Türü
Roman
Sayfa Sayısı
340
Baskı Tarihi
ocak 2004
Yazılış Tarihi
1956
ISBN
975-418-231-0
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
istanbul
Yayın Evi
Adam Yayınları
Orijinal Adı
Esir Şehrin İnsanları
Kemal TAHİR Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul'daki sivil aydınların yaşayışını ele aldığı bir romandır.

Tasavvuf yalnız Turk'e mahsus bir yol mu?

Bizde tarikatlar 100'e yakındır, bunların ayrıca yüzü aşkın şubeleri vardır. Yalnız bizde böyle değil bu ... Hıristiyanlıkta, Musevilikte, yetmiş beşe yakındır tarikatlar... Bunları, gireceğim yolu seçmeye çabalarken okudum biraz ... Şunu gördüm. Araplar mezhep kurucusudurlar. Biz Türkler, tarikat kurucusuyuz. Arap mezhepleri Sufiliğe, Türk tarikatları tasavvufa dayanır. Tasavvufa göre dünyada her şeyden önce güzellik vardı. İbadet bu güzeliğe tutkunluktur. Bu sebeple Türk'ün baglanacağı inanç, Allah korkusundan değil, Allah sevgisinden gelir. Okudukça tasavvufun yalnız Turk'e mahsus bir yol olduğunu anladım. Türk illerinde doğmuş, Anadolu'da gelişmiştir. Türk tasavvufu, şamanlıkla İslamlığın karışımıdır. Buna biraz da yeni Platonculuk katılmış Roma Anadolu'sundan kalıntı ... Daha doğrusu Stoisizm ... Anadolu'ya Şeyh Ahmet Yesevi adına halifeleri yaymıştır tasavvufu ... Bunların hepsi dünyadan el çeken basit köylülerdir. bence ... Pir Dede, Keyifli Baba, Horoz Dede, Aptal Musa, Avşar Dede, Akyazılı Baba, Kudümlü Baba Sultan, Sarı Saltık ... Bunlar köylü halkı etkilemişler, Anadolu'nun İslamlaşmasını, bir anlamda Türkleşmesini sağlamışlar. Anadolu bu tohuma o kadar uymuş ki, Yunus Emre gibi kocaman bir dâhi sanatçı yetiştirmiş ...

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
379
Baskı Tarihi
Ekim 2011
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Pınar Yayınları
Mütercimi
Selahattin Ayaz
Neden Altını Çizdim?
Cahiliye döneminde şair, günümüz medyası gibi güce tapınan ve sadece gücün istediğini gözler önüne seren bir rolde yer almış.
Onların söylediği ve konuştukları Mekke'nin gündemini belirleyip, övdükleri övülmüş; yerdikleri yerilmiş.

