Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
264
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1981
ISBN
975-437-016-8
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken Neşriyat
Neden Altını Çizdim?
Acı gerçekler... Ayrıca hukuk-teknoloji benzerliği çok ilgi çekici bir tespit.

İslam dünyasındaki hukuk hareketleri modern hayata yetişememiştir

İslam hukuku modern (yeni) hayatın gerekleri uyma imkanlarından özü itibariyle mahrum değildir; onu dayandığı esaslardan bugünkü hayat için hüküm çıkarmanın imkansız olduğu söylenemez. Nitekim bunun en güzel örneğini 1876 tarihli "Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye" vermiş bulunuyor. Tanzimat'tan sonra Türk devleti modernleşme hareketleri içinde hukuki bünyesinde de birtakım değişikliklere lüzum gördüğü zaman, "hem mehakim-i şer'iyyede muteber ve mer'i ve hem de mecalis-i nizamiyede hukuk davaları için kanun vaz'ından müstağni" olmak için hem modern ihtiyaçları karşılayan, hem İslam hukukuna dayanan eserlerin yazılmasına karar verilmiş, bu kararın biraz gecikme ile ortaya çıkan bir rnahsulü de rneşhur "Mecelle" olmuştu. Mecelle'nin alışılagelmiş şefi tedvinlerden (codification) farklı olarak, Batı'daki kanunlar gibi maddeleştirilmiş esaslara dayandığı görülüyor; yani o, İslam hukukunun kendi geleneği içinde ortaya çıkmaktan ziyade modern hukuk sistemlerine intibâk etmek zarüreti ile doğmuştur. Fakat bu intibâk gayretinin başarı ile sonuçlanmadığını kimse iddiâ edemez. "Mecelle" mükemmel bir kanun mecmuasıdır ve onu tertipleyen heyetin reisliğine getirilen Ahmet Cevdet Paşa dünyanın büyük hukukçuları arasında haklı yerini almıştır. "Mecelle" mükemmel bir eser olmakla birlikte mecelle hareketi başarıya ulaşamadı, yani Osmanlı imparatorluğu ayni espri ile bütün hukuk sistemini modernleştirmeyi başaramadı. Bunun sebebi Osmanlı (İslam) cemiyetinin dışarıdaki değişme (ve dolayısiyle içerideki değişme) hızına ayak uyduramayışı, daha doğrusu değişmeyi kontrol edemeyecek kadar onun şiddetli baskısı altında kalmasıdır. Tek kelime islam dünyasındaki hukuk hareketleri modern hayata yetişememiştir. İslam cemiyeti elindeki hukuk kaynaklarını kullanacak yetişmiş insan gücüne bile sahip değildi; bu gerilemenin üzücü neticeleri Mecelle mukaddemesinde de açık ifade edilmiştir. İslam dünyasındaki bu umumi gerilik artık kapatılması imkansız görünen bir mesafe haline geldiği zaman, İslam ülkeleri Batı kanunlarını birer-ikişer alarak hukuk meselesini kısa yoldan çözmek zorunda kalmışlardır. Bu, tıpkı Batı medeniyetinin öbür kolları bakımından takip edilen politikaya benzemektedir. İslam ülkelerinin -veya az gelişmiş denilen ülkelerin- Batı teknolojisiyle başedebilmek için onlardan birşeyler alacak yerde ayni teknolojiyi kendilerinin geliştirmeye çalışması ne kadar ağır işleyen veya pratikte imkansız olan bir yol ise, bütün bir medeniyeti orijinal kanunlar tedvin ederek nizâma sokmak da o kadar işlemez bir yol olarak göründü. İslam ülkeleri Batı medeniyetine intibak etmek, süratle intibâk etmek zorunda idiler; bunun için neyi -doğru veya yanlış- zaruri ve acil gördülerse onu yaptılar. Ancak bazıları mevcut islam hukukunun hala yeterli olduğu noktalarda ona dokunmadığı halde, bazıları İslam hukukunu Batı hukukuyla değiştirmenin yanısıra onu pekçok kötülüklerin anası olarak suçlama yoluna gittiler.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
326
Baskı Tarihi
2014
Yazılış Tarihi
2014
ISBN
978-605-9908-32-0
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı Kedi Yayınevi
Editörü
Tunca Arslan
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun'dan, uzun süredir beklenen kitap... İN, Emniyet'te 40 yıl görev yapan bir İstihbaratçının, teşkilat içinde yuvalanan Cemaat'le yüzleşmesini, mücadelesini, kurulan tuzak ve komploları anlatan, Türkiye gündemini sarsacak bir çalışma...
Neden Altını Çizdim?
Bunu ilk okuduğumda dehşete kapılmıştım.

