Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Klasik yayınları

Kızıl totalitarizm - Kara totalitarizm

Kendimi ebeveynlerimin etkisinden kurtarıp hayatımı seçtiğim gibi yaşamaya başladığımda henüz oldukça gençtim. 15 yaşındayken, inancımda bazı tereddütler oluşmaya başladı. O zamanki yoldaşlarım ve arkadaşlarımla herşeyi konuşuyordum. Komünist ve ateist yazıları okurduk. O tarihte Yugoslavya, çoğu elden ele dolaşan çeşitli broşürler vasıtasıyla illegal olarak yaygınlaşan çok güçlü bir komunist propagandanın etkisi altındaydı. Komünistler bu konuda çok etkindi. Bu, kısmen de Avrupa'da faşizmin ortaya çıkışına yönelik bir tepkiydi. Komünizm demokrasiyi anlamadı. O, Yugoslavya'da antifaşist bir hareketti, bir karşıt ideolojiydi ve diğerlerinden daha az totaliter değildi. Kızıl totalitarizm Kara totalitarizme karşı durmak için gelmişti.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Batılılaşma ve Kemalizm

Maksat, o halde, Batı kültürünü ilginç, güçlü ve güzel kılan şeyleri benimsemek değildir: siyasi nedenlerle düşman sayılan bir kesimin toplumsal dayanaklarını ortadan kaldırmaktır. İki hedef arasında mantıki bir ilişki bulunmaz. İslam kültürünü reddetmek, Batılılaşmak değildir; ikisi ayrı ayrı şeylerdir. Kemalist rejim Türkiye'de İslam kültürünün, İslami değer ve alışkanlıkların bir kısmını tahrip etmiş olabilir. Ama bundan Türkiye'nin Batı kültürüne yaklaştığı ya da Batı uygarlığına özgü fevkalade yaratıcılıktan pay almaya başladığı sonucu çıkmaz. Atılanın yerine hiçbir şey konmamış, ya da sözgelimi Batı yerine başka bir şey konmuş olabilir. Nitekim "Batılılık" adına getirilen şeylerin olağanüstü yüzeyselliği, hatta anlamsızlığı oldukça erken bir tarihte farkedilmiş olmalı ki, 1930'lardan itibaren Tek Parti rejiminin ideolojik vurgusu artık "Batılılaşmak" değil, Ergenekon uygarlığının ihya edilmesi üzerine yoğunlaşacaktır. Şapkanın, cazbandın ve Latin alfabesinin tatmin edemediği ulusal ideali, bu kez başka bir yönde aramak ihtiyacı duyulacaktır. Cumhuriyetin "Batı" yönündeki önemli reformlarının tümü, dikkat edilirse, Cumhuriyetin ilk yıllarının – daha somut olarak, 1923-28 arasındaki altı yıllık dönemin – eserleridir. 1930'lara doğru Reisicumhurun söylemine hakim olan kültürel referans ise artık Batı değil, düşsel bir Orta Asya geçmişidir. Cumhuriyetin ikinci onyılına rengini veren Dil ve Tarih devrimlerinin, Soyadı kanununun işaret ettikleri uygarlık modeli Avrupa değil, İslamiyet öncesi Türk tarihidir. Yeni Türk dilinin kaynakları Uygurca ve Yakutça'da aranacaktır. Atatürk'ün yazdırdığı Medeni Bilgiler kitabında Türk demokrasisinin öncülü olarak sunulanlar Fransız devrimi veya İngiliz parlamentosu değil, "Eti, Sümer ve Akat Türkleridir". Türk uygarlığının kaynağı, Avrupa'ya medeniyeti öğrettiği ileri sürülen "Alp Türk ırkında" keşfedilmiştir. Yeni ihdas edilen Türk adlarının kültürel ufkunda Newton ve Amadeus değil, Cengiz ve Attila bulunur. Kemalizmin "Batılılık" cephanesi, öyle gözüküyor ki, birkaç cılız atımdan ibaret olan ömrünü, on yıla kalmadan tüketmiştir. Öte yandan Orta Asya'nın çağdaş Türk toplumuna sağladığı uygarlık modeli de doyurucu bir model olmaktan uzaktır. Simge, şiir ve hayaller için Ergenekon'a dönülebilir; fakat çağdaş teknolojiye ve siyasi kurumlara yön verecek örnekleri Oğuz destanında bulmakta zorlanırız. Bundan ötürü model arayışı cumhuriyet Türkiyesinin gündeminden hiç düşmeyecek; 1960'larda Nasır'ın Mısır'ı, 1970'lerde Brejnev'in Rusyası, Mao'nun Çini ve hatta Enver Hoca'nın Arnavutluğu, 1980'lerde ilkel ve ilkesiz bir çeşit Amerikan maddiyatçılığı, Türkiye için uygarlık modelleri olarak sunulabilecektir. Bu arayışların çıkmaza girmesiyle birlikte, İslamiyetin – üstelik entellektüel kaynaklarından uzaklaşmış, hoşgörü kapasitesi sonuna kadar zorlanmış, ezildikçe içine kapanmış bir İslamiyetin – yeniden güçlü bir ideolojik alternatif olarak ortaya çıkmasına hayret edilmemelidir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

