Gezgin

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
256
Baskı Tarihi
2004
Baskı Sayısı
15. Baskı
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Emine Altay
Mağribli bilge İbn Arabi'nin kendi ruhunda yaptığı ve bereketli bir ömre yayılan manevi gezinin öyküsü (arka kapak)

Öğüt

Sana öğüdüm şudur ki,son pişmanlık fayda etmez. Gözün erkenden açılsın. Ecel gizlidir ve yaşam kısadır, insanın burada,ebedi bir mutluluğu kazanma yönündeki çabalarından başka değerli bir şeyi yoktur.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz
Neden Altını Çizdim?
Bu İstanbul romantizmi her zaman güzel...

Camın Ötesi Boğaziçi

Kafes kalkık. Camın ötesi Boğaziçi. Odanın üstünde rüzgâr saçakları, su borularını birbirine katıyor. Siyah bulut yığınları bir karanlık akıntısı gibi havadan geçiyorlar; barut renginde sular azgın azgın akıyor; karşı yakanın zarif kıvrıntıları, nemli ve kurşunî bir duman içinde hayal meyal seçiliyor. Kızın gözleri ve kulakları bunları takip ediyor, fakat kafası başka yerde.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
651
Baskı Tarihi
Kasım 2009
Yazılış Tarihi
1968
ISBN
975-273-133-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İthaki
Editörü
Sevengül Sönmez
Neden Altını Çizdim?
Beylikteki gelinlerin, kızların bile yeni Müslüman olan bir Rum gencine İslam'a girişinden dolayı hediyeler vermesi ne müthiş bir hadise! Acaba kurgu mu yoksa gerçekten böyle bir adet var mı? Kemal Tahir'in bu satırları bence birçok dostundan ve çağdaşından çok farklı bir yerde durduğunu gösteriyor...

Mavro'nun Müslüman Oluşu ve "Sarık Paha"

Yeni Müslüman olanlara, "Sarık Paha" vermek Selçuk töresiydi. Bu sebeple Mavro'nun omzunda çifte kılıç, kuşağında çifte hançer, kendi yayının yanında bir Moğol yayı, bir de büyücek çıkın vardı. Başta Nurettin Voyvoda olmak üzere, İnönü Ahileri, Osman Bey, Gündüz Bey, Orhan Bey, Bayhoca güçlerince ayrı ayrı armağanlar vermişlerdi. ../.. Kel Derviş büsbütün azıtıp diz çökmüştü. Önüne bir küçük bohça bıraktı: -Gelinimiz Bala Hatun'un "Sarık Pahası"dır efendim, "Azımızı çoğa tutsun, Mavro Aga’mız" dedi. Mavro, önce şaka sanmıştı. Açıp içindekileri ateşe kaldırınca sevinçten soluğu kesildi. Gerçekten, bohçada, bir şal kuşak, dışa giyilecek, ak ipekten uzun kollu bir gömlek, bir çift çorap, bir tiftik eldiven, birkaç işlemeli yağlık vardı. Neyapacağını şaşıran Mavro, hemen iki dizi üstüne gelmişti. Yutkunuyordu: - Sağ olsun, Bala Hatun'umuz... Sağ olsun! Canım kurban yoluna... Derviş çömezleri, el çırptılar: - Uğurun açık ola yiğit! Çok yaşa... Mavro yardım arayarak Kerim'in yüzüne baktı. öteki nöbetçiler "N'oluyor" diye koşmuşlardı. Bayhoca, "Görelim yahu" dedi, birazı "Giyinsin de öyle görünsün" diye güldü. Mavro yutkundu. Gerçekten duygulanmıştı. Âdem Ejderhası Pir Elvan elini kaldırıp gülüşenleri susturdu: - "Sarık Paha'lar yağmakta ya, yağmur gibi... Hay anan öle, kötü Kel... Töresince şartlandı mı bunun İslâm'a girmesi? Kel Derviş hopladı: - Essah... Aman Mavro!.. Aman din kardaşım... Aldırırız elimizden sarık pahaları... Yanarız kıyamete kadar... Gel aman... Mavro'nun ellerine yapıştı. Dediğimi deyiver bi solukta... Aman berbatlık elvermeden, hoplayalım bu berzahı kardaaaaş... "Tanrı'dan başka Tanrı yoktur, Muhammet onun elçisidir" dedirtti!.. İslâm'ın şartını, inançlarını tekrarlattı. Sonunda parmağını göğe kaldırdı: - Kulağını ver, can kulağını... Beni sağlam işit... İslâm'a giren, Tanrı'yı her yerde var göre... Peygamberden gayet utana... Halka karşı edepsiz olmaya sakın... Töresiz iş tutmaya hiç... Kendinden büyüğe kasıntılı olmaya... Küçüğe kıyıcı olmaya... Sözünde, yemininde dura sımsıkı... Kimselere haset etmeye... Doğru söze "Evet" diye... Ayıp görse gerilip örte, kendi günahlarını bilip... Çünkü, yere güç yetmez, göğe el vermez. Tamamsın, Kara Vasil'in Mavro kardaşım, var yürü... Bundan böyle cennetliksin, çünkü sana kör şeytan girişebilemez!