Polis köpekleri masum!

Başbakan Erdoğan'a suikast düzenlemek amacıyla Van'dan getirilen "bombalı araç" işi, dört üniversite öğ­rencisinin üzerine kalmıştı. Yargılama sonucunda Mustafa Bayar beraat etti. İdris Nakçi 20 yıl 11 ay 20 gün; Ali Sayan 8 yıl 9 ay, Alpaslan Özkan 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Üstelik bu olay bazı medya organlarında "Ergenekon-PKK bağlantısı"nın kanıtı olarak yazıldı çizildi! Ey Cemaat İmamı polis müdürleri! Bu minibüsü, bir yardımcı istihbarat elemanına siz kira­latmadınız mı? O patlayıcı dediğiniz gübreyi siz satın aldırmadınız mı? O minibüsü, kendi ajanınıza verip Ankara'ya siz getirt­mediniz mi? O minibüsü, Kurtuluş Katlı Otoparkı'na siz park ettir­mediniz mi? Park ettirmeden önce üç dört gün İstihbarat Dairesi'nin kapalı garajında bekletip, ABD'deki İkiz Kuleler'e yapılan 11 Eylül saldırılarını çağrıştırsın diye 11 Eylül 2007 gününü özellikle beklemediniz mi? Üzerinde parmak izi bulunmasın diye İstihbarat Dairesi'nin garajında yıkattığınız minibüsü bir polis memu­runa eldivenle kullandırmadınız mı? Siz, bugüne kadar "parmak izi bulunmaması için" polis tarafından yıkatılan örgüt arabası gördünüz mü? O minibüsü, Kurtuluş Otoparkı'na park etmeye götüren 42 polis memurunun kamera kayıtlarına yakalanmaması için şapka giymesini emreden Daire Başkan Yardımcısı kim; o memur kim? Bu olayda kullandığınız yardımcı istihbarat elemanına 30 bin dolar ödediniz mi? Son sorum: O minibüsü Kurtuluş Otoparkı'na "Cemaat" park etti", yine "Cemaat buldu" dersek daha doğru olmaz mı? Neden "Polis köpekleri buldu" diverek o masum köpekleri kendi komplonuza alet ediyorsunuz? O "polis köpeği" dediğimiz köpekler mi daha dürüst, yoksa Cemaat'in sözde polisleri mi daha dürüst? O polis köpekleri, hiçbir zaman Başbakan'a komplo ku­rup sonra da kurdukları komployu "para ödülüne" çevire­mezler!

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
326
Baskı Tarihi
2014
Yazılış Tarihi
2014
ISBN
978-605-9908-32-0
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı Kedi Yayınevi
Editörü
Tunca Arslan
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun'dan, uzun süredir beklenen kitap... İN, Emniyet'te 40 yıl görev yapan bir İstihbaratçının, teşkilat içinde yuvalanan Cemaat'le yüzleşmesini, mücadelesini, kurulan tuzak ve komploları anlatan, Türkiye gündemini sarsacak bir çalışma...

AK Partinin Getirildiği Oyun

Son sözüm şu: Ak Parti'nin 2005 yılı öncesinde göreve getirdiği bürokratların içinde hiç "Cemaat İmamı" yoktu. Ak Parti'nin yalan ihbarlarla, dürüst, sadık, samimi bü­rokratlarını harcadığını söyleyebilirim. Cemaat, samimi, dürüst, işinin ehli, liyakatli bürokratları adli-idari soruş­turmalarla görevlerinden aldırdı. Böylece Ak Parti’yi, hem o bürokratlardan uzaklaştırdı, hem de kendi kuşatması ve himayesi altına aldı.

