriyle dile düşmüşlerdir. Bradley ve Wilkie (1974) klâsik bir bürokratik felç örneği verir.
Hikâye Kızıl Meydanda Başkan Mikoyan’ın arabasına ateş eden bir Sovyet vatandaşı tarafından anlatılır. Kızıl Meydan bu esnada güvenlik muhafızlarıyla doludur, ancak onlar emir olmadan hemen harekete geçmezler, çünkü suikast girişiminin Mikoyan'dan daha üst düzeyde bir otorite tarafından onaylanmadığından emin olamazlar. Muhafızlar, suçluyu vurmak için en üst kademeden 'izin kâğıdı' gelinceye kadar fiilen felç olmuşlardır.
Sosyolojide Temel Fikirler, ondokuzuncu ve yirminci yüzyılların büyük sosyolojik düşüncelerine bir giriş çalışması olarak hazırlanmıştır. Hedef kitlesi sosyoloji ve ilişkili sosyal bilim derslerine devam eden Lisans ve Hazırlık Sınıfı öğrencileridir. Kitabın ilgi odağı, sosyoloji ve toplumsal düşüncenin -içinde yaşadığımız dünyayı anlama, yorumlama ve bazı örneklerde değiştirme aracı olarak- gelişiminde etkili olan temel fikirlerdir. Kitap üç ana kesim veya döneme bölünmüştür:
1. Klâsik Dönem: Kurucu Babalar ve Çağdaşları,
2. Modern Dönem,
Weber'in Bürokrasi Tarifi
Weber (1948), bürokrasiyi, "büyük-çapta İdarî görevler ve örgütsel hedeflere ulaşmak için, çok sayıda bireyin çalışmasını rasyonel bir biçimde koordine etmek amacıyla tasarlanmış hiyerarşik örgütsel bir yapı" olarak tanımlar. Ancak Weber, özel, kapitalist organizasyonların çoğunun bürokratik bir yapıya sahip olduğunu öne sürse bile, bu dönemdeki analizinin temel odağını kamu kuruluşları,"özellikle devlet bürokrasileri oluşturur. Weber ideal veya saf bürokratik tipin beş temel özelliğini belirler:
- Uzmanlaşmış bir İdarî işbölümü. Karmaşık görevler, her biri -eğitim, maliye ve iskân gibi- özel bir alanda uzmanlaşmış görevliler tarafından yürütülen parçalara ayrılmıştır. Her departmanda, her memur açıkça tanımlanmış bir sorumluluk alanına sahiptir.
- Her alt düzey memurun hiyerarşik bir komuta zinciri içinde daha üst düzeydeki memurların kontrol ve gözetimi altında olduğu bir görevler hiyerarşisi.
- Bürokrasideki bütün işlemlerin 'tutarlı bir soyut kurallar sistemi'ne tâbi olduğu ve 'bu kuralların özel durumlara uygulanmasıyla sağlanan bir düzenlemeler yönetimi (Weber, 1948). Bu kurallar memurların eylemlerini düzenler ve onların güçlerinin sınırlarını kesin olarak çizer. Onlar çalışanlarını sıkı disipline zorlar ve merkezî bir denetimi dayatır, kişisel inisiyatif veya sağduyuya çok az yer verirler.
- Resmî bir kişisellikten-uzaklık her bürokratik eylemin yönlendirici karakteristiğidir. İdeal memur görevini, kişilere veya kendi duygularına aldırmadan, sadece kurallara göre yapar.
- Liyâkat temelinde göreve atanmanın memurların seçimi ve terfiinde tek ölçü olması. "Bürokratik yönetim, esas itibariyle, bilgi temelinde kontrol anlamına gelir. Bu, özellikle onu rasyonel kılan bir özelliktir" (Weber, 1948).
- Özel ve resmî gelir ve hayatın birbirinden ayrılması. "Bürokrasi resmî faaliyetleri özel hayat alanından kesin olarak ayırır" (Weber, 1948).
