Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
220
Baskı Tarihi
1998
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-437-042-7
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Hicret'in 15. asrına girdiğimiz şu yıllarda 'İslam bir inanç sistemi ve hayat nizamı olarak bütün dünyanın ilgisini çekmektedir. ''İslamın Bugünkü Meseleleri'' adıyla neşrettiğimiz eserde yazar, bu meseleyi sosyal ilimci gözüyle incelemişti. Bu kitapta ise, aynı metodla tasavvuf meselelerini ele almaktadır. Günümüzde tasavvuf Türk aydınının zihnini ne bakımlardan meşgul etmektedir? Çağımızın tarih, felsefe, sosyoloji-psikoloji bilgileri hesaba katıldığında, tasavvuf üzerinde nasıl bir değerlendirme yapılabilir? Tasavvufi düşüncenin geleceği ne olabilir? Tasavvufun İslam'daki yeri nedir?
Reform ve Tasavvuf
Bugün din hayatı ve dolayısiyle müslümanların sosyal hayatını yeniden düzenlemek konusunda büyük bir gayret vardır ve bu hareketin içinde bulunanlar kendilerine rehber olacak prensiplerin hangi kaynaklardan çıkarılacağını tayin etmek zorundadırlar. İşte bu noktada tasavvuf onların işine pek yarar görünmüyor. Gerçekten, bir sosyal reformcu hitab ettiği kitlenin bütünü için mânâ ifade eden, herkes tarafından anlaşılan ve kabul edilebilecek mahiyette olan esaslardan hareket etmek mecburiyetindedlr. Ferdi yaşantıyı (experience) esas tutan ve bir zihinden öbürüne nakli adeta imkansız bulunan manevi hallere dayanan tasavvufi düşünce ona bu hususta yardımcı olamayacaktır. Esas müracaat kaynağı ve değişmez ölçü olarak kullanılan Kur'an'ın bâtıni (esoterique) yorumu ise müslümanların anlaşmazlığını artıran bir temâyül gibi görünmektedir. Nitekim daha önceleri görülen reform hareketlerinin başında bulunan kimseler -hemen hepsinde sufi geleneğinden eserler bulunmakla birlikte- daima şeriata, yani dinin rasyonel sistemine dayanmışlardır. Başka bir ifade ile, reformcunun şeriate sıkı sıkıya bağlı kalması ve batınî yorumlara karşı çıkması sadece onun din anlayışının eseri değil, ayni zamanda sosyolojik ve psikolojik bir zarurettir. Bu ikinci noktayı gözden kaçıranlar meseleyi daha ziyade şeriat-tarikat zahir-batın, sufi-ulema kavgası halinde görmekte ve bunlardan biri veya öbürü safında yer alıp karşı tarafı hasım saymaktadır. Bu husumetin daha ziyade tasavvuf üzerine yöneltildiğini de kaydetmeliyiz.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
242
Baskı Tarihi
2007
Yazılış Tarihi
1943
ISBN
975-7663-92-1
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Aysel Yüksel
Bu kitap, uzun yıllar boyunca geçirdiği çilelerle, "güneşi seyrettiğin göklere bak, aksettiği kalıplara değil" diyecek bir iç olgunluğuna varan, böylece gerçek aşkı bularak "Son Menzil"e ulaşan kişinin serencâmını anlatır.
Neden Altını Çizdim?
Bu ne güzel Türkçe'dir böyle!...
Gözleri, işleyen ellerini teftiş, tenkit veya tahsin ederken..
Genç Bahâeddin belik san'atını da bir ihtiras gibi değil, bir yaratılış ihtiyacı olarak ilerletti. Gözleri, işleyen ellerini teftiş, tenkit veya tahsin ederken, rûhu geniş ve sonsuz bir cihandan hikmet devşirirdi.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
1888 yılında Beylerbeyinde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnudan İstanbula göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşının son yılı İstanbula dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolejde Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Halebe yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatayın Türkiyeye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbulda ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatının temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Bırakalım mı?
Bırakalım, 'meclis-i işret'ten kâm alsın! 'ayş-ü tarab' ile sait olsun!