Cahiliyye döneminde şair ve şiir algısı II

Şair, en nefes kesici şiirler okuduğu zaman, onun o anda "şuur kaymasına" uğradığı, şuurunu kaybettiği kabul edilirdi.(şiir kelime olarak şuur, şiar, şa'r ve iş'ar ile aynı köktendir.) Şair gerçekten dostu olan bir CİN ile ilişki kurabilir, ama onun amacı çevreyi büyülemek, kendini gerçekleştirirken diğer insanları aşmaktı. Şairin en büyük malzemesi ve silahı abartma sanatıdır, yani yalan. Şu halde şairin şiiri zevkle dinlenebilir, ama ona inanılmaz. Kur'an, peygamberin cinlerle bağ kurmuş veya mecnun bir şair olmadığını (Tur.29) ısrarla vurgularken, vahiy olayının Arap kültüründe yerleşik olan şair-cin, şair-kehanet ve şair-kehanet ile şair-yalan olayından tümüyle farklı olduğunu öğretmek istiyordu. ... Şair, Şuara 224-226 da belirtildiği üzere kendisine sapıkların uyduğu kişidir, yapmayacağı şeyi söyler (her zaman yalan konuşur) ve kendi hayal dünyasının vadilerinde vehmedip durur. Ancak Kur'an, ayetin devamında iman edenleri, salih amellerde bulunanları ve Allah'ı çokça zikredip zulme uğradıktan sonra zafer kazananları istisna edecektir. Kur'an, peygamberin şair olmadığını ve şiir söylemediğini anlatırken, aynı zamanda geniş halk kitlelerini şairin haksız hegemonyasından kurtarma umudunu da müjdelemektedir. Zira Arap cahiliye şairi, geniş halk kitlelerinin bir sözcüsü değil, hakim gücün kabile resimlerinin basit bir sözcüsüdür.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
142
Baskı Tarihi
2011
ISBN
6054322060
Basım Yeri
İstanbul
Var Eşref oğlu Rumî bil hakikat Vücûdu fâni etmektir adı aşk Varlığa gelen her âdemin kendini varlığa getirene ihtiyacı iki cihettendir; ilki varlığa getirdiği için, ikincisi varlığını sürdürmesini sağladığı için. Evet, varlığa gelmenin bir sebebi olduğu gibi, var kalmanın, varlıklı olmanın da bir sebebi vardır. İki farklı sebepten değil, bir sebebin iki cihetinden söz ediyoruz aslında. Varolabilmemiz için muhtaç olduğumuza varlığımızı sürdürmek için de muhtaç olmaktan... Böylelikle varolanlarm tümü iki sıfatla muttasıf olmak zorunda: vücûd ve beka. Demek ki aş k vücûdu baki kılmak için çırpınanların değil, vücûdu fâni kılmak için çabalayanların mesleği. O halde Cenab-ı Aşk yâriniz ve yardımcınız olsun efendim!

Ah bir kendini bilsen

...Aramasak yine iyi; biz neyi aradığımızı bile bilmeden yaşıyoruz.Kaybettiklerimİzi bilmeden...Sahip olduklarımızla avunarak...Yaldızlı mamüllerin karşısında onlara ulaşamadığımız için kendi kendimize övkünerek...Sadece arıyoruz,neyi aradığımızı bilmeden ; üstelik bulsak, bulduğumuzda aradığımızın kendisi olup olmadığını asla bilemeyeceğimiz şeylerin hakikatinden gafil bir şekilde arıyoruz. Sesimiz eskisi gibi gür değil, çünkü sesimiz artık kendi sesimiz değil.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
412
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
1987
ISBN
975-403-029-4
Baskı Sayısı
13. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Tübitak
Mütercimi
Fikret Üçcan
Orijinal Adı
Chaos
Kaos, adeta her yerde ortaya çıkmaktadır. Sigara dumanı birtakım düzensiz helezonlar şeklinde dönerek yükselir. Musluktan damlayan su önce düzenli aralıklarla düşerken sonra düzeni bozulur. Havanın davranışında, otoyolda birbiri peşi sıra giden arabaların davranışında, kaos ortaya çıkar. İçinde bulunulan ortam ne olursa olsun, davranış biçimi yeni keşfedilmiş bulunan bu yasalara uyar. Bu anlamda kimi fizikçilere göre kaos bir durumun bilimi değil bir sürecin bilimi, bir varoluşun bilimi değil, bir oluşumun bilimidir.

Devrim

Çoğunlukla devrim, disiplinler arası bir niteliğe sahiptir; en hayati keşifler çoğunlukla kendi uzmanlık alanlarının normal sınırları dışına çıkıp dolaşırken kaybolan kimselerin eseridir.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
198
Baskı Tarihi
2001
ISBN
9750701089
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Mütercimi
İlknur Özdemir
Orijinal Adı
O Demonio e a Srta. Prym
Gözlerden uzak, kuytu bir dağ köyü ve bu köyün dış dünyadan soyutlanmış, kendi halinde, çoğunluğu yaşlı, zamanın dışında bir yaşam süren insanları. Köydeki tek genç kadın, küçük otelin barında çalışan güzel Chantal'dır. Gelip geçen avcılarla ya da turistlerle gönül eğlendiren genç kadının tek dileği bu sıkıcı yerden kurtulmaktır. Beklenmedik bir anda köye gelen ve gerçek kimliğini gizleyen bir yabancı, köy halkına, hepsinin yaşamını alt üst edecek, onları kışkırtacak, değer yargılarını tersine çevirtecek, hatta kökünden değiştirtecek bir öneride bulunur. Yabancı, köy halkına yedi gün süre tanımıştır. Bu süre içinde bu insanların her biri yaşam, ölüm, adalet ve dürüstlükle ilgili temel sorunlarla yüzleşecek, bir yol ayrımında durup kendi yaşam çizgilerini değiştirecek bir karar almak zorunda kalacaklardır. Yabancıya kucak açan köy halkı, onun tehlikeli oyununa alet olurken, Adem'le Havva'dan bu yana insanoğlunun ruhunu ele geçirme mücadelesi veren İyi ile Kötü'nün ikilemi, bu basit insanların örneğinde evrensel boyutlara açılıyor. İyi ile Kötü arasındaki savaşı ve insanın Tanrı ile karşılıklı ilişkisini konu alan Şeytan ve Genç Kadın, usta anlatıcı Paulo Coellho'nun yayınlandığından bu yana toplam bir buçuk milyon okurla buluşan son romanı.