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
712
Baskı Tarihi
2010 Mayıs
Yazılış Tarihi
1968 Mart
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Pozitif Yayınları
Editörü
Dursun Çimen
Neden Altını Çizdim?
Beyrut'ta eğlenmek için İtalyan işçisi kılığına giren bir Atatürk'ün bu hareketinin yüceltilecek bir tarafı var mı gerçekten?

İtalyan işçisi kılığında eğlenen bir Atatürk!

Mustafa Kemal Şam’a 5 Şubat 1905’te tayin edilmişti. Hemen gitmeli idi. Deniz yolu ile Beyrut’a varınca arkadaşları ile buluştu. Beyrut, İstanbul gibi, İzmir ve Selânik gibi, Hristiyan ve yabancılı olduğu için yaşanabilecek dört Osmanlı şehrinden biri idi. Tanzimat’tan beri Hristiyanlar şeriatçı idare baskısından kurtulduklarından tam batıkâri ömür sürüyorlardı. Şam’da otuzuncu süvari alayına verilen Mustafa Kemal görevinde ve hizmetlerinde rahattı. Daima güzel giyindiği üniforması içinde gururlu ve şerefli idi. Askerine örnek bir eğitim veriyordu. Ancak Şam taassubun hükmü altındaki bütün Şark şehirleri gibi, bir hayat zindanıdır. İnsan işinden çıkınca, birkaç kişi ile buluşup içmekten başka bir şey yapamaz. Mustafa Kemal de askerliğini kıtasında bırakıp evine doğru yola çıkınca, akşam ezanı ile beraber sönen, tünenmiş kümesler hüznü bağlayan şehir, ışıksız, sessiz, gurbetin bütün acılarını duyuran bir hapise dönmüştür. Bu ölü toplumu dürtmek, sarsmak, parçalamak, evleri boşaltmak, sokakları şarkılar, gülüşler ve şenlikler içine boğmak ister. Kalebent toplumun zindanından omuzları üstüne çöken baskıdan silinmek ister. Bir akşam yine evine dönüyordu. Bir sokaktan geçerken kulağına mızıka sesi geldi. Ses gelen tarafa doğru yürüdü. Bu, pencereleri kâğıtla kapanmış bir kahve idi. Kapısını hafifçe araladı. Hicaz demiryolunda çalışan İtalyan işçileri, karıları ve kızları ile mandolin çalıyorlar, türkü söylüyorlar, şarap içiyorlar ve oynuyorlardı. Hepsi işçi kılığında idiler. Derin bir iç çekişi ile baktı. Hayat, bu kâğıtla örtülü pencerelerin arkasında, lâmba isi ve tütün dumanı arasından güç seçilen bu insanların neşesinde idi. Hemen girip içlerine katılacaktı ama, bir esvabına bir kalabalığa baktı, yapamadı, ertesi günü bir işçi esvabı satın alarak ara sıra bu kahveye gelmeyi, onların eğlence ve şarkılarından canlanmayı âdet etti. Mustafa Kemal’e göre de her şey hürriyete kavuşmaya bağlı idi. Askerlik görevini yapmakla beraber bir yandan da siyasî çalışmalara ve telkinlere başlamıştır.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
624
Baskı Tarihi
1953
Yazılış Tarihi
1953
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim yayınevi