"Âşık şu dakikada asıl istediği mehtaba, cemal ve muhabbete kavuşmuş olmalıdır."
Melal ciddiyetini bozmadı; tasavvuf tabirleriyle cevap
verdi:
"Kadeh şarap ile dolmuştu; bırakalım, 'meclis-i işret'ten kâm alsın! 'ayş-ü tarab' ile sait olsun!"
"Kadeh" âşığın kalbi manasına gelirdi; "şarap"tan maksat ilahi aşktı; "meclis-i işret" ise Tanrı ile ünsiyetteki lezzeti ve "ayş-ü tarab" da lezzetin devamını anlatmak için kullanılan sözlerdendi. Bu anda yalıda ne olup bittiği malum değildi! Onları -iyi veya fena, maddi veya manevi, nasıl bir şekil arz etseler- o hoş tabirler süslü bir tül ile perdelemeye, ayrıca esrarlı bir hale sokup kıymetlendirmeye yarıyordu.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
1888 yılında Beylerbeyinde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnudan İstanbula göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşının son yılı İstanbula dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolejde Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Halebe yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatayın Türkiyeye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbulda ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatının temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Mesutsunuz ki ruhunuzu tasfiye edecek mürşidi zamanında buldunuz.
"Önce," dedi, "mehtabın aydınlattığı nurlu bir dış âlemde bulunuyorduk; musiki bizi daha ışıklı bir iç âleme götürdü, maneviyatımız nur içinde kaldı. Kendimi çoktandır bu derece aydınlık hissetmemiştim."
Memhure de üniversiteliye kültürlü ve marifetli görünmek ihtiyacıyla söze karıştı:
"Biz onu tanımadan evvel birer taş parçasıydık, yahut bir çamur yığını... beyefendi heykeltıraşımız oldu, kıymetsizi kıymetli yaptı. Hem de bildiğimiz heykeltıraşlara benzemez; o ruhları yontar... ruhlarımızı şekle soktu. Güzel, değerli hale gelen cisimlerimiz değildir, manevi varlığımızdır. Hazreti tanımadan evvel heba olan yıllarıma acıyorum."
Lebriz'e döndü, gıpta edercesine süzdükten sonra şöyle dedi:
"Siz ne mesutsunuz ki ruhunuzu tasfiye edecek mürşidi zamanında buldunuz."
Zaten bu hanımlar kendi kendilerine telkin yapa yapa epeyce zoraki bir gayretle gözleri önünde olup biten mü¬nasebetsizliklere rağmen, Baki'yi izzetinefis meselesi olarak yükseltmek yolunu tutmuşlardı. En ufak bir vesile çıktı mı -deminki nefesi okuması kabilinden- hemen övmek ve birbirlerini tesir altında bırakmak, Lebriz ve Neşide gibi yenilere, idrislere propaganda yapmak fırsatını kaçırmıyorlardı.
Bir şairi, bir aktör veya sinema yıldızını yahut da bir politikacıyı tutanlar nasıl, etrafındakilerin de onu beğenmesini isterlerse bunlar da Baki'nin daha fazla insan tarafından takdir görmesinden memnun oluyorlardı.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
1888 yılında Beylerbeyinde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnudan İstanbula göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşının son yılı İstanbula dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolejde Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Halebe yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatayın Türkiyeye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbulda ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatının temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
nazariye: teori, kuram
müellif: yazar
vücud-u mutlak: tanrı
izhar: gösterme
tekvin: yaratma
müellif: yazar
vücud-u mutlak: tanrı
izhar: gösterme
tekvin: yaratma
Sublimierung
"Aşık" demin birkaç kere inlemişti; muhakkak ki uykusunda yine Neşide ile meşguldü. Tezahürleri herhangi bir insanınkinden farklı olmayan tutkunluğunu anlatırken aşk ile şehvet arasındaki mesafenin sonsuzluğunu, hudutsuzluğunu ileri sürüyor ve bunu sadece tasavvuf lisanıyla izah etmiyor, asrın en yeni nazariyeleriyle ispata çalışıyordu.
