Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
712
Baskı Tarihi
2010 Mayıs
Yazılış Tarihi
1968 Mart
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Dursun Çimen
Atatürk'ün kadına bakışı
Kadın anlayışında pek Garplı olduğu söylenemez. Hatta hanımların tırnaklarıını boyamasını bile istemezdi. Son derece kıskançtı. Denebilir ki harem eğiliminde idi. Bu onun hissi, mizacı ve alışkanlığıdır. Kafasına göre kadın, hür ve erkekle eşit olmalı idi. Batı medeniyeti dünyasının kadını ile Türk kadını bütün aşağılık duygularından kurtarılmalı idi. Medenî Kanunla Türk kadınına Garp kadınının bütün haklarını veren Atatürk, kendi münasebetlerinde, bırakınız ecnebi erkekle evlenen Türk kadınını, ecnebi kadınla evlenen Türk erkeğine bile tahammül etmezdi. Devrimlerin büyük ve eşsiz kahramanı, kendi koyduğu kanunun sonuçları ile karşılaşmak lâzım gelince:
‘’Bize göre değil ha çocuklar...’’ dedi.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir."
Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
1929'ler krizi
1924 sonlarından 1930'a değin ülkenin hemen her bucağını saran isyan ve direniş dalgası, burada özetlenen ideolojik başarısızlık çerçevesinde ele alınmalıdır. Direnişin sayısal boyutları hakkında herhangi bir fikir edinmek güçtür. Rejime aktif olarak karşı koyan kesimler sayıca mutlaka azınlıktırlar; ancak her halükârda, Kemalist kadroyu hazırlıksız yakalayan ve "panik" denebilecek tepkilere sürükleyen bir karşı koyma olduğu muhakkaktır.
Direnişin odaklaştığı iki platformdan birincisi, kendilerini öncelikle "Türk" değil "müslüman" sayan insanların, bu kimliğin simgesi haline gelen şapka konusu üzerinde yoğunlaştırdıkları inatçı ve eylemli protestodur. Türkiye'nin her yanında onbinleri aşkın insan 1925'i izleyen yıllarda "şapka" uğruna ölümü göze almışlar; birçokları ise (bu arada mahalli etkinliğe sahip seçkinlerin birçoğu) şapka kullanmaktansa evlerine kapanmayı tercih etmişlerdir.
Devletin varlığı açısından daha tehlikeli olan, kendini "Kürt" sayan insanların, 1925 ve 1930 yıllarında patlak veren, ve onyıllar boyunca tam olarak bastırılamayan ayaklanmasıdır. Dikkat edilirse Kürtlerin, prensip olarak, bağımsız bir ulus olma talebi yoktur. Fakat "İslamlık" temelinde Türklerle sürdürmeye pekala razı oldukları siyasi beraberliği, "Türklük" temelinde yeniden tanımlamayı kabul etmemişlerdir.
İşte bu çift yönlü tehlike karşısında, 1930'a doğru, Kemalist rejimin yeni bir ulusal kimlik arayışına girmesi doğal karşılanmalıdır. Laik-cumhuriyetçi kimlikten "İslamiyet" seçeneğine geri dönmek, devleti yönetenlerin iktidarını – ve bu aşamada büyük ihtimalle hayatını – tehlikeye sokacağı için, geçerli çözüm değildir. Buna karşılık Türklerin biyolojik anlamda bir tek soy ve bir tek aile olduğu görüşüne dayanan ırk teorisi, cumhuriyetle birlikte tehlikeye giren ulusal kardeşlik ve
dayanışma duygusunu yeniden tesis etmenin yolu olabilir.
Üstelik bu yol, ülke nüfusunun sayıca en büyük, ekonomik ve siyasi açılardan en güçlü kesimini, Kürt tehlikesine karşı birleştirmek yönünden de yarar sağlayabilecektir.
TDK
Dünyada bizden başka hiçbir ulus, kuşakları birbirinin dilinden anlamaz kılan bir faciayı böylesine şevkle alkışlamamıştır.