1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)
Sadık, Alaylı ve Liyakatsiz
Abdülhamit gençlik yıllarında (tahta çıktığında 34 yaşındaydı), ihtiyatlı, çalışkan ve zeki bir kişiydi. Ancak, sarayda dönen çıkar mücadelelerindeki deneyimi ve bilhassa 1876’da kendisini tahta çıkartan olaylar hizmetindekilere karşı güvensizlik ve kuşku duygusu yaratmıştı. Abdülaziz’i ve Murat’ı tahttan indirebilenler niye kendisini de indirmesinlerdi? Bu kuşku ve bağımsızca işini yönetme arzusu, yıllar içinde tuhaflık boyutlarında bir korkuya dönüşmüştü. Sonuçta, kendi kurduğu ve her kademeden insanın birbirlerinin faaliyetlerini haber vermeye teşvik edildiği ülke içi bir hafiyelik ağına git gide daha fazla bel bağlar hale geldi. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı arşivlerinde on binlerce jurnal birikti.
Sultan için kendi şahsına sadakatın öncelikli bir endişe haline gelmesiyle rüşvet ve adam kayırmacılık ayyuka çıkmıştı; haddinden fazla eleman istihdamıyla muazzam şekilde şişirilmiş devlet daireleri buna fazlasıyla olanak veriyordu. Daireler işlevlerini akla uygun ve verimli şekilde yerine getiremiyordu; örneğin, toplarını saraya yöneltebileceği korkusu yüzünden, askerî donanmanın Haliç’teki iskelesini terk etmesine izin verilmiyordu; ordu atış talimini kurşun kullanmadan yapmak zorundaydı. Sultan büyük askerî yüksek okullardan mezun olanların birçoğunun liberal eğilimlerinden haberdardı. Bu nedenle de alaydan yetişmiş ve modern askerlik bilimine dair en ufak bir bilgisi olmayan (kimi de okuma yazma bilmeyen) subaylara güvenmeye –ve onları terfi ettirmeye– yöneldi. Ordu içinde “mektepli” ve “alaylı” subaylar arasında bariz bir bölünme oluştu. Ordu ve bürokrasideki, özellikle bunların genç mensupları arasındaki moral bozukluğu gittikçe ciddi bir sorun haline geldi. Abdülhamit dönemi bu bakımdan, Tanzimat’ın sadece bir devamı değil aynı zamanda bir karikatürüydü de.
1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)
Osmanlı yönetim sistemi
Osmanlı ideolojisine göre İmparatorluktaki toplum, vergi ödemeyen, silah taşıma hakkına sahip olan yönetici seçkinler sınıfı ile bunun tam tersi durumdaki halk kitlesi (Osmanlı diliyle reaya “sürü”) arasındaki –kuramsal olarak çok katı olan– bir ayrım etrafında biçimlenmişti. Yönetici seçkinler, iki kategoriden oluşuyordu: Sultan’ın iktidarının temsilcileri ve ahlaki düzenin bekçileri. “Askerî” diye adlandırılan yönetici seçkinler, Sultan’ın bütün hizmetkârlarından oluşmaktaydı: ordu, kalem çalışanları ve saray halkı. Bu yönetici seçkinler sınıfına, ahlaki düzenin devamından ve dolayısıyla da resmî eğitim ve adli işlerin çoğundan sorumlu olan “ulema” da mensuptu. Sultanın kulları, halk kitlesiyle karşılaştırıldığında son derece ayrıcalıklı olmalarına rağmen, sonraki yüzyılda olacakları, az çok özerk bürokrat/asker seçkinler sınıfını henüz oluşturmamıştı; onlar, imparatorluk erkinin, Sultan’ın isteği üzerine yerleri değiştirilecek, azledilecek ya da idam edilecek araçlarıydılar. Bu durum, makamca hepsinin en üstünde olan, Sultan’a en yakın kişi sayılan ve makamını elinde tuttuğu sürece hükümdarın bütün yetkilerini paylaşan, ama tamamıyla Sultan’ın değişken isteklerine bağımlı kalan “sadrazam” için de geçerliydi.
1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)
Bürokrasinin Geri Dönüşü
1991’den itibaren 1980 öncesinin siyaset kalıpları kendilerini yeniden kabul ettirmiş ve Uluslararası açıdan ise Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’ne daha da sıkıca bağlanmıştı.