Varmış gibi görünen yok'un izinde

Zamanı gözetmekten/gözetlemekten vazgeçmeli, asıl ân'ı seyretmeli! Hep ân'ı. Çünkü hakikatte varolan 'an'dır sadece. Bir tek 'an'. An, bütün yaşamın kendisi. Yaşam an'dadır demiyorum; dediğim, yaşam ân'ın kendisi. Tüm varlığı bir'de, tüm mekânı nokta'da, tüm zamanı an'da görebilmektir hikmetin ölçütü. Hikmet, kesret'ten vazgeçmektir. Çokluk'tan. Yol boyunca derine, daha derine, hep derine kazmaktır. Hikmet, zamanı zamana bırakıp gözü ân'a dikmektir. An'ın bilgisine. Hakikate. En yalın haliyle. Bu yüzdendir ki hakikat taliplerinin bütün gayesi, 'basit'in bilgisine ulaşmaktır. Yalın'ın. Yalın olanın. Kısacası en dipte olanın. "Yokmuş gibi görünen var"ın. * * * Çokluğu gerçek sanma aldanışının kahredici sonu puta tapıcılıktır. Görüneni gerçekle karıştırmanın sonu... Puta tapıcılık, görüneni ele geçirmeyi marifet sanmaktır. Hakka ortak koşmaktır. Koca bir aldanıştır bu yüzden. "Ortak koşuculuk" zaafı, Hakkın kudretini takdir edememekten kaynaklanır. Putperest, kudreti tanrıcıklar arasında paylaştırır. Çoklukta güç vehmeder, gölgede ise hakikat. Hep varmış gibi görünen yok'lara tapınır. Yokmuş gibi görünen var'ı da bilir bilmesine ammâ onu hakkıyla tanımaz, ona diğer tanrıları kadar veya biraz daha fazla hürmet eder. Talip neye talip olduğunu iyi bilmeli! Acaba "varmış gibi görünen yok"a mı talip, yoksa "yokmuş gibi görünen var"a mı, tercihini iyi yapmalı! "Varmış gibi görünen yok" (nist-i hest-nüma) halkın peşinden koştuğu serabın adı. Bedeli bütünüyle yaşamdan ibaret olan aldanış. Yaşamdan, yani yaşamı bir hiç uğruna heba etmekten... "Varmış gibi görünen yok" uğruna koşuşturanların kendilerini mahrum ettikleri hakikat ise, ne yazık ki "yokmuş gibi görünen var" (hest-i nist-nümâ). * * * Aç avucuna bak bakalım ne göreceksin? Her hâlde ya avucunda bir şey olduğunu göreceksin, ya da olmadığını... Her iki hâlde de avucunu göremeyeceğin kesin! Niçin acaba? Evet, niçin, avucundakilerinin varlığı veya yokluğu sana bizâtihi avucunu unutturuyor? * * * Hakikat ehli, zamanı zamana bırakıp ân'a nazar eder, her daim ân'ı seyreder. Hakikat an'lıktır. Bundan dolayıdır ki hakikat ehli hakikatini an'da seyreder. * * * Hz. Ali'nin sözünü hatırlayalım: — "Dualarımı kabul etmemesinden bildim ben O'nu!" Yani beni bana bırakmamasından... isteklerimi yerine getirmemek suretiyle rahmet ve şefkatini belli etmesinden... şımarıklığıma izin vermemekle sırrını belli edişinden tanıdım O'nu. İsteklerinin gerçekleşmesi kişiyi kendinden uzaklaştırır, sanıldığının tam da aksine. Başarılı her adımında kendisine ihtimamı azalır âdemin, ve tabii ki etrafına, dostlarına... insan'a... Duası makbul olan insan insana aldırmaz olur. Sadık bir Tanrı'ya güvenir. Sadakat gösterir ve sadakat bekler. Sadakatle kibirlenir. Şişinir. Oysa sadakat her zaman erdem değildir. Çünkü sadakat bir çırpıda kişinin efendisini kendisine borçlandırmanın bir yolu hâline alabilir. Umumiyetle alır da. Uşakların efendilerine sadakati, bazen sahip oldukları tek meziyetle, yani sadakat aracılığıyla, efendileri üzerinde güç kazanmayı sağlar. Zayıflarken kuvvetlenmenin bir diğer yoludur sadakat. Vazgeçilmezler sırasına girmektir. İhanet etmeyerek, sadık kalarak ilişkinin sürekliliğini sağlamaktır. Güvende olmaktır. Korkudan emin olmaktır; reddedilmek ve terkedilmek korkusundan... Bütün vazifelerini yaptıkları hâlde dualarının kabul olmamasına akıl sır erdiremeyenler, bazen en büyük cezanın dua edenin duasını kabul etmek olduğunu nereden bilsinler? Çocuğunun her isteğini yerine getiren anne-babalar, bir düşünsenize ne kadar da acımasız, ne kadar da şefkatsizdirler gerçekte. Çocuklarını çok ama çok sevdikleri için onların her isteğini yerine getiriyor değildir böyleleri. Lütuf ve ihsanları bile bir kudretin değil, bilakis bir aczin, bir zayıflığın nişanesidir. Daha önce ne demiştik? Kudret, sadece yapmaya değil, yapmamaya da muktedir olanın sıfatı. Kudret, arzu ettiğini avucunun içine alabilmek kadar, onu elinin tersiyle itebilmektir de. Kadir olmayan, Tanrı da olamaz! * * * Bâyezid-i Bistamî, "Yolun başındayken dört şeyi yanlış biliyordum, sonunda doğrusunu öğrendim" der: 1. Yolun başında ben Hakk'a talibim zannederdim, sonunda anladım ki Hak bana talipmiş. 2. Yolun başında ben Hakk'ı zikrediyorum zannederdim, sonunda anladım ki Hak beni zikrediyormuş. 3. Yolun başında benim için iyi olanı seçen yine benim zannederdim, sonunda anladım ki ben hep kötü olanı seçmişim, her defasında benim için iyi olanı seçen O'ymuş. 4. Yolun başında Hakk'a vâsıl olmayı isterdim, sonunda anladım ki daha yolun başındayken ben Hakk'a vâsıl imişim. * * * Ah, hiç olmasaydık n'olurdu!? İmdi söyle ey talib, n'olurdu?

