Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
126
Baskı Tarihi
1996
Yazılış Tarihi
1985
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Şule Yayınları
Editörü
A. Ali Ural

Kulun Kula Kulluğu

Kişiliğimize özgü farkları koruyacağız ve birlikte bulunduğumuz müslüman cemaati sabit yorumun sınırları içine hapsetmek gibi bir ısrarımız olmayacak. Peki , nasıl birleşeceğiz yeni bir düşünme yolu olarak İslam'da?İslam'ın yeni bir düşünme yolu olduğunu anlayabilmek özgür olmaya dayalıdır. İslam özgür olmanın bilgisidir.Halbuki kişilikleri silmek ve bir yorumla sistemleştirilmiş bir yapıda gerçeği mutlaklaştırmak yalnızca kulun kula kulluğunu getirir ki bu da İslam'ı kundaklamaktan başka bir şey olmaz.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
44
Baskı Tarihi
Ocak 2013
Baskı Sayısı
65. Baskı
Basım Yeri
istanbul
Yayın Evi
Nesil
Editörü
Özlem Gölcü Candemir
Orijinal Adı
Kişilik ve Karakter Gelişiminde Çocukluk Sırrı
Her çocuğun özünde , o çocuğun nasıl bir yetişkin olacağının şifrelerini barındıran "çocukluk sırrı" vardır.Bu sır , çocuğun içinde "buyurucu bir iç kılavuz" olarak mütevazi bir sabırla , adım adım o çocuğun kişilik ve karakterini oluşturma mücadelesi verir. Yetişkinler ise , çocuğun özünde gerçekleşen bu ince yapılanmayı hesaba katmadan , kendilerince bir zoraki kişilik oluşturma gayreti içine girdikleri için, çocuk eğitiminde sorunlar yaşanıyor.Bu kitapta çocuğun benliğini zarara uğratmadan, kişilik ve karakterini bozmadan , onlara nasıl rehberlik yapılacağı bulunabilir.
Neden Altını Çizdim?
Kişilikli ve karakterli bir nesil yetiştirmek niyeti ile...

Sen kimsin?

Günümüz anne-babaları çocuklarına "Sen kimsin?" diye bakmadıkları ve onların kişilik ve karakter eğitimine değil de okuldaki eğitimine odaklandıkları için , artık çocukluk sırları ortaya çıkmıyor. Çocukluk sırrını bekleyecek anne-baba sabrından bahsedilmiyor. Varsa yatmadan önce diş fırçalama, Yoksa lavaboyu temiz kullanma... Erken yatmazsa ceza , derslerini vaktinde yapmazsa mükafat... Peki, nerede kaldı çocuğun kendi içindeki buyurucu iç kılavuza göre kendisini şekillendirmesi? Nerede kaldı çocukluk sırrını ruhundan taşırması?

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
402
Baskı Tarihi
Haziran 2010
ISBN
978-605-384-211-8
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Yakamoz
Editörü
Ender Haluk Derince
Mütercimi
Selim Yeniçeri
Bu cesur ve tamamen resmî olmayan portre, Steve Jobs’in isletme tarihindeki en büyük ikinci oyunu nasil sahneledigini anlatiyor. Kitap, bizi, 1970’lerdeki Silikon Vadisi’nin bas döndürücü günlerine geri götürüp Jobs’in olagan disi hayatina sokuyor: • Lisede toplum disina itilmis bir ögrencilik hayati • Ilk kurdugu sirketin iflasi • Gözden düsüsü • Apple’in ve bilgisayarin gelisim serüvenin arkasindaki itici güç hâline gelerek ilk büyük basariya ulasmasi • Müthis dönüsü üzerinde çalisarak Pixar’la birlikte eglence sanayinde devrim yapisi • Apple’daki tahtini geri isteyisi • Ve iPod’un sira disi basarisiyla, dijital çagin muhtemelen en büyük yenilikçisi olarak sayginligini geri kazanisi Kitap bittiginde, Disney Pixar’i henüz satin almis ve Jobs’u Disney’in en büyük hissedari yapmisti. Artik üçüncü oyun için de zemini hazirdi!
Neden Altını Çizdim?
Acaba üstün bir bir bilgi ve kavrayışın getirdiği başarı hikâyesi gerçekten "hikâye" mi? Burada anlatılan türden dandik yöneticiler her yerde bulunur... Acaba ayırdedici faktör şans mı?

