Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Bir Facianın Hikayesi Cemil Meriç`in artık basılmayacak bir eseridir. Kitabın basılan
ve basılacak olan diger kitaplara dercedildigi, edilecegi söylenmektedir. Meriç`in mirasının
eksiksiz ve aslına uygun olarak okuruna ulastırılabilmesi için internetin sundugu imkanları
kullanmak zaruri hale gelmistir. Kitabı bilgisayara aktardıktan sonra orjinalinde bulunan imla,
gramer ve tüm baskı, dizgi hataları editörümüz tarafından kitabın aslıyla karsılastırılarak
yeniden tashih edilmis, düzeltilmistir. Editörümüzün hassasiyeti ve titizligi kitabın
yayımlanma sürecini geciktirmistir.
Bu kavga yoktu eskiden...
Ekonomik çağın en çarpıcı başkalığı: Sınıf kavgası. Marx, her zaman sınıflar ve sınıf kavgaları vardı, der. Yanlış. Bu kavga yoktu eskiden. Sınıflar da, sınıf kavgaları da ekonomi çağının ürünleri.
Devlet, iktisadi çıkarların savunucusu. Hükümet şeklinin fazla önemi yok. Demokrasi dediğimiz, sınıflar arasındaki uzlaşmanın kanunileşmesi.
Savaşın amacı da: Ya maddî çıkarları korumak yahut yeni kazançlar sağlamak. Düşman: Yoksul kalabalık. Kalabalığın her mel'ânete başvurması kabil, onun için dikkatle denetlenmesi şart.
İlan Edilmiş Bir Ahlak Sisteminiz Yoksa
Şöyle düşün. Mesela bu yılbaşı gecesi TRT programında Bülent Ersoy ile Zeki Müren dans edeceklermiş.
"Yapma, yav."
"Evet! Buna dördümüz de tepki gösteriyoruz değil mi?
"E, mutlaka" dedi Erol.
"peki bu tepkiyi, sosyal demokrat terimlerde nasıl ifade edeceksiniz? Karşınıza biri geçse, "efendim, demokrasi var. Herkes herkesle dans eder. Sansür edemezsiniz!" dese ne diyeceksiniz? İlan edilmiş bir ahlak sisteminiz yoksa, başınızı öte yana çevirmek zorundasınız.
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.
Demokrasi...
DP başlangıçta CHP'dir. Fakat tabandan gelen hareket yönünü değiştirdi. Demokrasi, her iktisaden geri kalmış ülkedeki gibi yerleşiyordu. Tuttular adamların kellelerini kopardılar. Sonra da Senato, Danıştay, Yargıtay bilmem ne gibi müesseseleri kurdular. Hakikatte CHP seçimle gelemediği iktidara bunlar sayesinde gelecekti, hesap buydu. Bile bile lâdes bu. Yapılan her işe müdahale ediyor bu müessese. Başına geçirdikleri adamlar kendi adamları. Demokrasi bu mu?
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
119
Baskı Tarihi
1999
ISBN
975-8084-79-8
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Bu kitapta, Uğur Mumcu'nun, Atilla İlhan ve Adalet Ağaoğlu ile roman; Aziz Nesin ve Sadun Aren ile demokrasi; Avni Arbaş ve Duran Karaca ile resim; Halit Çelenk ve Mehmet Ali Aybar ile insan hakları üzerine söyleşileri var. Söze Nereden Başlasam, araştırmacılığı yaşama biçimine dönüştürmüş bir gazetecinin, beslenme kaynaklarını iyi bilen bir aydının duyarlılığını yansıtıyor. "Türkiye'de yazarlar, gazeteciler evrensel kültür ile haşır neşir oldukça, okurlarına o ölçüde katkıda bulunacaklardır.
Demokratikleşme..
Demokrasinin özü demokratikleşmedir. Demokratikleşme olmadan yurttaşlar kendi aleyhlerine olan partilere pekala oy verebiliyorlar. (Aziz Nesin ile yapılan söyleşiden...)
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
mart 2003
Baskı Sayısı
2. Baskı
Mütercimi
Jale Çam Yeşiltaş
İyi veya kötü adına yönetmek
Şimdiye kadar oluşturulmuş olanlar içinde en az karşı çıkılabilecek sistem demokrasidir. Çünkü işleyen değerleri ve kurumları gücün keyfi kullanımına sınırlamalar getirir. Rejimi demokratik olmayan ülkelerde, sistem hiçbir koruma sağlamaz;eğer yönetimini ele geçiren kişi, bu yüzyılda da sık sık görüldüğü gibi deli, aptal veya militarist olursa, o zaman günümüzün her isteyen yöneticinin yararlanabileceği gelişmiş teknikleri, olası zulmü daha da korkunç yapar.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir."
Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
Kıyas
İslam aleminde yazılı anayasası olan ve parlamentoya dayalı meşruti rejimi deneyen ilk ülke de Türkiye'dir. Sözkonusu rejim 1920'de değil 1876'da kurulmuştur; kurucusu da Atatürk değil sultan II. Abdülhamid'dir. Birçok bakımdan Türkiye'nin bugünkü anayasasından daha çağdaş ve liberal bir anlayışı yansıtan 1876 Kanun-u Esasisi, İslam ülkeleri tarihinin ilk yazılı anayasasıdır. Bu anayasaya göre seçilen Osmanlı Meclis-i Mebusanı da, herhangi bir İslam ülkesinde toplanan modern anlamda ilk parlamentodur.
Kıyaslamak açısından belirtelim ki, o dönemde Avrupa'nın önde gelen ülkelerinden biri olan Avusturya-Macaristan imparatorluğu ilk genel parlamentosuna 1867'de (Türkiye'den sadece 9 yıl önce) kavuşmuştur. Rusya'da ilk parlamento 1905'te (Türkiye'den 29 yıl sonra) kurulacaktır.
Batılılaşma eşittir laiklik!
"Laiklik" uzun süre modernleşmenin ve batlılaşmanın gerekçesi olarak gösterilmiştir. Fakat Türkiye'nin modernleşmesi geniş ölçüde "laiklik" saplantısı olanlar tarfından değil, muhafazakarlar ve dindarlar tarafından gerçekleştirilmiştir ve öyle anlaşılıyor ki, gelecekte de onlar tarafından gerçekleştirilmeye devam edilecektir.Bu yüzden bazılarının "bize laiklik lazım, gelişme de modernleşme de istemeyiz"demelerine hiç şaşırmamak lazımdır! Laikliği demokrasinin gerekçesi olarak gösteren kesimlerin iş zora çattığında " bize laiklik lazım, demokrasi olmasa da olur" dediklerini de unutmayalım.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir."
Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
İnkılap Projesinin "Meşruiyet" Arayışı
Siyasi meşruiyet, "halka" (Sovyetlerde: "işçi sınıfına ve topraksız köylülere") dayandırılır. Modern diktatörler, iktidarı fetih, gelenek, din veya müktesep hak üzerine kuran eski zaman zorbalarından farklı olarak, plebisitler veya benzeri oylama yöntemleriyle halkın onayını almaya büyük önem verirler. Hepsi, bir çeşit "demokrasi" (devrimci demokrasi, ulusal demokrasi, halk demokrasisi, "Romen tipi demokrasi", korporatif demokrasi, öz hakiki demokrasi vb.) olmak iddiasındadır.
Halkçı yaklaşımın zorunlu bir sonucu olarak, siyasi uyarı ve propaganda işlevlerinin en küçük toplum birimine kadar örgütlenmesi hedeflenir. Diktatör, eski zaman zorbaları gibi siyasi muhaliflerini sindirmekle yetinmez; halkın tümünü kendi tarafına çekmeye çalışır.
Halkı uyarmak ve yönlendirmek görevini üstlenen Parti, bundan ötürü olağanüstü önem kazanarak bazen devletin asli kurumlarının (ordu, polis ve bürokrasinin) dahi önüne geçer.
İnkılap projesi, bir yandan yenilenme ve değişimi hedeflerken, bir yandan da bunun, ulusun bir süredir bozulmuş/yozlaşmış/unutulmuş olan aslına ("ruhuna", "cevherine", "köklerine") dönüş olduğunu ileri sürer. Bu anlayışın ifadesi olan milliyetçilik, a) kendi ulusunun "aslı" itibariyle tüm diğer uluslara üstünlüğüne inanmayı, ve b) ülke içindeki asimile edilmemiş unsurlardan – azınlıklardan, Yahudilerden vb. – nefret etmeyi içerir. Bu hususta tek istisna Sovyetler Birliğidir. Enternasyonalizm idealini uzun süre terketmeyen Sovyet rejimi, "Sovyet halkı" ve "Sovyet vatanseverliği" kavramlarını ön plana çıkaran ve ortak siyasi iradeye dayanan bir milliyetçilik türü oluşturmayı denemiş, ancak bunda çok başarılı olamamıştır.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
408
Baskı Tarihi
Aralık 2007
ISBN
978-975-995-093-4
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
İnci Enigün
İsmet İnönü
Hasan Saka'nın cenazesi.Bütün fırka yahut İstanbul'da bulunanlar orada idi.Tarık (Temel) sabahleyin geldi. Beraber gittik.İsmet Paşa'yı gördüm.Çok mahzundu.Elini öptüm,elini veriyor belki de ağladığı görülmesin diye yüzünü çeviriyordu.Yeni bıyıkları pek yakışmıştı. 1946'nın ve 1950'nin İsmet Paşa'sından ne kadar farklı ve sempatikti.
