Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
520
Baskı Tarihi
Haziran 2006
Yazılış Tarihi
2006
ISBN
975-293-478-1
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğan Kitapçılık
İpek Çalışlar’ın yazmış olduğu “Latife Hanım” kitabı Doğan Kitap’dan çıkmış ve 520 sayfa. Nurten Şerbetçi'nin Haksöz-Haber için yaptığı değerlendirme: Cumhuriyet’in Elit Kadın Modeli Yazan: Nurten ŞERBETÇİ Yazı Kaynağı: Haksözhaber

Latife Hanım'ın Eğitimi

Latife, mürebbiyeleri, aşçıları, hizmetçileri, bahçıvanları olan bir evde büyüdü. Onda, çekingelikten hiçbir eser yoktu, insanın dosdoğru gözlerinin içine bakan bir çocuktu. Sekiz yaşına kadar İsmail ve Ömer'le büyüdü. Oğlanlara mahsus oyuncaklar ve oyunlarla kuşatılmıştı. Hakkını aramayı, ezilmemeyi öğrenmek için onlar gibi olmaya çabalıyordu. Bebekleriyle oynamaya pek fırsat bulamadı. Kız kardeşi Vecihe doğana kadar İsmail ile Ömer'in dünyası onun da dünyası oldu. Muammer Bey, dış dünyayla çok iç içe yaşadığından çocuklarının çok sayıda yabancı dil konuşmasına önem veriyordu. Dünya dilinin İngilizce olacağını fark ettiği için, ilk çocuğu Latife'nin mürebbiyesini İngiltere'den getirtmişti. Kızını oğullarından ayırmayı hiç aklından geçirmedi. 3-4 yaşında İngilizce derslerine başlayan Latife hemen ardından da Fransızca'yla, Almanca'yla Latince'yle tanıştı. Latife kardeşleriyle birlikte her biri başka dil konuşan mürebbiyeler gözetiminde gelişip serpildi. Muammer Bey izmir'deki okul sıkıntısını aşmak için İngiliz, Alman, Fransız öğretmenler getirtmişti.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
312
Baskı Tarihi
Ekim 2010
Yazılış Tarihi
1969
ISBN
978-975-273-154-7
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İthaki
Editörü
Sevengül Sönmez
"Kurtlukta düşeni yemek kanundur" korkusunu her an enselerinde hissederek yaşayan köşeye kıstırılmış, kendileriyle ve geçmişleriyle, içinde bulundukları zamanla hesaplaşan insanları anlatıyor Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda. Cumhuriyetin en bunalımlı dönemlerinden biri olarak değerlendirilen "İzmir Suikasti" olayına karışan ve karıştırılanların dramı olarak da okunabilecek roman, İttihatçılar arasındaki iktidar kavgasını ve tasfiye sürecini de acımasız bir yalınlıkla ve özeleştiriyle ortaya koyuyor. Esir Şehir Üçlemesi'nde taşıdığı umudu Yol Ayrımı'nda yitirmeye başlayan Kemal Tahir, Kurt Kanunu'nda mücadelenin kime ve neye karşı yapıldığının pek de öneminin kalmadığı günleri "hayal kırıklığını satır aralarına gizleyerek" ustalıkla betimliyor.
Neden Altını Çizdim?
İttihatçıların psikolojisi bilimsel açıdan neden incelenmez ki? Ne cevherler var!...

İttihatçının dini...

İt dişi domuz derisi... Lazoğlu yerse, bu kez Sarı Paşa'yı, dünyayı attık torbaya... Beceremez de yüzüne gözüne bulaştırırsa... Cezasını çeker. Yemin etti cav... Sıkacak son kurşunu kafasına..." Sigarayı ağzına götürürken elleri titriyordu. Çekti üst üste, dumanı hırsla püskürttü. "Canlı düşerse ellerine, söylemez... Ele vermez arkadaşlarını. Yiğittir sapma kadar... Ağır ateşte pişirseler döner kebabı gibi, hayır, söylemez!" Gözlerini güvenle kısarak uzaklaşan gemiye baktı. "İyi akıl etti kitaba el bastırmayı bizim avanak Baytar... Sağlam olsun istersen, bir düğümden iki düğüm iyi... iki düğümden üç düğüm." Gülmesi tutmuştu, Ziya Hurşit Kuran'a el basarken... Çünkü herifin, Allah'a da, şeytana da inanmadığını biliyordu. "Olsun! Biz de inanmayız ama, arkadaşları da ele vermeyiz, Allah'a şükür!.."