Steve Jobs'un yöneticiliği

Apple'da, Steve Jobs hâlâ Macintosh'un kontrolünü ele geçirmek için Raskin ile mücadele etmeyi sürdürüyordu. Bir noktada, Raskin'in yapması gereken bir sunumun iptal edildiğine onu inandırıp, sunumu sabote etmeye kalkmıştı. Raskin, Mike Scott'a çok samimi bir not yazıp, Steve'in neden Macintosh projesini yönetmeye uygun olmadığı konusunda neredeyse bir düzine neden saymıştı. En tipik olanı da şuydu:
Fazla iyimser tahminler. Jobs, Apple III programında yanıldı, LISA programında yanıldı, maliyet ve fiyat tahminlerinde yanıldı ve şimdi Macintosh konusunda da yanılacak. Jobs, iyimser tahminleriyle alkışları kendi üzerine çeken ve bitiş tarihlerine yetişilemediğinde suçu çalışanlara atan yöneticilere mükemmel bir örnek oluşturuyor. Maliyet tahminleri genellikle parça fiyatlarının esnekliğiyle ilgili gerçek dışı varsayımlarına dayanıyor.
Biri notu kendisine gösterdiğinde, Steve çıldırdı. O gün öğleden sonra Markkula, Jobs ve Raskin'i alarak bir çözüm bulmak için aynı odada karşısına oturttu. Steve gözyaşları içindeydi -istediği şeyi elde edemediğinde çabucak ağlardı-

Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
644
Baskı Tarihi
2002
Baskı Sayısı
13. Baskı
Sizin alınız al inandım Sizin morunuz mor inandım Tanrınız büyük amenna Şiiriniz adamakıllı şiir Dumanı da caba Bütün ağaçlarla uyuşmuşum Kalabalık ha olmuş ha olmamış Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum Ama sokaklar şöyleymiş Ağaçlar böyleymiş Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız

kadere ve gönlüme dair

İşte ben hep böyle bildiğin gibi: Kaderi öpüp başıma komuşum, Gülüşüm, oturuşum, konuşuşum, Belli efendim, besbelli Yaşamaktan soğumuşum. Yaz yağmurları misali yıllarca Yağmış durmuşum kendi içime. Zaten dünya öyle dünya ki kim kime Herkes kendi derdine anca, Herkesin yüreği lime lime...

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

eşitlik değil adalet

'eşitlik'in ilkel bir paylaşım biçimi olduğunu düşündüğünü biliyordum, ''evet. eşitlik'e değil kardeşlik'e inanıyorum. 'eşitlik' fiilen mümkün olmayan bir kandırmacadır. insanlar kardeştirler ama eşit değil! küçük kardeşiyle boks yapmaya kalkan bir ağabey düşünsene! bazen, bu eşitlik denen şeyin, güçlülerin güçlü olma sorumluluklarını sırtlarından atmak için uydurdukları bir kavram olduğunu düşünüyorum.''

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

kendine vekil

... ''öyle! oysa, islamiyet'in insanoğluna yüklediği sorumluluğun ima ettiği liyakat müthiş bir şeydir, arkadaşım. rönesans hümanizması filan bunun yanında çocuk oyuncağı kalır. adamlar, gaddar yahovadan kaçarken, sadist zeusun kucağına düştüler! öte yandan, 'alemlerin rabbi, ademin yaratıcısı', insanoğlunu kendisine vekil tayin ediyor! kendi adına hareket etme yetkisi veriyor! batı insanı kendisini böyle bir iltifata asla layık görmedi! ezikliğinden kurtulamadı!''

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

neden

''neden bize doğru dürüst bir dinler tarihi, düşünce tarihi öğretilmez! kimse bilmiyor mu?'' ''kimse bilmese, ben nereden bilirim? tabii, herkes biliyor. ama, hepimizi 'hayati' çıkarları çocukları 'çocuksu' bırakmakta birleşiyor anlaşılan.'' içini çekti, ''daha doğrusu, eşyalarla uğraşmaktan insanlarla uğraşmaya vakit yok. ölü-sevicilerin zaferidir, bu. colossus'u kırmaya kalkan heliconluya, 'vakıf' ne yapardı, dersin? bizim anlamamız, hızla yıkmamız gereken en büyük put şu: insanoğlunun bağımsız ve özgür olduğu anlayışı bizimkine değil, batı kültürüne tümüyle yabancıdır. insanı önceden kararlaştırılmış bir biçimde düşünmeye, çalışmaya, talep etmeye, tepki göstermeye zorlayan onların kültürüdür, bizimki değil!''