Sayfa Sayısı
320
Baskı Tarihi
Aralık 2015
Yazılış Tarihi
2011
ISBN
978-605-171-161-4
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Alfa
"Bu kitap, 2003-2007 yılları arasında yaşanan ve kamu yönetiminde yeniden yapılanma projesi ekseninde dönen olayları, değişim sürecini, siyasî çıkarlar ve güç mücadelesi yapılırken ülkemizin geleceğinin nasıl göz ardı edildiğini hikâye ediyor. Bir bütün olarak başlatılan değişim programının bir parçası olan Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma Projesi'nin öyküsünü ve projenin yürütülmesi sırasında karşılaşılan olayların perde arkasını anlatıyor.
Neden Altını Çizdim?
Güzel tespitler...

Değişememenin Getirdiği Sorunlar

../2000'li yıllara gelindiğinde, Türk kamu idare sistemi oldukça önemli yapısal sorunlar yaşamaya başlamıştır. Değişememenin getirdiği sorunlar aşağıdaki gibi özetlenebilir: 1. Otoriter ve merkezi bir devlet, hak ve özgürlükleri yerine görev ve sorumlulukları olan bir vatandaşlık anlayışı, 2. Gelecek yönelimli olmaktan çok geçmişe bakan ve günlük sorunlarla meşgul olan yönetim yaklaşımı, 3. Merkezde toplanmış bir yönetim yapısı, kan ve mekanik bir bürokrasi, aşırı büyümüş çok sayıda kurum ve kuruluş, amaç ve hedeflere yönelmek yerine sorun çözme yönelimli çabalar, 4. Siyasi nedenlerle kurulmuş ve yüksek maliyetli çok sayıda il, ilçe ve belde teşkilatlanması ve gereğinden fazla belediye, 5. Her bir alt sistemin kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda farklılaştığı ve ortak yön duygusunu kaybettiği sistemler, koordinasyon ve işbirliği imkanlarının zayıflığı, 6. Yüksek maliyetli, düşük verimli hizmet üretimi ve önceliklendirilmemiş yatırımlar, 7. Çalışanların inisiyatifinin olmadığı ve herkesin yakından kontrol edildiği bir çalışma ortamı; ödüllendirme yerine cezalandırma, denetleme yerine teftiş, hesap sorma yerine koruma sistemleri, 8. Devleti temsil eden memur zihniyeti, performansa bağlı olmayan iş, ehliyet ve liyakate dayanmayan terfi sistemi, ödenen primden bağımsız makama dayalı emeklilik ile imtiyazlı kamu çalışanı uygulaması (ki bu uygulama tüm çalışma hayatının niteliğini de bozmaktadır), 9. Ortak değerler etrafinda toplanma yerine çatışma kültürü, ideolojik rekabetler, siyasi veya kişisel tercihlerin hâkimiyeti.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
192
Baskı Tarihi
Ocak 2013
ISBN
978-605-08-0273-3
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Sakine Korkmaz

