modernleşme

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2016
ISBN
975-9000-45-5
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Kadim Yayınları
Sosyal ve siyasal sorunlara yaklaşımlarındaki farklılıklar, doğal olarak aydınlar arasında bölünmelere neden olmuştur. Her kimlik sınır çizer; içeride tutulmak istenenlere yapılan her vurgu, dışarıda tutulacakları da belirginleştirir. Osmanlı’da ondokuzuncu yüzyılda oluşan siyasal kimlikler sırayla Batıcılık, Muhafazakârlık ve İslâmcılık olmuştur. Bu üç kimliğin ortak özelliği, Osmanlıcılık kimliğini de içermeleridir. Yirminci yüzyılın başlarında bu kimliklere Türkçülük de eklenmiştir.
Neden Altını Çizdim?
Hegel bugün yaşasa, her sabah uyanır uyanmaz sosyal medyaya bakmamızı ne tür bir ayine benzetirdi acaba?

Gazeteler ve Milli Şuuru Oluşturan Kitlesel Ayin

Gazete kitaba oranla daha popüler, ama aynı zamanda daha az dayanıklı bir iletişim aracıdır. Kitap, “çağımızın dayanıklı tüketim mallarının habercisi” olduğu gibi, gazete de “modern dayanıklı tüketim mallarına içkin olan işi bitme, modası geçme eğilimi”nin habercisidir. Gazete, kısa sürede işi bittiği ve modası geçtiği için “olağanüstü bir kitlesel âyini mümkün kılar”.

Herhangi bir ulusal dilde basılan kitap ve gazetelerin piyasası içerde o ulusa ait özel mekânı, dışarıda ise o ulusun etki alanını gösterir. Gazete, gündelik dilde, düzenli ve kısa periyotlarla yayınlandığı için, dil temelli bir topluluğa ait olma bilincinin kazanılmasında kitaba oranla daha etkilidir; yazı dili ile konuşma dilini kaynaştırmada da kitaba oranla daha başarılı olmuştur. Bu nedenle, ulusal dillerin oluşumunda ve bu dilin kitleler tarafından benimsenmesinde, ayrı bir öneme sahiptir. Bir gazetenin belli bir coğrafyada eş zamanlı olarak okunmasını/tüketilmesini, üyelerinin birbirlerini anlamadığı, hayalî bir topluluğun olağanüstü bir kitlesel âyini olarak değerlendirmek mümkündür. Daha ondokuzuncu yüzyılın başlarında Hegel, her sabah yinelenen bu âyinleri, modern insanların sabah duaları olarak değerlendirmiştir.
 


Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Bu prototipin bugün olgunlaşmış hali Adnan "hoca" ve "cemaati" sanki.

İslamiyette tesettür meselesi!

Melal yeni partinin ilçe idare heyeti azasından olmuş­tu, nutuklar ve konferanslar veriyordu. Mebus listesinde yer alması ihtimali kuvvetliydi. Eh, okumuş yazmış bir kadındı da ... yaşı müsait olduğu gibi malumatfuruşluğu 1 ile de dik­kati çekiyordu.

O akşam parti ilçe binasında "İslam demokrasisinde kadının mevkii" üzerine bir konferans mevzuu hazırlamış­tı. Malumatın çoğunu Şeyh Baki'den topladığını, vukufuna hayran kaldığını söyledikten sonra Bersad'a dedi ki:

"Fakat Aşık'tan öğrendiğim birçok şey var ki fena tevil edilir korkusuyla konferansımdan çıkarmaya mecbur ol­dum. Mesela İslamiyette tesettür meselesi... Şeyh'in anlat­tığına göre kadının örtünmesi hakkındaki hükümler son­radan verilen ağır şekilleri haklı gösterecek mahiyette de­ğildir. Kur'an sadece dışarıda kadınların örtülerini omuz­larından aşağı sarkıtmalarını emrediyormuş, hatta ziynet ve süslerinin bir kısmını gizlemelerine lüzum göstermiyormuş.
Evden çıkarken bir sokak elbisesi giymelerini tavsiye ediyor­muş, o da tanınıp incinmemeleri içinmiş ... "

"Bunları karıştırma güzelim! Galiba seçimde halk dini­ne bağlıyı bile kafi bulmayacak, mutaassıp olanları tercih edecek."