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
412
Baskı Tarihi
2006
Yazılış Tarihi
1987
ISBN
975-403-029-4
Baskı Sayısı
13. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Tübitak
Mütercimi
Fikret Üçcan
Orijinal Adı
Chaos
Kaos, adeta her yerde ortaya çıkmaktadır. Sigara dumanı birtakım düzensiz helezonlar şeklinde dönerek yükselir. Musluktan damlayan su önce düzenli aralıklarla düşerken sonra düzeni bozulur. Havanın davranışında, otoyolda birbiri peşi sıra giden arabaların davranışında, kaos ortaya çıkar. İçinde bulunulan ortam ne olursa olsun, davranış biçimi yeni keşfedilmiş bulunan bu yasalara uyar. Bu anlamda kimi fizikçilere göre kaos bir durumun bilimi değil bir sürecin bilimi, bir varoluşun bilimi değil, bir oluşumun bilimidir.

Yenilik ve nefret...

Kimilerine göre, bir yandan yeni fikirleri iletmenin güç olduğuna, diğer yandan geleneklere bağlı çevrelerin şiddetle karşı çıktığına bakılırsa, bu yeni bilimin bir devrim niteliğine sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Derinliği olmayan fikirlerin özümsenmesinde zorluk yoktur; buna karşılık, insanların dünya hakkında kafalarında yaratmış oldukları imajı tazeleyip yeniden düzenlemelerini gerektiren fikirler ise nefret uyandırır...

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
508
Baskı Tarihi
2011
Yazılış Tarihi
1996
ISBN
9944983179
Yayın Evi
Koridor
Mütercimi
Selami Sargut
Alvin Toffler, ŞOK adlı kitabın yayınlandığında, herkes oturduğu sandalyenin ayaklarının sallandığı duygusuna kapıldı. Gerçekten de kitap, tek sözcükle nitelendirmek gerekirse "sarsıcı"ydı. Kişi için bir "şok"tu. ŞOK ilk okuyuşta sizi sarsacak, tedirgin edecek bir inceleme. Korkmayın diyeceğiz ama geleceğin neler getireceğini Toffler'den öğrenince, insan korkacağına düşünüp önlem almanın çok daha akıllıca bir iş olduğunu anlayacak. ŞOK, bütün tanılarıyla birlikte değişimin hastalığını ortaya koyup, hızla gelişen teknolojinin bize getireceklerini dile getiriyor.

Uyurgezerler...

Milyonlarca uyurgezer, sanki 1930'lardan bu yana hiç bir değişim olmamış ve gelecekte de olmayacakmış gibi yaşamlarını sürdürüyorlar; insanlık tarihinin belki de en coşku verici aşamalarından birini yaşayan bu insanlar, uzak durarak, görmezlikten gelerek olanları gerçek dışına itebileceklerini sanıyorlar. Değişim dışı bir barış, değişime karşı diplomatik dokunulmazlık istiyorlar...

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
592
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1951
ISBN
975-7663-95-6
Baskı Sayısı
6. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kubbealtı Neşriyat
Editörü
Aysel Yüksel
Neden Altını Çizdim?
"Hayat muammasının kabuğuna tırnak sürmek" ifadesi hoş bir ifade olmuş.

Hayat muammasının kabuğuna tırnak sürmek

.. materyalist felsefeye kur yapan ondokuzuncu asır ilim adamının îmâna dudak büken alaylı edası genç doktorda bariz olarak sezilmektedir. Onun için de hayat muammasının kabuğuna hiç tırnak sürmemiş, hiç kazıyıp derinlere gitmeye lüzum görmemiş olan, zamanının münevver bir tipidir.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Neden Altını Çizdim?
Ne güzel, ne orjinal bir tasvir...

