Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
0
ISBN
978-975-9161-23-1
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Sufi Yayınları
Mütercimi
Abdülhalim Şener
İslam irfan tarihinin en mühim şahsiyetlerinden birisi olan Şeyhü’l-Ekber Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin, en çok tartışılan eseri Füsusu’l-Hikem (Hikmetlerin Özü)’dir. Peygamberimiz’den aldığı talimat üzerine, “ne bir harf noksan ne de bir harf fazla” olmamak üzere nakledilen bu hikmetlerin her biri, bir Peygamber’in hakikatinden süzülüp gelmiştir. Eserleri ile İslam irfanının zenginliğini ve enginliğini ortaya ymuş olan bu büyük bilgenin, mühim eseri Füsusu’l-Hikem’in yeni bir tercümesini sizlerle paylaşıyoruz.

İsmail Kelimesindeki Ali Hikmetinin Özü

Her varlığın ancak kendisine göre bir Rabbi yani terbiye edicisi vardır.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
0
ISBN
978-975-9161-23-1
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Sufi Yayınları
Mütercimi
Abdülhalim Şener
İslam irfan tarihinin en mühim şahsiyetlerinden birisi olan Şeyhü’l-Ekber Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin, en çok tartışılan eseri Füsusu’l-Hikem (Hikmetlerin Özü)’dir. Peygamberimiz’den aldığı talimat üzerine, “ne bir harf noksan ne de bir harf fazla” olmamak üzere nakledilen bu hikmetlerin her biri, bir Peygamber’in hakikatinden süzülüp gelmiştir. Eserleri ile İslam irfanının zenginliğini ve enginliğini ortaya ymuş olan bu büyük bilgenin, mühim eseri Füsusu’l-Hikem’in yeni bir tercümesini sizlerle paylaşıyoruz.

Hal bilinci

Kulun kendi doğasının sınırlarına ilişkin bilinci yoktur. Haline bilinci vardır.

Sayfa Sayısı
190
Yazılış Tarihi
1930
ISBN
978-975-10-3118-1
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılap Kitabevi
Editörü
Aslıhan Karay Özdaş
Bence, Refik Halit’in affı kararı üzerinde bu içli yazılarının tesiri büyük olmuştur. Atatürk’ün bunları okuyup duygulandığını yakından biliyorum. Fakat, birkaç zamandır gönlünde beslemekte olduğu bu af arzusunun nihayet kanuni bir şekilde uygulanmasına yol açan yazı –buna bir eser de diyebiliriz- öyle sanıyorum ki, Refik Halit’in Deli adlı küçük bir komedya kitabıdır.Atatürk, hiçbirimizin görmediği bilmediği bu eserciği nereden bulmuştu ve ona kim göndermişti hatırlayamıyorum.

Türkçü ne demek? Anadolu'dan Türk mü getirip satıyor?

