Türü
Roman
Sayfa Sayısı
160
Baskı Tarihi
2010
ISBN
978-9944-184-61-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Semih Kavak

Aristokrat Olmak

Şüphesiz aristokrat olmak, büyük bir yücelikle ayak takımının çamurundan tamamen bihaber olmaktır. Ama aristokrat olmanın bir diğer yönü de, bazen kalabalığa şöyle bir göz gezdirmek ve meraklı gözlerle (bir opera dürbününden bakar gibi) kalabalığı süzmektir. Hatta bir noktada toplanan kalabalığa ve onların iğrençliğine şöyle bir dönüp gözlemci gözüyle dik dik bakmak bile centilmenliğin bir gereğidir. Çünkü bu, onları eğlendirmek için hazırlanmış bir manzaradır!!!

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
256
Baskı Tarihi
Eylül 2008
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Etkileşim
"Çünkü sen Süleyman'ı görmedin/ Kuşların dilini nereden bileceksin?" diyen Sühreverdi'nin, "konuşan yalnız Hakikat'tir" diyen Bediüzzaman'ın, "ayrılığa ulaşsaydık, ona kendi acısını tattırırdık" diyen İbn Arabi'nin, "üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum/ benim sarhoşluğumun sonu yok" diyen Mevlana'nın, "mantıku't-tayrın lugat-ı mutlakından söyleriz" diyen Niyazi Mısri'nin, "teknolojik burjuva uygarlığı, bir protezler medeniyetidir, insanların ruhlarını sakatlıyor, onlara protezler takmaya çalışıyor" diyen Tarkovski'nin, "düşünme, yüzyıllardır kutsanan aklın, düşünmenin önündeki en büyük eng

Felsefi Anarşizm

Bir felsefi tutum olarak anarşiyle tanıştığımda, gerçek anarşistlerin hep, içte, derinliklerde karışıklığa yol açan düzen fikrine karşı, yerleşim, egemen ve yaygın olana yönelik bir karşı müdahale olduğunu farkettim. Felsefi anarşist, insanın içindeki anarşiye karşı bir tedbir yolunu seçiyordu demek ki... Her türden gayr-i insani ve gayr-i ahlaki otoriteye karşı çıkarak şöyle diyordu bir bakıma: "sen bana dayatamazsın. Sen egemen ve yaygın olanın her zaman doğru olduğuna beni inandırmazsın. Bu da bir önermedir ve yanlışlanabilir, yanlışlanmalıdır." Öyle ya, "mutlak"ın benimsenmediği yerde, her şey göreceli hale gelir ve kendi yorumunu mutlaklaştıranher muktedir de, kendisini "tanrılaştırır". İşte orada felsefi anarşist belirir ve ona haddini bildrmek üzere, yerleşik ve yaygın olana karşı savaş açar.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Çölün Çehresi, Ilgın ve Söğüt