İslam kültürünün tasfiyesi

Cumhuriyet "Batıcılığının" iç siyasi boyutu da gözardı edilemeyecek önemdedir. "Laiklik" adı altında girişilen şey, bir tasfiye hareketidir: Milli Mücadeledeki ortaklığı sayesinde Osmanlı devletinde yüz yıldan beri sahip olamadığı bir güç ve ağırlığa kavuşan, devlet iktidarına ortak olan popüler İslamiyetin, siyasi sahneden silinmesi hedeflenmiştir. İzlenen stratejinin "askeri" uslubu belirgindir. Düşmanı çökertmek için seçilen yöntem, onun iaşe ve mühimmat kaynaklarına saldırmaktır. İslamcı siyasetin güç aldığı kaynak, Türk toplumunda derin kökleri olan dinî kültürdür: o halde bu kültürün - örgütsel yapıları, dayanışma ve eğitim kurumları, literatürü, hukuku, ayırdedici simge ve kıyafetleri, gelenekleri, tarih bilinci, sanatı ve müziği ile birlikte – yokedilmesi gereklidir. Yıkımın bırakacağı boşluğu dolduracak olan kültürel modeli yakın veya uzak Türk tarihinde bulmak mümkün olamadığı oranda – ve ancak bu oranda – bu model ve referans, Batı'da aranacaktır. İslam kıyafeti atıldığında, çıplak kalınmayacağına göre, onun yerine giyilecek bir giysi gereklidir. Atatürk'ün deyimiyle "Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal bulunmadığı" için, giysi modeli Batı'da aranmıştır. Benzer bir ihtiyaçtan hareket eden Çin devrimi ise, 1960'larda işçi tulumuyla milis üniforması karışımı bir otantik "Mao giysisinde" karar kılacaktır. Şer'i hukuk lağvedildiğinde, Türkiye'de bundan başka örnek alınacak bir şahıs hukuku geleneği bulunmadığı için ve yeni bir hukuk oluşturmak yıllar süreceğinden, mevcut bir kaynaktan tercüme etmek en mantıklı çözüm olarak görülmüştür. Hilafet kurumuyla birleşerek İslami politikanın bir simgesi haline gelen Osmanlı hanedanı kaldırıldığında, yeni bir hükümdarlık tesis etmenin pratik sakıncaları görüldüğünden, o yıllarda Avrupa'da revaçta olan bir rejim modeli – cumhuriyet – tercih edilmiştir. Alfabe devriminde asıl gaye, Batı kültürünü benimsemekten çok, İslam kültürünün entellektüel köklerini kurutmaktır. Amaç Türklerin Shakespeare'i ya da Paris gazetelerini daha kolay okuması değildir: Kuran'ı ve Osmanlı kaynaklarını okumalarını önlemektir. Bu aşamada tümüyle Türkçeye özgü bir alfabe geliştirmek üzerinde bir müddet durulmuşsa da, daha kolay – ya da daha inandırıcı – bulunduğu için Batı'dan alfabe ithali tercih edilmiştir. Cumayı ve Hicret esasına dayalı tarih perspektifini toplum zihninden silmek için, Pazar tatili ve Miladi takvim getirilmiştir. Batı müziğinin radyoda zorunlu kılınması ise, bu müziğe yönelik gerçek bir sevgi veya inançtan çok, İslami kültürle yakın ilişkileri olan alaturka müzik geleneğini yıkmak kaygısını akla getirmektedir. Şahsi eğilimleri Rumeli havaları ve Safiye Ayla'dan yana olan Gazi'nin (bu noktada İsmet İnönü'den farklı olarak) Batı müziğine ilişkin ciddi bir bilgi veya duyarlığı bulunduğunu gösteren bir ipucu yoktur. Çok eşliliğin hukuken tasfiyesinde de gerçek bir ahlaki tercihten çok pratik gerekçeler rol almışa benzemektedir. Çok eşliliğin doğurduğu karmaşık hukuki sorunlar, şer'i hukuk ilkelerinin kısmen de olsa korunmasını zorunlu kılacaktır; oysa bu, arzu edilen bir hal değildir. Oysa ki Atatürk'ün kişisel tercihleri, bilindiği kadarıyla, Medeni Kanunun öngördüğü tek eşli aile idealinden uzaktır.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.