Düşlerin önündeki engel...

İnsanın düşlerini gerçekleştirmesine engel olan iki şey olduğunu anlamıştı: Birincisi düşlerin zaten asla gerçekleşmeyeceği inancıydı, İkincisi de kader çizgisinin ansızın ersine dönmesiyle bu düşlerin ansızın, en beklenmedik anda gerçekleşebilir olması.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
592
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1951
ISBN
975-7663-95-6
Baskı Sayısı
6. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kubbealtı Neşriyat
Editörü
Aysel Yüksel
Neden Altını Çizdim?
Bu ne gerizekâlıca bir terbiye usûlüdür böyle!

Taassupla mücadele eden aydın şeyh!

Ken'an Rifâî için taassup, tedavisi gereken bir illet kabul edilmiş olduğundan, terbiyesine el koyduğu kimselerin bu cephelerini takipçi bir alâka ile törpülemek hususunda âzami dikkati gösterirdi. İşte onun için Aziz Efendi'nin de bu zayıf tarafını derhal ele almıştır. Meselâ beraber yola çıktıkları ikinci Medine seyahatinde, tren Şam'a geldiği zaman Ken'an Rifâî, bu başı sarıklı, sırtı cübbeli yol arkadaşına: "Haydi Aziz Efendi belki yolda lâzım olur, meyhaneye git de bir şişe konyak al." der demez, Aziz Efendi sırtındaki o ilmiye kisvesiyle yola düşüp bir meyhane bularak mürşidinin arzusunu yerine getirmiş, şişeyi cebine veya cübbesinin altına saklamaya bile lüzum görmeden halkın gözü önünde Ken'an Rifâî'ye teslim edince o: "Bize lâzım olan konyak değil, senin meyhaneye gitmendir" diyerek şişeyi kaldırıp pencereden atmıştır.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz

Ben oğlumun kafasında, kalbinde ahenk, sükûn isterim.

Karanlıkta uzun uzun bir ses inledi. Sırtın üstündeki taş binadan geliyordu. Bütün pencerelerinde aydınlık var. — Bu ne, Osman? — Org, Robert Kolej'de çalıyorlar. Rabia, ilk defa org sesi işitiyordu. Ve bu ses içini kavradı. Şimdiye kadar dinlediği, hatta en çok sevdiği Garp musikisinde bile ekseri o staccato, o birbirinden ayrılan sesleri azıcık yadırgardı. Halbuki bunda, bir perdenin ötekine geçişi hissedilmiyor. Birbirine örülmüş gibi bağlanan mütemadi sesler... Kendi Kuran okuyuşunu hatırlatıyor. — Eğer oğlumuz olursa ben bu mektebe veririm. — Allah esirgesin! — Niçin Osman? — Oğlunu Sinekli Bakkal olmayan her şeyden esirge, uzak tut, Rabia. Esasen damarlarında karışık kan olanların içlerindeki daimi didişme, çarpışma kendilerine yetişir! — Fakat sen bizim tarihimizi okumadın mı, Osman? Hepimizin damarlarında o kadar başka başka kanlar var ki... Halbuki hiç birimizin içinde öyle bir didişme yok. — Yalnız kan değil, iki gözümün nuru... Bir de hars, medeniyet başkalığı vardır. Belki o, kandan çok insanları birbirinden ayırır. İnsanların kafasında, kalbinde bir cehennem kargaşalığı yapar... Sustu. Rabia onun içindeki kıyameti teskin etmek istiyormuş gibi omuzuna dokundu, okşadı. — Ben oğlumun kafasında, kalbinde ahenk, sükûn isterim. Başka başka taraflara çeken tesirlerden onu muhafaza etmek isterim.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
379
Baskı Tarihi
Ekim 2011
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Pınar Yayınları
Mütercimi
Selahattin Ayaz