Bilhassa Freud'dan misaller getirmekte idi. Şehvetin dinî bir vecd haline geçip ulvî mahiyet alışını -buna Alman'lar "sublimierung" derlerdi- o müellif mükemmel surette anlatmış, başka âlimlere de kabul ettirmişti.
Şu var ki Baki her hareketi, bilhassa şüphe uyandıranlarını mistik yoldan izahı tercih ederdi. Nitekim bu defa da öyle yapıyordu:
"Evet," diyordu, "alelade faniler için bizim aşkımızın şehevî aşktan ayırt edilmesi güçtür; dar, basit, dipsiz ve ufuksuz havsalalara sığmayan bir sırdır bu! Filvaki ortada etten ve kandan ibaret cismanî bir sevgili görürsünüz. Fakat sevgimiz ona mıdır? İnsan ve bu arada tabiat, Allah'ın başka başka suretlerde tecellisinden ibaret olduğuna göre -zira Vücud-u Mutlak'ın şanı kendini izhardır ve tekvine sebep de budur- sevgilimizin güzelliğini seyrederken önünde diz çöküp cezbeye tutulmamız süfli bir ihtirastan değil, Cemal'in sevgilimiz suretinde zahir olmasındandır.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
Bugün tasavvufla ilgili konuşulan şeylerin pek çoğu, önce anlamak, öğrenmek ve olabildiğince konuyu esastan ele almaktan ziyade, bir çırpıda kanaat sahibi olmak ve tespit edilen oldukça “somut sapmalar” (!) nedeniyle de genellemelerle itham etme yarışlarının sonucu gibi görünüyor. Öne sürülen gerekçelerin ilk bakıştaki sağlam delil ve mantık yapısı, bu genelleme gayretlerini başarılı da kılmıyor değil.
Bu hengâmede ziyan olan, İslam Tasavvufunun (adına takılmayın, İslam Ahlakı veya İnsan-ı Kâmil mücahedesi diyelim) yüzyıllardır sosyo kültürel etkilerle yerelleşmiş, ama diğer taraftan evrenselleşmiş olan “yaşantı tecrübesi” yanıdır. Nitekim üstünde tartışılırken heder edilen şey, teorik olarak bütünüyle “anlatılabilecek” ve “öğrenilebilecek” bir mefhum değil, “talip olunacak ve tecrübe edilecek” bir değerdir. O yüzden bu yolun büyüklerinin söylediği gibi, “Allah’a ulaşan yolların sayısı insanların nefesleri adedincedir”. Burada niyetim, tasavvufu, ezoterik olduğunu söyleyerek tartışmadan âri kılmak değil, bu tartışmalar nedeniyle İslam’ın en güzel cihetlerinden biri olan bir unsurdan mahrum bırakılan insanların, İslam tasavvufunun orada dimdik durduğunu ve talipleri için dopdolu bir miras sunduğunu bildirmektir.
Bu hengâmede ziyan olan, İslam Tasavvufunun (adına takılmayın, İslam Ahlakı veya İnsan-ı Kâmil mücahedesi diyelim) yüzyıllardır sosyo kültürel etkilerle yerelleşmiş, ama diğer taraftan evrenselleşmiş olan “yaşantı tecrübesi” yanıdır. Nitekim üstünde tartışılırken heder edilen şey, teorik olarak bütünüyle “anlatılabilecek” ve “öğrenilebilecek” bir mefhum değil, “talip olunacak ve tecrübe edilecek” bir değerdir. O yüzden bu yolun büyüklerinin söylediği gibi, “Allah’a ulaşan yolların sayısı insanların nefesleri adedincedir”. Burada niyetim, tasavvufu, ezoterik olduğunu söyleyerek tartışmadan âri kılmak değil, bu tartışmalar nedeniyle İslam’ın en güzel cihetlerinden biri olan bir unsurdan mahrum bırakılan insanların, İslam tasavvufunun orada dimdik durduğunu ve talipleri için dopdolu bir miras sunduğunu bildirmektir.