Credo quia absurdum est

Hıristiyan din adamlarını meşgul eden problemler, kilise babaları döneminde ortaya çıkan problemlerdir. Bunlar arasında en önemlisi, akılla vahyin birbirleriyle ne kertede uyuşup uyuşmadığı problemidir. İlk önce, bunun bir problem olmadığı düşünülse de, ikisi arasındaki uzlaşmazlıklar 'Akıl mi, vahiy mi?' meselesini ortaya çıkarmıştır. Tanrı'nın sözünün insan aklının getirdiğiyle uyuşmadığının düşünüldüğü durumlarda, kimileri vahyin akıldan üstün olması gerektiğini savunmuştur. Bu görüşün en önemli temsilcilerinden biri de, kilise babalarının en önemlilerinden biri olan Tertullian dır. Tertullian, 'Credo quia absurdum est', yani 'saçma olduğu için inanıyorum' diyerek vahyin üstünlüğünü bu denli ileri götürmüş durumdadır. Kilisenin Tertullian'ın görüşünü resmi görüş olarak kabul etmediği görülür. Bununla birlikte kilise, her kayıt ve koşulda aklın üstün olması gerektiği görüşüne de itibar etmiş değildir. Kilisenin izlediği görüş, 'orta yolcu' bir görüş olarak yorumlanabilir. İskenderiyeli Clemens tarafından dile getirilen bu görüş, Hıristiyan teolojisine hakim olan görüştür. Akılla vahiy arasında uzlaşımın sağlanabileceği, İskenderiyeli Clemens tarafından şöyle formüle edilir: ' Credo ut intelligam' yani anladığım için inanıyorum'. Bu durumda, vahyin temeli 'credo', aklın temeli ise, anlama niteliği olan intelligamidır. Hıristiyan kelamcıları zaman zaman böyle bir bağdaştırmanın olanaksızlığına tanık olmuşlardır ve bu durum, sonraki yüzyıllarda 'çifte hakikat doktrini/nin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu görüş, vahyin ve aklın alanlarını birbirinden ayırmak gerektiğini öne sürer. Çifte hakikat doktrini, vahyin ve aklın ölçütlerinin farklı olduğunu, bu nedenle de bunların karşılaştırılmasının anlamsız olduğunu savunur. Bu görüşün savunucusu Brabantlı Siger'e göre, vahyin doğruları dine; felsefenin doğruları bilime hizmet eder ve birinin ötekine göre daha doğru olduğu söylenemez. Siger ve onun izinden gidenlere göre, felsefe ve bilim, dinden ayrılmalıdır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

Tarikat, mürid şeyh

Tarikat lûgatta yol demektir. İslâm tasavvufunda "yola girmek" süfi metodlarıyla Allah'a yaklaşmayı seçmek mânâsına gelir. Fakat tasavvufta insan yolunu kendisi seçse de, o yola yalnız başına giremez. Hıristiyan mistisizmi ile İslâm tasavvufu arasındaki başlıca farklardan biri, tasavvufta rehbersiz hiçbir şey yapılamayacağıdır. Tasavvuf herşeyden önce bir terbiye (hem nefs hem ruh terbiyesi) işidir ve eğitilmeye muhtaç olan insanın ilk işi kendisine yol göstermeye muktedir (mürşid-i kâmil) birini bulmaktır. Yol rehberinin umumi adı "Şeyh"tir. Tarikate giren kimse kendisini "şeyh"e teslim etmek, ondan ne gelirse kabul etmek zorundadır. Mürid veya sâlik adı verilen çırağın ne zaman eğitiminin tamam olduğuna yine şeyh karar verir. Tasavvufun ilk yüzyıllarında süfi tarikatleri herhangi bir formel teşkilat yapısı kazanmış değillerdi; tıpkı bir insanın herhangi bir filozofun doktrinini benimseyip onu tâkip etmesi gibi, tasavvuf yolunu tutanlar da beğendikleri bir zâtı kendilerine şeyh ediniyorlar, onun yanında ve hizmetinde bulunarak kendisinden birşeyler öğrenmeye çalışıyorlardı. Şeyhlik bir insana tâyinle verilen bir mevki değildi, itibar ve liyâkatle kazanılıyordu. Onikinci yüzyıldan itibaren müridlerle şeyhler arasındaki münâsebet şekli kaidelere bağlanmaya başladı ve tarikatler birer müessese hüviyeti kazandı. Bu tarihten sonra tarikat denince bugünün kulüplerine benzer teşkilâtlar anlaşılmaktadır. Bunların herbiri süfi büyüklerinden birinin adını taşır ve ondan itibaren kesiksiz devam eden bir geleneği temsil eder. Bu geleneğin kesiksiz devamlılığı son derece önemlidir. Öyle ki, meselâ Kadiri tarikatinin bir şeyhi Abdülkadir Geylâni'ye kadar giden bir şeyhler silsilesinin halkası olmalıdır ve onunla Abdülkadir arasındaki zincirde hiçbir kopukluk bulunmamalıdır. Ancak bu sâyede Abdülkadir'in temsil ettiği hakikat kendisine ulaşmış olur.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
124
Baskı Sayısı
1. Baskı
Yoksul çocukların tek oyuncakları annelerinin bitmiş ilaçlarının kutularıdır.
Neden Altını Çizdim?
Biraz sonra ambulans ve peşinden de polis arabası olay yerine ulaşıyor. Tutanaklar imzalanıyor. Görgü tanıkları ile konuşuluyor -Tanrı hariç- ve Abdullah'ın cansız bedeni savcının da izni ile ambulansa konuluyor. Abdullah'ın ölüm sebebinin belirlemek için otopsi yapacaklar. Otopsi sonucunda hiç bir zaman ölüm sebebi; rüşvet yiyen bakan, adi milletvekili, haysiyetsiz parti başkanları ya da emek sömürücü patronlar yazmayacak. Bu ülkeyi yönetenlerin kahpeliği de hiçbir otopsi raporunda geçmeyecek. Biz böyle bir otopsi raporunu asla okuyamayacağız. Biz, insana ve vicdana dair hiçbir şeye rastlayamayacağız.