Tekkeler

Tekkeler sevgi ocağı idi. Rejimle bağdaşamazdı elbette. Kapatılmazlarsa o rejimi yıkardı.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
358
Baskı Tarihi
Nisan 2001
Yazılış Tarihi
1954
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Yapı Kredi
Editörü
Turan Alptekin

Hata denen şey tashih etme budalalığında bulunanlar için mevcuttur.

Amma bir yanlış yapabilirdim, her şey berbat olurdu. Bir kahkaha savurdu. - Yapsanız ne çıkardı? Hatâ denen şey yoktur ki zaten... İyi anlayın! Farz ediniz ki hakikaten bir yanlış yaptınız! Oradan yürürüz ve doğruya çıkarız. Hata denen şey tashih etme budalalığında bulunanlar için mevcuttur. Bizim için değil... Biz onun varlığını kabul ettiğimiz andan itibaren her türlü hatanın üzerindeyiz. Hayır, Hayri Bey, hayır, yanlış yoktur ve olmaz da. Bütün mesele bir vaziyeti iyi hazırlamaktır. Ve insana itimattır.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.

İstanbul Tepelerinden

Hiçbir yerden vatanın kuruluşu dediğimiz şey, İstanbul tepelerinden olduğu kadar açıklıkla görülmez. Ancak Süleymaniye'nin avlusundan bakıldığı zaman, vatan orkestrasını teşkil eden sazların, tıpkı tersine bir Haydn senfonisi gibi teker teker canlandığı görülebilir, ilk önce Erzurum, Bingöl dağlannın yıldızlarının ışığından rahlesini yakar. Sonra Kayseri, sırtından Sezar mantosunu atarak, Erciyes'in yeşil eteklerinden toplanmış bir nağme ile ona katılır. Sonra Konya ve Ankara, kendi bozkırlarının ortasından bir çoban ateşi gibi hasretle dolu gelirler. Sonra gittikçe artan bu nağme dalgası, Ege şehirlerinin sarışın uğultularıyla zenginleşir. Nihayet Bursa, rahmanı neyini üflen arkasından Edirne'nin beş asır çınlayacak zafer borusu öter; Üsküp ve Manastır'ın, Rumeli şehirlerinin büyük ve heybetli kösleri döğülmeye başlar. Tunç ve demirden, en sonunda İstanbul bir birinci keman gibi gelir ve yerine oturduğu zaman vatan orkestrası, tarihlerde gördüğümüz ve kanımızda tanıdığımız gibi kurulmuştur. Artık bütün nağmeler onun sihirli işareti altında toplanacaktır, ona yoldaşlık edecektir; herşey en güzel ve taze tarafıyla ona gidecektir.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.

