Kur'an'ı Kerim ve Kur'an İlimlerine Giriş

Türü
Akademik
Sayfa Sayısı
240
Baskı Tarihi
2000
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
istanbul
Yayın Evi
ensar neşriyat
Kuran'ı kerimin fiziki tarihiyle hedeflediği anlam dünyası paralelliğini yakalama çabasında bütünlüklü bir tarih ve tefsir usulü okuması.
Neden Altını Çizdim?
iki sebebden : 1 bu birikime ilk katılımımı el - kitab (the book) ile yapmak isememden. 2 halihazırda bu kitabın yaklaşım ve anlatımını irdeliyor olmamdan.

Mana ve Lafız Dengesi

Asli veya tamamlayıcı unsur noksan olmadığı gibi garip bir fazlalıkta bulunmaz. bu iş kolay görünürse de Kurandan başka kelamlarda gerçekleştiği pek rastlanmaz. az ve öz söylemek arzusu mananın aleyhine işler, kelamı bilmece haline getirir. manayı etraflıca anlatmaya yönelse sözün uzadığı görülür. bu da kelamın parlaklığını nispeten giderir. muhatap asıl mana ile zaid manayı ayırt edemeyecek duruma gelir. edipler bazan dengeyi kurabilirse de, ekseriye bunu başaramazlar.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
386
Baskı Tarihi
Eylül 2008
ISBN
978-975-995-127-6
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
istanbul
Yayın Evi
Dergah
Editörü
İsmail Kara
Türkiye'de en çok konuşulan ve tartışılan konunun din ve İslam meselesi olmasına bir önem ve değer atfedip atfetmeyeceğimiz,olup bitenlerden tedirginlik duyup duymayacağımız bir paradoksla alakalıdır.

Balıkesir Hutbesi'nden

''Ey millet!Allah birdir,şanı büyüktür!(...)Peygamberimiz Efendimiz hazretleri,Cenabı Hak tarafından insanlara hakayık-ı diniyyeyi tebliğe memur ve resul olmuştur.Kanun-ı Esasicümlenizce malumdur ki Kur'an-ı azimü'ş-şandaki nusustur.İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz en son dindir, ekmel dindir.Çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor''Mustafa Kemal Balıkesir Hutbesi 7Şubat 1923 Paşa Camii

Sabah Gazetesi Yazıları

Türü
Gazete
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Engin Ardıç'ın Sabah gazetesinde yazdığı yazılar...