Emre İŞLEK - Otopsi

Otopsi sonucunda hiç bir zaman ölüm sebebi; rüşvet yiyen bakan, adi milletvekili, haysiyetsiz parti başkanları ya da emek sömürücü patronlar yazmayacak. Bu ülkeyi yönetenlerin kahpeliği de hiçbir otopsi raporunda geçmeyecek. Biz böyle bir otopsi raporunu asla okuyamayacağız. Biz, insana ve vicdana dair hiçbir şeye rastlayamayacağız.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?

Mânevi iktidar ve Maddi Teşkilâtlar

Bir dâire düşünün. Bunun çevresi sayısız noktalardan meydana gelmiştir. Bu sayısız noktalardan dâirenin merkezine sayısız yarıçaplar çizilebilir ve bunların herbiri çember üzerindeki bir noktayı merkeze bağlar. İşte bu dâirenin çemberi Şeriat'tır, bunun üzerindeki noktalar da bütün Müslümanları temsil eder. Her bir noktadan merkeze giden yançaplar tarikatler(yollar)dir; zira dünyadaki insan sayısınca kuldan Allah'a yol vardır. Merkez ise hakikat'i temsil eder. Hakikat hem Şeriat'in hem de tarikatin kaynağıdır. Hakikat ile Allah eş anlamdadır. Şu halde bizim dâiremizin yarıçapları kulları Allah'a bağlayan yollardır. Fakat bu kullar ancak Şeriat çemberi üzerinde bulunmaları dolayısiyle bir yola girebilirler. Demek ki Allah'a giden yolu bulmanın ilk şartı Şeriat dâiresi üzerinde olmaktır. Aslında dâirenin çenberi merkez'in bir yansımasından ibâret olduğu için, Şeriat çizgisinde olanlar üzerine hakikat ışığı düşüyor demektir ve bu da onların kurtuluşları için yeter. Ama dâima bununla yetinmeyenler, mutlaka merkeze gitmek isteyenler çıkacaktır. Bunlar ancak oraya giden yollardan (tarikat) birine girmekle hakikate ulaşabilirler. Çağdaş bir islâm âlimi, Seyyid Hüseyn Nasr, Şâzelilerden aldığı bir benzetme ile Şeriat, Tarikat ve Hakikat arasındaki münâsebeti bu şekilde anlatıyor. Maamafih bu nikbin görüntü tarikatçiler tarafından çizilmiştir ve İslâm'da Şeriat-Tarikat ikileşmesini ortadan kaldırmak isteyen modern bir İslam âlimi için pek uygun bir örnektir. Seyyid Nasr'ın da belirttiği gibi, teşkilatlı tasavvufun tarihi hep böyle güzel bir ilişkinin görüntüleriyle dolu değildir. Bugünkü temâyüller ise daha çok eski geleneklerin bir devamı halindedir.