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

kısa bir süre için

samanyolu galaksisinin güneş sisteminin kokuşan bir gezegeni olan dünyada, insanoğlu insanoğluna kısacık bir süre için teğettir. sonra herkes kendi meçhulüne yollanır. bir başına.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Yayın Evi
Kaynak Yayınları
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

İngilizler gittiler, ama adı Müslüman, içi İngiliz Mısırlılar kaldı

(Hasanül Benna'nın) Hiddetlenip kaşlarını çattığı, sadece, imanımızın, dinimizin, milltimizin düşmanlarından bahsederken, görülürdü. "İhanete uğradık. Vaktiyle İngiliz işgali altındaydık. Sonra on­lar gittiler, ama adı Müslüman, içi İngiliz Mısırlılar kaldı. Dinimiz, imanımız ihmal ve ihanete uğradı. Kendi yurdumuzda garip kaldık. Esir miyiz? Hayır, değiliz. Kendi memleketimizdeyiz, fakat esirler­den aşağı durumdayız. Biz hem hürüz, hem rahat hareket edemi­yor; hürriyetin icabettiği gibi yaşayamıyoruz." diye celâllenirdi. O sırada başta Kral Faruk vardı. Şu kadın düşkünlüğü ve kumarbazlığıyla meşhur kral... İngilizler, Kral'la anlaşıp Hasanül Benna'yı, onun adamlarına, 1949 yılında vurdurdular. Ustad Benna şehid olduktan sonra, Kral'ın "Benna gitti, ra­hata kavuştum." dediği duyulmuştu. Onu da Allah bilir, İngiliz­ler, "İhvan ihtilâl yapıp seni tahtından indirecek." diye korkut­muşlardır. Fakat Kral akıbetinden kurtulamadı. 1952'de ihtilâl yapan Abdünnasır ve onun subay arkadaşlarına İhvan teşkilâtı çok yar­dım etti. Hatta Nasır da, İhvan'dan gibi göründü. Fakat darbe hazırlıkları yapılırken, bir taraftan da Amerikan elçisi ile görüşürmüş. Ona, Amerika'nın kendisine müdahale etmemesi karşılığı olarak, İhvanül Müslimîn teşkilâtını ortadan kaldıracağına söz vermiş... Amerika'nın ve İsrail'in Ortadoğu'da İslâmî bir uyanış istemediği herkesin malûmu. Abdünnasır, 1952'de darbeyle başa geçince, muhtelif baha­nelerle İhvan'a baskı uyguladı. Hatta İhvan'ın yaptığı mitingle­re, kendi adamlarını sokarak, "Nasır'a ölüm" diye bağırtıp tahrikçilik yaptırdı. Sonunda İhvanül Müslimîn'i kanun dışı ilân ederek, cemiyeti kapattı, pek çok Müslüman genci tevkif etti. Nasır, Arap milliyetçiliği davasına kalkışıp Mısır'ın başkanlığında bir Arap Birliği kurmak istedi. Tedbirsiz davrandı. Yemen'e saldırdı. Üstelik yenildi. Yorgun ordusuyla İsrail'le savaş­tı. Tabii yine yenildi. Acemice işler yaparak Arap dünyasını da perişan etti.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
360
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1938
ISBN
978-975-10-2981-2
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
Editörü
Aslıhan Karay Özdaş
"İstanbul'dan bahsedecektik. Uzakta kalanlar için İstanbul'un kaldırımları bozuk değildir, sokaklarda çamur ve süprüntü yoktur; tramvaylarda ve vapurlarda azap çekilmez. Musluklardan Terkos yerine kevser akar, sersemletici lodos ılık bir buse, dişleyici poyrazı bir serin nefestir.

