Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Bilgi Kitabevi

Ömer -1

Akıl hastalığının ne demek olduğunu tam anlayamayacak yaştaydık. Ama başka birçok şeyi anlayabiliyorduk. Söz gelimi, bütün yüklerin bir olmadığını biliyorduk. Şişman bakkal kesinlikle şakaya gelmezdi. Bahçesinden mürdüm erikleri aşırdığımız Hasibe Teyze, birçok yaramazlığımıza göz yumardı. Kimi babalar çocuklarının her istediğini yerine getirir de kimi babalar dayak atmaktan başka bir şey bilmezdi. Ya da bize öyle gelirdi. Çocuk kafalarımızla, bütün yetişkinlerin birbirinden farklı olduğunu anlamıştık. Mahallemizden geçen gezgin satıcıların bile değişik özellikleri vardı. Örneğin sütçümüz son derece sessiz bir insandı. Geçiş saatlerini bilmeseniz, onu fark etmezdiniz bile. Üç tekerlekli arabasını iterek geçen Haydar Ağa ise tam tersine, gürültücünün tekiydi. Mevsimine göre değişik sebze ve meyve isimleri bağırarak, evlerin camlarını zangırdatırlardı. Evet, çevremizdeki büyükler birbirinden farklıydı. Ömer derseniz, bütün büyüklerden bambaşkaydı. Ömer akıl hastasıydı. Öteki büyüklerimize seslenirken, “Amca” yada “Ağabey” gibi bir niteleme eklerdik, ona ise ya “Ömer!” der geçerdik, ya da –kızdırmak istiyorsak- “Deli Ömer!” diye bağırırdık.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Bilgi Kitabevi

Ömer -2

Ömer ise askere gidecek yaştaydı. Ama askere gitmiyordu çünkü akıl hastasıydı. Raporluydu. Hiçbirimiz Ömer’in raporunu görmüş değildik. Zaten akıl hastası olduğunu anlamak için raporunu görmemiz de gerekmezdi. Tüm davranışları olağandışıydı. Annesi onu tertemiz giydirir, yokuşun alt başındaki evlerinden sokağa salardı. Akşamüzerleri eve dönerken, Ömer’in üstü başı leş gibi olurdu. Kimi zaman da sırtındaki gömleği bile bir yerlerde bırakıp öyle dönerdi eve. Yaşça bizden çok büyük olmasına karşın, hepimizden daha çok çocuktu Ömer. Oyunlarımıza katılmak isterdi ama öyle beceriksizdi ki onu aramıza almazdık. Çocuk kafalarımızla Ömer’in güçsüz yanlarını çabucak kavrayıvermiştik. Her şeyden önce çok iyi yürekliydi. Birimizden birini kırıp inciteceğinden ödü kopardı. En akla gelmeyecek acımasızca davranışlarımızla sabrını taşırdığımızda bile bize el kaldırmazdı. Kırıcı bir söz söylemeyi bile düşünmezdi. Çok çok kaldırımın kenarına oturur, sessizce ağlardı. Hiç bir şeyini esirgemezdi bizden. Harçlığını, misketlerini, zincirini, gözünü, kırpmadan verirdi. Hani ayakkabılarını istesek, onları da verirdi dostluğumuzu kazanmak için. Üstüne fazla varılmadıkça hep gülümseyen melek yüzlü bir devdi Ömer.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Bilgi Kitabevi

Ömer -3

Ömer’i seviyor muyduk? Ondan korkuyor muyduk? Ona acıyor muyduk? Bunlara yanıt vermek güç. Sanırım hem seviyor, hem acıyor hem de biraz korkuyorduk. Zaten o zamanlar bunları düşünmüyorduk hiç. Canımız sıkıldığında kızdırıp eğlenebileceğimiz bir zavallıydı bizim için. Çizginin gizini ilk öğrenen Erol oldu. Annesiyle birlikte Ömer’lere gitmiş bir gün Erol. Döşeme tahtalarına tebeşirle çizilmiş çizgileri görmüş. Bir kez, çişi geldiğinde Ömer köşesinden çıkmak istemiş. Çıkabilmesi için, annesinin yerdeki çizgiyi silmesi gerekmiş. Meğer kadıncağız, Ömer’in evde sağa sola çarpıp kendine ve çevresine zarar vermesini önlemek için bu yolu bulmuş. Yere tebeşirle çizgiyi çektiğinde, Ömer köşesinden çıkamıyormuş. Buna Ömer’in nasıl koşullandığını şimdi bile anlayamam. Ama çizgiyi aşıp öteye geçemiyormuş işte. Sanki çizgi değil de, betondan bir kalın duvar!...