Yüz yıllık koca çınar

Bir büyük çınarın gölgesi altındaydılar. Bu çınar zaten millet bahçesinin göze çarpan tek ağacıdır. Vaktiyle şehirden epeyce uzak olan bu noktada , yaz günleri kasaba eşrafının toplanıp hoşbeş ettigi bir kır kahvesi varmış.Şimdi bunun bütün etrafı beton binalarla çevrilmiş, çimden parterlerle bezenmiştir ; biraz ötede eski bir çeşme bir fıskıyeli havuz haline döndürülmüştür. Ve daha öteye yine betondan bir kaide üstüne bir Atatürk büstü kondurulmuştur. Halil Ramiz , bir dibinde oturduğu yüz yıllık bu koca çınara , bir de yaşları beş on yılı bulmamış bu yeni yapılara bakıyordu. Genç millet vekili bütün bunları sanki ilk defa görüyor gibiydi ve kendine söyleniyordu: ‘’ şu beton binalar ,şu parterler, şu fıskıyeli havuzlar, şu tunçtan Atatürk’ün büstü, bu koca çınarın yanında ne kadar uydurma, ne kadar derme çatma , ne kadar iğreti ve fani gözüküyor ! Sanki bu şeyler bezden ve mukavvadan birer tiyatro dekorudur. Oyun bittikten sonra sanki bir el bunları birer birer yerlerinden söküp çıkaracak, derleyip toparlayarak bir kenara yığacak. Yüz yıllık koca çınarın o saati bekleyen bir hali var. Boğum boğum gövdesi denilebilirki böyle bir bekleyişin sabırsızlığıyla kıvranıp duruyor’’

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
232
Baskı Tarihi
2011
ISBN
9754700087
Kiralık Konak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Osmanlı Devleti'nin çöküş döneminde, İstanbul'da batılılaşma ile geleneksel değerlerin, kuşaklar arasında farklılaşan değer yargılarının, yaşam biçimlerinin çatışmasını irdeleyen bir romanıdır. Bu romanda işlenen konu bir aileyi ilgilendirse de roman zamanın genel özeliklerini anlatmaktadır. Türk toplumsal yapısını, Türk aydının bu yapı karşısındaki çıkmazını kronolojik olarak incelediği kitaplar dizisinin ilk kitabı sayılabilir. Zaman olarak II. Meşrutiyet zamanları seçilmiştir. Türklerin bugün “Batılılaşma” diye tabir edilen değişim serüveni nasıl başlamıştır? Hangi dinamikler halkı değişmeye ve öykünmeye itmiştir? Bu sorular, ileri bir araştırma konusudur ama Kiralık Konak’ta işlenen toplumsal düzenin oluşumunu sorgulayan insanlara da çok önemli ipuçları verir. Çünkü, kitapta artık kurumsallaşan ve kökleşen bu öykünmenin yarattığı kuşağın eskisiyle çatışması vardır.

Kuşak çatışması

Naim Efendi "sağ olsun " diyordu "hemşire kendini hala eski devirlerde zannediyor. Kıyafetler gibi ruhlar da değişti. Büyüklere eski itaat, eski hürmet nerede,kimde var?Bizim gördüğümüz terbiyedeki insanlarla şimdi alayediyorlar. Belki hakları da var her eski şey biraz acayiptir, çocuklarımızın çocuklarını kendimizi uydurmaya çabalamak ne beyhude! Onlar herşeyden evvel ,zamanın icabatına uymaya mecburdurlar.Hemşire istiyor ki ,Seniha kendisi gibi olsun. Bu mümkün mü? Gençliğimizde kendisinin yaşayışı,giyinişi,düşünüşü büyük validenin yaşayışına,giyiniş ve düşünüşüne benziyor muydu?"

