modernite

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
318
Baskı Tarihi
2016
Yazılış Tarihi
1959
ISBN
978-605-807-0059
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Hil Yayınları
Editörü
Güneş Öztürk
Mütercimi
Ömer Küçük
Orijinal Adı
The Sociological Imagination
"Sosyalbilimsel problemler, uygun bir şekilde formüle edildiklerinde hem kişisel sıkıntılara hem toplumsal sorunlara, hem biyografiye hem tarihe ve bunların karmaşık ilişkilerinin kesişim bölgesine yer vermelidir. Bireyin yaşamı ve toplumların inşası bu kesişim bölgesi dahilinde meydana gelir; ve sosyolojik tahayyül gücü, zamanımızda insan yaşamının niteliğinde bir fark yaratma fırsatını bu kesişim bölgesi dahilinde yakalar." (Tanıtım Bülteninden)

Rasyonalite ve Özgürlük

Bilimin teknoloji kılığında geri dönmüş bir Mesih olmadığı ortaya çıkmıştır. Bir toplumda bilimsel tekniklere ve rasyonelliğe merkezi bir yer verilmesinin, insanların mitten, sahtekarlıktan ve batıl inançlardan arınmış olarak akla uygun bir şekilde yaşayacakları anlamına gelmediği anlaşılmıştır. Yaygın eğitim, bilinçli ve bağımsız bir anlama yeteneğiyle değil, teknolojik hamakat ve milliyetçi dar kafalılıkla da sonuçlanabilir. Tarihsel kültürün kitlesel yayılımı, kültürel duyarlılığın düzeyini yükseltmekten ziyade bayağılaştırabilir ve yaratıcı yenilikçilik olanağıyla sert bir mücadeleye girişebilir. Üst düzey bir bürokratik rasyonellik ve teknoloji, üst düzey bir bireysel ya da toplumsal anlama ve akıl yürütme yeteneği anlamına gelmeyebilir. İlkinden ikincisini çıkarsayamazsınız. Çünkü toplumsal, teknolojik ya da bürokratik rasyonellik, bireysel irade ve akıl yürütme kapasitesinin genel bir özeti değildir. Tam da bu irade ve kapasiteye sahip olma olasılığı, aslında görünüşe göre çoğu kez bu rasyonellik tarafından azaltılmaktadır. Rasyonel olarak örgütlenmiş toplumsal düzenlemeler, zorunlu olarak bireysel ya da toplumsal özgürlük artışının vesileleri değildir. Aslında bunlar genellikle zorbalık ve güdümleme araçlarıdır; tam da akıl yürütme olanağına, özgür bir insan olarak eylemde bulunma kapasitesine el koyma araçlarıdır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
2016
ISBN
978-975-539-181-6
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ayrıntı
Editörü
Mehmet Küçük
Mütercimi
Alev Türker
Orijinal Adı
Postmodern Ethics

Yıllardır modern sanayi uygarlığını tartışıyoruz. İlk günahı kimin işlediğini, insanın bir zamanlar doğayla barışık bir halde yaşadığı o güzel günlere kimin son verdiğini, bizi fırtınaların orta yerinde kimin çırılçıplak bıraktığını bulmak için daha çok tartışacağız. Çünkü “Tanrı(nın) öldü”ğünü bilmek, geleneğin zincirlerini parçalamak yetmedi; bu kez özgürlük ciğerlerimizi yakmaya başladı. Özgürlük kendinin, ayrıca ötekinin sorumluluğunu üstlenmek, belirsizliklerle, çözülmez çelişkilerle sarmaş dolaş yaşamak, yani, modern bireyler olmak demekti.Ama ağır geldi özgürlük. Taşıyamadık.

Özgürlük ve Ahlâksızlık

Erkeklerin ve kadınların modern yaşam koşullarındaki varoluşsal durumları eskisine göre son derece farklı olduğu halde, eski varsayımın -özgür iradenin kendisini sadece yanlış seçimlerde ifade edeceği, özgürlüğün kontrol edilmediği takdirde her zaman ahlâksızlığın kıyısında dolaştığı ve bu nedenle iyinin düşmanı olduğu ya da olabileceği varsayımının- felsefecilerin kafasında ve yasa koyucuların uygulamalarında hüküm sürmeye devam ettiği söylenebilir. Özgür olduklarında (ki modern koşullarda özgür olmamak ellerinde değildir) bireylerin özgürlüklerini yanlış yönde kullanmalarının önlenmesi gerekeceği, modern elik düşüncesinin ve tavsiye ettiği pratiğin zımni, ama hemen hemen istisnasız varsayımıydı.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
2016
ISBN
978-975-539-181-6
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ayrıntı
Editörü
Mehmet Küçük
Mütercimi
Alev Türker
Orijinal Adı
Postmodern Ethics