Çöl, umutsuz ve suskun bir halde, kendisini teslim ederek toprağın üzerine yayan sonsuz ve esrarengiz azamettir. Susuz ve bayındırlıksız bir kuruluktur, mağrur bir yüksek tepesi, neşe içinde çağıldayan ırmağı, bir çeşme başının romantik şarkısı, gülü, bülbülü, manzarası, otlağı, yolu, yolculuğu, menzili, hedefi , esrikçe akan bir nehri, denize nazır bir kucağı, bulutu, yıldırım gülümseyişi, şiddetli bir gök gürültüsünün ağlayış acısı olmayan bir hiçtir çöl. Ağır, yanık, gamlı, kederli; gulyabanilerin, cinlerin, kötü ruhlar ve insan yiyen kurtların mekanı! Hayal, büyü ve efsanenin doğum yeri; suyun değil, serabın toprağı; sessiz, ama durgunluktan değil, korkudan. Ateşli ve acımasız havasıyla insanın beynini kafatasında kaynatır. Sıcak toprağında otlar bile yeşermekten, başlarını dışarı çıkarmaktan korkarlar. İnsanlarının derileri kemiklerinin üzerinde yanmış, yüzleri kavrulmuş, alınları buruşmuştur! Ne de olsa çölde bakmak zordur. Çöl görmesin diye ellerini gözleri üzerine gölge ederler. Çöl, gördüklerini görmesin, bildiklerini bilmesin diye! Bazen bir kasırga kopar, yeri göğü birbirine katar, gökyüzünü karartır, köyleri darmadağın eder. Kasırga dindiğinde, ardından yine çölün çehresi belirir, tıpkı eskiden olduğu gibi! Çöl! Her zaman fırtınalar koparan, her zaman dingin olan yerdir. Her zaman değişim halinde, ama hiçbir şeyin değişmediği yerdir. Çöl, deniz gibidir; ama su, yağmur, inci, balık, mercan denizi değil. Toprak, çakıl, toz, yılan, kertenkele denizidir. Daha çok sürüngenlere, ara sıra da yalnız, başıboş bir kuşa ya da ürkmüş, yuvasız kalmış kuşlara rastlanır. Çölde sadece ılgın ağacı ile dikenli bitkiler yetişir. Bu sabırlı, kahraman ve korkusuz ağaçlar, çöle rağmen, suya ve toprağa ihtiyaç duymadan, okşama ve sevgi beklemeden, çölün kuru ve yanık bağrından ateşe doğru başlarını uzatır, dimdik ayakta dururlar. Sanki her biri bir ilahedir; korkusuz, mağrur, yalnız ve yabancı. Sanki çölde boy gösteren, başka bir dünyanın elçileridir. Bunlar cehennemde biten cesur ağaçlardır. Ama bunların yaprağı ve meyvesi yoktur; çiçek açmazlar, ürün vermezler. Filizlenme heyecanı, tomurcuk açma şevki ve açılma umudu, daha saplarında veya dallarındayken kuruya kalır, yanar ve sonunda çöle karşı küstahlık etmek suçuyla, köklerinden sökülerek tandırlara atılırlar. Bu onların mukadder yazısıdır. Çölde, bir havuzun kenarında veya bir ark suyu yakınında söğüt ağacı yetiştirmek zor da olsa mümkündür. Gölgesi serin ve cana can katıcıdır. Değerli bir ağaçtır, ancak sürekli olarak kendi kendine titrer durur. Şehirlerde ve köylerde bile daima korku içindedir. Çölün korkusu, iliklerine dek işlemiştir. Çölde yetişen en güzel şey hayaldir. Bu çölde en güzel şekilde yetişen, hayal çiçekleri açan tek ağaçtır. Kelebeğe benzer mavi,yeşil, mor, bal renkli... Her biri yaratıcısının renginde, hayaller kuran bir insan renginde, kelebeğin yanına doğru uçup gittiği ve üzerine konduğu şeylerin renginde... Hayal, çölün her yerinde özgürce ve serbestçe dolaşabilen tek görünmez kuşudur. Uçuşunun gölgesi, çöl üstüne düşen tek gölgedir. Kanatlarının çırpınış sesleri, çölün sonsuz sessizliğini yansıtan ve onu daha da sessiz gösteren tek sestir. Evet, bu, o şair kuşun kanat çırpışlarında söz söylemekte ve konuşmakta olan çölün esrarengiz ve korkunç sessizliğidir.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Yayın Evi
FECR YAYINEVİ
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.

Neyistân ve Nîstân

Yazın başlangıcı, okulların sonu! Ne hoş bir başlangıç, ne hoş bir son! Her yıl, baharın ilk anlarından itibaren sabırsızlıkla yolunu gözlediğimiz, sevgili ve heyecan verici bir andı o an. Her yıl bekleyiş sona erer ve vuslat yazı, tam da zamanında, her yıl, olduğu gibi umut verici, sıcak, sevimli ve okşayıcı bir halde çıkagelir ve bizi şehir zindanının gurbetinden özgür ve engin yurdumuza, çöle götürür, yok yok, geri döndürürdü. Evet, bizi kamışlığımıza (neyistân), yani çöle geri döndürürdü. "Neyistân ve nîstân" (yokluk yeri) her iki okunuş da doğrudur...Kamışlık benim kesilmiş olduğum yerdir. Çöl, sadece benim ve bizim kamışlığımız değil, milletimizin kamışlığıdır. Hepimizin ruhu, düşüncesi, dini, irfanı, edebiyatı, görüşü, hayatı, fıtratı, macerası ve kaderidir. Çöl, bir coğrafya olarak beliren tarihtir.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
560
Baskı Tarihi
Mart 2010
ISBN
978-975-6004-88-3
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Fecr Yayınevi
Mütercimi
Okan Sevinç
Orijinal Adı
Gofteguhayı Tenhayi
Benim hamurumu felsefe, hikmet ve irfanla yoğurmuşlar. Hikmet, bende sonradan kazanılmış veya hafızada biriktirilmiş bir ilim değildir. Bilâkis o benim özüme aittir, benim sıfatımdır. Ağırlık, içgüdü ve vücut ısısı gibi sıfat ve durumlara sahip bir varlık olduğum gibi, hikmet ve felsefeye de sahip olan bir varlığım ben. Harcımda, ruhumun özünde, hatta dostlarımdan birinin şakayla dediği gibi, görünüşümde, bedenimde, davranışımda, sözümde ve sessizliğimde hep felsefe vardır.