Sayfa Sayısı
320
Baskı Tarihi
Aralık 2015
Yazılış Tarihi
2011
ISBN
978-605-171-161-4
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Alfa
"Bu kitap, 2003-2007 yılları arasında yaşanan ve kamu yönetiminde yeniden yapılanma projesi ekseninde dönen olayları, değişim sürecini, siyasî çıkarlar ve güç mücadelesi yapılırken ülkemizin geleceğinin nasıl göz ardı edildiğini hikâye ediyor. Bir bütün olarak başlatılan değişim programının bir parçası olan Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma Projesi'nin öyküsünü ve projenin yürütülmesi sırasında karşılaşılan olayların perde arkasını anlatıyor.

Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma

"Geniş alana yayılan toplumsal hizmetlerin etkin ve rasyonel bir şekilde sunulma modeli" olan klasik bürokrasi, sanayi toplum yapısı içinde verimliliğin ve refahın gelişimine katkı sağlamış, ancak bilgi toplumu şartlarında yetersiz kalmıştır. Sürekli değişen çevre karşısında yasal olarak belirlenmiş görevler, katı hiyerarşi ve prosedürler yerini girişimci, esnek ve sonuç odaklı örgütlere bırakmaya başlamıştır. Örgütler sadece bütçe kontrolü, verimlilik ve kâr üzerine odaklanan yapılar değil, öncelikle bilgi işleyen süreçler olarak gelişiyor. Sürekli değişen teknolojiler ve yönetim teknikleri karşısında büyük ve çok fonksiyonlu yapılar yetersiz kalmış, dolayısıyla girişimcilik ve yenilik yapma, küçülme ve çeşitlendirme gibi yeni stratejik tercihlere yönelinmiştir. Bu genel eğilim devlet, vatandaş, kamusal alan ve birey tanımlarını ve algısını değiştirmeye başlamıştır. Bireysel hak ve özgürlüklerin daha çok talep edildiği, yönetimde vatandaşın merkeze alındığı ve devletin vatandaş için hizmet üreten bir kurum olarak tanımlanmaya başladığı bir niteliğe dönüşmüştür. Kısaca küresel gelişmeler ve çağdaş yönetim uygulamaları; otorite yerine demokrasi, devlet yerine halkı merkeze alan anlayış, devletten halka tek yönlü akış yerine katılmcı yönetim, mümkün olduğu kadar büyük yapılar yerine küçük ve değişime çabuk cevap verebilen esnek yapılar, standartlaşma ve tek tipleşme yerine çeşitlilik yönünde ivme kazanmıştır.

Dead Poets Society (Ölü Ozanlar Derneği)
Dead Poets Society (Ölü Ozanlar Derneği), Peter Weir yönetiminde 1989 yılında çekilmiş bir filmdir. En İyi Özgün Senaryo Akademi Ödülü'nü almıştır. 1959 yılında geçen film, John Keating (Robin Williams) adlı çok başarılı ve bir o kadar da farklı olan edebiyat öğretmeninin çok disiplinli bir erkek okulu olan Welton Academy'de (takma adı Hell-ton) öğretmenlik yapmaya geldiğinde başlar. Bay Keating, çoğu baskı altında olan öğrencileri edebiyat ve şiirin bambaşka dünyasıyla tanıştırır. Onlara özgürlüğü, hayatı yeniden anlamayı, dünyaya farklı açılardan bakmayı öğretir. Ancak Welton Akademisinin felsefesine tam örtüşmeyen bu ders anlatımı akademi yönetimi tarafından da gözden kaçmayacaktır. Okul müdürü Bay Nolan, yeni edebiyat öğretmenini, öğrencilerinden birinin intiharı üzerine, sorumlu görmüştür. Bunu bahane ederek edebiyat öğretmeni Bay Keating'i okuldan ayrılmaya zorlamıştır, fakat bu ayrılığa onu anlayan öğrencilerinin verdiği tepki Bay Nolan'ı hayatı boyunca yaşadığı belki de en utanç duyacağı anına sürükler.

Sözcükler ve Düşünceler

Kim ne derse desin, sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir.
Dead Poets Society (Ölü Ozanlar Derneği)