Benliğin Sırları
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Prof.Dr. Ali Nihat Tarlan
Orijinal Adı
Esrâr-ı Hodî
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1242/14146.pdf
hayati bir sır
Onun tabiriyle "hayati bir sır" taşıyordum. "Ve sırlar, esas itibariyle hayati"idiler.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
466
ISBN
9944486903
Baskı Sayısı
0. Baskı
İskender Pala'nın bir müzayededen satın alıp içindekileri yalınlaştırarak yayınladığı "Yek Cinayet Şast u Şeş Sual" (66 Soruda Cinayet) adlı elyazmasıdır.
Kahramanlarımız bir cinayetin peşinde koşuyor, bu sırada bir çok tarihi sima da olaya karışıyor. Arka planda tüm şatafatıyla Lale Devri, ön planda ise kadife yapraklarıyla lale ve tabi ki aşk...
Aşk ancak sır olarak kalırsa
Hayır, hayır, kendisi Şehnaz’a olan aşkını kimseciklerle paylaşmayacaktı, paylaşmamalıydı. Eğer paylaşırsa içindeki aşkın azalacağına emindi. Okuduğu kitaplar bütün aşıklara sıkı sıkı bunu tembih ediyorlardı. “Aşk ancak sır olarak kalırsa kalpte çoğalırdı.” Böyle demişti annesi bir seferinde ve sonra da ona Leyla’nın sırlarla büyüyen aşkının hikayesini anlatmıştı. Eğer iki kişi arasındakiler sır olmaktan çıkarsa yalnızca dillerde çoğalır, dostluğun, vefanın değerini düşürürdü.
…
Leyla’ya sordular:
“Sen mi Kays’ı daha çok sevdin; yoksa o mu seni?”
Kara gözlü, kara saçlı, kara benli Leyla iç geçirdi, üzüldü:
“Dostlar, bu nasıl bir soru, bana böyle bir soruyu nasıl sorarsınız ki?!.. Elbette ben onu daha çok sevdim, onun beni sevdiğinden…”
“İyi ama Leyla, o senin için deliye döndü, çöllere düştü, adı Mecnuna çıktı ve kurtlarla, kuşlarla konuşur oldu…”
“İşte bakın, o gitti, bana olan aşkını ına buna anlattı, ben ise aha şuracığımda, kalbimin içinde onun aşkını saklayıp durdum, hiç kimse ile ne paylaştım, ne kimseye dert yandım. Şimdi siz kara verin, o mu beni daha çok sevmiş ben mi onu?!..”
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-60047-89-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
O, inançları uğruna bu yolu tercih etmişti. İnanç bütün hayatını kaplamış ve genç yaşta siyasi ve toplumsal olaylara karışmıştı. Onu bu yola inançları sürüklemişti. Bir an olsun yürümekten geri kalmadı, hiçbir engel ona mani olamadı. Hiçbir davet ve olay, onu bir an olsun tereddüde düşürmedi. Hikâyesi çok uzundur!
Siyasi suçluları ya acı çeksin de teslim olsun diye gurbete sürgün ederler ya da canı yansın diye zindana atarlar. O her ikisine de maruz kalmıştı, gurbette zindana atılmıştı.
Sır
Geceleri seher vakitlerine kadar odasının bir köşesinde yalnız ve uykusuz kalan, bütün varlığını O'nda yok eden, gece ve gündüzleri sürekli uykusuz, yemeksiz, konuşmadan, kendinden ve herkesten uzakta geçiren, sakin, dertli ve yalnızca O'nunla konuşan, O'nu düşünen, O'nunla fısıldaşan, bütün hayatını O'na adayan, bütün işini O'na veren, sararmış rengi içindeki acısını anlatan, açık sessizliği kalbindeki fırtınayı haber veren, sakin ve soğuk yaşamı ruhundaki dinmeyen dinmeyen acıyı anlatan birinin, adımını sokağa attığı zaman, halkın gözünde gamsızlıkla suçlandığını görmesi ve halkın onu yeme, içme ve yatma ehli olarak tanıması ne hoş ve teskin edici bir zevktir. İşte böyle bir durumda saf ihlas ortaya çıkar, iman riya tozundan uzaklaşır ve ruh o tertemiz aşkı, kalp ise o saf ve lekesiz duyguyu bulur. İman ne kadar gizliyse o kadar halis, aşk ne kadar gizlilik perdesi altında saklıysa o kadar temiz olur.