Cahiliyye döneminde şair ve şiir algısı

Şair kendi toplumunun kahin ve büyücüsünün geleneğini yürüten bir seçkini olarak her zaman özel bir konuma sahip olmuştur. Bu anlamda şair görünmez dünyadan haber getiren önemli ve esrarlı bir bilgi kaynağıdır da. Bu bakımdan peygambere ilk vahiy gelmeye başladığında araplar, hemencecik onu bir şair, söylediklerini de olağanüstü güzellikte bir şiir olarak kabul ettiler.

Sayfa Sayısı
352
Baskı Tarihi
1997
Yazılış Tarihi
1979
ISBN
975-437-065-6
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken
Türkiye’deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. eri ve sorumlulukları, dolayısı ile de toplum hayatımızı paslandıran kalleş demagojileri sergilemektedir. İnsana ve insanın gerçek hayatına kurulan tuzağın romanlaşmasıdır bu kitap.
Neden Altını Çizdim?
Bu roman mutlaka Kenan İmirzalıoğlu'nun "delikanlıyı" oynadığı bir filme çekilmeli!

At o sigarayı!

Bir sigara yakmak üzere olduğunu da, ancak, İhtiyar; "at o sigarayı" dedikten sonra fark etti. İhtiyar'ın ona yasakladığı üç, beş şeyden birisi de bu idi ve bu yasağın sağlık mağlık düşüncesiyle, ilgisi, ilişkisi yoktu. Onun söyleyişi ile, sadece, "zaaf noktalannın dağlanması için"di. Yanında ve evinde, her zaman en pahalı -ve elbette kaçak- sigaralar bulunacak, en değerli çakmakları olacak, ama Delikanlı bunları kendisi için hiç bir zaman kullanamayacaktı! İhtiyar, bu yasağı, onun deli danalar gibi dört dönerek bulduğu borç para ile alınmış Birinci paketinden ilk sigarayı yakarken koymuştu: "Kaç kuruş o sigara? elli mi? yani kuruş .. ben sana, şimdi, elli bin liralık bir çek yazıyorum. At o sigarayı. Al bu çakmağı. Bak som altındır. Senin olacak. Al bu sigarayı da; İngiltere'de özelolarak yapılır. Bundan sana, hemen yarın kartonlarla göndereceğim. Ama, yer yerinden oynasa bir tekini bile içmeyeceksin. Bu çakmağı kendi sigaranı yakmak için hiç çakmayacaksın. Söz mü? Söz verir ve sözünü tutarsan bu elli bin lira kaç para eder? ben sana bir imparatorluk vereceğim: At o sigarayı." . Ve Delikanlı, imparatorluk sözünün palavra olmadığını artık yavaş yavaş anlıyordu .. görüyordu.

Neden Altını Çizdim?
Bu satırların devamında açık bir şirk var, o yüzden almadım. Ardından tanıdık minimalist, ulus devletçi, kafayı kuma gömen bakışla Kahire'de yapılan çalışmaların boşa gittiği iddiaları geliyor.

Türk enerjisi ne zaman mucizeler doğurur?

Göğüslerin nefes almak için kalkıp inmesi bile fütur veren badiye sokaklarında ağır demirle işleyen Türkler çölü diriltmişlerdi. Çöle gömülen bir senelik Türk enerjisi, herhangi bir planın içine toplanır ve teksif olunursa, dört beş senede bir memleket yapmaya kâfidir. Türk enerjisi, ancak, planlaşmış, nizamlaşmış, inzibatlaşmış bir çarka takıldığı zaman mucizeler doğurur.