Tepkinizi görelim yavrular

Yalçın Küçük'ü bilirsiniz, kızıl boyun atkısıyla, kalpakla ya da Lenin kasketiyle dolaşan "egzantrik" bir adamdır... Kitapları genellikle bin sekiz yüz sayfa çeker, Küçük de içeri girip girip çıkar... Kimileri onun hakkında, "hakaret davası açacağım ama cezai ehliyeti çıkmayabilir, beraat eder, onun için hiç uğraşmıyorum" demişlerdir. Bu adam Ergenekon davasında yargılanıyor. Kitaplarını okumadım. Zamanım değerli. Ve de pişman oldum, meğer ne "incileri" varmış ne incileri... "Emperyalist Türkiye" diye bir kitabı varmış örneğin... (Yahu biz emperyalizmin pençesinde kıvranan mazlum bir ülke değil miydik, şimdi de tam tersine emperyalist mi olduk?) Bu kitapta Atatürk hakkında yenilmez yutulmaz laflar var. Profesör Küçük, Atatürk'ü "İngilizler'in adamı" olmakla suçluyor! İddiasına göre Atatürk, Sivas Kongresi'nde de "mandacılığı" savunmuş! Herkesle birlikte kongrede bu yönde oy verdiğini söylüyor. (Bu mandacılığın mandayla mandırayla ilgisi olmayıp, bağımlı bir yönetim biçimi olan Fransızca "mandat" kelimesinden gelmektedir. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra bizden koparılan eski topraklarımızdan Filistin ve Irak İngiliz, Suriye ve Lübnan da Fransız "mandat'sına" girmişlerdi. Bildiğiniz sömürgenin kibarcası... Bizde de "Amerikan mandat'sı" isteyenler vardı, en başta da ünlü Halide Edip Hanımefendi, hani "cumhuriyet kadınlarımızdan"... O kadar cumhuriyet kadınıydı ki, cumhuriyetin on beş yılını kocasıyla birlikte yurt dışında sürgünde geçirdi, çünkü Atatürk'e "diktatör" demişti. Yurt dışında doğrudan İngilizce olarak yazdığı "The Turkish Ordeal" isimli kitabında Atatürk'e en ağır saldırıları yöneltti, sonra Türkiye'ye döndüğünde bunun Türkçe çevirisi olan "Türk'ün Ateşle İmtihanı" kitabında o bölümleri sansür etti... Cumhuriyet kadınıdır, şimdi defilelerde falan canlandırıyorlar...) Bakınız, Yalçın Küçük de Atatürk için neler demiş: "Kendine güveni olmayan, kıstırılmışlık kompleksi içinde, kuvvetlinin önünde başını eğen, hep bir koalisyondan diğerine kayan, gücünden emin olduğu zaman eski koalisyon ortaklarına son derece acımasız"... Yuh! Bakınız daha başka neler demiş: "Çok vesveseli, kompleks içinde yaşayan, sevgisiz bir insandır. Annesini sevmez. Annesinin cenazesine gitmiyor. Sevgisiz ve acımasızdır. (...) Sevgiyi bilmeyen, acımayı bilmeyen, kimseye güvenmeyen, herkesi kendine karşı komplo hazırlayıcısı olarak gören, bir 'aydınlanmamacı' despot olan Mustafa Kemal'i hiçbir romancı ya da yönetmenin sevimli yapabileceğine ihtimal vermiyorum. En gerçekçi film, Müthiş İvan'ın başarısız bir kopyası olabilir." Pes! Bu ifadeler kitabında da yer alıyor, kendisine duruşmada da soruldu... Hani canım şu "Tayyip'in yaptırdığı mahkeme"(!) var ya Silivri'de, orada... Bekliyoruz, ikide bir bize küfür edenlerden tık yok... Biz Atatürk hakkında asla ve asla böyle sözler etmedik. Etmeyiz. Peki Yalçın Küçük'e niçin en ufak bir tepki göstermiyorlar? Yalçın Küçük "onlardan" olduğu için mi? Atatürk'e bu lafları eden adam nasıl onlardan oluyor? Yoksa onlarda mı bir keleklik var? Yoksa bize yaptıkları saldırıların altında Atatürkçülük gayreti değil de apayrı ve çok özel kuyruk acıları mı yatıyor? Kim Atatürkçüymüş, kim değilmiş arkadaşlar? Haksızlığın, insafsızlığın, iftiranın, hakaretin de bir sınırı olmalıymış, değil mi arkadaşlar?

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Haziran 2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-293-478-1
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğan Kitapçılık
İpek Çalışlar’ın yazmış olduğu “Latife Hanım” kitabı Doğan Kitap’dan çıkmış ve 520 sayfa. Nurten Şerbetçi'nin Haksöz-Haber için yaptığı değerlendirme: Cumhuriyet’in Elit Kadın Modeli Yazan: Nurten ŞERBETÇİ Yazı Kaynağı: Haksözhaber
Neden Altını Çizdim?
Nasıl oluyor da Mustafa Kemal Paşa, ilk gece bir İngiliz konağında misafir ediliyor, sonra da güvenlik gerekçesiyle oradan ayrılıyor anlaşılır bir şey değil!

Düşman kim?

Mustafa Kemal Paşa İzmir'e 10 eylülde geldi. Büyük haber anında yayıldı. Sevincinden çılgına dönen Latife bir grup kız arkadaşıyla birlikte muzaffer komutanı karşılamaya koşan İzmirlilerin arasına karıştı. Daha sonra o günü anlatırken, "Zafer kazanmış kahramanları karşılamaya giderken sokağa hepimiz peçesiz çıkmıştık. Birlikte olduğum kızlar azar işitirsek diye korku içindeydiler. Ama tam tersine Mustafa Kemal Paşa da kurmayları da bizi görmekten çok hoşlandılar" diyecekti. Mustafa Kemal Paşa, önce Rıhtım'a, ardından Konak Meydanındaki Hükümet Konağı'na gelmişti. Kalabalık dağılmıyordu; balkona çıktı ve İzmirlileri selamladı, "Bu başarı milletindir" sözleri alkışların arasında kayboldu, insanlar kucaklaşıyor, Mustafa Kemal'e armağan edilen, tekerlekleri kırmızı-beyaz kurdeleyle sarılmış, küçücük güllerle bezenmiş üstü açık otomobili okşuyordu. Mustafa Kemal artık savaşın sonuna gelindiğinin farkındaydı, İzmir'deki gerginlik acaba nelere gebeydi ? Birkaç gün içinde atacağı adımların çok önemli olduğunu düşünüyordu. İngiliz ve Fransız donanmaları Körfez'de beklerken, Kordon'da kalmak tehlikeliydi. Kalacağı evin topçu ateşine tutulması ihtimal dahilindeydi. Donanmaların menzil dışında Körfez'e hâkim bir ev bulunmalıydı. Böyle bir konuma sahip ev sayısı fazla değildi. Mevcut evleri tek tek saydılar. Uşakizade Muammer Bey'in evinden de söz ettiler. Ancak, kendisinin İzmir'de olmadığı, evde kızı ile annesinin kaldığı anlaşılınca, ev sahiplerinden bir davet mektubu istenmesine karar verildi. ../.. Mustafa Kemal Paşa, ilk gece bir İngiliz konağında misafir edilmişti.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Haziran 2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-293-478-1
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğan Kitapçılık
İpek Çalışlar’ın yazmış olduğu “Latife Hanım” kitabı Doğan Kitap’dan çıkmış ve 520 sayfa. Nurten Şerbetçi'nin Haksöz-Haber için yaptığı değerlendirme: Cumhuriyet’in Elit Kadın Modeli Yazan: Nurten ŞERBETÇİ Yazı Kaynağı: Haksözhaber
Neden Altını Çizdim?
Çarşaf bazen farklı şeyleri saklamak için kullanılabiliyor! :-)