Yıllardır modern sanayi uygarlığını tartışıyoruz. İlk günahı kimin işlediğini, insanın bir zamanlar doğayla barışık bir halde yaşadığı o güzel günlere kimin son verdiğini, bizi fırtınaların orta yerinde kimin çırılçıplak bıraktığını bulmak için daha çok tartışacağız. Çünkü “Tanrı(nın) öldü”ğünü bilmek, geleneğin zincirlerini parçalamak yetmedi; bu kez özgürlük ciğerlerimizi yakmaya başladı. Özgürlük kendinin, ayrıca ötekinin sorumluluğunu üstlenmek, belirsizliklerle, çözülmez çelişkilerle sarmaş dolaş yaşamak, yani, modern bireyler olmak demekti.Ama ağır geldi özgürlük. Taşıyamadık.

Sebep Sonuç

Modernliğin gelişiyle birlikte tanrısızlaştıkları ve “dinsel dogmalar’a inançlarını yitirdikleri için insanların giderek bireysel dü­şünmeye. kendileriyle ilgilenmeye ve kendilerini önemsemeye baş­ladıklarından söz edildiğini sık sık işitiriz. Bu öyküye göre, modem bireylerin kendi kendileriyle meşgul olmaları sekülerleşmenin bir ürünüdür ve dinsel inancın yeniden canlandırılmasıyla ya da seküler olduğu halde, modern kuşkuculuğun saldırısına maruz kalarak yıpranmadan önce hemen hemen tam hâkimiyeti elinde bulunduran büyük dinlerinkine benzer kapsayıcılığa başarıyla sahip çıkacak bir düşünceyle onarılabilir. Aslında bağlantıları bunun tersi bir sırada görmek gerekir. Modern gelişmeler, erkekleri ve kadınları, hayatlarının parçalandığını, herbiri farklı bir bağlamda ve farklı edimbilgisine (progmatics) göre peşinde koşulması gereken, birbirine gevşek bir şekilde bağlı amaçlara ve işlevlere bölündüğünü gören bireyler durumuna ittiği içindir ki, birleştirici bir dünya görüşünü destekleyen “her şeyi kapsayıcı” bir düşüncenin amaçlarına iyi hizmet etmesi ve dolayısıyla hayallerini etkilemesi ihtimal dışı kalmıştır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
2016
ISBN
9786059801416
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Phoenix Yayınevi
Editörü
Ali Ergur

İnancın bireyselleştirilmesi

Modern kavramı altında özetlediğimiz kültür bağlamı, ticaret ve sanayinin gerektirdiği temel değerler üzerine inşa edilmiştir. Ticaret, diğer bir deyişle değişimden sonra birikimsel bir artı-değer üreten düzen, varlığını sürdürebilmek için temel iki ilkeye gereksinim duyar: Serbestlik ve öngörülebilirlik.

Metalar arasında değişimin, yalnızca değişiliyor olmaktan kaynaklanan bir artı-değer üretebilmesi, feodal toprak düzenin sabit, yerel ve fevkalâde kısıtlı pazar sınırlarının çok daha fazla genişletilmesini gerektirmekteydi. Bu ise bir
ayrıcalıklar ve keskin hiyerarşiler toplamı olan feodal toplumun ne yetkeci örgütlenmesine, ne böyle bir eşitsizlik düzenini ideolojik olarak yeniden üreten din-gelenek ideolojik bağlamıyla uyumludur. O yüzden, ticaretin egemen
üretim biçimi haline dönüşmesi sürecinde, binyıllar boyu tarım toplumlarında toplumsal gündemin öncelikli bir maddesi olmayan özgürlük kavramı, kısa sürede felsefi temelleri inşa edilmeye başlanan bir talep haline dönüşmüştür.