Gelenek ve Bilgi
Daha on yıl önce bile okumuşlar arasında s3ufilerin bu iddiasına cevap olarak -benim de işittiğim gibi- "Bir taş, minareller konusunda bir jeolog kadar uzman değildir pek" denildiğini işitmek alışılmadık bir şey değildi. Şimdi gülebiliriz belki, ama bu varsayımın (yani kendilerinden bir şey öğrenmek istenilen insanların bile o şeyin gerçekte ne olduğunun farkında olamayabilecekleri zannının) oyalanıp durduğu köşeler vardır. Durumun tamamen tersine döndüğünü söylemiyorum, fakat . . . Tasavvufi çalışma iştirak etme çalışmasıdır; hakkında bir şey öğreneceğiniz değil, size ders verecek bir şeydir . . .
…
Sanırım, yeni bilginin sunulmasının, onun parçalarının onun faaliyetine pek te uygun olmayan biçimlerde - kendi içlerinde ne kadar hayranlık verici olurlarsa olsunlar- ticarileştirilmesinden çok daha zor olduğu hatırlanmaya değer- devam ettirilmesi de öyledir. Oldukça seçkin psikologlar bile, beni rahatsız edecek kadar sık bir şekilde, hala 'çalışmak için bir parça Tasavvufi psikoloji' istiyorlar benden. Eğer arka plan eksikliğinden ötürü onunla çalışmanız mümkün olamıyorsa, o zaman bir parçası bir yana, bütünü bile tamamen yararsızdır -oyun oynamaya yaraması dışında.
Bu eğilime ışık tutan bir hikâyeye göre, vaktiyle, bir dilenci vardı ve zengin bir adama giderek ondan bir fincan kahve parası istedi. Zengin adam dilencinin eline büyük miktar tutan bir banknot koydu: "Al bunu," dedi, "yirmi fincan kahveye yeter." Ve her birisi kendi yoluna gitti. Ertesi gün, zengin adam dilenciyi yine gördü ve ne yapmış olduğunu sordu.
"Sen de, senin yirmi fincan kahven de uzak olsun benden." dedi dilenci tiksintiyle. "Dün gece gözümü bile kırpamadım onların yüzünden." İnsanlar sizi (Batıda çok sık bir şekilde yaptıkları gibi) tanımlayıcı olmayan birisi diye görüp kendilerine yukarıdan bakmakla suçladıklarında, hazırlanmak gerektiği gerçeğini bundan daha kolay anlatabilmek zordur...
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
Alıntı nedenini açıklamak, alıntıdan kendisinden uzun olacak sanırım:
“Ya öyle, ya da böyle” yorumcu yaklaşım sahipleri, maalesef sağlıklı istinbat yöntemleri konusunda olduğu gibi, gerçeklik ve bilginin mahiyeti üzerinde de yeterince kafa yormuyorlar. Mesela tasavvufu kaynağı itibariyle İslam öncesi/sonrası “batıl” kaynaklara dayandırma gayreti içinde bulunurken, içerikle değil dayandığı iddia edilen akımların bâtıllığı ile delil getirmeye çalışıyorlar. Hâlbuki içerikle ilgili eleştiri yöneltmeye başlasalar, sonra aynı mantıkla dinin diğer kurumlarına baksalar, neredeyse tüm kurumlarının ve hatta dinin esasının dahi yıpranma ve hatta sapmalardan benzer hasarı gördüğüne şahit olurlar. Bu durumda da eleştirilen unsurları tedavi edebilecek yöntemin, cüz’lerle teker teker uğraşıp, sırayla hepsini batıl ilan etmek değil (ki böyle gidince ortada Hakk nâmına da birşey kalmıyor), bilginin ve doğrunun hayat seyrinin daha derin incelenmesi ve hemen her alanda Hakk’ın batıldan ayıklanması olduğu görülecektir.
İlk insandan itibaren, insan fıtratının ilişki içinde olabileceği tüm değerler ile birlikte vahyin tanım ve tarifine muhtaç tüm yöntemler asırlar boyunca ve Peygamberler vesilesiyle tecdîd edile geldi ve son Peygamber (S.A.V.) ile çözüm de kemâle erdi. Bu çözüm içinde de, bu İslam içinde olgunlaşacak ve bu dinin renklerine sahip olacak mefkûrelerin de, fıtratın arayışı içinde olacağı “kadim doğruları” barındırmaya devam etmesi garip değil! Hakk arayıcısına düşen, kendinden başlayarak her kurum ve akımdan, selim kalp sahiplerinin kabul edemeyeceği apaçık İslam dışı unsurları tespit etmek ve toptan silmek yerine teker teker onları ayıklamak değil mi?