Bir insanın bizde kalan çehreleri kadar şaşırtıcı ne olabilir? Değişen hadiseler ve yaş,entellektüalite,filan+ben+o=x
Bu muamele bütün hayatımızdır.Tıpkı sevdiğimiz kadınlarda olduğu gibi. 1932'ye kadar İsmet Paşa benim için bir mübarekti. Celal Bey'in (Bayar) başvekilliğine kadar yalnız bir hadisede, Fethi Bey'i (Okyar) düşüren nutukta, bir de İhsan Bey (Eryavuz) muhakemesinin şahitliğinde hatırlıyorum. Şu var ki o zaman sahnede muhtelif çehreleriyle yalnız Gazi vardı ve geri kalanı siliyordu. Celal Bey'in başvekilliğinden sonra birdenbire ön plana geldi reisicumhurluğundan şüphesiz sevindim; bununla beraber tanımıyordum. Onu ikinci dünya harbinde tanıdım ve sevdim. Mebusluğumda şef fikri aramıza girdi, politikasından memnun davranışlarından mustarip, etrafındaki adamlar yüzünden dargındım. Dil meselesindeki fikirleri, Atatürk inkılaplarını olmuş bitmiş bir şeymiş gibi kabul etmesi beni rahatsız ediyordu. İsmet Paşa'yı belki kendiside bilmez birçok itirazi cümle ve fikir arasında en çok övenlerden biriydim. Fakat o zaman ki cümlelerimi şimdi yokladıkça fırkasının içinde kaybolmuş gibi görüyordum. Bizimle kendisinden çok başka türlü, tam manasıyla inferieure iki adam vasıtasıyla konuşuyordu. Şükrü Saraçoğlu ve Memduh Şevket (Esendal) . Ali (Hasan Ali Yücel) Mümtaz Ökmen cindinden hususi kamara adamları, en sonunda Nihat Kerim .Belki adını unuttum. Bana onu gizleyen tahta perdeler gibi geliyordu. O kadar ki kendisini pek az görebiliyordum.
Demokrasi hükümeti beni çok az heyacanlandırdı. Bu işin istendiği gibi yümümeyeceğine, henüz o seviyede olmadığımıza emindim. Demokrasinin bir elit işi olmadığını çok iyi biliyordum. Maraş'a üç dört gidişim bana memleketi öğretmişti. Kaldı ki İstanbul ve Ankara da öbür yerlerden farklı değildi.
Bu 1941 senesinde belki İstanbul bugünki kadar köy değildi. fakat ıstırap her çehreden akıyordu. Gençler arasında ise muazzam ayrılıklar başlamıştı.
Paşa'nın yapacağı şey partisi içinde daha sosyalizan bir zümre arayıp onu ortaya çıkarmaktı. Atatürk zihniyetine, hiç olmazsa başlangıcında daha sadık olurdu.
Niçin bunları yazıyorum. Meclisten beş parasız ve dargın ayrıldım, fakat partiden ayrılmadım. İsmet Paşa'ya iki sene kadar dargındım. Bununla beraber yine seviyordum. Muhalefet kürsüsündeki rolü genişledikçe iş değişti . İhtiyar adam gençleşti, büyüdü, kudret ve asalet kazandı. O gün Şişli Camii'nin imam odasında küçük bir kervete oturmuş, arkadaşının ölümüne ağlayan insan ise çok başka insandı. Onun elini öperken Orhan Gazi cinsinden bir adamın elini öpüyorum sanıdm.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir."
Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
soru 7) Kadınlara oy hakkı verilmesi,Tek Parti rejiminin demokratik niteliğini gösterir mi ?
Serbest seçimlerin olmadığı bir yerde oy hakkının ne anlama geldiği yeterince üzerinde durulmuş bir husus değildir.Seçme hakkı ve imkanı olmayan "seçimlerde" oy vermek bir haktan çok belki bir ödev veya mecburi devlet hizmeti sayılabilir.Bu anlamda Türkiye'de kadınlara oy hakkının,1930 veya 1935'te değil, bütün Türk vatandaşlarıyla birlikte, 1950'de verilmiş olduğunu kabul etmek daha doğrudur.