Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
96
Baskı Tarihi
1994
Yazılış Tarihi
1970
ISBN
9753310086
Baskı Sayısı
2. Baskı
Yayın Evi
Epsilon
Mütercimi
Kader Ay Demireğen
Orijinal Adı
Jonathan Livingstone Seagull
Martı Jonathan Livingston, Amerikalı yazar Richard Bach tarafından yazılmış, bir martının hayatını ve sürüyle birlikte olan yaşamını anlatan fabl türünde hikâye. Bu kitapta Jonathan'ın hayatı,uçuş denemeleri vb. olaylar anlatılıyor. Bütün martıların amacı uçmak değil yemek bulmaktır; ama Jonathan'ın amacı uçmak ve yeni şeyler öğrenmektir. Bu nedenle martılar tarafından dışlanmıştır.

Yaşamın gerçek anlamı

"... bir gün Martı Jonathan Livingston, bu sorumsuzluğunun bedelini çok ağır olduğunu öğreneceksin. Yaşam bizim için meçhuldür. Bilebildiğimiz tek şey, bu dünyaya yemek ve olabildiğince uzun yaşamak için geldiğimiz..." Bir martının, Konsey'in önünde kendini savunma hakkı yoktur. Fakat Jonathan'ın sesi birden yükseldi. "Hangi sorumsuzluk kardeşlerim?" diye bağırdı. "Yaşamın gerçek anlamını arayan, bulmaya çalışan bir martıdan daha sorumluluk sahibi biri olabilir mi? Bin yıldır yaptığımız tek şey balık peşinde koşmak. Artık yaşamak için bir nedenimiz olmalı; öğrenmek, keşfetmek, özgür olmak gibi. Bana bir şans verin, öğrendiklerimi size göstereyim."

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
712
Baskı Tarihi
2010 Mayıs
Yazılış Tarihi
1968 Mart
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Pozitif Yayınları
Editörü
Dursun Çimen

Kafaca Batı musikisine inanmış, zevkçe alaturkaya bağlı, "huu" çeken Atatürk

Genç Mustafa Kemal arkadaşları ile Beyoğlu eğlence yerlerine giderdi. İyi giyinmeyi ve yaşamayı severdi. İstanbul’a gelinceye kadar biradan başka içki kullanmamıştı. Bir gün arkadaşı Ali Fuad’la (Cebesoy) beraber Büyükada’ya gitmişler. Ne lokantada yiyip içecek, ne de otelde geceliyebilecek paraları yok. Ali Fuad bir şişe rakı, bir şişe bira, ekmek ve yemiş alıp çamlığa yürümüşler. Mustafa Kemal bir şişe birayı bitirince: - Şimdi ne yapacağım? demiş. İlk defa rakıyı o akşam denemiş. Başı bir hoş dönmüş. Güneş batmak üzere; sigara paketinin altına resimler çizmiş, sonra: - Fuad, demiş, ne iyi içki imiş bu... İnsanın şair de olası geliyor. Bu ağır ve sert içki bir daha yakasını bırakmamıştı. Çocukluğunu ve gençliğini yakından bilen Kılıçoğlu Hakkı bana yazdığı mektupta der ki: ‘’Ailece pek yakındık. Zübeyde Mollayı ikinci defa kocaya veren benim büyük kaynatam Şeyh Rıfat Efendidir. Mustafa Kemal tatillerde Selânik’te sılaya geldiği vakit büyük kaynatamın tekkesine gelir, ayin günlerinde dervişler halkasına katılarak, huuu huuu diye kan ter içinde kalıncaya kadar döner dururmuş.’’ Bunu öğrenmenin büyük faydası vardır. Mustafa Kemal yalnız Rumeli folklor türkülerini mat sesi ile güzel ve tatlı söylemekle kalmaz, klâsik alaturka musiki makamlarını da bilirdi. Kafaca Batı musikisine inanmış, zevkçe alaturkaya bağlı kalmıştı. Devrimciliği yıllarında her işte olduğu gibi zevkince değil, kafasınca giderek, millî eğitimde yalnız Batı musikisi öğretimi yaptırmıştır.