Necip Fazıl - Nazım Hikmet

Necib'in tezadı şu: Genç yaşta Avrupa'ya gitti ve onun tahakkümünden kurtulamadı hiç bir zaman. Bu tabaka küçük yaşta aldığı din terbiyesi ile çatışıyor. Kitaplarının ismi dahî bunu gösterir. Hâlâ Mallarme'ye Baudelarie'e aşıktır. Necip bir tezatlar mahşeridir. Bu tezatlar Nazım'da yoktur. Sosyalizme inanmış, îman etmiştir bir kere. İslamiyet veya başka bir din yoktur artık onun kalbinde. Sosyalizm vardır sadece. Bir rüyaya bağlanmıştır ve bu bağlanıştan rahatsız değildir. Çatışmaları yoktur kendi içinde. Necip ise kendi tezatları içinde muztariptir. Batı'dan bir türlü kopmamıştır. Necip bu yaşta dahî zamparadır; yaşayış prensipleri itibariyle Avrupalıdır. Televizyona çıkıp maskaralıklar yapmasına lüzum yok. Bir trajedidir Necip.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
384
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1982
ISBN
975-00125-1-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğu Kütüphânesi
Editörü
Halil Açıkgöz
Bu kitabın yazarı aslında Halil Açıkgöz ancak altını çizdiğimiz tüm satırlar Cemil Meriç'e ait olduğundan yazarı Cemil Meriç olarak girdik.
Neden Altını Çizdim?
Dost bivefa, felek birahm, devran bisukün, Dert cok, hemdert yok, düsman kavi, tali" zebun

(Fuzuli)

Bugünün diliyle: "Dost vefasız, dünya merhametsiz, devir huzursuz, dert çok, derdimi paylaşan yok, düşman kuvvetli, talihim zavallı ve çaresiz.

Dert çok, hemdert yok, düşman kavî tali zebun...

Sonra Avrupalılaşmayacağım diyorsun. Nasıl mümkün? Hiç bir şeyin kalmadı. Dert çok, hemdert yok, düşman kavî tali zebun... Tasavvur et, bâzı yakın dostlarımızın bile Frenkçe kelimeler kullanmasına mâni olamadım.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Batı'ya dönüş: 1923 virajı

1923 yılı, iç siyasette radikal bir dönüm noktasını temsil eder: yeni rejim, iç ve dış kamuoyunu şaşırtan bir virajla yeniden Batı'ya yönelir. Dönüşün ilk belirtisi, Milli Mücadeleyi birlikte yürütmüş olan dinî-millî ittifakın bozulmasıdır. Gazi'nin Ocak ve Şubat aylarında çıktığı yurt gezisi, "irtica" tehlikesine parmak basan ilk deklarasyonlara sahne olur. 20 Mart 1923'te Konya Türk Ocağı merkezinde Gazi, "hoca kıyafetli sahte alimlere" karşı cepheden taarruza geçer. Haziran-Temmuzda bizzat Gazi tarafından seçilen İkinci Mecliste sarıklı mebusların sayısı, birinci meclisteki 118'den, 10-15 düzeyine inmiştir. 25 Temmuzda imzalanan Lausanne antlaşması, Batı ülkeleri ile çok yönlü bir barışın temellerini atar. Bunu izleyen haftalarda, Mustafa Kemal'in Batı uygarlığını "adam olmak" diye tanımlayan ünlü meydan okuyuşu duyulur. Ekimde ilan edilen Cumhuriyetin hedefi, "medeni dünya" kod adıyla anılan Batı'da "layık olduğumuz mevkii" temin ederek "medeni milletler ailesine" girmektir. Reisicumhurun 29 Ekim söylevinin işaret ettiği hedef Medine değil, Ergenekon da değil, Paris ve Londra'dır. Cumhuriyetin hedefi, ölçütü ve muhatabı, Batı'da aranacaktır.