Türkü

Akşam oldu mu pencerenin yanına otururdu. Kaç gündür sokakta küçük bir çocuk peyda olmuştu. Her akşam elinde boş bir şişe veya başka bir kap, evlerinin önünden, türkü söyleyerek geçerdi. Mümtaz, daha sokağın başında iken onun sesini tanırdı: Akşam oldu yakamadım gazımı Kadir Mevlâm böyle yazmış yazımı Doya doya sevemedim kuzumu Ben ölürsem yavrum seni döverler... Mümtaz annesinin her başını kaldırdıkça, üstüne dikilmiş bakışlarında bu türkünün güftesine benzer bir mâna bulunduğunu zannederek içi sızlardı. Bununla beraber onu dinlemekten de vazgeçemezdi... Evlerinin biraz ilerisinde, aşağıya doğru giden sokağın tam başında türkü değişirdi. Ses birdenbire yükselir, aydınlanırdı. o kadar ki, evlerin duvarlarında, yol üstünde, hatta havaya çarptıkça sanki çok parlak akislerle kırılırdı: Şu İzmir'in minaresi sedeften, annem sedeften Sen doldur ben içeyim kadehten, aman kadehten... Mümtaz, bu ikinci türkü ile küçücük ömrünün henüz mânasını dahi kavramadığı kederleri içinden çıkar, birdenbire çok ışıklı, taptaze; fakat bununla beraber yine hasret ve ıstırapla dolu başka bir dünyaya girerdi. Bu, bir ucu İzmir'in Kordonboyu'nda başlayan, öbür ucu babasının hiç anlayamadığı ölümünde biten dünya idi. Orada kendi çocuk muhayyilesine sığmayan bir yığın şey, orada da ölüm gurbet, kan, yalnızlık ve içinde çöreklenen o yedi başlı ejder hüznü vardı. (..) Annesi o hafta içinde bir gece sabaha karşı öldü. Ölmeden evvel oğlundan su istemiş, sonra ona bir şeyler söylemeye çalışmış, fakat bir türlü muvaffak olamamış, sonra yüzü sapsarı kesilmiş, gözleri kaymış, dudakları bir iki defa titredikten sonra kaskatı kesilmişti. Mümtaz'ın hafızası bu son ânı olduğu gibi tespit etmişti. Bu ölümün arkasında da bir türlü dolduramadığı uzun bir boşluk vardı.

Boşluğun aynası

Mümtaz, bu karanlık aynada henüz başlangıçta olan ömrünün dost hayallerini, babasının altında yattığı ağacı, olduğu gibi bıraktığı çocuk saatlerini, han odasında bâkir tenine çok derin bir aşı gibi yapışan köylü kızını, büyük siyah gözlerini her an uğultulu davete koşmaya hazır bir ürperme ile arar, sonra onun sadece boşluğun aynası olduğunu görünce yerinden kalkar, kâbuslu bir rüyadan çıkar gibi kayaların dev gölgeleri arasından her adımda sendeleyerek solumaya çalışırdı.

Kalabalık...

Bu kalabalığın gündüz ışığında bile insanı ürperten bir manzarası vardı. Onlar canlı bir tabiat manzarasından ziyade, kim bilir hangi felaketle oldukları vaziyette donup kalmış mahlûklara benzerlerdi. Fakat asıl korkuncu, muhayyilenin durduğu anlardaki manzaralarıydı. O zaman hayattan boşaltılmış, ebediyyen ona yabancı, onu inkâr eden bir çehre takınırlardı. Sanki "Biz hayatın dışındayız." derlerdi. Hayatın dışında... O, herşeyi besleyen hayat suyu bizden çekilmiştir. Ölüm bile bizim kadar kısır değildir."

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
0
ISBN
9789759014179
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Kalem Yayınları
Mütercimi
Ahmet Çelen
http://www.islamkutuphanesi.com/turkcekitap/online/nehculbelaga_all/nehc.html

Direğiyle eğrilen bir yer...