Türü
Şiir
Sayfa Sayısı
528
Baskı Tarihi
şubat 2008
ISBN
978-975-01295-2-0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara
Yayın Evi
Yarımelma

Sükûn

Sükûnu nerde bulur âh kalb-i mehcûrum Derûn-i sînede bin herc ü merc-i dâim var!

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
190
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1956
ISBN
978-975-470-566-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Hep O Şarkı, Yakup Kadri’nin son romanıdır ama romanlarının taşıdığı zamansal bütünlük bakımından zincir romanlarından ilki olarak düşünülmelidir. Roman, Abdülaziz, V. Murat ve Abdülhamit’in hükümdarlık zamanlarında geçer. Bu açıdan Kiralık Konak’tan önce geldiği düşünülebilir. Romanın diğer bir özelliği de Yakup Kadri, olayları sadece bu romanında bir kadın karakterin birincil ağzından aktarır. Münire, kendi hayatını anlattığı bir kitap yazmaktadır ve aslında bu kitap “Hep O Şarkı” dır.

Gerçi, benim ayaklarım öpülmeyecek şeyler değildi!

Nihayet, günün birinde Zeyrekli Fatma Hanım çıkageldi. Bana Cemil Bey'in bir mektubunu daha getiriyordu. Bu benimki kadar kısa bir tezkereydi. Fakat, aynı hararetle, aynı heyecanla yazılmıştı ve en sonunda gene Zeyrekli Fatma Hanım hakkında şu haşiye vardı: "Pek yakında bir yerde buluşabilmemiz imkanını Fatma Hanım temin edecektir. Kendisiyle bu hususta görüşüp bir karar vermenizi ayaklarınızdan öperek rica ederim." Ayaklarımdan mı öperek? Bu söz, bilmem neden, ta içime işlemişti. Gözlerimden yaşlar akarak üst üste birkaç defa okudum. Cemil Bey'i eğilip ayaklarımdan öpmeğe çalışır görüyorum ve bana sevgisinin, onu, onun gibi bir adamı, böyle bir zillete katlanacak derecelere düşürmüş olmasından acayip bir elem duyuyordum. Gerçi, benim ayaklarım öpülmeyecek şeyler değildi. Dadım, her vakit, çoraplarımı giydirip çıkarırken, pabuçlarımı geçirir veya çekerken onları iki avucunun arasına alıp nasıl okşar, nasıl öper, koklardı. Zaten, o devirlerden bende kala kala sanırım yalnız ayaklarımla ellerimin güzelliği kalmıştır. Bir vakitler yay gibi gergin ve çekik duran incecik incecik kaşlarım şimdi iki tırtıl şeklinde kıvrık kıvrık aşağıya sarkıyor. Bunların, altında, iri ela gözlerim eski ferlerini çoktan kaybetmiştir. Ucu hafifçe yukarıya kalkık narin burnum günden güne kutleşip yumruklaşmaktadır. Kıvır kıvır dudaklı, sedef dişli ağzımı, iki yanından iki çizgi aşağıya doğru çekmektedir. Yaşmağımı, sanki bir öpücük vermek istiyormuşum gibi, ikide bir ileriye doğru itmek için kımıldatugım çenemin işvesinden hiçbir eser kalmamıştır ve fil dişinden bir sebuya [testiye] benzeyen gerdanım pörsümeğe başlamıştır. Fakat, ellerim, uzun kalem parmakIarım, toz pembe avuçlarıyla hala eski ellerimdir. Fakat, köprülü tabanı, yuvarlak topukları ve ipek gibi derisiyle ayaklarım, hala eski ayaklarımdır.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
232
Baskı Tarihi
2011
ISBN
9754700087
Kiralık Konak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Osmanlı Devleti'nin çöküş döneminde, İstanbul'da batılılaşma ile geleneksel değerlerin, kuşaklar arasında farklılaşan değer yargılarının, yaşam biçimlerinin çatışmasını irdeleyen bir romanıdır. Bu romanda işlenen konu bir aileyi ilgilendirse de roman zamanın genel özeliklerini anlatmaktadır. Türk toplumsal yapısını, Türk aydının bu yapı karşısındaki çıkmazını kronolojik olarak incelediği kitaplar dizisinin ilk kitabı sayılabilir. Zaman olarak II. Meşrutiyet zamanları seçilmiştir. Türklerin bugün “Batılılaşma” diye tabir edilen değişim serüveni nasıl başlamıştır? Hangi dinamikler halkı değişmeye ve öykünmeye itmiştir? Bu sorular, ileri bir araştırma konusudur ama Kiralık Konak’ta işlenen toplumsal düzenin oluşumunu sorgulayan insanlara da çok önemli ipuçları verir. Çünkü, kitapta artık kurumsallaşan ve kökleşen bu öykünmenin yarattığı kuşağın eskisiyle çatışması vardır.