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
183
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Zaman Kitap

Belgelerin Diliyle Yassıadanın Karakutusu

14 ekim 1960 da başlayan Yüksek Adalet Divan’ında gerçkleştirilen yargılamalar 11 ay devam etti. 592 sanıktan 228 i için idam cezası istendi. İlk dava Afgan Kralının Celal Bayar’a hediye ettiği köpeğin hayvanat bahçesine satılmasıyla ilgili köpek davasıydı. Adnan Menderes’in ilk yargılandığı dava ise Bebek Davasıydı. Ayhan Aydan’dan olduğu iddia edilen çocuğu öldürtmekle suçlanıyordu. Ardından 17 dava daha açıldı. İdama götüren dava ise Anayasayı İhlal Davası’ydı. İddiaya göre 1924 anayasasına aykırı olarak “diktatörlük rejimi kurmak” için çalışılıyordu. Sf 23 Kırşehir in ilçe haline dönüştürülmesi bile anayasa ihlali olarak gösterilmeye çalışılıyordu ki yargılananların suçları artsın. 202 gün süren duruşmalar bittiğinde sonuç açıklandı. O gün Adnan Menderes duruşma salonunda değil ölüm döşeğindeydi. 25 uyku ilacının hepsini birden yutmuştu. Netice de 15 kişi için idam 31 kişi için müebbet 418 i içinde farklı farklı idam cezaları verildi ancak cezaların gerçekleşebilmesi için Milli Birlik Komitesinin onayı gerekiyordu. Mbk 15 eylül 1961 de saat 18 sularında yolun sonunu gösteriyordu. İdam cezası istenen 15 kişiden 3 ü idam edilecekti. Celal Bayar yaşı 65 den yukarı olduğu için hakkında ki idam müebbede çevrilmişti. Sf 24 darbeden sonra cumhurbaşkanlığına getirilen cemal gürsel ihtilalden 24 gün önce Adnan Menderes’e iletilmek için Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e yazdığı mektubun ilk maddesinde “ cumhurbaşkanı istifa etmelidir. Cumhurbaşkanlığına Adnan Menderes getirilmelidir. Bu muhterem zatı her şeye rağmen milletin çoğunluğunun sevmekte olduğuna kaniim, bu sevgiden istifade edilerek kırılanların gönülleri alınmalı ve mill ete yeniden güven telkin edilmelidir.” (3 mayıs 1960 tarihli mektup) denmekteyse de 12 temmuz 1960 tarihli resmi gazetede bu madde “ cumhurbaşkanı istifa etmelidir. Çünkü bütün fenalıkların bu zattan geldiği hakkında memlekette umum bir kanaat vardır.” Şeklinde değiştirilmiştir. Sf 28-29 “demokrat parti iktidara gelmesinden bir müddet sonra hususi bir pozisyon tefrik ettirilmiş ve cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanların konuşmaları grup şef ve yardımcıları tarafından temin edilmiştir… bahis konusu konuşmaları temin eden ve konuşmaların aksaksız olarak devam etmesi için arada sırada araya girerek dinlemede bulunan grup şef ve yardımcılarının ad ve soyadları ikinci listede sunulmuştur” 15 aralık 1960 da soruşturma kuruluna gönderilen cevabi yazıda yer alan ifadeler. Yani ptt içinden bir birim birileri namına zamanın en üst yöneticilerinin telefonlarını dinlemiş ve kayıt altına almış. Sf 54 görevi kötüye kullanma davalarında bu kadar da olmaz dedirtecek cinsten konular dava gerekçesi olarak gösterilmiş. Hafız Osman’ın 1903 de yazdığı Kuranı Kerimi bir baskı makinesı yardımıyla tıpkıbasımını yapmak istenmesi ve bu sebeple almanyadan bir baskı makinesı getirilmesinin görevi kötüye kullanma olarak sayılmasının yanına eyüp sultan ve çevresinin düzenlenmesi ve diğer camilere yapılan yardımlarda görevi kötüye kullanma olarak konu edilmiş. Sf 60 (devamı internet adresinde, uzun oldugu için hepsini yazamadım)