"O yolu açan biz değiliz iktidardakiler başladı."


Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
264
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1981
ISBN
975-437-016-8
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken Neşriyat
Neden Altını Çizdim?
Acı gerçekler... Ayrıca hukuk-teknoloji benzerliği çok ilgi çekici bir tespit.

İslam dünyasındaki hukuk hareketleri modern hayata yetişememiştir

İslam hukuku modern (yeni) hayatın gerekleri uyma imkanlarından özü itibariyle mahrum değildir; onu dayandığı esaslardan bugünkü hayat için hüküm çıkarmanın imkansız olduğu söylenemez. Nitekim bunun en güzel örneğini 1876 tarihli "Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye" vermiş bulunuyor. Tanzimat'tan sonra Türk devleti modernleşme hareketleri içinde hukuki bünyesinde de birtakım değişikliklere lüzum gördüğü zaman, "hem mehakim-i şer'iyyede muteber ve mer'i ve hem de mecalis-i nizamiyede hukuk davaları için kanun vaz'ından müstağni" olmak için hem modern ihtiyaçları karşılayan, hem İslam hukukuna dayanan eserlerin yazılmasına karar verilmiş, bu kararın biraz gecikme ile ortaya çıkan bir rnahsulü de rneşhur "Mecelle" olmuştu. Mecelle'nin alışılagelmiş şefi tedvinlerden (codification) farklı olarak, Batı'daki kanunlar gibi maddeleştirilmiş esaslara dayandığı görülüyor; yani o, İslam hukukunun kendi geleneği içinde ortaya çıkmaktan ziyade modern hukuk sistemlerine intibâk etmek zarüreti ile doğmuştur. Fakat bu intibâk gayretinin başarı ile sonuçlanmadığını kimse iddiâ edemez. "Mecelle" mükemmel bir kanun mecmuasıdır ve onu tertipleyen heyetin reisliğine getirilen Ahmet Cevdet Paşa dünyanın büyük hukukçuları arasında haklı yerini almıştır. "Mecelle" mükemmel bir eser olmakla birlikte mecelle hareketi başarıya ulaşamadı, yani Osmanlı imparatorluğu ayni espri ile bütün hukuk sistemini modernleştirmeyi başaramadı. Bunun sebebi Osmanlı (İslam) cemiyetinin dışarıdaki değişme (ve dolayısiyle içerideki değişme) hızına ayak uyduramayışı, daha doğrusu değişmeyi kontrol edemeyecek kadar onun şiddetli baskısı altında kalmasıdır. Tek kelime islam dünyasındaki hukuk hareketleri modern hayata yetişememiştir. İslam cemiyeti elindeki hukuk kaynaklarını kullanacak yetişmiş insan gücüne bile sahip değildi; bu gerilemenin üzücü neticeleri Mecelle mukaddemesinde de açık ifade edilmiştir. İslam dünyasındaki bu umumi gerilik artık kapatılması imkansız görünen bir mesafe haline geldiği zaman, İslam ülkeleri Batı kanunlarını birer-ikişer alarak hukuk meselesini kısa yoldan çözmek zorunda kalmışlardır. Bu, tıpkı Batı medeniyetinin öbür kolları bakımından takip edilen politikaya benzemektedir. İslam ülkelerinin -veya az gelişmiş denilen ülkelerin- Batı teknolojisiyle başedebilmek için onlardan birşeyler alacak yerde ayni teknolojiyi kendilerinin geliştirmeye çalışması ne kadar ağır işleyen veya pratikte imkansız olan bir yol ise, bütün bir medeniyeti orijinal kanunlar tedvin ederek nizâma sokmak da o kadar işlemez bir yol olarak göründü. İslam ülkeleri Batı medeniyetine intibak etmek, süratle intibâk etmek zorunda idiler; bunun için neyi -doğru veya yanlış- zaruri ve acil gördülerse onu yaptılar. Ancak bazıları mevcut islam hukukunun hala yeterli olduğu noktalarda ona dokunmadığı halde, bazıları İslam hukukunu Batı hukukuyla değiştirmenin yanısıra onu pekçok kötülüklerin anası olarak suçlama yoluna gittiler.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Kuduz Aşısı

