Türü
Roman
Sayfa Sayısı
651
Baskı Tarihi
Kasım 2009
Yazılış Tarihi
1968
ISBN
975-273-133-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İthaki
Editörü
Sevengül Sönmez
Neden Altını Çizdim?
Kemai Tahir'in şu satırlarda okuyucunun önüne döktüğü kelime ve kavram zenginliği çok şaşırttı beni...

Nerede eski günler!...

Yaşlılar, cevizin gölgesinde, suyun başına yan gelmişler, içlerini çekerek eskinin Kozpınar pazarını, yayla göçü panayırlarını ballandırmaya girişmişlerdi. -Hani eskinin Kozpınar'ı.. Burda iki döneleye mi bilirdin, birkaç çerçi ayaklanmayınca... -Vah ki, vah! Söğüt'ün yayla göçünün böyle geçe kaldığı görülmüş müydü kardaşlar?.. -Hay hay! Göçün günü bilinmeyince fukara çerçi nasıl sürüp gelsin de yükünü yıkıp dolabı bezesin!.. -Gerçek!.. Çarşı arastası gibi dükkan kuracaksa, başka!.. -Leblebi gelirdi vaktiyle buralara, katır yükleriyle, çuval çuval... Nah başparmağım gibi... Dağılırdı ağzına attın mı, un gibi... -Leblebi helvasını desene, leblebi helvasını... -Taraklı'dan tarak gelirdi, benzerini Konya Sultanı'nın hatunu hiç görmemiş... Boynuzdan, kemikten, ağaçtan taraklar ki... Vay ki ne taraklar... Hele ki şimşir taraklar... -İğnecinin ya, çeşit çeşit, boy boy iğneleri... Çuvaldızları... -Göynüklü bardak alır gelirdi ki, su sızdıran bardaklar... Burcu burcu çam kokulu... Kaşıklar ki sapının kırıldığı hiç görülmemiş... -Ya gezgin demirci abdalının kazması küreği, tırpanı, orağı, nalmıhı, sacayağı, maşası... -Kütahya'nın tın tın öten kızıl testileri, burunlu ibrikleri, cam gibi pişmiş güveçleri... -Küpleri demedin küpleri... Pekmez küpleri, kursu küpleri, şarap küpleri, demedin! -Beride, ip, urgan, kendir, sicim... Kayış sahtiyan, gön, kösele... - Bilecik'ten ipek bürümcük, Afyon'dan pamuklu, Ankara'dan sof... -Karı örtüleri, karı çemberleri... -Yamçılar, abalar, kepenekler! -Hay babam, kaputluk çuha, kolluk... Eğer, üzengi kayışı, kantarma, yular, belleme... -Hele ki çeşitli zırhlar... Kılıç işlemez, kargı delmez yaman zırhlar... -Çizme... Pabuç... Yahu buranın farkı mı vardı kardaşlar. Yellice, Uçkapılı, Göksün panayırlarından? -Evet dağı taşı tutmuş bunca abdal nic'oldu yahu? Elekçi Abdalı, Teberci Abdalı ki, çömçe, fıçı, badya, külek, matara taşırdı arabalar dolusu... -Heyvah ki görünmez olmuştur Tahtacı Abdalın hamur tahtaları, çamaşır tokaçları, tahta kürekleri, dirgenleri, boyundurukları... Hiç! -Kuyumcu Abdalı hani, ve de Cambaz Abdalı, üfürükçü, dermancı, Bilici abdalı ve de maskara Yamak Abdalı, ilahiler, Dede Korkut masalları okuyan Gurbet Abdalı..." -Ya geceleyin ateş söndürür ışık yakmaz, yazın çadır altında yatmaz Sepetçi Abdalı nerde ihvanlar? -Ve de keyfinde havasında, saz bilir, namaz bilmez, çökür sapı takıp tambura oyar, davul gerip zuma deler, çalıp söyler, içer oynar eşinir. "Dünya ateşe gitse içinde hasırımız yoktur" diye şişinir, Hasırcı Kara Çingene Abdalı hani? - Yahu, Söğütlü'de trampa edecek mal mı kaldı ki bunlar sürüp gelecek de, Kozpınar'da panayır kurup yayla göçü bekleyecek.. Harmana girdiğimiz mi var ki veresiye bıraksın harman ödemesi... Paraya geldi mi... Eyvah...