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Bilgi Kitabevi

Ömer -4

Ömer’in şansızlığı bunu Erol’un öğrenmesiydi. İçimizde en haşarımız, en acımasız olanımız Erol’du. Bir bakıma Ömer’in tam tersiydi. Sonra günün birinde, çizgiyi biz de öğrendik. Yüzündeki budalaca gülümsemesi, sarkık kolları ve bir gorili anımsatan o garip yürüyüşüyle sokaktan geçiyordu Ömer. Hepimiz heyecanlı bir oyuna dalmıştık. Erol birden oyunu bırakıp, Ömer’e doğru koştu. Bir yandan da bağırıp ilgimizi çekeye çalışıyordu: “Bakın! Ne yapacağım!” Baktık. Doğrusu yaptığını da tam anlayamadık. Ömer’in önüne geçti. Cebinden bir tebeşir çıkarıp, kalın bir çizgiyle, bir kaldırımdan öbürüne kadar kesti sokağı. Ömer bir-iki adım daha attı ve çizginin dibinde durdu. Gülümsemesi silinivermişti. Sarkık kolları iyice düşmüştü iki yanına. Ne yapacağını bilmiyor gibiydi. Tek söz etmeden, olanları izliyorduk. Ömer, çizginin dibinde bir süre durdu. Kaşlarını hafifçe çattı. Sonra geri döndü. Geldiği yöne doğru gitmeye başladı. Erol yine ok gibi fırladı. Yere çizdiği ikinci kalın çizgiyle, Ömer’in dönüş yolunu da kesti. Gözlerimize inanamıyorduk.İki tebeşir çizginin arasında tutsak olmuştu Ömer. Ne ileri gidebiliyordu, ne de geri. Şimdi düşününce bunun çok hüzünlü bir olay olduğunu anlayabiliyorum. Ama o zaman, bütün çocuklarla birlikte ben de çok eğlenceli bulmuştum durumu. Deli gibi gülüyorduk. Ömer’se kapkara bir suskunluğa gömülmüştü. Gözlerini hepimize birer birer çevirip, yalvaran bakışlarıyla yardım aranıyordu. Belki iki saat, belki üç saat kaldı Ömer çizgilerin arasında. İçimizden biri – kim olduğunu unuttum- ona acıyıp çizgilerden birini ayağıyla silinceye dek, ağladı durdu. Gözyaşları yanağında sessizce kayarak… Daha sonraları sayısız çizgiler çizdik, sayısız saatler boyu tutsak ettik Ömer’i. Çizgilerin her biri, onun altın yüreğinde derin izler kazıyordu. Bunu yıllar sonra anlayabildim.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
0
ISBN
975-494-338-9
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Bilgi yayınevi

Yürüyüş

Araba dolduğu için geldiğimiz o uzun yolu yaya gitmek zorundaydık. Ağustos sıcağında kaynardı yerler. Nereye bassan alev. Ama bizim ayaklarımızın altı, daha yaşımıza girmeden toprakla senlibenli olduğundan bağışıklığımız vardı. Madem ki babam, toprakla ayağımız arasına kösele denen deri parçasını koymuyordu, koyamıyordu, o zaman bu görev doğanındı. Doğa yere iyi tutunalım diye hem ayağımızı büyütmüş, hem de ayağımızla toprak arasına kalın bir deri koymuştu. Mutluluktu o yürüyüş. Adam olmamız için gerekli olan kömür arabası önde, biz iki kardeş onun ardında, geleceğinden, kışından, soğuğundan tasasız yürü Allah yürü. Hele yolda bir çeşme başında azıcık durup da, kan gibi suyundan kana kana içersen, eline yüzüne çarpıp, yüzünün karası orana burana iyice sıvarsan, iki kardeş bakıp bakıp gülerdik. Eve varınca anam kapıda karşılardı bizi: "Abovv, zil arap olmuşlar." derdi. Babam bağırırdı: "Haydin bırakın da çeneyi, kömürü boşaltın." Toz kömür bu, şayet bir yere yığmazsan uçar giderdi. Uçup gittiği birşey değil, sonra mahallenin yüksek pencerelerinden başlar uzanır, bağırıp çağırırlardı: "Tüllerimizi yeni yıkamıştık." "Rezil ettiniz odamızı" "Bu kömür buluşu da nerden çıktı.."