Medine ve Kudüs

Medine, dini mallaştırmış ve maddeleştirmiş bir Asya pazarı idi. Kudüs dini oyunlaştırmış bir Garp tiyatrosudur. Kudüs'te oteller yarı kilisedir, uşakları yarı papazdırlar ve hizmetçiler yarı hemşiredirler. Hepsinin cübbesi, putu ve beyaz başlığı, simokinleri, askıları ve önlükleri ile aynı dolapta durur. Kamame papazlarını takma sakal sanırdım: Bunlar biraz eğildikleri zaman, cübbelerinin arkasında tabanca kabzalarının kabartısı görülür.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
419
Baskı Tarihi
2010
Yazılış Tarihi
1935
ISBN
978-975-07-0776-6
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Can
Orijinal Adı
The Clown and His Daughter
Sinekli Bakkal, Halide Edip Adıvar'ın ünlü romanıdır. İlk olarak İngilizce The Clown and His Daughter, (Soytarı ile Kızı) adıyla 1935 yılında Londra'da yayımlanmıştır. Türkçe olarak ilk defa 1935 yılında Haber gazetesinde tefrika edildi. Daha sonra 1936 yılında kitap olarak basılmıştır. 2006 itibariyle 37. basımı yapılmıştır. Birçok yabancı dile çevrilen roman, 1942'de CHP Roman Armağanı'nı kaz

İnanç

Penbe, Rabia ile beraber mutfağın üstündeki odada yatardı. Yükten yatağını çıkarır, kızın yatağının yanma serer, köşedeki mum iskemlesinin üstüne zeytinyağ kandilini yakar, yatağa girerdi. Fakat Rabia yatmadan uyumazdı. Kızın yatsıyı kılışını seyreder, ve her akşam bu uzun zahmetli işi düşünmeden yapışına şaşardı. Kendisi ömründe namaz kılmış değildi. Bu dinsizliğinden değil, belki tembelliğinden ileri geliyordu. Hem o kadar büyük ve yükseklerdeki Allah zavallı bir Çingene'nin namazını ne yapsın! Eğer insanın Allah'tan bir dileği olursa, evliyalar ne güne duruyor? Türbelere kandiller yakmıyor mu? Pencerelerine bez parçaları bağlamıyor mu? Namaz kılmak, dua etmek Allah'tan bir şey istemek değil mi? Evliyalar dirilerin dileklerini Allah'a anlatmakla mükelleftirler. Buna mukabil diriler onlara kurban kesiyor, karanlık türbelerin ışığım temin ediyor. Penbe'nin bir isteği olunca bir taraftan da bakıcılar, büyücüler vasıtasıyla perilere, cinlere başvururdu. Onlara ne kadar horoz götürmüş, ne kadar kırmızı krepte bağlı lohusa şekerleri taşımıştı. Penbe'ye göre, cinler, periler, dirilerle daha sıkı münasebette her dakika her evin içinde, her işle alâkadardırlar. Onların gönlünü etmek biraz daha kolaydı. Çünkü göze görünmeseler de yaşıyor, dolaşıyorlar halbuki evliyalar türbelerinden hiç çıkmıyor. Garip olarak Çingene Penbe, perilere karşı biraz daha hürmetkar, onlardan daha çok çekinirdi. Her lâkırdıda yakasına tükürür. "İyi saatte olsunlar" derdi. Fakat adak adayıp da bir şey istediği bir evliya işini çabuk görmezse homurdanır dururdu. Tezveren Dede'ye son gittiğim zaman fikrini çok açık söylemişti. — Güya adın Tezveren, hani ya? Cinler, periler daha çabuk iş görüyorlar. Tevfik beni alsın diye sana ne kadar mum adadım. Herifi bir de sürgüne yollattm. Bari herifi çabuk getir. Ben Çingeneyim diye yapmıyorsan Rabia'yı düşün. Beş vakit namazında bir hafız. Penbe'ye göre, Rabia'nın tuttuğu yol bambaşka. O ne türbeye gidiyor, ne de bakıcıya. Doğrudan doğruya kendisi dua ediyor. İşte gene seccadesini yayıyor. O, Rabia'nın herekâtını hep duvardaki uzun, ince gölgesinde seyreder. İşte namazda. Uzun, siyah gölge eğiliyor, diz çöküyor, başını yere koyuyor, kalkıyor. Beyaz badana üstünde bitmeyen, tükenmeyen siyah gölge oyunu! Nihayet dua ediyor. Rabia, dizlerinin üstünde, elleri açık, yüzü yandan, bıçak gibi keskin çizgileri ile nasıl bir dilek ateşi ile yanıyor? Nasıl "İşte vazifemi yaptım, sen de istediğimi ver" der gibi uzun uzun dua ediyor. Avuçları hep açık, gökten inecek inayeti kapmak için.

Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
306
Baskı Tarihi
temmuz 2006
ISBN
975-7032-31-x
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergah Yayınları
Editörü
Ezel Erverdi,İsmail Kara
Eser Nurettin Topçu'nun 1952-1958 yılları arasında yazdığı hikâyelerden oluşmaktadır. Bu kitap esasen bir fikir adamı olan Topçu'nun sanatçı kişiliğini ortaya koyuyor. Eserde ter alan metinler yazıldığı yıllarda Anadolu insanının meselelerini, aydın kesimin çıkmazlarını ve Topçu'nun mistik-metafizik dünyasını dile getiriyor.