"Kuşkusuz dünya, kaynağı çamurlu ve bulanık; güzel görüntüsüyle öldüren, gizemiyle çarpan, gururuyla engeller koyan, görünümüyle yok eden, gölgesiyle geçip giden, direğiyle eğrilen bir yerdir. Kendisinden nefret edeni; ona alıştırıncaya kadar korkutur, yatıştırıncaya kadar durdurur, ayaklarıyla tekmeleyerek tuzağına düşürür, ağlarıyla sımsıkı bağlar, öldürücü oklarını saplar. Kişinin boynuna ölüm ilmiğini geçirir ve dönülüp varılacak korkunç yere, sorgu yerine yani dar kabrine doğru sürükler. Böylece halef, selefini takip eder, ne ölüm öç almaktan; ne de yaşayanlar suç işlemekten usanır. Herkesin ameli birbirine benzer. Sonrakiler öncekilerin yaptıklarını tekrar işler, fani olur. Dünya onu ayartır; sonunda işler biter, ömürler tükenir, dirilme zamanı yaklaşır. Derken insanları kabirlerinden, kuşları yuvalarından, sürüngenleri inlerinden ve yerlerinden çıkarır. O'nun emrine koşuşurlar, O'nun randevu yerine hızla gelirler. Kimseden çıt bile çıkmaz. Ayakta saf tutarlar. Kimse O'nun gözünden kaçmaz. Çağıran onları duyar. Üzerlerine zillet elbisesi muşlardır. Ruhî hallerine zillet ve gevşeklik hakimdir. Hileler tükenmiştir. Ümitler kesilmiştir. Ağızlarına gem vurulmuş, yürekler korkutan titremiştir. Yürekleri ağza getiren davetçinin sert haykırışı: "Bugün kıyamet! Hayrın hayırla, şerrin şerr ile karşılık göreceği gündür." Kötüler cezalandırılacak, iyiler mukafatlandırılacak. Kullar; kudretle yaratılır, kahırla terbiye olur, can çekişmesiyle ruhları alınır, bedenleri kabirlere konur. Orada çürüyüp toprak olurlar. Sonra yeniden diriltilir, tek tek hesaba çekilir. Mükafatla ya da cezayla karşılanır. " Hz. Ali (a.s)

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Ömür güzergahı...

Yabancılık, uçsuz bucaksız "varlık" âlemini boğucu bir darboğaz haline getirir. Dar ve karanlık hücrede tek başına hapse mahkum olan kimsenin hücresinin tavanı, tanıdık birinin getirildiğini duyunca, göğe kadar yükselir ve duvarları her yandan yeryüzü ufuklarının ötesine kadar uzaklaşır ve mahkum, zindanını dört yönden "O"nunla sınırlı tanıdık bir iklim olarak bulur. "Mesaj" sahibi olan ruh ne mürit ister ne âşık. "Ömür" güzergahında bekleyen gözlerle durur. "Varlığı" tanıdık birini çağıran bir "sesleniş"tir. "Hayat"ı boşuna gelip geçen bu mükerrer, mesuliyetsiz, bekleyişsiz ve ızdırapsız yüzler kalabalığında alışılmış ve mahrem bir akraba yüzü bulma ümidinde, "hayret" dalgasına düşmüş bir bakıştır. İki gözü, bu sığınaksız dünyada tıpkı annesini kaybetmiş iki çocuk gibi ne yapacağını bilemez haldedir.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Çiçekler

İnsanoğlunun kalbi sevme konusunda ne kadar da yetenekliymiş, diye kendime şaşarım. Bazen o, gözümde bir çiçek suretinde canlanır; bu dünyada olmayan çiçeklerden bir çiçek. Ve ben, bahçelerin, güllüklerin ve tarlaların çiçekleri, renkleri ve kokuları arasında onu görürüm. O beni tanır. Diğer çiçeklerin arasına varınca hepsini kağıt ya da plastik veya kumaştan yapılmış çiçekler olarak bulurum. Onu karşımda tomurcuklanıp açılırken, gülümserken ve çevremdeki havaya yayılan kokusuyla benimle konuşurken görürüm. Tanışıklıktan, akrabalıktan, sözleşmeden ve bağlılıktan söz eder. Onu her zaman görürüm, her yerde ve her şeyde.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
260
Baskı Tarihi
2002
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Yeni Zamanlar Yayınları
Mütercimi
M. Şayir

Sessiz Söylemlerin Ukdesi..