Matbaanın gecikmesi, Osmanlı devletinin Batılılaşmaya karşı tutumunun göstergesi midir? Gutenberg'in 15.ci yüzyılda icat ettiği matbaanın Türkiye'ye (daha doğrusu Türkçe'ye) ikiyüzyetmiş yıl gecikmeyle girmesi, Osmanlı devletinin Batı kaynaklı gelişmelere karşı olumsuz tutumunun bir simgesi olarak sıklıkla anılır. Osmanlı devleti, hiç şüphesiz varlığının ve öneminin bilincinde olduğu halde, matbaa gibi önemli bir yeniliğe yüzyıllarca direnmiştir. Lale Devrinde kurulan basımevi bile Patrona Halil isyanında etkinliğini yitirecek, ve matbaa Türk toplumuna kalıcı olarak ancak 19.cu yüzyıl başlarında girecektir. Kemalist devrim, yaygın kanıya göre, işte bu bağnaz yapının kırılmasını sağlamıştır. Halil'den Hamit'e Gösterilen örnek hakikaten çarpıcıdır. Ancak aynı derecede çarpıcı olan husus, Osmanlı devletinin 1826'dan sonra geçirdiği değişimdir. Batı dünyasına yüzyıllarca sırtını çeviren Osmanlı devleti, 19.cu yüzyıldaki reform atılımıyla, başka pek çok ülkeden – bu arada Japonya'dan – daha önce ve daha hızlı bir şekilde Batı'ya yönelmiştir. Değişimin küçük fakat ilginç bir örneği, kuduz aşısı konusunda izlenebilir. Fransız hekimi Louis Pasteur kuduz aşısını keşfettiğini 26 Ekim 1885'te bilim dünyasına ilan etmiştir. 8 Haziran 1886'da II. Abdülhamid, insanlığa yararlı keşfinden ötürü kendisine birinci rütbeden Mecidiye nişanı ve 10.000 Osmanlı lirası ödül ile birlikte, staj için bir Osmanlı hekim heyeti gönderir. İstanbullu bir Rum olan Zoeros Paşa başkanlığındaki heyet, altı ay Pasteur'ün yanında eğitim gördükten sonra İstanbul'a dönerek yeryüzünün üçüncü kuduz hastanesi olan Dâülkelb ve Mikrobiyoloji Ameliyathanesini kurar. Türkiye'de ilk kuduz aşısı 3 Haziran 1887'de uygulanır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Batı'ya dönüş: 1923 virajı