Çarşaflı Latife

Latife gemideyken her şeyi planlamıştı. İstanbul'a vardığında kendisine verilen adresteki direnişçilerden evrakları kolayca teslim aldı, valizini açmadan İzmir'e giden gemiye bindi. İstanbul'da her şey yolunda gitmişti. Bu kez hiç âdeti olmadığı halde çarşafa bürünmüş, üstünü başını aramasınlar diye tedbir almıştı. Pasaportunda Fransız yurttaşı olduğu yazılı olsa da o, işgal kuvvetlerinin çok yakından tanıdığı İzmirli bir ailenin kızıydı. İzmir'e geldiği gün takvimler, 1922 yılının 17 haziranını gösteriyordu. Latife o gün yirmi üç yaşına basmıştı. Doğduğu kente girişi İstanbul'a girişi gibi kolay olmadı. Yunanlı görevliler Fransız pasaportuyla gelen bu Türk kızından casus diye şüphelendiler, üzerini aramak istediler. Latife itiraz etti. "Müslüman bir kadını arayamazsınız" dedi. Bu dik kafalı kız onlarla mütehakkim bir edayla konuşuyor ve çarşafına el sürmelerine izin vermiyordu. Direnişçilere getirdiği belgeleri, iç çamaşırlarının içine yerleştirmişti. İşgal askerleri üstünü aratmayan çarşaflı kızla başa çıkamadılar. Onu hücrelerden birine attılar. -"Ne su ne de yemek verilecek" dediler.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
408
Baskı Tarihi
Aralık 2007
ISBN
978-975-995-093-4
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergah Yayınları
Editörü
İnci Enigün
Neden Altını Çizdim?
sanırım modern zamanlarda ki alış veriş manyaklığı hastalığını yaşamış

Plansızlık

Londra'da alış veriş: Londra'da aldığım şeylerin hiçbirinden memnun değilim. Çünkü programsızdım.Program kendisini tahdit etmek, kuvvetlerini bir yere teksif etmektir. Ben ise arpa ambarına düşmüş gibiydim. Ayrıca evvela gördüğüm şeylerin, sonrada yanımdakilerin tesiri altında hareket ediyordum. Buna çabuk yorulmayıda ilave etmelidir. Bütün bunlar beni Londra'da para israf eden bir adam yaptı

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
408
Baskı Tarihi
Aralık 2007
ISBN
978-975-995-093-4
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergah Yayınları
Editörü
İnci Enigün
Neden Altını Çizdim?
Fransa sokaklarında gezerken ki hislerinden bahsediyor

Kabuk

Öyleki bir kabuğun üstünde yaşıyorum hissini duyuyorum.Kabuk , sert bir madde sizi reddeden şey.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
408
Baskı Tarihi
Aralık 2007
ISBN
978-975-995-093-4
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergah Yayınları
Editörü
İnci Enigün

Sağ Sol

Hakikat şu ki ben Türkçede yeniyim. Fakat dünyada yeni değilim. Dünya -ki sanatı bir çıkmaza soktu- başka türlü şeyler istiyor. Sağcılar yalnız Türkiye, gözü kapalı, ezberde kalmış öğünmenin ötesine geçmeyen bir Türk tarihi, yalnız iç politika ve propaganda diyor. Sol, Türkiye yoktur ve olmasına da lüzum yoktur diyor; yahut benzerini söylüyor; her gün kıvırdığı, biraz daha kırılan, kendisini entité'ler içinde bir entité olarak alanların ortadan kalkacağı Türkiye istiyor, razı oluyor. Ben ise dünya içinde, ileriye açık, mazi ile hesabını gören bir Türkiye'nin peşindeyim. İşte memleket içindeki vaziyetim. Dışarıya gelince hiçbir zaman taşamayacağım. 1925'te Avrupa'ya gitseydim, başka adam olurdum. Şimdi 1923'te Erzurum'da Atatürk'le konuştuğum zaman kaybettiğim fırsatın ne olduğunu anlıyorum. Şu muhakkak ki 1923 ile 1932 arasındaki hayatımı kendi elimle yaktım