Maruf Bey - Kuzum Şebnur, bu kız çılgın mı? Şebnur - Ne diyorsunuz, Büyük Beyefendi, onun akıllılığına dünya hayran... Görseniz, aşağıdaki ince kileri larabotor mu, diyorlar, nedir, ecza odası yaptılar. Kaya Turgut'la içeriye kapanırlar, bir şeyler kaynatırlar, bir şeyler yakarlar, allı yeşilli dumanlar çıkar! Sonra önlerinde bir fırın var... Maruf Bey - (keserek) Fırına da bir şey veriyorlar mı? Şebnur - (safiyane) Bilmem ki... Beni her zaman içeriye almıyorlar, zaten alsalar da kim girer? Kükürt kokusundan burnumun direği kırılıyor. Maruf Bey - Peki, Şebnur, Ayten böyle kimyager olacak, neydi oğlanın adı, hatırımda kalmıyor... Şebnur - Özdemir! Maruf Bey - Ha, Özdemir... O ne tahsil ediyor? Şebnur - Hiç... Sultani Mektebi'ni bile bitiremedi, boş gezenin boş kalfası! Maruf Bey - Hiçbir şey olamadı mı? Şebnur - Oldu. Maruf Bey - Ne? Şebnur - Sporcu. Maruf Bey - Anlamadım! Şebnur - Sizin anlayacağınız; cambaz, pehlivan, yangın nöbetçisi, tulumbacı gibi bir şey! Maruf Bey - Eyvah! Ailemizin şerefi mahvoldu desene... Şebnur - Ben de öyle sanıyordum ama Vacit Bey memnun, "Oğlumu herkes parmakla gösteriyor!" diyor. Maruf Bey - Vacit çıldırmış... Zaten bizim damadın zevksizliğine numune çocuklarının ismi, bunlar da nasıl isimler? Bir kere Ayten kaide itibarıyla yanlış, biri Türkçe, diğeri Farsça olan iki kelimeden tamlama yapılamaz. Özdemir'e gelince... Şebnur - (keserek) Evvela Yakup Hoca da böyle bir şeyler derdi... Ama sonradan fikrini değiştirdi; Türkçü oldu. Maruf Bey - Yahu bu softanın olmadığı da kalmamış! Türkçü ne demek? Anadolu'dan Türk mü getirip satıyor, ne halt ediyor? Yoğurtçu, kestaneci, helvacı gibi şimdi Lazcı, Arnavutçu, Kürtçü, falan gibi zanaatlar da mı var? Şebnur - Ben de içinden çıkamıyorum ki a Büyük Beyefendi! Adlarını kaba Türkçe koyanlara, galiba, Türkçü diyorlar, Yakup Efendi niye ismini Tekin koydu ki... Maruf Bey - Uğursuzun bulduğu isme de bak! Şebnur - İsmi bir şey mi? Kendisini bir görseniz... Bari herife şapka yakışsa... Maruf Bey - (gözlerini açarak) Şapka mı? Demek Yakup Hoca Hristiyanlaştı da... Vay kâfir vay! Şebnur - Ne ettiğini bilmem, benim bildiğim zamaneye uydu. Hem uymasın da ne yapsın, fesle, sarıkla gezecek değil ya! Maruf Bey - Neden gezmesin? Fesle, sarıkla gezmek ayıp mı? Şebnur - Ayıp değil, yasak! Adamı yakaladıkları gibi karakola tıkarlar, en aşağı üç ay hapis. Maruf Bey - (hayret içinde) Şebnur, sen de aklını kaçırdın galiba... Deli deli neler söylüyorsun? Şebnur - A, niye deli olayım, Büyük Beyefendi, Şapka Kanunu'ndan haberiniz yok. Maruf Bey - Şapka Kanunu mu? (hiddetle) Çık dışarı, divane! Çık diyorum sana. (gözleri döner) Karı beni çıldırtacak! (Şebnur korkarak kaçar)

Sayfa Sayısı
190
Yazılış Tarihi
1930
ISBN
978-975-10-3118-1
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılap Kitabevi
Editörü
Aslıhan Karay Özdaş
Bence, Refik Halit’in affı kararı üzerinde bu içli yazılarının tesiri büyük olmuştur. Atatürk’ün bunları okuyup duygulandığını yakından biliyorum. Fakat, birkaç zamandır gönlünde beslemekte olduğu bu af arzusunun nihayet kanuni bir şekilde uygulanmasına yol açan yazı –buna bir eser de diyebiliriz- öyle sanıyorum ki, Refik Halit’in Deli adlı küçük bir komedya kitabıdır.Atatürk, hiçbirimizin görmediği bilmediği bu eserciği nereden bulmuştu ve ona kim göndermişti hatırlayamıyorum.

Baştan taşkın alametifarikaların izalesi

Ayten - (soldaki kapıdan girer) Bonjur Büyükbaba! Maruf Bey - Maşaallah benim hanım kızım! Şebnur'u çağırıyordum da... Ayten - Bir şey mi isteyeceksiniz? Ben yapayım. Maruf Bey - Bir sade kahve söyleyecektim... Ayten - Yoo, Büyükbaba! Ben size sade kahve tavsiye edemem! Maruf Bey - O da neden yavrum? Ayten - Bilirsiniz ki; kahvenin bileşiminde kafein vardır, kafein uyarıcıdır, kalp üzerinde etkilidir, yaşlılara zarar verir, atardamarları kastığı gibi sinirleri de yorar. Maruf Bey - Peki, içmem... (biraz daha içeri girer ve yavaş yavaş salona alışır, yerleşir) Sen bunları tifodan yattığın zaman mı öğrendin? Ayten - Ben tifoya tutulmadım ki... Maruf Bey - Ya! Saçların yeni uzuyor da ben tifoya tutulmuşsun sandım. Ayten - Hayır; saç kesmek şimdi modadır. Bugünkü beşeriyet kadınla erkeğin arasında, baştan taşkın bir alametifarika istemiyor. Maruf Bey - Acayip... Erkekler de kadınlara benzemek için öyle taşkın alametifarikaları izale mi ediyorlar? Ayten - Oo... Büyükbaba! Maruf Bey - Yani sakallarını bıyıklarını kaldırıyorlar mı? Ayten - Elbette. Bugün erkekler sakallı bıyıklı değildirler. Babama bakmadınız mı? Maruf Bey - Baban zaten biraz köseydi. Ben yaşlandıkça köseliği artmış sandım.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Nedense bu karakter bana Adnan hocayı hatırlatıyor...

