Yaşam ve Hayat
Her toplumsal örgütlenme mantığı, insanın doğayla kurduğu belli bir ilişki sisteminin cinsinden tanımlanır. İnsan türü, 'vios'unu (yaşam) yalnızca doğaya tâbi bir oluş içinde kabullenmeyi reddeder; var oluşunun temellerine, onu diğer türlerden açık bir şekilde ayıran irade ekler. Böylece salt vios bir zöi'ye (hayat) dönüşür. Bununla birlikte vios ne kadar bireysel bir var oluşsa (genel türsel özellikleri taşımasına rağmen biricik bireyde vücut bulmuş kendine münhasır içsel bir dengesistemi), zoi de bir o kadar toplumsal ölçekte kurulan, tekilliği aşan bir tarihsel var oluş düzeni halinde örgütlenir. Zira hayat, kurulup sürdürülür olabilmek için benzerlere gereksinim duyar. Alışveriş yapılan, bütünleşmenin dayanışma birimleri ya da çatışmanın kaynağı olan diğer insanlar, toplamda karmaşık bir etkileşim düzlemi oluştururlar. Ancak bu etkileşimin koşulları, genel kavramsal-ideolojik çerçevesi, üretim biçiminin gereklerine göre kurumsallaşan türdedir. Her üretim biçiminin doğayı dönüştürmede ve insanlar arası ilişkileri düzenlemede temel ölçü olarak aldığı bir üretim aracı vardır; hayat bu temel üretim aracına göre hem biçim kazanır hem anlam içerir. İnsanlık tarihinin önemli bir kısmı, doğaya büyük ölçüde tâbi olunan üretim biçimlerinin egemen olduğu dönemlerden oluşur. Toplayıcı, avcı ve nihayet tarım toplumları, aşamalı bir şekilde insanın, doğanın doğrudan belirleyiciliğinden uzaklaşarak sürekli ve görece istikrarlı topluluklar halinde yaşadıkları dönemleri oluştururlar. Ticaret ve sanayi, ilk kez bir birikim düzeninin egemen olması anlamına gelir; süregitmeleri için kesinliklere ve öngörülebilirliğe gereksinim vardır. Günümüzün enformasyon düzeni ise bir yandan birikimi olabildiğince esnek hale getirmiş, diğer yandan ilk kez somut olmayan bir üretim ekseni, yeni bir toplumsal örgütlenme oluşturmuştur. Akışkanlık ve süreksizlik üzerine inşa edilen bu yeni toplumsal düzen kurgusu, etkileşimselliği hem nicel olarak çoğaltmış hem çoğul bir anlam alışverişi içine yerleştirmiştir. Hayat, günümüz dünyasında işte bu nedenle, hiçbir çağda olmadığı kadar karmaşıktır. Zoi hızla dönüşürken, genetik evrimin yasalarına tâbi olan vios, ciddi uyum sorunları yaşamaktadır.
Akıllı insan her şeyden evvel ıstıraptan ve tacizden azâde olmak için çabalayacak, sessizliği ve boş vakti, dolayısıyla mümkün olan en az sayıda beklenmedik ve tehlikeli karşılaşma ile birlikte sakin, mütevazı bir hayatı arayacaktır; ve böylelikle sözüm ona hemcinsleriyle çok az bir ortak tecrübeyi paylaştıktan sonra, münzeviyane bir hayatı tercih edecektir, hatta eğer büyük bir ruha sahipse büsbütün yalnızlığı seçecektir.
Yüz ahmak bir akıllı adam etmez
Yıllardır modern sanayi uygarlığını tartışıyoruz. İlk günahı kimin işlediğini, insanın bir zamanlar doğayla barışık bir halde yaşadığı o güzel günlere kimin son verdiğini, bizi fırtınaların orta yerinde kimin çırılçıplak bıraktığını bulmak için daha çok tartışacağız. Çünkü “Tanrı(nın) öldü”ğünü bilmek, geleneğin zincirlerini parçalamak yetmedi; bu kez özgürlük ciğerlerimizi yakmaya başladı. Özgürlük kendinin, ayrıca ötekinin sorumluluğunu üstlenmek, belirsizliklerle, çözülmez çelişkilerle sarmaş dolaş yaşamak, yani, modern bireyler olmak demekti.Ama ağır geldi özgürlük. Taşıyamadık.