Neden Altını Çizdim?
Şu anlatılanlara bakarsak görürüz ki Ermeni konusu hiç siyah-beyaz bir mesele değil. Tenkil de gerçek tehcir de... Ama milliyetçi kılığında canilerin, katillerin, namussuzların en azından bir kısmının cezasız kalmadığı da gerçek...

Zararlı Ermeni külliyetlerini, zararsız Ermeni cüz'iyetleri haline getirmek!

Dördüncü Ordu Kumandanı: - Hicret eden Ermenileri bana bırakınız, Suriye içlerinde oturtacağım, diyordu. O, Suriye'de, Ermenilerin zararlı olacağı fikrinde değildi. Dördüncü Ordu'nun esas düşüncesi şu idi: Zararlı Ermeni külliyetlerini, zararsız Ermeni cüz'iyetleri haline getirmek! Suriye içlerine dağıtılacak Ermenilerin koyu Araplığa karşı bir teminat olmak ihtimali de vardı. Çerkesler, Kürtler ve saire gibi... Hatta Ermenilere toprak ve ev vermek şartıyla Müslüman etmek için bir heyet bile yapılmıştı. Bu heyet bir defa benim odamda toplandı. Fakat çabuk gevşedi. Cemal Paşa'nın bu koruyucu politikasına, tabii Müslüman etmek müstesna, Halide Hanım pek taraftardı. Bahaettin Şakir ve arkadaşları ise Cemal Paşa'yı suçlandırmakta idiler. Nerede isyan olursa, Zeytin, Bahçe ve Urfa'da olduğu gibi, şiddetle tenkil edilmiş, fakat tehcir kervanlarına taarruz ettirilmemişti. Adana yolunda kafilelere hücum eden birkaç kişi idam bile edildiler. Cemal Paşa İstanbul'dan Van harp divanına gönderilen iki Ermeni milletvekilini, Zöhrap'la Vartekes'i kurtarmak için de Talat Paşa ile uzun yazışmalarda bulundu: - Bunları bırakınız, Lübnan'a göndereyim, hiçbir ziyanı olmaz, diyordu. Talat Paşa, Zöhrap ile Vartekes'in tehlikede olmadıklarını temin ediyor, yalnız: - Bir defa mahkemeye gitmeleri lazımdır. Alıkoyamayız, diyordu. Kumandan son şifreyi Baron Oteli'nin alt salonunda ikisine de gösterdi: Zöhrap ağlamaya başladı, Vartekes kapı önünde benim boynuma sarılmış: - Ben ne ise, fakat bu adamı göndermeseler, diyordu. Ve birden yüzüme baktı: - Bazen içimden eski Vartekes, komitacı Vartekes başını kaldırıyor: - Sus bre adam, ne olursa olsun, diyor. "Sonra genç karımı düşünüyorum. Şimdiki miskin Vartekes, eski komitacının belini büküyor." İkisi de gittiler. Birkaç gün sonra Çerkeş Ahmet ve Nâzım çetesinin Zöhrap'la Vartekes'i yolda öldürmüş olduklarını haber aldık. Cemal Paşa bunu hazmedemedi. Çerkeş Ahmet, Mizan gazetesi yazarı, Zeki Bey'in katili olan iki fedaiden biri idi. Kudüs'e dönmüştük. Bir gün Halep valisinden, galiba Celal Bey, bir şifre geldi. Vali diyordu ki: "Çerkeş Ahmet Bey'le Nâzım Bey bana geldiler. Suriye'de Ermenilerin korunmakta olduğunu işitiyoruz. Anlaşılan Cemal Paşa'nın bu işe yarar bir adamı yok, bize bıraksın, haklarından gelelim, dediler." Tam fırsatı idi. Cemal Paşa hemen ikisinin de tevkif olunmasını emretti. Fakat Çerkeş Ahmet'le Nâzım durumu kavramış olduklarından ilk trenle İstanbul'a hareket etmişlerdi. Cemal Paşa, çılgın, Adana'ya, Afyon'a, şiddetli emirler yağdırıyordu, iki arkadaş İstanbul'a can atmışlardı. Merkez kumandanına emir verdi: "Bütün mesuliyeti bana ait olmak üzere derhal bu iki adamı eşyalarıyla Şam'a yollayınız." Merkezi Umumi bırakmıyordu. Talat Paşa ile şifre yazışmaları başladı. Talat Paşa nihayet: - Bu vesile ile onlardan da kurtulmuş oluruz, kararını vermiş olacaktı. İki arkadaş Şam'a geldiler. Fakat İstanbul'dan müdahalelerin va aracılıkların eksik olduğu yoktu. Çerkeş Ahmet ve Nâzım'ın eşyaları açıldığı zaman, çantalarında kadın yüzüğü, küpe ve mücevher buldular. Harp divanının eline mükemmel bir silah geçmişti, bu iki serserinin bir ideal için fedakârlık değil, zengin olmak için cinayet işlemiş oldukları belli idi. İstanbul'dan iltimas telgrafları yağıyor, Şam Harp Divanı'na sürat emirleri gidiyordu. Harp Divanı yirmi dört saat içinde iki azılının idam kararını verdi ve mazbatasını Kudüs'e yolladı. Kumandanların böyle idam kararlarını önce yerine getirmek, sonra Başkumandanlığa haber vermek yetkisi olduğunu yazmıştım. Zöhrap'la Vartekes'in katilleri ertesi gün Şam'da asılmıştı.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz

Hangi burnu, kulağı temiz sokak çocuğu kendisini yadırgamaz?

Hemen herkes sokakta! Mahallenin Cuma yüzü bambaşka... Büyüklerin, bilhassa erkeklerin evde pencerede hazır olması biraz çocuk gürültüsünü azaltıyor. Belki de anaları kulaklarını, ellerini, burunlarını sıkı sıkı temizlediği için, belki de yumurcaklar kendilerini azacık olsun yadırgıyorlar da, siniyorlardı. Hangi burnu, kulağı temiz sokak çocuğu kendisini yadırgamaz.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
265
Baskı Tarihi
2010
ISBN
9786054322053
Yayın Evi
Kapı Yayınları
28 Şubat süreci….her gün bir yığın hüsran… Günler ilerledikçe dalgalar şiddetini arttırarak dövmeye başlamıştır kalbinizin duvarlarını ve çaresizliğin sesi çığlık çığlığadır içinizde. Ateş düştüğü yeri yakar ve bir serçe olsun, gagasıyla bir damla su getirmez yangını söndürmeye… İskender Pala, bu defa pek bilinmeyen bir özelliğiyle, “asker kimliğiyle” karşınızda. Usta yazar, 12 Eylül'ün hemen ardından başlayıp 28 Şubat sürecinde YAŞ kararıyla son bulan Deniz Kuvvetler'ndeki 15 yılın hikâyesini içeriden okuma fırsatı veriyor.

Dava artık benim davam değil Sen'in davan...

O iki gün içinde umudum olmamakla birlikte Allaha şöyle yakardığımı hatırlarım: "İlahi! İnsanlar ben İskender Pala olduğum için bunları bana yapmıyorlar ve ben ben olduğum için yine benden kaçmıyorlar; hayır, ben Sen'in yolunda olmaya çalışan bir kul olduğum için bunları yapıyorlar ve beni Sen'den koparmak için benden kopuyorlar. Yani ki dava artık benim davam değil; Sen'in davan oldu. O halde var bildiğini takdir et ve bana hayır olanı ver!" Âh! Bütün olmazların olmaya durması, bütün uzakların yakın olması, bütün duaların kabulü, bütün güzelliklerin sökün etmeye başlaması bu bir cümlelik duaya bağlıymış. O anki nazımın hemen geçivereceğini bilseydim başka şeyler için de dua ederdim şüphesiz...