Şeyh Efendinin Telkin Kuvveti

Baki en büyük telkin kudretini kadınların birbirlerini kıskanmamaları mevzuunda göstermeye muvaffak olmuştu. Filvaki aşka bambaşka bir mana verilmesi, kutsilik izafe edilmesi, ortaya bir "Hak âşıklığı" konması işi kolaylaştırıyordu ama gözle görülmese de halden çok iyi sezilen maddi aşk izleri meydandayken değme iradesiz ve idaresiz erkek bu hünerbazlığı başaramazdı. Zaten Baki'nin "gülzar" merasimine dahil hanımlarla olan münasebetini kötüye yormak için sağlam delil de yoktu; bu nokta müphemliğini muhafaza etmekteydi; hatta işaretler Şeyh'in lehindeydi. Onları daha ziyade Afitap ve emsali gibi basit kızlara karşı duyduğu arzunun temini için yardımcı, bilhassa gelir ve refah kaynağı olarak kullanırdı. Nitekim şimdi de ortaya bir Neşide çıkmıştı; hanımlar, mürşitlerine hizmet hususunda çırpınıyorlardı.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
335
ISBN
9789750722486
Baskı Sayısı
21. Baskı
Yayın Evi
Can
Mütercimi
Ahmet Angın
Kitap yazarı yıllar önce tanışmış olduğu ve hayatı boyunca asla unutamayacağı Aleksi Zorba ile olan anılarını anlatırken, hayatın çarpıklıklarını, tek düze şehir bayağılıklarını ve insanın kendisine nasıl yabancılaştığını da Zorba sayesinde tasvir ediyor. Fakat tüm bunları yaparken içinde belirli bir acıma oluşuyor; çapraşık metafizik düşüncelerin sonucuna benzer, soğuk bir acıma… İşte tam da burada yazar kendisini tanımlamamız konusunda bir fikir veriyor.

Ölümsüz uyumu izlemek

Yabanıl bir çam ağacında, bir sabah, tam içerdeki canın dışarı çıkmak üzere kabuğunu çıtlattığı anda, bir kelebek kozasını nasıl görme fırsatını elde etmiş olduğumu hatırladım. Bekliyor, bekliyordum; o ise gecikiyordu; benim de işim vardı… Bunun için ona doğru eğildim, soluğumla ısıtmaya başladım. Onu sabırla ısıtıyordum. Mucize benim önümde, doğal hızından daha hızlı oluşmaya başladı; kabuğun hepsi açılıp kelebek göründü. Ama ben, heyecanımı asla unutmayacağım: Kanatları kıvrıntılıydı ve açılmamıştı, bütün vücudu titriyor, kanatlarını açmaya çalışıyor, ama beceremiyordu. Bense ona soluğumla yardımcı olmaya çalışıyordum. Ama boşuna. Onun, güneşte sabırla olgunlaşmaya ve açılışa gereksinimi vardı; şimdiyse, artık vakit geçmişti. Soluğum kelebeği, yedi aylık çocuk gibi vaktinden önce, daha buruluk bir halde dışarı çıkmaya zorlamıştı. Olgunlaşmamış halde çıktı, umutsuzca kımıldadı, biraz sonra da avucumun içinde öldü. Kelebeğin bu tüylü iskeleti, sanırım ki, bilincindeki en büyük ağırlıktı. Ve işte bu gün, ta derinden anladım: Yüz yıllık yasaları oldu bittiye getirmek öldürücü bir günahtır: Ölümsüz uyumu güvenle izlemek insanın borcudur.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
143
Baskı Tarihi
2011
ISBN
978-9944-184-44-1
"Genç Werther, büyük kentin sebep olduğu ruhsal çöküntüden kaçarak taşraya sığınmıştır. Burada tanıştığı soylu güzel Lotte'ye aşık olur. Lotte'nin de meyli vardır Werther'e ama Albert'le nişanlıdır. Lotte Albert'le evlenir. Werther ise bir aile dostu olarak yer alır yanlarında. Werther'in bu acıya dayanması imkansız gibidir."