“Ya öyle, ya da böyle” yorumcu yaklaşım sahipleri, maalesef sağlıklı istinbat yöntemleri konusunda olduğu gibi, gerçeklik ve bilginin mahiyeti üzerinde de yeterince kafa yormuyorlar. Mesela tasavvufu kaynağı itibariyle İslam öncesi/sonrası “batıl” kaynaklara dayandırma gayreti içinde bulunurken, içerikle değil dayandığı iddia edilen akımların bâtıllığı ile delil getirmeye çalışıyorlar. Hâlbuki içerikle ilgili eleştiri yöneltmeye başlasalar, sonra aynı mantıkla dinin diğer kurumlarına baksalar, neredeyse tüm kurumlarının ve hatta dinin esasının dahi yıpranma ve hatta sapmalardan benzer hasarı gördüğüne şahit olurlar. Bu durumda da eleştirilen unsurları tedavi edebilecek yöntemin, cüz’lerle teker teker uğraşıp, sırayla hepsini batıl ilan etmek değil (ki böyle gidince ortada Hakk nâmına da birşey kalmıyor), bilginin ve doğrunun hayat seyrinin daha derin incelenmesi ve hemen her alanda Hakk’ın batıldan ayıklanması olduğu görülecektir.
İlk insandan itibaren, insan fıtratının ilişki içinde olabileceği tüm değerler ile birlikte vahyin tanım ve tarifine muhtaç tüm yöntemler asırlar boyunca ve Peygamberler vesilesiyle tecdîd edile geldi ve son Peygamber (S.A.V.) ile çözüm de kemâle erdi. Bu çözüm içinde de, bu İslam içinde olgunlaşacak ve bu dinin renklerine sahip olacak mefkûrelerin de, fıtratın arayışı içinde olacağı “kadim doğruları” barındırmaya devam etmesi garip değil! Hakk arayıcısına düşen, kendinden başlayarak her kurum ve akımdan, selim kalp sahiplerinin kabul edemeyeceği apaçık İslam dışı unsurları tespit etmek ve toptan silmek yerine teker teker onları ayıklamak değil mi?
Evrimsel Din
… (tasavvufun, kaynağı itibariyle İslâmî geleneğin merkezinde ya da İslam’ın tamamen dışında olduğu arasında gidip gelen - i.k.) Bu önyargılar, insanın ruhsal özleminin tüm hakiki ifadelerinin tek bir kaynağa sahip olarak görülebileceği ve farklılıkların yalnızca görünüşte olup, kültürel ve mahalli şartlar tarafından zorlandığı anlayış sayesinde çözülegelmiştir geçmişte. Mesela büyük dinler, Hristiyan takviminin yedinci yüzyılında ortaya çıkan son dünya dini İslam’da en son noktaya erişen ihtiyaçların idrâki dizisinin parçaları olarak görürler.
Hem İslâmî ideoloji, hem de Hristiyan düşünüşü, elbette ki, dinin ebediliği fikrinde hiçbir zorluk bulmayacaklardı; her ne kadar çok az sayıda insan bunu herhangi faydalı bir amaç için akıllarında tutmayı başarıyor görünüyorsa da. Kur’an meselâ, İslam’dan önce Yahudi olarak mü’minlerden “Müslüman” diye bahseder ve bizzat St. Augustine Hristiyanlığın tarihteki İsâ’nın zamanından önce de var olduğunu söylemiştir.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
Makam ve Hal, tasavvufta en temel kavramlardandır. Bu yolu yaşayan ve sistematiğini en güzel şekilde kaleme alan Gazali başta olmak üzere tüm sufiler, "hal"lere sağlanıp kalmanın tehlikesinden bahsetmişlerdir. Makamların da ciddi bir mücahede ile elde edildiğini, nihai amacın, alıntıda da görüldüğü gibi tüm değerli olan niteliklerin aidiyetinden kendini sıyırmak ve varlığını ve niteliklerini Allah'a mâl etmek tevazuuna (gerçek kulluğa) ulaşmak olduğunu açıklar. Bu eserlerde hallere takılanların hikayeleri de anlatırlar ki, bugün televizyonlarda abuk sabuk davranışlarını gördüğümüz, ama diğer taraftan tasavvufa dair konumaktan geri durmadığı için mutasavvuf zannedilenlerin "hal" lerinin ve kimi zaman istidraca dönüşen vahim durumlarının idrakine varmak açısından bu alıntıyı anlamlı buldum...