Chandel'i, o ilginç ruhu, benim dışımda çok az kimse tanır. O her gece De La Chapelle'i düşünerek, şafağın sökmesini bekler, sabaha kadar uyanık kalırdı. Hikayeler fısıldar, nağmeler mırıldanır, şarkılar söyler, güzel makamlar icra eder ve yalnızlığını onunla giderirdi. Sabahleyin yanından geçtiği zaman ise sanki onunla hiç ilgilenmiyormuş gibi davranırdı.
Dünyada en değerli ve en kutsal şeyler, hatta iman ve aşk da dahil herşey, "gösteriş" rezaletiyle karşı karşıyadır. Gizlilik yani "gösterişsiz varoluş" ise o kadar ilahi bir takva, ihlas ve kutsallıkla doludur ki bütün zorluklara ve mahrumiyetlere rağmen harikulade bir tadı vardır.
Aynulkuzat'ın naklettiği gibi "Kim aşık olur, aşkını gizler ve sonra da ölürse, cennet ona vacip olur." Cennet ona neden vacip oluyor? Cennet, dünyevi yaşantımızda yaşadığımız cehennemin mükafatı değil midir? Hangi cehennem, dünya hayatında imanı gizlemekten daha acıklı ve yakıcıdır? Ruhun derinliğinde, kalp perdelerinde, sinirlerde ve en doğru, en gerçekçi özünde saklı gizliliğin ateşi, bambaşka bir acıdır!
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
256
Baskı Tarihi
Eylül 2008
Baskı Sayısı
0. Baskı
"Çünkü sen Süleyman'ı görmedin/ Kuşların dilini nereden bileceksin?" diyen Sühreverdi'nin, "konuşan yalnız Hakikat'tir" diyen Bediüzzaman'ın, "ayrılığa ulaşsaydık, ona kendi acısını tattırırdık" diyen İbn Arabi'nin, "üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum/ benim sarhoşluğumun sonu yok" diyen Mevlana'nın, "mantıku't-tayrın lugat-ı mutlakından söyleriz" diyen Niyazi Mısri'nin, "teknolojik burjuva uygarlığı, bir protezler medeniyetidir, insanların ruhlarını sakatlıyor, onlara protezler takmaya çalışıyor" diyen Tarkovski'nin, "düşünme, yüzyıllardır kutsanan aklın, düşünmenin önündeki en büyük eng
Neden Altını Çizdim?
"Susan dil, durgun bir denize hem benzer hem benzemez." Bu cümlenin düşündürdükleri için Sadık Bey'e teşekkür:)
Sessizlik Diyarı
Sessizlik bir diyardır çünkü. Bir vatandır. Onlar vatanlarını imanlarından ötürü severler. Orada soluk alıp verirler, orada kendilerine yansıyan sırrı korurlar. Sırrı korumanın tek yolu susmaktır. Hele böylesi geveze bir çağda. Artık sözün değeri kalmamıştır. Söz, bir sırrı haber vermenin yolu olmaktan çıkmış, bir kakafoni ve gürültüye dönüşmüştür. Bu denli gürültülü, bu kadar sesle kirlenmiş zamanda en doğrusu sükuttur zaten.
Susmak olayın içinde olduğunu bu yüzden hayy olduğunu söylemektir. Şeyh durgun bir nokta halinde oturur ve susar. O sustukça müritlerin gönülleri kabarır. Gönül denizleri bir fırtınaya tutulur. Onun suskunluğu sürdükçe ve sükut koyulaştıkça fırtına artar. O denli coşkunlaşır ki, ardından diner ve yeni bir varlık üretir. Bu aşk gibi bir şeydir. Aşk da ateştir, yakar ve yakıcılığıyla yeni bir vücudun varlığına vesiledir.
Susan dil, durgun bir denize hem benzer hem benzemez. Benzer çünkü durgun denizin dibi kaynamasına rağmen dingin görünür. Benzemez çünkü hiçbir gönül durgun bir göl gibi fırtınaya düşmeksizin durulamaz.