Zaaflar

Zaaflarımızla uğraşmaktan vazgeçip hayat için çabalarsak başkalarının yelkenle, kürekle aldığı yolun çok üzerinde bir mesafe kaydederiz.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
ISBN
9752893031
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Everest Yayınları
"Basılan ilk romanım Yaseminler Tüter mi, Hâlâ? Ocak, 1985'de çıktı... Öte yandan, Yaseminler Tüter mi, Hâlâ, Eleni olarak doğan, Naciye'ye dönüşen, Türk kocasına dört çocuk doğurduktan sonra eski Hisar göçmeni bir Anadolu Rum'u ile evlenen bir kadının sahiciye yakın hikâyesidir. Ben yazdığımda Kıbrıs ve Kıbrıs'a benimki türden bir yaklaşım moda değildi - kitap yerini tam bulmadı. Türkler fazla Yunan yanlısı, Yunanlılar fazla Türk yanlısı buldulardı - belki bundan sonra..." - Alev Alatlı

İngiliz ceketi

"Oğulcuğum, böyle şeyler uluorta konuşulmaz" dedi Halo Dayı. Delikanlı duymadı bile. "Anavatan bize yardım eder, bırakmaz bizi göreceksin." Sonra Turgut Öğretmen'den yana döndü, "Siz bakmayınız bu koca efendilere. Bunlar hâlâ Osmanlıdır! İbrahim Hoca gibilerle birleşir, tekke kurmaya heves ederler. Bakın hâlâ çıkasrmaz Osmanlı fesini başından! Sanki Türkiye kıyafet devrimi yapmamıştır!" Turgut Öğretmen'in bir türlü soramadığı soru kendiliğinden ortaya atılmış oldu ortaya. Halo Dayı'nın kendini savunma sırası gelmişti. Bir süre bekledi ihtiyar, sonunda, "Rum'un korktuğu Osmanlı'dır." diye kesti attı, "Onu şeytan görmüş gibi kaçırtan festir, fes!" Türk'e ingiliz ceketi giydirdin mi, g.tüyle güler Rum adama. Bir güven gelir ki sorma gitsin. Başlar hırlamaya!" Delikanlı belki de ceketinden utandığı için sustu. Halo dayı bastırdı, "Kıbrıs Türk'tür dersin, bak bakayım soluna? Nedir gördüğün?" "Maraş'tır işte." "Maraş'tan başka bir şey görmez misin orada? Şu otellere bak, şu yollara bak! bir de bize bak!" Magosa'yı gösterdi, sonra Turgut Öğretmen'e döndü Halo dayı, "Toprak benimdir demekle olmuyor efendi oğlum. Seninse işleyeceksin!"

Sevmek ve sevdirilmek

... Velilerin kadına ilgi duyduğunu, onlara sevgi ve şefkat gösterdiğini, onlara kavuşma şevki ve hasreti içinde bulunduklarını anlatan İbn Arabî diyor ki: '' Kadının değerini, ondaki sırrı ve hikmeti bilenler onları istememezlik ve sevmemezlik edemezler. Onları sevmek ârifler için kemâldir. Dikkat edin, Hz Peygamber '' Kadınlar bana sevdirildi'' diyor. Sevdiren kim? Sevdirilmek sevmenin ötesinde bir şeydir ve sevmeyi içerir. Sevmek beşerî, sevdirilmek ilahî kaynaklıdır. Hak Teala peygamberine, onu kendisinden uzaklaştıran şeyleri değil, yaklaştıran şeyleri sevdirir ve kadın sevgisi erkeği Allah'a yaklaştırır.''

Türü
Roman
Genç İtalyan yazar Susanna Tamaro'nun 1994'te yayımlandığı zaman İtalya'da büyük yankı uyandıran ve yılın olayı olan bu kitabı, çok satan kitaplar listesinin başındaki yerini uzun süre bir başka kitaba bırakmamıştır. Eco'nun 'Gülün Adı' adlı romanından sonra en başarılı İtalyan romanı olarak karşılanan 'Yüreğinin Götürdüğü Yere Git',80 yaşındaki bir kadının uzaklara giden genç torununa yazdığı ve hem bir iç döküş, hem de vasiyet sayılabilecek mektuplarından oluşuyor.

Söylenmeden kalan sözler

Çok uzun yaşadığım ve pek çok kişiyi yitirdiğim için artık biliyorum ki ölüler yokluklarıyla değil de-onlarla bizim aramızda- söylenmeden kalan sözler yüzünden keder verirler asıl.