Piyasanın eşitler arasında bir karşılaşma, değişimin serbest iradenin yöneliminde fikirlerin rekabeti olmadığı bir durumda birikim rejimi olanaksızdır. Ancak böyle bir serbesti halinin ideolojik olarak meşrulaşması için, tarım
toplumlarının örgütlenme biçimlerindeki en temel dayanaklardan birinin çözülmesi, din-devlet bütünleşmesinin bozulması gerekir. İnancın kolektif bir olgu olmaktan çıkıp bireye atfedilmesi, politikanın, ticaretin artı-değerini
kontrol etme ve (eşit olmayan şekilde) dağıtma aracı haline gelmesi, bireyin, cemaatin ve geleneklerin boyunduruğundan kurtulmasıyla mümkün olabilirdi. Seküler dünya anlayış, böyle bir temel gereksinim üzerinde gelişmiştir.


İnancı bireyselleştirmek, aynı zamanda bireyi bir irade birimi olarak tasavvur etmek anlamına gelir. Böylece en azından kuramsal-yasal olarak serbest olan piyasada, doğallaştırılmış ayrıcalıkların etkili olmadığı, eşitler arası bir rekabet mümkün olabilir. Ayrıca kapitalist birikim rejimin temeli olan yenilik gereksinimi, ancak bireyin bir özgür irade sahibi olabildiği toplumsal ortamda gerçekleşebilir.
 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
395
Baskı Tarihi
2018
ISBN
978-975-539-323-0
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ayrıntı
Editörü
Sedef Özge
Mütercimi
İsmail Türkmen
Orijinal Adı
Life in Fragments Essays in Postmodrn Morality

İlkeli siyaset, kimlik, ahlâk, sorumluluk... postmodern dönemin umacıları. Gün, sorumluluk almamanın, bağlanmamanın, parçalı kimliklerin, plastik cinselliğin ve tüketicilerin günü! Madem ki siyaset agoralardan silinip oy sandıklarına hapsedildi; modernliğin toplama kamplarında bitiremediği Öteki, evin, mahallenin, kentin dışına püskürtüldü; hayat artık doğumla başlayıp ölümle sona eren bir süreklilik olmaktan çıkıp hesaplanabilir ve sürdürülebilir parçalara bölündü...

Modernliğin evrensellik iddiasını kaybedişi

Modernlik bir zamanlar kendisini evrensel görüyordu. Şimdi ise kendisini küresel sayıyor. Bu sıfat değişikliğinin arkasında, modern öz-bilinç ve özgüven tarihindeki bir dönüm noktası gizlidir. Evrensel[lik], aklın hâkimiyeti[nde] olmak demekti: Duygulara köleliğin yerine rasyonel varlıkların özerkliğini, hurafe ve cehaletin yerine hakikati, sürüklenen planktonun sıkıntılarının yerine kendi kendisini yaratan ve tamamen gözetlenen tasarım-ürünü-tarihi koyacak olan şeyler düzeni [demekti]. "Küresellik” tersine, sadece herkesin her yerde McDonald's burgerleriyle beslenip TV'de en yeni belgesel dramayı izleyebileceği anlamına geliyor. Evrensellik, gurur duyulan bir projeydi, gerçekleştirilecek Herkülvari bir misyondu. "Küresellik” ise, tam tersine, "dışarıda” olup bitenlere koyun gibi rıza gösterme; "bükemediğin bileği öpeceksin" türü bir öz-teselli nasihati ile şekerlendirilse de daima kapitülasyonun acılığı ile karışan bir kabullenmedir. Evrensellik, felsefecilerin koltuklarını kabartan bir başarıydı. Küresellik ise, felsefecileri çıplak bırakarak yeniden, evrenselliğin kendilerini kurtarmayı vaat ettiği çöllere sürgün ediyor.

 


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
263
Baskı Tarihi
Nisan 2013
Yazılış Tarihi
1995
ISBN
978-975-7501-81-7
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Dost Kitabevi Yayınları
Editörü
Ferhat Babacan
Mütercimi
Mehmet Küçük
Orijinal Adı
From Post-Industrial to Post-Modern Society: New Theories of the Contemporary World, Second Edition

Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.