Köşeleri dönerken

Rabia, ömründe bir köşe daha dönmüş gibi. Köşeleri o hiç sevmez. Dönerken insan asıl kendisini arkada bırakır, köşenin bu tarafında başka bir insan oluverir. Fakat arkada bıraktığı "kendisi" de peşini bırakmaz. Her köşe döndükçe bir yeni benlik... En yenisi en önde, en eskisi en arkada... Ard arda yürüyen bir sıra insan... İşte bunların hepsi birden bir tek Rabia.

Kanun!

- Efendimiz kanunu getirdim. - Ne kanunu? - Bir mesele için emir buyurmuştunuz. Halbuki elimizdeki kanun sarihtir, bu mesele emriniz gibi halledilemez. Yaverine dönerek: - Bana bir müsvedde kâğıdı getiriniz! Ve hemen Harbiye Nazırlığı'na müstacel bir telgraf: "Şu numaralı kanunu hemen bu şekilde değiştirerek bana metnini müstacel telgrafla bildiriniz." Bir kumaş bile bu kadar kolay ısmarlanmaz. Yukarıda bürokrasiden şikâyet etmiştim. Bütün şikâyetler doğru olabilir: Fakat Büyük Harp'in kanun kafası, bürokrasi kadar zararlı idi. Meşhur Kavur: - En fena chambre, en iyi antichambre'dan daha iyidir, demiş. En fena kanun, en iyi kanunsuzluktan daha iyidir, denebilir. En doğrusu kanunun iyi yapılması olduğuna şüphe yoktur. Kanuna güvenlik ve saygısı olmayan yerde zarar o kadar büyüktür ki, hiçbir fena kanun, memlekete o kadar ziyan vermez. Cemal Paşa Boyacıköyü'ndeki yalısındaki son günlerinden birinde: - Bir şey yapmak istiyorum, kanun karşıma çıkıyor. Kanun nedir? Ben yaptım, ben bozarım. Bu Enver'in bir sözünü hatırlatır: - Yok kanun, yap kanun! Der ve anlamayanlara izah ederdi: - Yaparım olur, bozarım olmaz!

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Yayın Evi
Kaynak Yayınları
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

Osmanlılar, Fransızlar

Filistin Müftüsü Emin el-Hüseynî, bir seferinde, bu bahiste uzunca bir sohbette bulunmuş, başından geçen bir hadiseyi biz­lere şöyle anlatmıştı: Osmanlı Devleti, âdil, insaflı ve kanatları altında barınan milletlere karşı çok cömert ve hürriyet verici bir devletti. Fakat onu yıkmak, böylece İslâm diyarlarını işgal edip sömürmek iste­yen İngiliz, Fransız, Rus ve diğer düşmanlar, kendi kültürlerinin tesiri altında kalan Müslüman aydınlara bunun zıddını telkin edi­yorlardı. Bir keresinde, devletlerarası kongrelerden birinde idik. Bir Cezayirli ile bir Tunusluyu konuşurlarken gördüm. Fransızca konuşuyorlardı. Kendilerine şöyle lâtife ettim: "Yahu ben yanınızda Filistin Müftüsü'yüm; sizler iki Arapsınız; toplantımız, Arap devletierinin meselelerini görüşme top­lantısı; ama sizler Fransızca konuşuyorsunuz. Bu nasıl iş?" "Hocam, mazur görün, dediler. Bizim kültürümüz Fransızcadır. Arapça avam lisanını konuşabiliyoruz. Fakat derin mevzu­ları ifadeye Arapçamız kâfi gelmiyor. Fransızca konuşmaya mec­bur oluyoruz. Böyle yetişmişiz..." "Fransa, sizin ülkelerinizde ne kadar kaldı?" "Yüz sene kadar..." "Peki, Osmanlılar kaç sene kaldı?.." "Dört yüz seneden fazla..." "Acaba sizin dedeleriniz, babalarınız, sizin böyle Fransızca bildiğiniz gibi Türkçe bilirler miydi?" "Hayır..."