Azap

Kıyamet gününde nice nice azaplar seyreden melek burada görüp anlayacak ki, bütün azapların en şiddetlisi, mutlak ümitsizlikle ebedi pişmanlıktır ve hiçbir ateş onlardan daha yakıcı değildir.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
272
Baskı Tarihi
1999
ISBN
9755107974
Yayın Evi
Can
Mütercimi
Kasım Eğit
Birinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda, Avusturya' nın bir köyündeki postanede memur olarak iş bulan Christine Hoflehner' in önünde, renksiz ve yoksulluk dolu bir yaşam uzanmaktadır. Ancak, Amerika'daki akrabalarından aldığı bir mektup tekdüze yaşamından çekip alıyor onu. Çalışmayı ve yoksulluğu tanımayan bir dünyada, lüks bir otelde tatil geçirmeye davet edilmektedir. Otelde önceleri soylu ve varlıklı biri sanılsa da sonradan asıl kimliği ortaya çıkar ve değişim rüzgarları Christine'yi alıp yeniden artık katlanamadığı eski tekdüze, küçük, yoksul dünyasına sürükler.

Devlet mi? Adalet mi? Düzen mi?

.... Hayır, kötü bir zamanda dünyaya gelmişiz, bedeninin ortasında altı yıllık gençliği söküp alınan birinin derdine hiçbir doktor çare bulamaz. Kaybettiklerimi kim geri verir ki? Devlet mi? O en büyük dolandırıcı, baş hırsız o. Göstersene bana, kırk bakanlığınızın içerisinde-ki bunlar arasında adalet bakanlığı var, sosyal işler bakanlığı var, ticaret bakanlığı var- hak ve adaletle ilgilenen bir tek bakanlık var mı? Bizleri savaşa sürüklerlerken arkamızdan Radetzky Marşını çaldılar ve Tanrının bizi korumasını dilediler, şimdi ise bize başka başka marşlar çalıyorlar. Evet dostum pislik yönünden bakarsan dünya hiç de güzel görünmüyor. Franz hala yerinde oturuyor, şaşkınlığını üzerinden atabilmiş değil henüz, karısının kızgın bakışını fark ediyor ve utana sıkıla arkadaşını affettirmeye çalışıyor.'' Hayır, olamaz, nasıl konuşuyorsun sen böyle Ferdl, seni tanımakta güçlük çekiyorum. Siz onu orada görmeliydiniz, serseriler sürüsü arasında en dürüst olanı, en sabırlısı ve en terbiyelisiydi. Onun getirdikleri anı anımsayabiliyorum, on dokuz yaşında, zayıf bir delikanlıydı. Ötekilerin hepsi bu karmaşa sona erdiği için sevinçten çıldırırlarken, geri çekilme sırasında vagondan dışarıya çıkarıldıklarına, vatanı için çarpışamayacağına ve ölemeyeceğine üzülen yalnızca Ferdinand olmuştu; hatırlıyorum da yüzü öfkesinden nasıl da bembeyaz kesilmişti. İlk günün akşamıydı, hala anımsıyorum, böyle bir şey görmemiştik, rahip hazretlerine ve annesine veda edip doğruca cepheye, savaşmaya gelmişti, diz çöküp dua etmişti. Birisi çıkıp da kayzer ya da orduyla ilgili bir şaka yapsa, gırtlağına sarılıp onu boğmak isterdi. Böyle biriydi o, içimizde en terbiyeli ve en dürüst olanıydı, gazetelerin yazdıklarına ve komutanlığın emirlerine son ana kadar hep inandı. Şimdi böyle konuştuğuna bakmayın siz.'' Ferdinand çatık kaşlarla bakıyor arkadaşının yüzüne: '' Biliyorum, bir okul öğrencisi gibi her şeye inanıyordum. Fakat bundan beni vazgeçiren siz oldunuz! Daha ilk günden itibaren bütün bunların bir yalan olduğunu, generallerimizin ahmak olduklarını, levazım subaylarının birer hırsız olduklarını ve her şeyi çalıp çırptıklarını, ellerini havaya kaldırmayanaların eşek olduğunu söylememiş miydiniz? Dünya sosyalizmi ve dünya devrimi hakkında konuşmalar yapan kimdi? O sendin aptal! Eline kızıl bayrağı ilk önce alıp da subayların karargahına, onların apoletlerini sökmeye koşan kimdi? Evet, biraz anımsamaya çalış. Sovyet komiserinin yanında vali konağı hakkında büyük bir konuşma yaparak, esir düşen Avusturya askerlerinin artık kayzerin paralı askerleri olmadıklarını, aksine dünya devriminin askerleri olduklarını, kapitalist düzeni yıkmak ve yerine adalet ve düzeni sağlayacak yeni bir imparatorluk kurmak için evlerine döneceklerini kim söylemişti? Söyle bakalım, evine dönüp göbeğine ve birana kavuşunca yeni düzen kurma işi ne oldu? Sorabilir miyim sayın başsosyalist, o ünlü dünya devriminizi yaptınız mı?