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
165
Yazılış Tarihi
2007
ISBN
978-975-269-382-1
Baskı Sayısı
15. Baskı
Basım Yeri
Pasifik Ofset
Yayın Evi
Etkileşim Yayınları
Editörü
A.Cüneyd Köksal

Problem

Modernizm devrinde,her cümle,nokta ile bitiyordu.Şimdilerde ise post-modernizmin soru işaretleri,ünlemleri,nokta-noktaları arasında idrakler şaşırdı.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
165
Yazılış Tarihi
2007
ISBN
978-975-269-382-1
Baskı Sayısı
15. Baskı
Basım Yeri
Pasifik Ofset
Yayın Evi
Etkileşim Yayınları
Editörü
A.Cüneyd Köksal

Lütuf

Bu hayatı haketmek için özel bir marifetim olmadı.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
165
Yazılış Tarihi
2007
ISBN
978-975-269-382-1
Baskı Sayısı
15. Baskı
Basım Yeri
Pasifik Ofset
Yayın Evi
Etkileşim Yayınları
Editörü
A.Cüneyd Köksal

Formül

Öğrenilen ve öğretilen küçük ve birbirinden kopuk gerçeklerden bıktım;keşfedilen ve keşfedilecek mutlak ve külli hakikatlere müştakım.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Klasik yayınları

Tanrısız bir Kainat

Sınıfların etrafında illegal olarak dağıtılan broşürlerin bazılarını ele geçirmeye başardım ve sosyal adalet -ya da daha sonra doğrusu sosyal adaletsizlik sorunu ve Tanrı üzerine kafa yormaya başladım. Komunist propagandada Tanrı adaletsizliğin tarafındaydı; çünkü komünistler dini "halkın afyonu" olarak, yani halkın huzursuzluğunu yatıştırarak onalrı gerçekliğin dünyasında daha iyi bir hayat için mücadele etmekten alıkoyan bir araç olarak görüyorlardı. Bu çizgiye kaymak çok kolaydı. Ne ki, ben bunu kabul etmedim. Her zaman çok net olmasa bile, dinin temel mesajı bana hep sorumluluk gibi görünmüştür. Onun mesajı krallar ve imparatorlar için bile aynıdır, onların da sorumlu olmaları gerektiği yönündedir. Onların bu dünyadaki polisten bir korkuları olmasa da -çünkü polis zaten onların elindedir- din onlara uyguladıkları şiddetten dolayı hesaba çekileceklerini ve bu sorumluluktan kaçış olmadığını söyler. Tanrısız bir kainat bana anlamdan yoksun görünmüştür her zaman. Bu nedenle inancım iki yıllık bir sallantıdan sonra geri döndü ama farklı bir biçimde. İnancımdaki -elbette varolduğu ölçüde- bu muayyen sarsılmazklık, gençliğimde zuhur etmiş olan şüphelerden geliyor. O artık yalnızca atalarımdan devraldığım bir din değildi; yeni baştan edinilmiş bir inançtı. Ve onu bir daha hiç yitirmedim.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Klasik yayınları

Genç Müslümanlar

Genç Müslümanlar hareketinin genel odağını belirleyen, İslam ve ona muhalif mahiyetteki iki referans noktası -antifaşizm ve antikomunizm- idi. Hitler ve Stalin'in şahsında cisimleşen iki sistem, faşizm ve komünizm, o günün dünya düzenini karakterize ediyorlardı. Batı da görünüşte sahnenin bir parçasıydı fakat bunlar eski dünyayı tahrip etmeyi ya da değiştirmeyi arzulayan yeni eğilimlerdi. Defnedildiğinde ise, bir yanılsamadan başka bir şey olmadığı görüldü. Sözde eski dünya varolmaya devam etti ve kendisini değiştirdi.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
mart 2003
Baskı Sayısı
2. Baskı
Yayın Evi
Türkiye İş bankası Kültür Yayınları
Mütercimi
Jale Çam Yeşiltaş

İyi veya kötü adına yönetmek

Şimdiye kadar oluşturulmuş olanlar içinde en az karşı çıkılabilecek sistem demokrasidir. Çünkü işleyen değerleri ve kurumları gücün keyfi kullanımına sınırlamalar getirir. Rejimi demokratik olmayan ülkelerde, sistem hiçbir koruma sağlamaz;eğer yönetimini ele geçiren kişi, bu yüzyılda da sık sık görüldüğü gibi deli, aptal veya militarist olursa, o zaman günümüzün her isteyen yöneticinin yararlanabileceği gelişmiş teknikleri, olası zulmü daha da korkunç yapar.