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
701
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1941
ISBN
978-975-10-3025-2
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18.yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i hukuk da okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır.Kısa sürede üne kavuşmuş Fecri Ati edebiyat topluluğunun kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Terakki hükümetince Anadolu ‘nun çeşitli illerinde 5 yıl sürgüne gönderilmiş, ancak 1.Dünya Savaşı’nın son yılı İstanbul’a dönebilmiştir.Dönüşünde Robert Kolej’de Öğretmenlik, Sabah Gazetesi başyazarlığı, ilk kez Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Aydede mizah dergisini de çıkarmıştır. Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Haleb’e yerleşerek Vahdet Gazetesini çıkarmış, Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasında yazıları ve çalışmaları ile katkıları olmuştur. 1938’de yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 18.7.1965 tarihinde İstanbul’da ölen yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur. (Arka Kapak)
Neden Altını Çizdim?
Bu cümleler başkalarında nasıl etkiler yapıyor bilmiyorum ama bende tiksinti uyandırıyor.

Biz bilemeyiz; herhalde onda bir tecelli sezmiştir.

Memhure istemeye istemeye civarda Saraçhanebaşı'ndaki evine gittikten sonra kalanlar küçük bir odada baş başa verdiler, birer kahve içtiler, Afitap anlattı: Neşide büsbütün dayanmış; bir daha konağa ayak basmayacağını, ısrar ederlerse anasının yanına kaçacağını söylüyormuş. Öyle şirretleşmiş ki! İlave etti: "Bey de tutturdu; bir türlü vazgeçmiyor. Bu toy, yavan kızda ne buluyor bilmem!" Melal epeyce ukala ve biraz da heyecanlı tavırla cevap verdi: "Biz bilemeyiz; herhalde onda bir tecelli sezmiştir. Asıl olan Neşide'nin kendisi değildir; verdiği muhabbettir. Aşk perdede iyan olunca Hûda'dan başka ne varsa gözden nihan olur. Aşk sıfata değil, 'zat'a yetiştirir. 'Aşk ister Yaratan'a, ister yaratığa tapışın şeklinde tecelli etsin bir mabuddur' diyor Shakespeare! Fakat en güzelini Michelangelo söylemiştir: "Aşk, Allah'ın kendisine kadar yükselmesi için insana verdiği kanattır.' Fuzuli için ise, her neşenin kaynağı aşktır. Fakat Buda aşkı daha belagatle izah etmiştir: 'Kâinatta bir ruh vardır, bu da aşk olan Allah'ın ruhudur. Mesafeler, hava, okyanuslar, arz, hayvanlar ve nebatlar, yıldızlar ve rayihalar, hepsi o şekilleri alan aşktır." Biraz durdu: "Fakat," dedi, "hazret aşkı büsbütün başka türlü anlatır; der ki: 'Aşk ideal bir nura ulaşmak ve bu nur içinde safa bulmak için ruhun pervaneleşmesidir; lamba ateşinde yanıp kavrulan pervane bir âşık değil, yolunu şaşırmış sersemdir.' ne güzel söz"

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Yayın Evi
Kaynak Yayınları
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

Sadık Sabri Bey'in dilinden Mustafa Kemal

Sadık Sabri Bey, Mustafa Kemal hakkında yaptığı ikinci tah­kikatı da şöyle anlatırdı: Sultan Vahdeddin'in veliahdlığı sırasında, bir Avrupa seya­hati vardır. Bu yolculuk sırasında, yaver olarak, yanında Mustafa Kemal bulunmuş. Vahdeddin, İttihatçılara muhalif, onları sevmez ve yaptıkları, güttükleri siyaseti tasvip etmez. Mustafa Kemal, hazırlıklı, bütün seyahat boyunca, İttihatçıları tenkit etmiş, veliahdın nabzına göre şerbet vermeyi bilmiş. Vahdeddin, o böyle konuştukça: "Aman Paşa hazretleri, siz şimdiye kadar neredeydiniz? Sizin gibi aklı başında, İttihatçılara aldanmamış bir zabiti, ben ilk defa görüyorum..." dermiş. Paşa'yı, hanedana âşık, büyük dost, büyük kurtarıcı gibi ka­bul etmiş. Kendisi 1918 yık Temmuz ayında tahta oturunca,mağlubiyet sonrası, Anadolu'daki kuvvetleri toparlayıp idaresi altına alacak bir paşayı yollamak istemiş ve tabii olarak, Mustafa Kemal'i hatırlamış.