Gözyaşı

Yeni tuttuğu hizmetçi kadına dedi ki: "Dilin Anadolu'ya benzemiyor. Rumelili misin sen?" "Erfiçe köylerindendim. Alnımın yazısı imiş, buralara düştüm." Anlıyor ki vaktiyle sarışın imiş, mavi gözlü imiş. Şimdi saçlar küçük aktar dükkanı bebeklerinin ne kıla, ne de ota benzeyen, dokunsanız hışırdayacağını sandığınız cansız, kuru, soluk rengini, şeklini almış. Gözleri eski şekerlenmiş şuruplar kadar donuk, fersiz, katı, suyu çekilmiş ... Dibe çökmüş bir gam tortusu. Bu kadar kuru, kabuğa benzeyen göze hiç rastlamamıştı. Belli ki bu kadın akşam rakısı zamanında, onun zevkini kaçıracak. İçinden: "Bir başkasını bulunca savarım!" dedi. Fakat hikayesini dinlediği için savamadı: Balkan Harbi kopunca, hududa çok yakın olan köyde, bir akşamüstü şu korku yayılmış: Düşman geliyor! Bu gelen o zamanki düşman din ve ırz düşmanıdır da ... Müslüman erkeği süngüleyecek ve Müslüman kadınını kirletecek. Bütün köy halkı mal, mülk ne varsa bırakıp kaçmaya karar veriyor; bir anda at, öküz, araba, firar için ne vasıta varsa hepsi hazır oluyor. Dul Ayşe de hazırdır; bir atın üstündedir. Terkisinde, beş yaşındaki oğlu, belinden sımsıkı sarılmış, önünde üç yaşındaki kızı bir kuşakla dizlerinden eğere bağlı, kucağında bir yaşına basmayan yavrusu uykuda... Tepelerden, ara vermeyen, soluk aldırmayan bir yağmur iniyor; kış başlangıcı yağmuru... Biliyorlar ki bu böylece sürerse ovayı su basacaktır; çaylar kabaracak, nehirler taşacak, köprüler çökecek, yol, iz kalmayacaktır. Islak gece içinde, sırsıklam bir kafile, kimi yaya, kimi atla koşuyor, kaçıyor, Öndeki ümit; ordumuza yetişmek, arkadaki korku düşman ordularına çiğnenmek! Öne bakıyorlar: Çamur, yağmur, karanlık ... Şimşek bile çakmayan koyu, değişmez bir karanlık. Arkaya bakıyorlar: Gene öyle bataklıklar, su tabakaları, gece ... Dinliyorlar: Uzaklarda kabaran derenin yüklü uğultusu ve yakınlarda çamura batıp çıkan ayakların boğuk hışırtısı... Ayşe, beline dolanan ufak kolların ara sıra gevşediğini, duyuyor. "Uyuma Ali," diyor, "uyuma!" Önündeki baş yavaş yavaş dikliğini kaybediyor, dizine doğru eğiliyor: "Uyuma Emine'm," diyor "uyuma!" Sonra kucağında kıpırdamalar başlayıp hafif ağlamalar işitince: "Uyu ciğerim," diyor, "uyu Osman'ım!" At ikide bir sürçüyor, kapanıyor, soluyor, kendisini toparlıyor; gömülüyor, gene silkiniyor, gene ilerlemeye çabalıyor. O, yaşlı, romatizmalı, horada bir beygirdir. Toprak ise gittikçe vıcık bir hale gelmektedir. Yağmur kesilmek bilmediğinden saplanıp kalmaları veya taşan bir ırmağın akıntısına kapılarak boğulmaları ihtimali çoğalıyor. Ayşe, yavrularına sarılarak ölmeyi, artık, atın ve kendisinin kudretsizliğine bakarak fena bulmaktadır. İçindeki en dehşetli korku şimdi budur: Atından ayrılarak üç canlı yükü ile yayan kalmak. Nihayet bu oluyor. Evvela çöken, sonra da başını uzatıp yan üstü uzanan, bir türlü kalkmak mecalini bulamayan attan iniyorlar; çarçabuk iniyorlar. Zira durmadan ilerleyen felaketin kafilesinden ayrı düşmek Ayşe'ye hepsinden daha korkunç geliyor. Fakat geride kaldığını anlayıp bir müddet sıkı yürüyünce artık bu üç çocuğu birden taşımak, sürüklemek imkanı kalmadığını görüyor, hem koşuyor, hem düşünüyor: İkisini olsun kurtarmak