Sokrat'ın anlamadığı şeyler

Sokrat, günün birinde bir kuyumcu dükkanının önünde durmuş, seyrediyordu! Küpeler, künyeler, kolyeler, yüzükler, nişan yüzükleri... Ne kadar düşündüyse bir faydası olmadı. Kendi kendine dedi ki: "Bu dünyada Sokrat'ın anlamadığı neler varmış!"

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
0
Yazılış Tarihi
1994
Baskı Sayısı
15. Baskı
Yayın Evi
İnsan Yayınları

Kalbin Kurbanı

..."İman, aşk, terk ve dert. insanın haram da olsa âşık olması, kalbinde aşktan eser olmaması kadar kötü değildir...Allah hikmetini onun derdini çekmeden ayân edemez... Aşktan haber verin bana... Nerede aşkınız!.. Gökler, yer ve ikisi arasındakilerin hepsi de aşkın yanında hafif kalır... Kalbin de kurbanı vardır, unutmayın... Ölüm meleği isminizi okuduğunda ne edeceksiniz?... Ne zaman yaşamaya başlayacaksınız? Bir düşünün..." böylece sürüp gitti şeyh'in konuşması. Aşk ve âşık, aşk ve dert konusunda söyledikleri hepsinin ötesindeydi. Mesele aşktan nasibini alabilmekti. Demek ki ne varsa aşkta var.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.

Zinciri Tanımak

Ben bir oluşun parçası, yarın ortaya geçecek son halkasıyım. Zinciri tanımazsam olur mu?

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Can

Öğretmen olsaydım...

Anne ve babalar ilginçtir. Kendi çocukları akla gelebilecek en berbat kişi olsa bile, onun harika biri olduğuna inanırlar. Bazı ana-babalar daha da ileri gider. Hayranlık gözlerini o kadar köreltir ki, çocuklarının bir dahinin özelliklerine sahip olduğu konusunda kendilerini ikna etmeyi başarırlar. Aslında bunda pek yanlış bir şey de yoktur. Dünya böyledir. Ancak ana-babalar mide bulandıran yavrularının ne kadar parlak olduklarını bize anlatmaya başlayınca, biz de, “bize bir tas verin; kusacağız!” diye bağırmaya başlarız. Okul öğretmenleri gururlu ana-babalardan bu tür gevezelikleri dinlemek durumunda kaldıkları için epeyce sıkıntı çekerler, ancak bunun acısını genellikle dönem sonu notunu atarken çıkarırlar. Eğer ben öğretmen olsaydım, çocuklarına hayran böyle ana-babaların çocukları için yazacak dahiyane şeyler bulurdum. “Oğlunuz Maximilian” diye yazardım, “tam bir serseri. Umarım aileniz bir iş sahibidir de, okulu bitirdikten sonra onu oraya yerleştirebilirsiniz, çünkü başka hiçbir yerde iş bulamayacağından eminim.” Ya da kendimi şair gibi hissediyorsam, şöyle yazabilirdim: “Çekirgelerin işitme organlarının karın boşluğunun iki yanında olmaları ilgi çekici bir gerçektir. Bu dönem öğrendiklerine dayanarak kızınız Vanessa’yı değerlendirirsek, işitme organı dahi olmadığını söyleyebiliriz.” Tabiat bilgisi konularının altını üstüne getirebilir ve şöyle söyleyebilirdim: “Ağustos böceği yerin altında koza içinde altı yıl, yerin üstünde, güneş ışınlarından ve havadan yararlanan özgür bir yaratık olarak altı gün geçirir. Oğlunuz Wilfred bu okulda yerin altında altı yıl geçirdi ve hala kozasından çıkmasını bekliyoruz.” Özellikle zehirli bir küçük kız beni sokup şunları söyletebilir: “Fiona tıpkı bir buzdağının güzelliğine sahip ama buzdağından farklı olarak, yüzeyin altında hiçbir şeyi yok.”