Makamlar ve Haller
Şimdi uygulamalar ve onları çevreleyen kavramlara dönebiliriz. Evvela karşımıza Makam çıkmaktadır. Bu, belirli bir anda, müridin kendi idaresiyle meşgul kimsenin emirleri altında geliştirdiği nitelik için kullanılan kelimedir. Mürşidi ona başka bir terakki uygulaması belirleyene kadar, ondan, diyelim ki Tevbe makamında beklemesi istenebilir. 0 bir vaziyettir, bu yüzden de "bir fiil" olarak terimlendirilir. Bir anlamda o, bir "mertebe" dir ki, bu kelime de onun yerine kullanılır.
Fakat bir Mertebe, bir Hal değildir. Haller, ferde, 0 bunları kontrol edemeden gelen değişik şuur olaylarıdır. "Hal" aynı zamanda bir "lütuf /ihsan" olarak da bilinir. Bu aydınlanmaları yaşayan sûfilerin ana hedefi bunların ötesine ulaşmaktır. Güzide üstad Cüneyd Bağdadi "Haller şimşeğin parlamaları gibidir; onların devamını sadece nefis teklif eder" diye vurgular. Bu da onların değişmemiş olan benliğe sızıp yayılmasının vehimlere, aldanmalara yol açacağı anlamına gelir. Eğer onlar hissedilebilirlerse ve idraki daha ileri mertebelere sevk etmek yerine onlara değer vermek tercih edilirse, mürid yerinde sayıyor demektir.
Şu ya da bu makamda olmak bir tür zaruri esaret, nefs-i emmarenin terbiyesinin bir parçası olarak görülür ve bir zaman gelir ki artık bu zaruri olmaz. Benzer şekilde, Haller, cezbeye kapılıp gözü kamaşacağı yerde, ilmi yaşaması gereken (ve nihayette yaşayacağı umulan) kişide bir bulaşmaya işaret ederler. Farsçada Tasavvuf üzerine yazılmış ilk kitap olan Hücviri'nin kitabındaki paragraf şöyle devam eder:
"Bu yolun tüm mürşitleri, bir kimse Makamların esaretinden kaçındığı, Hallerin bulaştırmasından uzaklaştığı ve tahavvül ve zeval yurdundan (zaman ve mekâna bağlılıktan) kurtulduğu ve takdire layık niteliklerle donatıldığı zaman tüm niteliklerden arınır. Yani bizzat kendisinin olan hiç bir takdire layık nitelik tarafından esir alınmış değildir, ne ona önem verir ne de bunlar onu kibirlendirir. Onun vaziyeti aklın idrakinden saklanmıştır ve zaman düşüncelerin etkisinden muaftır”.
Sûfi idareci öğrencinin davranışına bakarak onun ikincil, yani "emmare" nefsinin herhangi belirli bir zamanda ne durumda olduğunu bilir. Sûfi çalışmalarının çok itibarlı olduğu, ama yine de tüm yeni gelenlere sadece "sirkler”in kucak açtığı ülkelerde, gerçek sûfiler üzerinde mürid kabul etmek konusunda bazı baskılar vardır.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
"Tasavvuf eskiden hâl idi, sonra kâl oldu, şimdi ise hayâl oldu" diye bir deyiş vardır. İslam'ın emirlerinin aksiyona dönüşmesi için üstüne bindiğimiz nefis atının ehlileştirilmesi hayat ilerledikçe daha bariz görünüyor insanın gözüne. Ancak insanın kendi öz gelişimine talip olması, hayatın en zor projelerinden biridir ve o yoldan dönenlerin oranı da az değildir. Sûfilerden görünüp kötü misal olanlarınçoğunu da bu zümre teşkil eder muhtemelen. Halbuki omzunda aslan dövmesi isteyenlerin, sadece acıya katlanması, değil, omzunda böyle bir dövme olduğunu da unutması gerekir.