için birini feda etmek, hafiflemek lazımdır. Hangisini? Ayşe, yanında dizkapaklarına kadar çamurlara bata çıka yürümeye çalışan Ali'nin minimini elini bırakmak istemiyor. Boynuna dolanan mecalsiz kolları da çözmeye cesareti yoktur. Kucağındaki ıslak, hareketsiz, sessiz bohça ona zaten cansız gibi görünüyor. Belki kendiliğinden, soğuktan, sudan, havasızlıktan, ezilmekten ölmüştür. Ananın bir ümidi budur: Yaşamadığını anlayarak, azapsız, kundağı bir tarafa, en az çamurlu, en az batak yere bırakıvermek ... Bütün o kıyamet içinde, elinden 'tuttuğunu ve omuzlarında taşıdığını sürüklerken kucağındakine eğiliyor, dinliyor... Ses işitmemek, hareket duymamak ümidiyle dinliyor ve yavrusunun kısık kısık, ılık ılık ağladığını duyuyor, "Eyvah!" diyor. Bu sırada, ilerleyen kafile, selin batıra çıkara, vura çarpa sürüklediği bir enkazdan başka bir şey değildir. Karanlığın içinde düşerek çamurlara gömülenler, üstüne basılarak ezilenler çoktur. Ayşe, hala yükünü atmaya razı olamıyor. Yüzü ve vücudu belki de, yağmurdan fazla döktüğü soğuk terle ıslanmıştır. Soluk soluğadır. Dizlerinde, ayaklarını çamurdan çekebilecek kudret gittikçe azalıyor, kollarında ve boynunda öyle bir kesiklik, bir uyuşma, bir karıncalanma, nihayet bir duyamayış var ki ... Gözlerini kapıyor, sol kolunun açılıp yükünü kendiliğinden bıraktığını ancak yarı anlayabiliyor. . Şimdi göğsünün üstünde başka bir yük, daha ağır fakat daha sıcak, daha canlı, soluyan ve sarılan birini hissediyor: Ali, gemi azıya almış bir atın arkasından, üzengiye takılı çekilen bir ceset gibiydi, yürümüyordu, yüzükoyun, elinden anasına bağlı sürükleniyordu. İşte o, şimdi, bağrının üzerindedir. Uzun bir hasretten sonra birbirlerine kavuşmuşlar gibi sokuluyorlar, belki seviniyorlar. Kaçma hala devam ediyor, yağmur ve çamur da beraber... Böyle birkaç saat mi, yoksa birkaç dakika mı gene koşuyorlar; koşuyoruz sanıyorlar. Ayşe tükeniyor, demin yolda bıraktıkları at gibi yere uzanıvereceğini anlayarak haykırmak, birini imdadına çağırmak istiyor. Gene koşuyor ve birden, acayip bir hafiflik, bir canlılık duyuyor, ileriye hamle ediyor. Neden sonra anlıyor ki boynundan sarılan zayıf, ufak kollar artık yoktur: Emine de dökülmüştür. "Çık sırtıma Ali," diyor, "iyice sarıl, sıkı sarıl, sakın gevişeme!" Ve böyle, kanının son ateşini yakarak, kayıp düşerek, gene kalkarak, gene yuvarlanarak yağmur, ter, gözyaşı yüzünü yıkaya yıkaya, biteviye, mola vermeden, yürüyor. Ali'sini kurtarmış olmak sevinciyle. Öbür felaketlere katlanıp ümit içinde yürüyor, kafileye yetişiyor, kafilenin önüne geçiyor, kafileyi geride bırakıyor ve seher vakti ay yıldızlı bir ıslak bayrak çekili küçük bir kasabaya varıyor. Yükünü bir cephane sandığının üstüne indiriyor: "Kurtulduk Ali," diyor. "Kalk Ali!" Ali kalkmıyor, kımıldamıyor. Ayşe saatlerden beri bir ceset taşıdığını anlamıyor, anlamak istemiyor, hala: "Kalk Ali, kurtulduk Ali," diyor, gülümsüyor, mütemadiyen, geceki yağmur gibi dökülen coşkun gözyaşları içinde gülümsüyor ... Hizmetçi donuk, fersiz, katı, suyu çekilmiş kuru böcek kabuğu gözlerini işaret etti: "Bey," dedi, "işte o günden beri ben ağlayamam, ağlamak istesem de bilmem ki neden, gözlerimden yaş gelmiyor!"