Marx, Weber ve Durkheim Artık Bugünü Açıklayamaz

Malcolm Bradbury, 1970’li yılları "asla yaşanmamış on yıl" olarak adlandırmıştı. Ama 1980’li yıllar 1970’li yıllardan doğdu (tıpkı 1960’lı yılların 1950’li yıllardan doğmuş olması gibi). Şimdi artık bu on yıl boyunca sanayi sonrası toplum kuramının çeşitli yeni biçimlerinin üretilmekte olduğunu görebiliyoruz. Söz konusu kuramın bu biçimleri, bütün olarak alındığında, 1960’lı yıllarda üretilen çeşitlerin iyimserliğinden yoksun­dur. Bu yeni biçimler, Alvin Toffler’ın büyük bir hevesle öngördüğü "süper-sanayi" toplumu beklentisi içinde değil. Sağ-kanat düşüncenin olduğu kadar sol-kanat düşüncenin de ürünü olarak sanayi sonrası toplum kura­mının bu biçimleri, önümüzde bizi bekleyen büyük gerilimler ve çatışma­lar öngörmektedir. Ama bunlar sanayi toplumlarının bir sınır çizgisini geçtiği konusunda, en az daha önceki sanayi sonrası toplum kuramcıları denli ısrarlıdır. Buna göre, klasik sanayicilik, yani Marx, Weber ve Durkheim tarafından çözümlenen yani batılıların büyük çoğunluğunun geçtiğimiz yüz yıl boyunca içinde, yaşadıkları türden toplum, bundan böyle yoktur.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

Batılılaşma ve Kemalizm

Maksat, o halde, Batı kültürünü ilginç, güçlü ve güzel kılan şeyleri benimsemek değildir: siyasi nedenlerle düşman sayılan bir kesimin toplumsal dayanaklarını ortadan kaldırmaktır. İki hedef arasında mantıki bir ilişki bulunmaz. İslam kültürünü reddetmek, Batılılaşmak değildir; ikisi ayrı ayrı şeylerdir. Kemalist rejim Türkiye'de İslam kültürünün, İslami değer ve alışkanlıkların bir kısmını tahrip etmiş olabilir. Ama bundan Türkiye'nin Batı kültürüne yaklaştığı ya da Batı uygarlığına özgü fevkalade yaratıcılıktan pay almaya başladığı sonucu çıkmaz. Atılanın yerine hiçbir şey konmamış, ya da sözgelimi Batı yerine başka bir şey konmuş olabilir. Nitekim "Batılılık" adına getirilen şeylerin olağanüstü yüzeyselliği, hatta anlamsızlığı oldukça erken bir tarihte farkedilmiş olmalı ki, 1930'lardan itibaren Tek Parti rejiminin ideolojik vurgusu artık "Batılılaşmak" değil, Ergenekon uygarlığının ihya edilmesi üzerine yoğunlaşacaktır. Şapkanın, cazbandın ve Latin alfabesinin tatmin edemediği ulusal ideali, bu kez başka bir yönde aramak ihtiyacı duyulacaktır. Cumhuriyetin "Batı" yönündeki önemli reformlarının tümü, dikkat edilirse, Cumhuriyetin ilk yıllarının – daha somut olarak, 1923-28 arasındaki altı yıllık dönemin – eserleridir. 1930'lara doğru Reisicumhurun söylemine hakim olan kültürel referans ise artık Batı değil, düşsel bir Orta Asya geçmişidir. Cumhuriyetin ikinci onyılına rengini veren Dil ve Tarih devrimlerinin, Soyadı kanununun işaret ettikleri uygarlık modeli Avrupa değil, İslamiyet öncesi Türk tarihidir. Yeni Türk dilinin kaynakları Uygurca ve Yakutça'da aranacaktır. Atatürk'ün yazdırdığı Medeni Bilgiler kitabında Türk demokrasisinin öncülü olarak sunulanlar Fransız devrimi veya İngiliz parlamentosu değil, "Eti, Sümer ve Akat Türkleridir". Türk uygarlığının kaynağı, Avrupa'ya medeniyeti öğrettiği ileri sürülen "Alp Türk ırkında" keşfedilmiştir. Yeni ihdas edilen Türk adlarının kültürel ufkunda Newton ve Amadeus değil, Cengiz ve Attila bulunur. Kemalizmin "Batılılık" cephanesi, öyle gözüküyor ki, birkaç cılız atımdan ibaret olan ömrünü, on yıla kalmadan tüketmiştir. Öte yandan Orta Asya'nın çağdaş Türk toplumuna sağladığı uygarlık modeli de doyurucu bir model olmaktan uzaktır. Simge, şiir ve hayaller için Ergenekon'a dönülebilir; fakat çağdaş teknolojiye ve siyasi kurumlara yön verecek örnekleri Oğuz destanında bulmakta zorlanırız. Bundan ötürü model arayışı cumhuriyet Türkiyesinin gündeminden hiç düşmeyecek; 1960'larda Nasır'ın Mısır'ı, 1970'lerde Brejnev'in Rusyası, Mao'nun Çini ve hatta Enver Hoca'nın Arnavutluğu, 1980'lerde ilkel ve ilkesiz bir çeşit Amerikan maddiyatçılığı, Türkiye için uygarlık modelleri olarak sunulabilecektir. Bu arayışların çıkmaza girmesiyle birlikte, İslamiyetin – üstelik entellektüel kaynaklarından uzaklaşmış, hoşgörü kapasitesi sonuna kadar zorlanmış, ezildikçe içine kapanmış bir İslamiyetin – yeniden güçlü bir ideolojik alternatif olarak ortaya çıkmasına hayret edilmemelidir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