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
614
Baskı Tarihi
Nisan 2004
ISBN
975-293-203-7
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğan Kitap
Soner Yalçın'ın 2004'te yayımlanan romanıdır. 1875 yılında başlıyor hikâye ile bir ailenin köklerini araştırıyor, bunu yaparken de Türkiye’nin geçmişindeki gizleri ortaya çıkarıyor ister istemez. Çünkü bu ailenin de gizleri var.

Efendiler

Osmanlı toplumu üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan yazar Meropi Anastassiadou, Selanik adlı kitabında, Abdullah Efendi'yi yakından tanımamıza yarayacak bir ayrıntı veriyor:
Abdullah oğullarının çoğunun "efendi" sıfatını taşıma haklanın olması da ilginçtir. Bunun anlamı azat edilenlerin ve din değiştirenlerin bundan böyle az çok itibarlı meslekler edinme imkânı bulmasıdır. XIX. yüzyıl sonu Selanik'inde "efendilerin" Tanzimat döneminden daha çok olduğunu belirtmeliyiz. (1998, s. 228-229)
Selanik ve İzmir'de "efendi" sıfatını kullananların büyük çoğunluğunun Sabetayist olduğunu Selanik doğumlu yazar Münevver Ayaşlı da Dersaadet adlı kitabında şöyle belirtiyor:
Annem ve teyzem Selanik'i çok iyi bildikleri gibi, dönmeleri ve Dönme âdetlerini de pek iyi bilirlerdi. Selanik'te hiçbir dönmeye "bey" denmez, "efendi" denirmiş, İstanbul'a gelince haliyle bu âdet ve anane tarihe karışıyor, hepsi "bey" ve "hanımefendi" demeye ve Türklerle evlenmeye başlıyorlar ki, Selanik'te iken bu kabil değil, imkânsız. Türkler ne dönme kız alırlar ne de kızlarını dönmeye verirlermiş. Valide merhume, "Allah aşkına şu İstanbullulara bak, bizim 'efendi' dediğimiz bütün dönmeleri İstanbullular 'bey,' 'beyefendi' yaptılar" derdi. (2002, s. 178-179)
Yazar Ayaşlı'nın yazdıklarını bir örnekle güçlendirelim: Selanik'in Yakubî Sabetayist belediye başkanı Hamdi Efendi, Sultan Abdülhamid'in izniyle "bey" unvanına yükseltildi. "Efendi" konusuna yeteri kadar değineceğiz, şimdi Nâzım'ın doğduğu ve "efendiler"in çok olduğu o yıllardaki Selanik'e kısaca bir göz atalım... Selanik: bir Yahudi kenti Kimi yazarlara göre Selanik, bir Yahudi ve Sabetayist kentiydi. Balkanlar'ın Kudüs'ü olarak biliniyordu. Nüfusun çoğunluğu dört yüzyıldan beri İspanyolca-İbranîce karışımı Ladino dilini konuşan Yahudilerdi. Ama nüfus tamamıyla Yahudilerden oluşmuyordu. 1870'te Selanik'in nüfusu 90 000'di. Bunların 50 000'i Yahudi, 22 000'i Müslüman ve Sabetayist, 18000'i Rum'du. Selanik aynı zamanda Sabetayistlerin en kalabalık olduğu şehirdi. Sayıları hiç de küçümsenecek bir nüfus değildi. Daha önce de yazdığım gibi Sabetayistler üç kola ayrılmışlardı. Kapanîler tıpkı İzmir'de olduğu gibi Selanik'te de, tuhafiyeci,çerçi, hırdavatçı ve tıpkı İzmir'de olduğu kompradordu. Fakat aralarında öğretmen, doktor, mühendis ve veterinerler de vardı. En yoksul ve eğitimsiz kesimi Selanik'te de Karakaşîler oluşturuyordu. Ayakkabıcı, berber, tellal, kasap vb. meslekleri yapıyorlardı. Osmanlıca'yı iyi bilıneleriyle ün yapmış Yakubîler ise, çoğunlukla bürokrasi içinde yer alıyorlardı.