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
0
ISBN
975-494-338-9
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Bilgi yayınevi

Ekmek Parası

Anam, biz onbeş yaşına basmadan Hürriyet mahallesine göçmek istememişti. Oysa ki babam; "Avrat, ne var yani göçsek Hürriyet Mahalle'sine; kurtulsak şu ev kirasından." derdi. Babamın ev dediği şey, kocaman bir avlu, avluda bir nar ağacı, bir okaliptüs, bir küçücük oda... Odanın üstü çinkolarla kaplı, yanları bozulmuş ambalaj sandıkları ve bir yığın çamur. Babamın pencere açmak merakı yüzünden, her yıl bu mal sandıkları bıçkıyla kesilir, pencere bu yıl kuzeye bakıyorsa, gelecek yıl doğuya; batıya bakıyorsa, güneye açılırdı. Her seferinde de; "İyidir iyi, değişiklik gerek." derdi. Oysa ki biz iki küçük kardeşin dünyası kuzeyde de aynıydı, güneyde de, batıda da aynıydı, doğuda da. Yalnız arasıra yatağımıza yattığımız zamanlar tavandaki kocaman sinema kağıdı dünyamızı değiştirirdi. Babam, bu tavanı tastamam örten sinema kağıdını yırtmadan çakmak için bir hayli cambazlık yapmış, bir hayli de haşlamıştı anamı: "Avrat, dibinden tutma, ortasından tut! Ortasından tutma, yanından tut! Kemal, keser, ver, çiviyi ver, hay gözün çıkmasın, baksana keser ayağının dibinde." Kağıt çakılıp da bitince, onun sevinciyle tüm aile bireyleri sırtüstü yatmış, tavandaki "Tarzan Ormanlar Kralı"nı izlemiştik. Uzun saçlı bir adam, yarı çıplak bir kadın ve yarı çıplak bir çocuk, bir de maymun ve ağaç, ağaç, ağaç... Ağaçların ardında, geceleri bizi korkutan, titreten koskocaman bir aslan kafası. Ama kükreyen aslan! ilk günler çok fısıldadık anama; "Anaa, biz korkuyoruz, bu aslan bizi yiyecek, söyle babama kovsun onu." Anacığım gel git, sonunda bizi inandırdı. O aslan değil, kediydi. Öyle bir kediydi ki, aslandan büyük bir kedi. "Olur mu?" dedim ben ağabeyime. "Olur" dedi. "Babam nasıl ufak, Zahit Emmi nasıl kocaman." Ondan sonra mutlu kıldı bu kağıt bizi. Uyumazdan önce gözlerimizi bu kağıda diker, ormanda Tarzan'la dolaşır, elma yer, maymunla uzuneşek oynaşırdık. Babam da mutluydu bu kağıt yüzünden. Çünkü o kış evimiz çok ısındı.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
ISBN
9755393226
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Ayrıntı Yayınları
İstenmeyen yağlar. Pahalı, butik sabunlar. Maaş çekleri, güzel bir ev, zarif mobilyalar. Yalnızlık ve yabancılaşma. Tüketimin susmayan arsız çağrısı. Yalanlar ve yalanlar. Nefret ve öfke. İlk kez yayımlandığı 1996'dan beri bir yeraltı klasiği olarak anılan Dövüş Kulübü, yeni bin yılın eşiğinde geçen bir anti-ütopya öyküsünü anlatıyor. Yaşadığı hayattan nefret eden, ölüm düşüncesini saplantı haline getirmiş, insani yakınlığı kanser dayanışma gruplarında arayan genç bir adam.