Türü
Köşe Yazısı
Sayfa Sayısı
488
Baskı Tarihi
2003
Yazılış Tarihi
1993
ISBN
978-975-437-101-7
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
R.Güler-E.Kılıç
İnkılapçılar
İstikbal de onların nazarında son derece dardır. İnkılapçılar '' biz adam olmayız '' iddiasındadırlar. Her gün '' devletimiz battı batacak'' telaşı içindedirler. Kalkınabilmemiz için astronomik bir zamana ihtiyaç olduğuna inanırlar, çünkü onların gözünde yüz yıllık felaketli bir tarihi olan bir millet ancak astronomik bir zamanda adam olabilir.
Dilde Tasfiyecilik
İkdam gazetesi çevresinde toplanan bu Türkçülerden özellikle Fuad Raif Bey'in, Türkçe'yi yalınlaştırma konusunda yanlış bir görüşü izlemesi, Türkçülük akımının değerden düşmesine yol açtı; bu yanlış görüş, ''tasfiyecilik'' düşüncesiydi.
Tasviyecilik, dilimizden Arap, Acem köklerinden gelmiş bütün sözcükleri çıkararak, bunların yerine Türkçe köklerden türemiş eski sözcükleri ya da Türkçe kökten yeni edatlarla (Takılarla) yapılacak yeni Türkçe sözcükleri yerleştirmekten başka bir şey değildi. Bu kuramın uygulanmasını göstermek üzere yayımlanan kimi makaleler ve mektuplar, zevk sahibi olan okurları tiksindirmeye başladı. Halk dilince geçmiş olan Arapça ve Farsça sözcükleri Türkçe'den çıkarmak, bu dili en canlı sözcüklerden, dinsel, ahlaksal, felsefi terimlerden yoksun kılacaktı. Türkçe köklerden yeni yapılan sözcükler, dilbilgisi kurallarını alt üst edeceğinden başka, halk için yabancı sözcüklerden daha yabancı, daha bilinmezdi. Bundan dolayı, bu akım dilimizi yalınlığa, açıklığa doğru götüreceği yerde, anlaşılmazlık ve karanlığa doğru götürüyordu. undan başka, doğal sözcükleri atarak, onların yerine yapay bir Türk Esperantosu oluşturuyordu. Ülkenin ihtiyacı ise, böyle bir yapma Esperanto'ya değil, bildiği ve anladğı, alışılmış (olan) ve yapay olmayan sözcüklerin bileşiminden (oluşmuş) bir anlaşma aracına idi. İşte bundan dolayı, İkdam'daki tasfiyecilik akımından, yarar yerine zarar (ve) ziyan doğdu.
Umuma Ait Hadiseler Ve Vakalar
24 Kasım 1985'te Şapka Hadisesi Günü Hükümet önünde meçhul kurşunlarlavurulanlar:(Salasorlu Tosun Bey,ayrıca meçhul bir şahıs,bilihare vurulmuş olarak cesedi Vani Efendi Camiinin avlusunda sabahleyin bulunan Kırbaşzade Fevzi Bey).
Yine bu hadise dolayısıyla divan-ı harbi örfice idamına karar verilerek asılan 21 kişiden bazıları:(Kullebi Akif Ağa- Manav Hacı Ali-Pırtın İmamı - Hacı Galip Efendi - Culfa Mehmet Usta -Demirci Şevki - Karga Mehmet - Bayburtlu Amele İsmail - Kadın Tellal Şöhret - Gez Mehleli iyi sesli Hafız - Erzincanlı Demirci Ethem Usta).
Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
393
Baskı Tarihi
Kasım 2007
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
9944-125-03-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İzmir
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN
Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228
Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.
Dine Bu Kızgınlık Neden
"Biz harpten muzaffer çıkan,istiklalini alan bir millet değil miyiz? Evet. Peki, bu millet ne için Yunan'la harp etti?Belki Yunan gelirse, dinimi değiştirir, ezanımı değiştirir, yazımı değiştirir, dilimi değiştirir, kıyafetimi değiştirir diye harp etmedi mi ? Ee! Bunların hepsini sen yaptıktan sonra, bireder, sen daha mı gavursun yahu!..."