İslam kültürünün tasfiyesi

Cumhuriyet "Batıcılığının" iç siyasi boyutu da gözardı edilemeyecek önemdedir. "Laiklik" adı altında girişilen şey, bir tasfiye hareketidir: Milli Mücadeledeki ortaklığı sayesinde Osmanlı devletinde yüz yıldan beri sahip olamadığı bir güç ve ağırlığa kavuşan, devlet iktidarına ortak olan popüler İslamiyetin, siyasi sahneden silinmesi hedeflenmiştir. İzlenen stratejinin "askeri" uslubu belirgindir. Düşmanı çökertmek için seçilen yöntem, onun iaşe ve mühimmat kaynaklarına saldırmaktır. İslamcı siyasetin güç aldığı kaynak, Türk toplumunda derin kökleri olan dinî kültürdür: o halde bu kültürün - örgütsel yapıları, dayanışma ve eğitim kurumları, literatürü, hukuku, ayırdedici simge ve kıyafetleri, gelenekleri, tarih bilinci, sanatı ve müziği ile birlikte – yokedilmesi gereklidir. Yıkımın bırakacağı boşluğu dolduracak olan kültürel modeli yakın veya uzak Türk tarihinde bulmak mümkün olamadığı oranda – ve ancak bu oranda – bu model ve referans, Batı'da aranacaktır. İslam kıyafeti atıldığında, çıplak kalınmayacağına göre, onun yerine giyilecek bir giysi gereklidir. Atatürk'ün deyimiyle "Turan kıyafetini araştırıp ihya eylemeye mahal bulunmadığı" için, giysi modeli Batı'da aranmıştır. Benzer bir ihtiyaçtan hareket eden Çin devrimi ise, 1960'larda işçi tulumuyla milis üniforması karışımı bir otantik "Mao giysisinde" karar kılacaktır. Şer'i hukuk lağvedildiğinde, Türkiye'de bundan başka örnek alınacak bir şahıs hukuku geleneği bulunmadığı için ve yeni bir hukuk oluşturmak yıllar süreceğinden, mevcut bir kaynaktan tercüme etmek en mantıklı çözüm olarak görülmüştür. Hilafet kurumuyla birleşerek İslami politikanın bir simgesi haline gelen Osmanlı hanedanı kaldırıldığında, yeni bir hükümdarlık tesis etmenin pratik sakıncaları görüldüğünden, o yıllarda Avrupa'da revaçta olan bir rejim modeli – cumhuriyet – tercih edilmiştir. Alfabe devriminde asıl gaye, Batı kültürünü benimsemekten çok, İslam kültürünün entellektüel köklerini kurutmaktır. Amaç Türklerin Shakespeare'i ya da Paris gazetelerini daha kolay okuması değildir: Kuran'ı ve Osmanlı kaynaklarını okumalarını önlemektir. Bu aşamada tümüyle Türkçeye özgü bir alfabe geliştirmek üzerinde bir müddet durulmuşsa da, daha kolay – ya da daha inandırıcı – bulunduğu için Batı'dan alfabe ithali tercih edilmiştir. Cumayı ve Hicret esasına dayalı tarih perspektifini toplum zihninden silmek için, Pazar tatili ve Miladi takvim getirilmiştir. Batı müziğinin radyoda zorunlu kılınması ise, bu müziğe yönelik gerçek bir sevgi veya inançtan çok, İslami kültürle yakın ilişkileri olan alaturka müzik geleneğini yıkmak kaygısını akla getirmektedir. Şahsi eğilimleri Rumeli havaları ve Safiye Ayla'dan yana olan Gazi'nin (bu noktada İsmet İnönü'den farklı olarak) Batı müziğine ilişkin ciddi bir bilgi veya duyarlığı bulunduğunu gösteren bir ipucu yoktur. Çok eşliliğin hukuken tasfiyesinde de gerçek bir ahlaki tercihten çok pratik gerekçeler rol almışa benzemektedir. Çok eşliliğin doğurduğu karmaşık hukuki sorunlar, şer'i hukuk ilkelerinin kısmen de olsa korunmasını zorunlu kılacaktır; oysa bu, arzu edilen bir hal değildir. Oysa ki Atatürk'ün kişisel tercihleri, bilindiği kadarıyla, Medeni Kanunun öngördüğü tek eşli aile idealinden uzaktır.