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Yayın Evi
Kaynak Yayınları
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

Fevzi Çakmak Makinadır

Sadık Sabri Bey'e, Enver Paşa'dan sonra Fevzi Çakmak Paşa'yı da sormuştuk. Şunları söyledi: "Fevzi Paşa, bir makinadır. Bilgilidir, okur, okumayı öğrenmeyi sever. Fransızca, İngilizce, Almanca bilir. Çünkü temiz bir gençliği vardır. Herkes orda burda gezip kopukluk yaparken, o, oturup çalışmıştır. Çok kuvvetli hafızası vardır, unutmaz..." Bunun üzerine Sadık Sabri Bey'e sorduk: "Peki efendim, Fevzi Paşa madem böyle temiz ve kıymetli bir insandır; bu hadiselere niçin seyirci kaldı, bir iş göremedi?" "Efendiler, sözlerime dikkat etmiyorsunuz. Ben onun için "makinadır" dedim. Kuvvetli bir makinadır... Büyük insandır, demedim... Makinayı insanlar kullanır. Makina insanları kullanamaz. "Fevzi Çakmak da, verilen emri yerine getiren bir makinadır. Kabiliyeti yüksektir. En büyük planı verin, yapar. En büyük askerî harekâtı yürütür... Okur, düşünür, üstesinden gelir. Hangi elde olursa, onun için çalışır. İttihad ve Terakki'nin büyük askeri, Cihan Harbi'nin, Mütareke'nin askeri, sonra Cumhuriyet devriminin büyük askeri. "Büyük insan manasına değil... Verilen emri yerine getirir. Hadiselere istikamet verecek, emir verme kabiliyeti yok... Mustafa Kemal'e rakip olacak, onunla mücadele edecek çapta değildir. Ondan büyük işler beklemek doğru değildir. İnsan tanımamak, yanlış insan seçmek, büyük bir belâdır..."

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
406
Baskı Tarihi
Haziran 2007
ISBN
9944-125-12-1
Baskı Sayısı
2. Baskı
Basım Yeri
Gaziemir / İzmir
Yayın Evi
Kaynak Yayınları
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.

Enver Hayalcidir

Sadık Sabri Bey'e, Enver Paşa'nın şahsım sormuştuk. "Enver'e hain denemez... Hayalperest idi. Bilgisi kıttı. Cahil cesur olur. Hayalleri hudut tanımıyordu. Türk dünyasını dilinden düşürmezdi... Yahu Enver! Güzel ama, bugün Türk dünyasını ele geçirmek, birleştirmek için, kimlerle mücadele edeceksin. Bugün elimizdeki memleketleri korumaktan âciziz, be birader!.. İşte Enver Paşa, Türk dünyası, Türk dünyası, diye diye gitti..."

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
712
Baskı Tarihi
2010 Mayıs
Yazılış Tarihi
1968 Mart
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Pozitif Yayınları
Editörü
Dursun Çimen
Neden Altını Çizdim?
Bu ne kadar saçma bir hikâye böyle! Yazan hiç mi düşünmemiş, okuyan hiç mi garipsememiş? Gerçekten böyle bir çocuk olsa ne yaparlar? Bir güzel dövmezler mi mahallenin ortasında?

Birdirbir

Çocukluk ve ilk gençliği hikâyesini bitirmeden önce Mustafa Kemal’in çok onurlu olduğunu söyliyelim. Mahallesinde sokak oyunlarını seyreder, fakat katılmazdı. O zamanki arkadaşlarından birinin anlattığına göre bir gün komşu çocukları birdirbir oynuyorlarmış. Kendisini de çağırmışlar: - Gel, sen de oyna, demişler. Mustafa: - Peki, demiş ve olduğu yerde ayakta durmuş. - Ama eğil ki atlıyalım, demişler. Mustafa başını sallıyarak: - Ben eğilmem. Üstümden böyle atlıyabilirseniz atlayın, diye cevap vermiş.