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
265
Baskı Tarihi
2010
ISBN
9786054322053
Yayın Evi
Kapı Yayınları
28 Şubat süreci….her gün bir yığın hüsran… Günler ilerledikçe dalgalar şiddetini arttırarak dövmeye başlamıştır kalbinizin duvarlarını ve çaresizliğin sesi çığlık çığlığadır içinizde. Ateş düştüğü yeri yakar ve bir serçe olsun, gagasıyla bir damla su getirmez yangını söndürmeye… İskender Pala, bu defa pek bilinmeyen bir özelliğiyle, “asker kimliğiyle” karşınızda. Usta yazar, 12 Eylül'ün hemen ardından başlayıp 28 Şubat sürecinde YAŞ kararıyla son bulan Deniz Kuvvetler'ndeki 15 yılın hikâyesini içeriden okuma fırsatı veriyor.

Aldatmak veya hayat boyu azap çektirmek ya da yürekli ve açık olmak..

... Bilge bir adamın vaktiyle " çok güvenirseniz aldatılırsınız, ama hiç güvenmezseniz hayatınız azapla geçer" dediğini biliyordum ve ne onun güvenini aldanmışlığa, ne de kendimi azap çektirmeye kapı aralayamazdım...

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
265
Baskı Tarihi
2010
ISBN
9786054322053
Yayın Evi
Kapı Yayınları
28 Şubat süreci….her gün bir yığın hüsran… Günler ilerledikçe dalgalar şiddetini arttırarak dövmeye başlamıştır kalbinizin duvarlarını ve çaresizliğin sesi çığlık çığlığadır içinizde. Ateş düştüğü yeri yakar ve bir serçe olsun, gagasıyla bir damla su getirmez yangını söndürmeye… İskender Pala, bu defa pek bilinmeyen bir özelliğiyle, “asker kimliğiyle” karşınızda. Usta yazar, 12 Eylül'ün hemen ardından başlayıp 28 Şubat sürecinde YAŞ kararıyla son bulan Deniz Kuvvetler'ndeki 15 yılın hikâyesini içeriden okuma fırsatı veriyor.

Tanrım ne büyük çelişkidir bu!

Özellikle lojman muhitinde arkadaşlarımın tavırları değişmiş, ilişkiler sorgulanmaya başlamış. Yazık ki o günlerde dertleşecek insan bulamadım çevremde. Ne zaman samimi gördüğünüz bir dosta merhaba deseniz, daha siz içinde bulunduğunuz durumu anlatmaya başlamadan sizden uzaklaşmak, kaçmak istediğini hissedersiniz. Beraber görünmekten, sizinle aynı kulvarda olmaktan korkan dostlardır (!) onlar ve sayıları o kadar çoktur ki!.. Onların çoğu her başları sıkıştıkça sizi arar, sizden fi sebilillah yardım isterler. Çoğu din adına, dava adına söze başlar ve istediği şeyin yapılmasını garantilemeden yanınızdan ayrılmaz. Sizi kendi görüş ve ideolojisine alet ederek amacına ulaşır, bedava hizmet alır, kaba tabirle sizi kullanır. Ona göre menfaatin adi dava ve hizmet olmuştur. Zannederim onlardan hiçbirisi şimdi "Acaba bu adamın ordudan ihracında benim de bir payım var mı" diye asla düşünmüyordu. Üstelik "Randevu almadan, telefon etmeden, başörtüm, poturum ve bir kucak sakalımla bu adamı makamında çat kapı ziyarete gittiğim zaman acaba bir zararım dokundu mu, birileri bundan bir anlam çıkardı da şimdi ordudan onun için mi ihraç ediyorlar yoksa?" diye de hiç akıl etmediler, üzerlerine toz kondurmadılar. Onlar, hala benim suçlandığım ve askerlikten ihraç edildiğim dini konularda kahramanlığı elden bırakmazlar ve hep en sağlam Müslümanlar olarak geçinirler, ama ruh haritalan menfaatle çizilmiş kuru bir kabuktan öte değildir. Din adın, Türklük adına vatan veya millet adına nutuklar atarak beni kullanan işte o dostlar (!), 28 Şubat sürecinin irtica söylemleri nedeniyle benden kaçıyorlardı ve hatta benim bir suç işlemiş olabileceğime dair fikirleşiyorlardı ya! Daha dün radikal söylemlerle beni kışkırtarak kullanan veya yanımda görünerek bir tür statü kazananlar şimdi benimle görünmekten utanıyorlardı ya! Tanrım ne büyük çelişkidir bu!