Sosyoloğun görevi
Lipovetsky’nin tasviri doğruysa ve bugün ahlâki endişelerden kurtulmuş bir toplumsal yaşamla, artık herhangi bir “olması gereken” tarafından yönlendirilmeyen katıksız bir “olanla”, yükümlülük ve ödevden ayrılmış toplumsal bir ilişkiyle karşı karşıyaysak sosyologun görevi, ahlâki düzenlemenin, bir zamanlar toplumun kendi kendini yeniden üretme mücadelelerinde kullanılan silah deposundan çıkarılmasının nasıl gerçekleştiğini ortaya koymaktır. Sosyologlar toplumsal düşüncenin eleştirel akımına dahilseler, görevleri bu noktada da son bulmayacaktır. Bir şeyin, sadece var olduğu için doğru olduğunu kabul etmeyecekleri gibi, insanların yaptıklarının, kendilerinin yapmış olduklarını düşündüklerinden ya da yapmış olduklarını nasıl anlatıldıklarından başka bir şey olmadığı yargısını da veri kabul etmeyeceklerdir.
Dr. Ali Şeriati (1933-1977), İranlı toplumbilimci ve İslam düşünürü. Paris'te doktora yaptıktan sonra İran'a döndü. Kadro, unvan ve serveti değil, mustaz'aflar uğruna kendini adama yolunu seçti. Tutuklandı ve "serbest" bırakıldıktan sonra da düşünmeyi ve konuşmayı sürdürdü. Kısa süren hayatı; düşünme, konuşma, yazma ve yol gösterme ile dolu geçti. İran gençliği üzerindeki etkilerinden rahatsız olan yönetim, daha önce de denenmiş bir düzene başvurdu: Ali Şeriati'ye yurtdışına çıkış izni verdi (Mayıs 1977).
insanın özellikleri
Yıllardır modern sanayi uygarlığını tartışıyoruz. İlk günahı kimin işlediğini, insanın bir zamanlar doğayla barışık bir halde yaşadığı o güzel günlere kimin son verdiğini, bizi fırtınaların orta yerinde kimin çırılçıplak bıraktığını bulmak için daha çok tartışacağız. Çünkü “Tanrı(nın) öldü”ğünü bilmek, geleneğin zincirlerini parçalamak yetmedi; bu kez özgürlük ciğerlerimizi yakmaya başladı. Özgürlük kendinin, ayrıca ötekinin sorumluluğunu üstlenmek, belirsizliklerle, çözülmez çelişkilerle sarmaş dolaş yaşamak, yani, modern bireyler olmak demekti.Ama ağır geldi özgürlük. Taşıyamadık.
Ahlâkın gün batımı
Postmodernlik çağının tarihe ahlâkın gün batımı olarak mı, yoksa yeniden doğuşu olarak mı geçeceğin zaman gösterecektir.
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Sanayi Sonrası Toplumlar
Batı toplumları şimdi artık çeşitli şekillerde "sanayi sonrası" toplumlardır: "Post-fordist", "post-modern", hatta "tarih-sonrası" toplumlar.
Akıllı insan her şeyden evvel ıstıraptan ve tacizden azâde olmak için çabalayacak, sessizliği ve boş vakti, dolayısıyla mümkün olan en az sayıda beklenmedik ve tehlikeli karşılaşma ile birlikte sakin, mütevazı bir hayatı arayacaktır; ve böylelikle sözüm ona hemcinsleriyle çok az bir ortak tecrübeyi paylaştıktan sonra, münzeviyane bir hayatı tercih edecektir, hatta eğer büyük bir ruha sahipse büsbütün yalnızlığı seçecektir.
Malayani
İnsanların yarenlik için hemcinslerinin, oyalayıcı şeylerin, eğlencenin, her türden lüzumsuz lüksün peşine düşmesi, esas itibariyle bu deruni ruhsal boşluk (bönlük) nedeniyledir, ki çoklarını savurganlığa ve sefalete sürükler. Hiçbir şey böyle bir sefalete karşı deruni zenginlik, ruh zenginliği kadar iyi bir koruma sağlamaz, çünkü o arttıkça sıkıntıya yer kalmaz.