Aslan dövmesi
Ancak sufiliğin damla damla gelişen faaliyeti daha önce zikrettiğimiz postülaları kabul edenler arasında dahi belirli bir miktar sabırsızlığa sebep olur. Dolayısıyla da insanlar sık sık kendi sülûklarının kendilerine gösterildiğine inandıkları çizgi boyunca ilerliyor olmadığından şikayet ettikleri görülür: "Aslan Dövmesi" hikayesinde de durum bunun aynısıdır. Rûmî'nin Mesnevi'sinin birinci kitabında yer alan bu hikaye şöyledir:
Adamın birisi bir dövme ustasına gider ve sırtına bir aslan dövmesi yapmasını ister. Ancak dövmeci işe başlayıp da adam iğnenin sivri ucunu sırtında hissedince acıyla bağırır ve ustaya hayvanın hangi kısmını yapıyor olduğunu sorar. "Kuyruğu yapıyorum" der dövmeci.
"Boş ver kuyruğu" der beriki, "başka bir yerinden başla".
Fakat usta, aslanın başka bir yerini yapmaya başladığında müşteri bu yerin de en az birincisi kadar canını acıttığını görür ve ondan o yerden de vazgeçmesini ister.
Ve bu durum, usta iğneleriyle boyalarını yere çalıp artık adama elini bile sürmeyeceğini söyleyinceye kadar devam eder. Böylece usta işi bırakmak arzusuna nail olur, adam da ağrı ve acılardan kurtulma isteğine. Gelgelelim sonuçta da ortaya hiçbir şey çıkmamış olur.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
167
Baskı Tarihi
1996
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
İDris Şah
Mütercimi
M. Ali Özkan
Orijinal Adı
a perfumed scorpion
Neden Altını Çizdim?
Tasavvufi hakkında, hariçten gazel okuyan kaynakları bir kenara bırakıp, kendi hakiki icracılarının kaynaklarına müracaat ettiğimizde bile, bazı yöntemler konusunda bilgi verildiğini görürüz. Bunlar bile sadece sınırların görülmesi için yapılmış tanıtıcı girizgahlardır. Tasavvuf, yine bu kaynaklarda sık sık vurgulandığı üzere, tecrübi ve kişisel bir yoldur ve kişilerin nefesi sayısınca Allah'a gidecek yollar çeşitlidir. Dolayısıyla tasavvuf hakkındaki tartışmalara da hakikat hakkında tecrübesi olanlar girmezler. Bu tartışma, genellikle kendini tasavvufun içinde zannedip tecrübesi değil, bilgisi olanlarla, tasavvufun dışında olup bu yöntemler ve hedefler konusunda ya hiç bilgisi olmayan, ya da ham bilgilerle uğraşanlar arasında cereyan eder. Kitaptaki bu ifade, bana bunu çağrıştırdı...
Tecrübe et, ta ki kendin bilesin
İnsanlar "Düşünüyorum, o halde varım"ı iktibas ederlerdi, ama besbelli ki bu bir "Ben inanıyorum, o halde öyle olmalı" meselesidir.
Hakikatin, sırf öğretilerin tekrarı yoluyla açığa çıkmadığı ya da muhafaza edilmediği şeklinde bir sûfi iddiası vardır. Buna göre hakikat yalnızca onun aralıksız tecrübesi ile anlaşılmış olarak kalır. Ve sûfilerin daime güvenegeldikleri, işte bu hakikat tecrübesidir. Bu nedenledir ki sûfilik, "Söylediğimi yap, yaptığımı yapma" ya da hatta "Benim yaptığımı yap" değil, "Tecrübe et, ta ki kendin bilesin" dir.