Sayfa Sayısı
260
Baskı Tarihi
2005
ISBN
975-8740-11-3
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Klasik
Mütercimi
Fatmanur Altun Rıfat Ahmetoğlu
Aliya, inasnın evrensel sorunları üzerine düşünen müslüman bir mütefekkir, baskılara boyun eğmeyen bir özgürlük savaşçısı, halkının bağımsızlık savaşına öncülük eden bir lider, askeri ve diplomatik alandaki başarılarıyla devlet kurmuş bir önderdir. Bu kitap, Aliya'nın çok farklı ortamlarda yaptığı konuşmalardan oluşuyor. Konuşmalar bir lider ve düşünür olarak Aliya'nın anlaşılmasına önemli bir katkı yapmakla kalmıyor, yirminci yüzyılın sonunda yaşanan insanlık trajedisinin ve bunun sorumlusu olan bir 'dünya sistemi'nin doğru okunmasına da hizmet ediyor.

Birlik için Çalışma ve Yasalara Saygı

"Kurtulmak için, geleneklerinizi bir kenara bırakmak ve asimile olmak zorundasınız". Şayet kendinizi değiştirirseniz, dünya kurtulmanıza izin verecek. Ancak, bizler asimile olmak istemiyoruz. Tıpkı, Amerika'daki Kızılderililerin, Kızılderili kalmayı isteyerek değişmeyi reddetmeleri gibi. Ne isek, o olmayı istediğimizi söylemekten gurur duyuyoruz. Sözkonusu olan bir İslam tasavvuru ise biz, modern bir İslam, bir Avrupa İslamı tasavvur ediyoruz. Bu anlamda bizler, hem Doğu için, hem Batı için pek çok şey yapbailirilz. Bizim görevimiz, belki de, İslamı yeni bir bakış açısından ve hakiki ışığı ile göstermektir. Allah'a şükürler olsun ki bunu yapmayı başardık.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
278
Baskı Tarihi
1990
Yazılış Tarihi
1976
ISBN
975-437-035-4
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Objektif serisinin sekizinci kitabı.

İnsanın Felaketi

Şimdi pencereyi açıp "Kahrolsun medeniyet!" diye bağıracağımı mı sanıyorsunuz? Hayır! Yalnız, medeniyeti konfor zannedenlerin yanıldıklarını hatırlatmak istiyorum. Bütün modern konfor vasıtaları medeniyetin, bitmez tükenmez rahatsızlıklarına bir tavizden ibarettir. Çok defa bu vasıtalar, mesela otomobil, bazılarının rahatını sağlarken birçoklarının da rahatını kaçırır. Medeniyet konfor değil, daha çok'u elde etmek için bir mücadele sistemidir. Daha çok iş, daha çok istihsal, daha çok satış, daha çok ihraç, daha çok ithal, daha çok istihlâk, daha çok haber, daha çok bilgi (fakat madde planında), daha çok'u elde etmek için daha çok vasıta, Bu sonsuz (daha)nın son hedefi nedir? Medeniyet bunu bilseydi, atom enerjisini o hedef için hazırlar ve kullanırdı. İnsanın bütün felâketi, kendi kendisine vereceği mânayı şaşırmasıdır. İnsan derken, Allahsız insanı kastediyorum! Milliyet, 11 Şubat 1955 Sayfa: 74