En güzel yemek

Raymond k. k. hessel, bu akşam yiyeceğin yemek sana hayatının en güzel yemeği gibi gelecek ve yarın hayatının en güzel günü olacak.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
ISBN
9755393226
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Ayrıntı Yayınları
İstenmeyen yağlar. Pahalı, butik sabunlar. Maaş çekleri, güzel bir ev, zarif mobilyalar. Yalnızlık ve yabancılaşma. Tüketimin susmayan arsız çağrısı. Yalanlar ve yalanlar. Nefret ve öfke. İlk kez yayımlandığı 1996'dan beri bir yeraltı klasiği olarak anılan Dövüş Kulübü, yeni bin yılın eşiğinde geçen bir anti-ütopya öyküsünü anlatıyor. Yaşadığı hayattan nefret eden, ölüm düşüncesini saplantı haline getirmiş, insani yakınlığı kanser dayanışma gruplarında arayan genç bir adam.

O yüzden bize karşı dikkatli ol.

“Şunu unutma,” diyor Tyler. “Ezmeye çalıştığın bu insanlar, senin muhtaç olduğun herkestir. Biz senin çamaşırını yıkayan, yemeğini pişiren ve önüne götüren insanlarız. Senin yatağını biz yapıyoruz. Uykudayken seni biz koruyoruz. Ambulansları biz kullanıyoruz. Telefonlarını biz bağlıyoruz. Bizler aşçıyız, taksi şöförüyüz ve senin hakkında her şeyi biliyoruz. Sigorta bildirimlerini, kredi kartı ödemelerini biz takip ediyoruz. Hayatının her alanını biz denetliyoruz.” “Biz tarihin ortanca çocuklarıyız. Bizi her gün milyoner olacağımıza, film yıldızı, rock yıldızı olacağımıza inandırsn televizyon programlarıyla büyüdük, ama bunların hiçbirini olamaycağız. ve bu gerçek kafamıza ancak dank ediyor,” diyor Tyler. “O yüzden bize karşı dikkatli ol.”

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
ISBN
9755393226
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Ayrıntı Yayınları
İstenmeyen yağlar. Pahalı, butik sabunlar. Maaş çekleri, güzel bir ev, zarif mobilyalar. Yalnızlık ve yabancılaşma. Tüketimin susmayan arsız çağrısı. Yalanlar ve yalanlar. Nefret ve öfke. İlk kez yayımlandığı 1996'dan beri bir yeraltı klasiği olarak anılan Dövüş Kulübü, yeni bin yılın eşiğinde geçen bir anti-ütopya öyküsünü anlatıyor. Yaşadığı hayattan nefret eden, ölüm düşüncesini saplantı haline getirmiş, insani yakınlığı kanser dayanışma gruplarında arayan genç bir adam.

Ya tabi, tabii

Ben senden önce buradaydım. “Ya, tabii, tabii,” diyor Tyler, “Kim kimden sonraya kalacak, onu da göreceğiz.”

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
ISBN
9755393226
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Ayrıntı Yayınları
İstenmeyen yağlar. Pahalı, butik sabunlar. Maaş çekleri, güzel bir ev, zarif mobilyalar. Yalnızlık ve yabancılaşma. Tüketimin susmayan arsız çağrısı. Yalanlar ve yalanlar. Nefret ve öfke. İlk kez yayımlandığı 1996'dan beri bir yeraltı klasiği olarak anılan Dövüş Kulübü, yeni bin yılın eşiğinde geçen bir anti-ütopya öyküsünü anlatıyor. Yaşadığı hayattan nefret eden, ölüm düşüncesini saplantı haline getirmiş, insani yakınlığı kanser dayanışma gruplarında arayan genç bir adam.

Ölüm İsmi

Kendi ismimize ancak ölümde kavuşabiliriz, çünkü ancak ölümde mücadelenin bir parçası olmaktan çıkarız. Ölümde kahraman oluruz.