Naim Efendi, mutaassıp bir adam değildi

Naim Efendi, mutaassıp bir adam değildi; harem ve selamlık usullerinden çoktan vazgeçmişti. Seniha'yı ve kızını erkekler içinde başı açık görmeye çoktan alışmıştı. Fakat, bazı yeni adetleri sadece güzel ve hoş bulmuyordu.Nitekim, yeni tarz evlenmeler de ona, fena olmaktan ziyade, çirkin ve tatsız geliyordu. Düğünden evvel birbirlerini o kadar iyi tanıyan kızla oğlan için gelin olmanın, güvey girmenin artık ne sırrı, ne heyecanı, ne cazibesi kalır? Duvağı açan el titremeden, duvağı açılan yüz kızarmadan birbirine yaklaşanların düğünlerindeki sevinç ve saadetin manası nedir? Ah, yeni yetişen nesil ne acınacak bir haldeydi? Yarınki çocuklar saygı, itaat ve görenek gibi kayıtlardan kurtulacak, fakat aynı zamanda bu kayıtların temin ettiği zevklerden, saadetlerden de mahrum kalacaktı.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
448
Baskı Tarihi
2011
ISBN
9786050902518
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Doğan Kitap
Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır.. En derin yaralar ailede açılır, kabuk tutsa bile kanar hikâye, içten içe... Aşkı aramadan evvel, düşün bir, ya benden nasıl bir âşık olur? İnsanın sevdası karakterinin yansımasıdır. Sen kavgacı isen, ha bire öfkeli, aşkı da bir cenk gibi yaşarsın. Gönlü pak olanın sevgisi de saf olur. Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır. En derin yaralar ailede açılır, kabuk tutsa bile kanar hikâye, içten içe... Attığımız her adım, yaptığımız her işte kendimizi yansıtırız. Budur çözülmesi gereken bilmece...

Aşırıların Ötekileştirmesi..

...Aşırı dindarları anlamıyorum. Sorsan, fikirlerinin bütün insanlık için olduğunu söylerler ama onlara azıcık ters düşmeyegör, anında seni dışlamaya hazırlar. Yine de benim gibilere nazik davranırlar. Günahkarız çünkü; bizi doğru yola getirip bu sayede Tanrı'nın gözüne girmek isterler. Hakikaten iyilik etmek değil çoğunun derdi, sadece cennete giriş için puan toplamak. Bizi bu yüzden severler; biz, yani dünyanın pislikleri-katiller, hırsızlar, orospular, ahlaksızlar. Simsiyah bir kumaşız ya, yanımızda cevher gibi parlayacaklar sanki.