Sanayi toplumundan enformasyon toplumuna geçiş
İkinci Dünya Savaşı ertesinde belirgin bir şekilde ve hız kazanarak biçimlenen yeni bir toplumsal örgütlenme mantığı içinde bulunmaktayız. Toplumbilime, özellikle 20.yüzyılın ikinci yarısında hâkim olan tartışmalar, bu büyük çaplı dönüşümün kurama yansımaları olarak değerlendirilebilir. Bu kuramların önemli bir kısmı, bireyi merkeze alan, etkileşimi önemseyen, akışkanlık ve geçiciliği eksen kabul eden yaklaşımlardır. 19. yüzyılın kurucu kuramlarının daha öncelikli kıldığı yapısal unsurlara karşı, çağdaş toplumbilim yaklaşımları, etkileşimsel ve ilişkisel boyutları vurgulayarak toplumsalı açıklamaya çalışmışlardır. Bunun en temel nedeni, sanayi toplumundan enformasyon toplumuna geçiştir. Özellikle 1960'lardan itibaren belirgin bir şekilde hızlanan bu dönüşüm,toplum kavramını köklü bir şekilde değiştirmiştir. Zira üretim ilişkilerinin doğası büyük ölçekli bir değişmeye mâruz kalmıştır. Bu süreç halen devam etmektedir. O nedenle yeni toplumsal oluşumları anlamak, kavramsallaştırmak ve açıklamak, halen toplumbilim disiplininin yaşamsal bir sorunudur.
Enformasyon Çağında Yabancılaşma, Ağ Toplumunda Anomi: Yeni Hakikat Rejimi ve Bölünmüş Gerçeklik Deneyimi
Türkiye’nin güvenlik stratejilerine, yurt içindeki siyasi, ekonomik, teknolojik, çevresel ve sosyo-kültürel problemlerine yönelik bilimsel araştırmalar yapmak; karar alıcılara milli menfaatler doğrultusunda çözüm önerileri, karar seçenekleri ve politikalar sunmak Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM)’nin kuruluş amaçları arasında yer almaktadır.
Şiddetin Yönetimi
Tüm veya hemen hemen tüm subaylarda ortak olan ve de onları tüm veya hemen hemen tüm sivillerden ayrıştıran, ayrı ve farklı bir uzmanlık alanı gerçekten de mevcuttur. Bu merkezi beceri belki de en iyi Harold Lassvvell’in deyiminde özetlenmiştir: “şiddetin yönetimi”. Bir askeri kuvvetin vazifesi, başarılı silahlı çarpışmadır. Silahlı kuvvetler subayının görevleri şunları içerir:
(1) bu kuvvetin örgütlenmesi, teçhizatlandırılması ve eğitilmesi;
(2) faaliyetlerinin planlanması ve
(3) çarpışmaya giriş ve çıkışta harekatının yönlendirilmesi.
Ana vazifesi şiddet uygulanımı olan bir insan örgütünün yönetimi, harekat tarzı ve denetimi subayın kendine özgü becerisidir. Bu; hava,deniz ve kara faaliyetlerinin ortak özelliğidir. Bu beceri, bir askeri subayı, askeri subay olarak, modern silahlı kuvvetlerde mevcut bulunan diğer uzmanlardan ayrıştırır. Diğer uzmanların becerileri, askeri kuvvetin amaçlarına ulaşması için gerekli olabilir. Ancak bunlar; hemşirenin, kimyagerin, laboratuar teknisyeninin, diyetisyenin, eczacının ve röntgen teknisyeninin becerilerinin doktorun uzmanlığıyla kurduğu ilişkinin aynısını, subayın uzmanlığıyla sürdüren, temelde yardımcı hizmetlerdir. Tıp mesleğine yardımcı olan uzmanlardan hiçbirinin hastalık teşhisi ve tedavisi yeteneğine sahip olmamaları gibi, askerlik mesle ği çerçevesinde yeralan veya bu mesleğe hizmet eden bu yardımcı uzmanların da hiçbiri, “şiddetin yönetimi” yeteneğine sahip değildir.
Gazeteci, aktör ve filozof Alexander'ın doğum günü, ailenin büyük buluşmasına ön ayak olur. Günü küçük oğluna modern yaşam ve maneviyat üzerine konuşmalar yaparak geçiren adam, akşam saatlerinde nükleer savaşın başlamasıyla ciddi bir hesaplaşmaya girişir.Dünyanın en önemli yönetmenlerinden birinin imzasını taşıyan bir başyapıt. Şüphesiz hikayesini ve ne kadar güçlü olduğunu kısa satırlara sığdırmak çok mümkün değil. Her ne kadar yönetmenin son filmi olsa da, Tarkovski sinemasına ait her şeyi bulabileceğiniz felsefi bir deneyim.