Rasyonalite ve Özgürlük
Necat(salut) İhtiyacı
Aydınlanma’nın Ürettiği Jakoben Totalitarizm
Özetle Aydınlanma, uysal bir tebaadan oluşan disiplinli bir toplum inşa etme idealiyle sonuçlanır. Belki de, Aydınlanma’nın gerçek ‘akıl’ı Voltaire ya da Diderot’nunki değil de Robespierre’in ‘Jakoben akıl’ıdır. Çünkü Foucault’nun deyişiyle ‘askerî bir toplum hayali’, ancak aklın dogmalaştırıldığı ve tastamam bu nedenle, yani dogmalaştırıldığı için, o dogmaları dayatan gözetleyici, cezalandırıcı, baskıcı ve disipline edici bir projeyle mümkün olabilir. Bunun da adı, düpedüz, evet düpedüz, totalitarizmdir! Yanlış değil: Aydınlanma’nın Jakoben bir totalitarizm ürettiği çok görülmüştür…
Aydınlanma ve Totalitarizm
Aydınlanma, totaliter bir tasarıma mı dayanmaktadır? Aydınlanma, totalitarizmin meşrulaştırıcı mekanizmalarını mı üretiyor? Michel Foucault, Gözetleme ve Cezalandırma’da, Merquior’un deyişiyle ‘insanoğlunu özgürleştirmeye ilişkin soylu ideallerin altında, yeni ahlak terimleri[nin], geleneksel toplumlarda olduğundan çok daha büyük bir toplumsal denetim düzeyi sağlayacak biçimde tanımla[ndığını]‘ gösterir. Kısaca Aydınlanma’nın özgürlük vaadi ya da ütopyası, düpedüz bir tahakküm, bir gözetleme ve cezalandırma mekanizması üretmiştir. Amaç, boyun eğdirme yoluyla uysal insanlar (homo docilis) yetiştirmektir: İtaatkâr, boyun eğmiş insanlar! Foucault, Aydınlanma’nın sözümona özgürleştirici yaklaşımının nasıl bir ‘iç karartıcı ütopya’ya dönüştüğünü şöyle anlatır: “[Aydınlanma] insanlar üzerinde iktidar uygulamanın genel bir reçetesini, [...] bedenlere, düşüncelerin denetimi yoluyla boyun eğdirilmesini sunar.” İnsan yaşamı ile bedeninin en ufak ayrıntılara kadar denetlenmesi!..
Hamann'ın Savaş Açtığı Aydınlanma
İnsan aklının yol göstericiliğiyle dünyanın gizeminin bütünüyle çözümlenemeyeceğinin anlaşılması için Avrupa’nın XIX. yüzyılını, Romantik Çağı beklemek gerekmiştir; Isaiah Berlin’in ‘Aydınlanma’ya en açık, şiddetli ve eksiksiz bir biçimde savaş açan ilk kişi’ olarak tanımladığı Johann Georg Hamann’dan David Hume’a uzanan Romantik gelenek! Dünyanın gizemi ya da büyüsü, aklileştirilemeyen neyse, onda aranmalıdır. Hume, şeylerin varlığını kanıtlayabilmenin mümkün olmadığını, onun için de dünyayı, akılla kanıtlanabilir bir bilgi sorunu olarak değil, Berlin’in deyişiyle bir ‘inanma sorunu olarak’ ele almak gerektiğini savunmuştur. Berlin onaylamasa da Cari Becker, ‘evreni oluşturan ve aklın kavrayıp uyarınca yaşayabildiği sıkı mantıksal ilişkiler ağının gerçekten var olmadığını göstermekle’ Hume’un, ‘bütün Aydınlanma konumunu havaya uçurduğunu’ öne sürmekte haklıdır.