Türü
Köşe Yazısı
Sayfa Sayısı
488
Baskı Tarihi
2003
Yazılış Tarihi
1993
ISBN
978-975-437-101-7
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
R.Güler-E.Kılıç
Bunaltı Edebiyatı ve Türkiye
Bütün kıymet sistemlerini yıkılması, harpler, ihtilal ve inkılaplar sonunda,Sartre'nin dediği gibi, ayaklarının altındaki yer sarsıldı.Şimdi insan,yer ve gök arasında tutunacak hiçbir sağlam yer bulamadan, korkunç bir yalnızlık içinde yaşıyordu.
Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
324
Baskı Tarihi
1999
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Bir sanat eseri, yaratıldığı devre göre ve o devrin hassasiyetini, zevkini ve anlayışını en iyi ifade ettiği için mi değer kazanır? Yoksa o devri aşan, her zaman için taze, hatta her zaman yeni güzelikleri keşfedilen ebedi değerlere mi sahiptir? Başka ve daha kestirme bir deyimle, bir eserin, bilhassa bir şaheserin değeri "tarihi" midir, "ebedi" mi?
Batıda bu mesele çok münakaşa edilmiştir. Geçen asrın büyük Fransız tarihçisi ve filozofu Ernest Renan "İlmin Geleceği" adlı meşhur eserinde tarihi görüşü savunur.
"Mutlak bir hayranlık daima sathidir.
Tenkit Ve Tarih
Hüküm veremediğimiz veya hüküm vermek istemediğimiz her meseleyi tarihe havale deriz. Eminim ki, şu cümleler, dünyanın hiç bir dilinde bizde olduğu kadar çok kullanılmamıştır:
"Tarihe bırakalım, son hükmü o verecek."
Tarih hüküm vermez. Hâdiseleri ve onlar hakkında verilen hükümleri tarafsızca kaydeder. Mânâlar ve sebepler üzerinde duran tarih değil, tarih felsefesidir. O da her hâdise ve her şahıs hakkında ayrı hüküm vermez, hâdiselerin sebeplilik silsilesinden çıkan mânâyı, hattâ böyle bir mânâ olup olmadığını araştırır.
Bizim tarihlerimizin çoğu objektiflikten mahrumdur ve hemen hepsi metodsuzdur. Yanlış, hattâ ters hükümlerle doludur. Akıllıya deli, câhile âlim, palavracıya inkılâpçı, korkağa kahraman, hilekâra dâhî dediği çoktur. Bizim tarihlerim z tarihçilerin görüşünü, mizacını, tercihini ifade eder. Oysa ki tarihin kendine hâs görüşü yoktur. O, çeşitli görüşleri kaydeder.
Biz, Noel Baba gibi hayalî bir Tarih Baba tasarlarız. Uzun beyaz sakalı vardır. Allah gibi en yüksek akıl, peygamber gibi ebedî gerçeklerin sözcüsü, mukaddes kitap gibi bu sözlerin kitabıdır. Tenkidini beceremediğimiz veya tenkidinden kaçtığımız her hâdise ve her şahıs için sözü ona bırakırız.
Çünkü bizde metodlu tenkid yoktur. Taraf müdafaası vardır. Ya tuttuğumuz tarafı müdafaa ederiz veya karşı tarafı yerin dibine geçiririz. Başımız sıkışınca da "Söz tarihindir" deriz.
Tarih hüküm verecekse, tenkide ne lüzum var?
Tenkid hakemse tarih nedir?
Tarih tenkidin verdiği hükümleri bozan veya doğrulayan bir temyiz mahkemesi değildir. Çünkü tenkid gibi tarih de insanın kaleminden çıkar. Eğer tarih tarafsızsa birbirine zıt tenkid hükümlerini tarafsızca kaydetmek ve gelecek nesillere intikal ettirmek zorundadır.
Mübalâğalı bile olsa, şöyle bir kestirme hükümle bu acı mevzuu bağlayabiliriz: Tenkid ve tarih anlayışımız bozuk olduğu için, bizde gerçek mânâsiyle ne tenkid vardır, ne de tarih.
Milliyet, 2 Mart 1957