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
265
Baskı Tarihi
2010
ISBN
9786054322053
Yayın Evi
Kapı Yayınları
28 Şubat süreci….her gün bir yığın hüsran… Günler ilerledikçe dalgalar şiddetini arttırarak dövmeye başlamıştır kalbinizin duvarlarını ve çaresizliğin sesi çığlık çığlığadır içinizde. Ateş düştüğü yeri yakar ve bir serçe olsun, gagasıyla bir damla su getirmez yangını söndürmeye… İskender Pala, bu defa pek bilinmeyen bir özelliğiyle, “asker kimliğiyle” karşınızda. Usta yazar, 12 Eylül'ün hemen ardından başlayıp 28 Şubat sürecinde YAŞ kararıyla son bulan Deniz Kuvvetler'ndeki 15 yılın hikâyesini içeriden okuma fırsatı veriyor.

Başka sureti ödünç almak

Elbiselerimi aldığımın ertesi günü berberden çıktığımda kendime yabancılaştığımı ve başka bir sureti ödünç aldığımı düşündüm. Bu ödünçlük fikri daha sonraları kılığım ve kıyafetimden ruhuma ve anlayışıma sirayet ile beni 15 yıl takip edecekmiş meğer.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
265
Baskı Tarihi
2010
ISBN
9786054322053
Yayın Evi
Kapı Yayınları
28 Şubat süreci….her gün bir yığın hüsran… Günler ilerledikçe dalgalar şiddetini arttırarak dövmeye başlamıştır kalbinizin duvarlarını ve çaresizliğin sesi çığlık çığlığadır içinizde. Ateş düştüğü yeri yakar ve bir serçe olsun, gagasıyla bir damla su getirmez yangını söndürmeye… İskender Pala, bu defa pek bilinmeyen bir özelliğiyle, “asker kimliğiyle” karşınızda. Usta yazar, 12 Eylül'ün hemen ardından başlayıp 28 Şubat sürecinde YAŞ kararıyla son bulan Deniz Kuvvetler'ndeki 15 yılın hikâyesini içeriden okuma fırsatı veriyor.

Önce yanlışı bilmek!

Önce doğruyu bilmek gerekir; doğru bilinirse yanlış da bilinir. Ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşmak zorlaşır (Farabi)

Türü
Şiir
İlahi Komedya (İtalyanca: Commedia, Divina Commedia), Dante tarafından 14. yüzyılın ilk yarısında yazılmış, İtalyan edebiyatının en meşhur epik şiiri ve dünya edebiyatının önemli bir başyapıtı. Komedya'da Dante, ölüm sonrası sırasıyla Cehennem, Araf ve Cennette geçen seyahati, hikâyenin kahramanı da olan kendisinin ağzından anlatır. Orta Çağda "Komedya", "tragedya'nın" aksine sonu iyi biten hikâye anlamına gelirdi. Burda eserin adındaki "komedya" kelimesi, öyküsünün güldürü unsurları taşıdığı anlamına gelmez. Orta Çağ ile Rönesans arasındaki geçiş döneminde yazılmış ortaçağın döneminin bu şiiri, hayalgücü ve alegorik tasavvuru, ölüm sonrası hayatı anlattığı öyküsü ile Hristiyan batı kiliseleri tarafından benimsendi. Eserin orijinal adı "Komedya" olmakla birlikte daha sonra 1360 yılında Giovanni Boccaccio tarafından başına "İlahi" kelimesi eklenerek Hristiyanlaştırılmıştır. Toskana lehçesi ile yazılan eser, bu lehçenin modern İtalyan dili olarak gelişmesine yardım etmiştir. http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0lahi_Komedya

Dante ile Vergilius arasında cehennemde geçen konuşma

‎''Silkip at üstünden tembelliği'' dedi ustam, ''kuş tüyü üstünde, yorgan altında kavuşulmaz üne; üne kavuşmadan yaşamını tüketen kişi, dumanın havada, köpüğün suda bıraktığı iz gibi bir iz bırakır yeryüzünde.''