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2009
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Can

Babam olsaydı...

Okulumuz, tek katlı, kırmızı tuğlalı, gecekondu gibi küçük bir köy okuluydu. Ön kapının üzerindeki tuğlaların içinde, gri bir taş blok çimentoyla yapıtırılmıştı ve bu taşın üzerinde şöyle yazıyıyordu: BU OKUL, SOYLU EKSELANSLARI KRAL YEDİNCİ EDWARD'IN TAÇ GİYİŞİNİN ANISINA 1910'DA İNŞA EDİLMİŞTİR. Bu yazıyı bin kez okumuşumdur. Kapıdan her girişimde gözüme çarpar. Sanırım bu nedenle yazılmış. Ama aynı yazıyı tekrar tekrar okumak oldukça sıkıcıydı ve her gün oraya değişik ve gerçekten ilginç şeyler koysalar, ne kadar hoş olacağını düşünürdüm. Babam bu işi çok güzel yapardı. Bu düz gri taşa, bir parça tebeşirle yazabilirdi ve her sabah yeni bir şey bulurdu. Şöyle şeyler yazabilirdi: KÜÇÜK, SARI KELEBEĞİN EŞİNİ SIK SIK SIRTINDA GEZDİRDİĞİNİ BİLİYOR MUYDUNUZ? Başka bir seferinde şöyle diyebilirdi: GUPİ'NİN KOMİK HUYLARI VARDIR. BAŞKA BİR GUPİ'YE AŞIK OLDUĞUNDA ONU POPOSUNDAN ISIRIR. Ve başka bir kez: KURUKAFA GÜVESİNİN CIRLADIĞINI BİLİYOR MUYDUNUZ? Ve yine başka bir zamanda, KUŞLARIN HEMEN HEMEN HİÇ KOKU ALMA DUYULARI YOKTUR. AMA GÖZLERİ ÇOK KESKİNDİR VE KIRMIZI RENKLERİ SEVERLER. SEVDİKLERİ ÇİÇEKLER KIRMIZI VE SARIDIR, AMA ASLA MAVİ DEĞİLDİR. Ve belki başka bir gün tebeşirini çıkarıp şöyle yazabilirdi: BAZI ARILARIN HEMEN HEMEN KENDİ BOYLARININ İKİ KATI KADAR UZATABİLDİKLERİ DİLLERİ VARDIR. BU, ÇOK UZUN VE DAR AĞIZLARI OLAN ÇİÇEKLEREN BALÖZÜ TOPLAMALARINA YARDIM EDER. Ya da şöyle yazabilir: BAHSE GİRERİM Kİ, BAZI BÜYÜK İNGİLİZ MALİKANELERİNDE, UŞAKLARIN HALA EFENDİLERİNİN KAHVALTI MASALARINA GAZETELERİNİ GETİRMEDEN ÖNCE ÜTÜLEDİKLERİNİ BİLMİYORSUNUZDUR.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
256
Baskı Tarihi
Eylül 2008
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Etkileşim
"Çünkü sen Süleyman'ı görmedin/ Kuşların dilini nereden bileceksin?" diyen Sühreverdi'nin, "konuşan yalnız Hakikat'tir" diyen Bediüzzaman'ın, "ayrılığa ulaşsaydık, ona kendi acısını tattırırdık" diyen İbn Arabi'nin, "üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum/ benim sarhoşluğumun sonu yok" diyen Mevlana'nın, "mantıku't-tayrın lugat-ı mutlakından söyleriz" diyen Niyazi Mısri'nin, "teknolojik burjuva uygarlığı, bir protezler medeniyetidir, insanların ruhlarını sakatlıyor, onlara protezler takmaya çalışıyor" diyen Tarkovski'nin, "düşünme, yüzyıllardır kutsanan aklın, düşünmenin önündeki en büyük eng

Zaman

Zaman müstakim bir hat üzerinde hareket etmiyor ki, başlangıç ve sonu birbirinden uzaklaşsın. Belki dünyanın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazen gelişme içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazen gerileyiş içinde kış ve fırtına gösterir. Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, insanlığın da bir baharı ve bir sabahı olacaktır.