1923 yılı, iç siyasette radikal bir dönüm noktasını temsil eder: yeni rejim, iç ve dış kamuoyunu şaşırtan bir virajla yeniden Batı'ya yönelir. Dönüşün ilk belirtisi, Milli Mücadeleyi birlikte yürütmüş olan dinî-millî ittifakın bozulmasıdır. Gazi'nin Ocak ve Şubat aylarında çıktığı yurt gezisi, "irtica" tehlikesine parmak basan ilk deklarasyonlara sahne olur. 20 Mart 1923'te Konya Türk Ocağı merkezinde Gazi, "hoca kıyafetli sahte alimlere" karşı cepheden taarruza geçer. Haziran-Temmuzda bizzat Gazi tarafından seçilen İkinci Mecliste sarıklı mebusların sayısı, birinci meclisteki 118'den, 10-15 düzeyine inmiştir. 25 Temmuzda imzalanan Lausanne antlaşması, Batı ülkeleri ile çok yönlü bir barışın temellerini atar. Bunu izleyen haftalarda, Mustafa Kemal'in Batı uygarlığını "adam olmak" diye tanımlayan ünlü meydan okuyuşu duyulur. Ekimde ilan edilen Cumhuriyetin hedefi, "medeni dünya" kod adıyla anılan Batı'da "layık olduğumuz mevkii" temin ederek "medeni milletler ailesine" girmektir. Reisicumhurun 29 Ekim söylevinin işaret ettiği hedef Medine değil, Ergenekon da değil, Paris ve Londra'dır. Cumhuriyetin hedefi, ölçütü ve muhatabı, Batı'da aranacaktır.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.

Pala ile Ameliyat

Tanzimat, sıhhatli bir gelişmedir. Sonradan pala ile ameliyat yapmaya kalktık.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Osmanlı'nın Son Döneminde Elitizm İddiaları

1856'da İzmir-Aydın ve İzmir-Kasaba demiryollarının açılmasından itibaren Ege kasabalarında Avrupa mobilyaları, sigorta şirketleri, tiyatro kumpanyaları, modern tarım ve inşaat teknikleri görülür. Kişisel gözlemlerimize göre, 20.ci yüzyıl başında Bitlis'te, Yusufeli'nin köylerinde, Arapkir'in yazlıklarında ithal (Avrupa) yapı malzemesi kullanılmıştır. Özyüksel'in yayınladığı rakamlara göre, 1911 yılında İstanbul-Ankara ve Eskişehir-Kütahya hatlarında toplam 2.921.000 kişi biletli olarak trene binmiştir Bunların tümü, acaba elit tabaka mensupları mıdır?


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
Neden Altını Çizdim?
Biz kılık kıyafet devrimini hep Cumhuriyet dönemine mahsus biliriz ama işin aslı öyle değil...

Devrim

Kıyafet gibi tamamen kozmetik sayılabilecek bir alanda bile, II.Mahmud'un Pantolon Devrimi, Cumhuriyetin Şapka Devriminden bir hayli daha radikaldir: biri sadece başlığa dokunurken, öbürü, başlıktan pabuca, sakaldan ziynete kadar, bütün bir kıyafet sistemini değiştirmiştir. 1820 ile 1830 arasında Osmanlı üst tabakasının dış görünüşünde meydana gelen devrim, 1920 ile 1930 arasında Türk üst tabakasının giyiminde gerçekleşen devrimden bir hayli daha çarpıcıdır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Kıyas

İslam aleminde yazılı anayasası olan ve parlamentoya dayalı meşruti rejimi deneyen ilk ülke de Türkiye'dir. Sözkonusu rejim 1920'de değil 1876'da kurulmuştur; kurucusu da Atatürk değil sultan II. Abdülhamid'dir. Birçok bakımdan Türkiye'nin bugünkü anayasasından daha çağdaş ve liberal bir anlayışı yansıtan 1876 Kanun-u Esasisi, İslam ülkeleri tarihinin ilk yazılı anayasasıdır. Bu anayasaya göre seçilen Osmanlı Meclis-i Mebusanı da, herhangi bir İslam ülkesinde toplanan modern anlamda ilk parlamentodur. Kıyaslamak açısından belirtelim ki, o dönemde Avrupa'nın önde gelen ülkelerinden biri olan Avusturya-Macaristan imparatorluğu ilk genel parlamentosuna 1867'de (Türkiye'den sadece 9 yıl önce) kavuşmuştur. Rusya'da ilk parlamento 1905'te (Türkiye'den 29 yıl sonra) kurulacaktır.