Varlıklarının yanı sıra tekrarlanıp duran karşılaşmaları, kıyıda köşede kalmış uyduruk anlamsız bir kelimeye benzer; bir anlam yada faydası olmayıp biricik değeri sadece telaffuzlarındaki zorlukta yatan cümleler gibi kulaklarda yineleyip durur. Sadece sinirleri bozar, adamı çileden çıkarır; bazen de yorulur çığlık atarsın, çıldırırsın, bir cami avlusuna atmak istersin kendini, bir mescide, dua, ziyaret, Meryem'in başına gelenler, çarmıha gerilen İsa'nın çektiği işkenceler, zulme uğrayıp zehirlenen mazlum şehit imamzade bahanesiyle, içini rahatlatmak için ya da yakın bir arkadaşının, sevecen bir yakının evine yönelirsin de hayatın ağlamaklı hüzünlü gece yarısını, seherin ayak seslerine kadar onunla oturursun, ya da Gelşa elmasından, yağmur, şemsiye, gözlük ve çizmesinden konuşursun; veya ders sınıf öğretmen sınav günlük sorunlar yabancılık korkusu yalnızlık acısı ile "sessiz söylemler"in ukdesini bu "melhuz söylenmemişler"in içinde durgunlaştırırsın, veya kendi halvetine çekilip kalemini hak aramaya çağırırsın, onunla dertleşmeye koyulursun ve bu kör ve sağır dünyada muhatabı olmayan bütün o sözleri, Allah'ın kendisine ant içtiği canına dökersin, yabancılık acısı ile yalnızlığın ağrısını o "mesaj"ın biricik anısı olan ona anlatırsın ve o "bağ"ın biricik hatırlatıcısı olan onu dinlemeye koyulursun..

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
260
Baskı Tarihi
2002
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Yeni Zamanlar Yayınları
Mütercimi
M. Şayir

Kimsesizlik!

Bu dörtlük varlıklarla tanışıklık ilişkisi hep bir adamın atıyla, kedisiyle, komşusunun ineğiyle, mahallesindeki köpekle, mezrasının kurt ve tilkisiyle olan ilişkisi gibi kalır. Bu sınırları asla aşmaz. Kalabalıkların ortasında korkunç ve ürkünç bir yalnızlık. Laf kalabalıklarının ortasında ağır ve bunaltıcı bir sessizlik, yurtta gurbet, kendi toplumunda yabancılık, yakınlar halkası içinde uzaklık ve herkesin oluşturduğu izdiham ile herkesin olduğu toplulukların içinde yalnızlık ve kimsesizlik!

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
260
Baskı Tarihi
2002
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Yeni Zamanlar Yayınları
Mütercimi
M. Şayir

Dört Duvarın Arkasında Diri Olmak..

Ne güzel, ne kolay! Mutlulukla aralarındaki mesafe ne kadar kısa! Tam dört parmak! Yine dört etti! Ama bu dörtler dünyasında kıyıda köşede "dörtlü olmayan" tek tük insanlar da var, numarasız, adressiz insanlar, "sayım ve sınırlar"ın dışında kalan bir kaç insan, kalabalık, karışık ve geçimsiz; bu dörtlü yaratıklar dünyasının dört duvarının o yanında, doğmuş ve yaşıyorlar. Yaşıyorlar mı? Yok, diriler. Onlar için büyük bir acıdır, "diri olmak", hatta "olmak'ın kendisi musibettir ve kalmak" sürüp gitmektir!