Türü
Roman
Sayfa Sayısı
240
Baskı Tarihi
2012
ISBN
9789750510861
Baskı Sayısı
1. Baskı
Yayın Evi
İletişim

Çizgilerin kürelere, zamanın sonsuzluğa, sonsuzlukların da hayâllere dönüştüğü bir hikâyedir bu. Sıradan insanların sıra dışılığı, bilinen hikâyelerin düşlere dönüşümü, zaafların asîlleşmesi, erdemlerin ardındaki günâhkârlık tüm içtenliğiyle akacak zihinlere. İnsan olmanın en zayıf ve en yüce yanları, bir hikâyenin dokunuşuyla bir kez daha bilinebilir olacak. 

Kader, bir memurun sabit geliri gibiydi

... Çünkü hayatın değişmeyeceğini gayet iyi biliyor, buna da kader diyordu. Zaten kader, bir memurun sabit geliri gibiydi: Fiyatlar yükselip alçalsa bile maaş, yani kader değişmezdi.


Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
264
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1981
ISBN
975-437-016-8
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken Neşriyat

Dünyayı olduğu gibi idrâk etmeyiz

Kant, a priori bilginin üniversel ve zaruri olduğunu iddia ederken yanılıyordu, ama bilginin birbirini tamamla­yan iki unsurunu ayırdetmek bakımından bugün de kıymeti­ni muhâfaza etmektedir. Geçen yüzyılın materyalist ve pozitivistleri sâdece "elle tutulan, gözle görülen" şeylerin bilgi olduğunu söylüyorlardı. Halbuki bugün ilkel seviyede psiko­loji okumuş kimseler dahi bilir ki biz dış dünyayı ancak do­laylı bir şekilde idrâk ediyoruz. Eğer sâdece gözümüzün gördüğüne inansaydık ilim diye birşey olamazdı, çünkü biz hiçbir zaman dünyayı olduğu gibi idrâk etmeyiz. Bizim gör­düğümüz şey masa veya iskemle değil, fakat onlara çarpa­rak gözümüze gelen ışık dalgalarıdır. Biz bu eşyâların objek­tif varlığını ancak dolaylı -ilmî metodlarla- olarak anlıyoruz.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
523
Baskı Tarihi
2000
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
975-470-514-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Mütercimi
Yasemin Saner Gönen
Orijinal Adı
Turkey, A Modern History

1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)

Osmanlı Üzerinde Avrupa'nın Nüfuzu

Avrupa’nın nüfuzu, üç farklı ama birbirine etkide bulunan alanda ortaya çıkmıştı: Osmanlı ekonomisinin gittikçe büyük bir bölümünün, kapitalist dünya sisteminin bir parçası haline gelişi; Avrupa’nın Büyük Güçleri’nin artan siyasal nüfuzu –bu siyasal nüfuz, hem Avrupa’da bir savaşa yol açmaksızın Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama gayretiyle ve hem de onu ayrı bir siyasal varlık olarak muhafaza ederken, ona egemen olma girişimleriyle açığa çıkıyordu– ve son olarak da, milliyetçilik, liberalizm, laiklik ve pozitivizm gibi Avrupa ideolojilerinin etkisi.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
528
Baskı Tarihi
2015
Yazılış Tarihi
1991
ISBN
978-975-01164-8-3
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Sentez Yayıncılık
Editörü
Ümit Tatlıcan
Mütercimi
Özlem Balkız - Gülhan Demiriz - Hacer Harlak - Cevdet Özdemir - Şebnem Özkan - Ümit Tatlıcan
Orijinal Adı
Key Ideas in Sociology

Sosyolojide Temel Fikirler, ondokuzuncu ve yirminci yüzyılların büyük sosyolojik düşüncelerine bir giriş çalışması olarak hazırlanmıştır. Hedef kitlesi sosyoloji ve ilişkili sosyal bilim derslerine devam eden Lisans ve Hazırlık Sınıfı öğrencileridir. Kitabın ilgi odağı, sosyoloji ve toplumsal düşüncenin -içinde yaşadığımız dünyayı anlama, yorumlama ve bazı örneklerde değiştirme aracı olarak- gelişiminde etkili olan temel fikirlerdir. Kitap üç ana kesim veya döneme bölünmüştür: 

1. Klâsik Dönem: Kurucu Babalar ve Çağdaşları,
2. Modern Dönem,

Bürokrasinin Verimliliği

Weber'in bürokrasinin teknik açıdan en üstün organizasyon biçimi olduğu iddiasına karşı, birçok yazar bu ideal tipin idari zayıflıklarını vurgulamıştır. Robert Merton (1957), bürokrasinin 'olumsuz işlev'i olduğunu düşündüğü -örgütsel hedeflere ulaşılmasını bile engelleyebilen- özelliklerine, bilhassa bürokratların kurallar ve düzenleme­lere kölece bağlılıkları, tutuculukları, değişme korkuları, soğuklukları, vatandaşlara karşı resmî tutumlarına işaret eder. Çoğu insan 'kırtasiyecilik'ten, 'yüz-süz' bürokratlar tarafından dikkate alınmamaktan şikâyetçidir. Bürokrasiler yeni koşullara, yeni inisiyatiflere hızlı ayak uydurabilme yetersizlikleriyle dile düşmüşlerdir. Bradley ve Wilkie (1974) klâsik bir bürokratik felç örneği verir.

Hikâye Kızıl Meydanda Başkan Mikoyan’ın arabasına ateş eden bir Sovyet vatandaşı tarafından anlatılır. Kızıl Meydan bu esna­da güvenlik muhafızlarıyla doludur, ancak onlar emir olmadan hemen harekete geçmezler, çünkü suikast girişiminin Mikoyan'dan daha üst düzeyde bir otorite tarafından onaylanmadı­ğından emin olamazlar. Muhafızlar, suçluyu vurmak için en üst kademeden 'izin kâğıdı' gelinceye kadar fiilen felç olmuşlardır.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
335
Baskı Tarihi
2016
ISBN
9789752637061
Baskı Sayısı
43. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Timaş
Editörü
Adem Koçal

19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda modernleşme sürecini, siyasi, toplumsal ve kültürel değişiklikleri ele alan İlber Ortaylı'nın başyapıtı gözden geçirilmiş baskısıyla Timaş'ta. Sırpça, Yunanca ve Macarca'ya çevrilen, Ukraynaca çevirisi devam eden kitap son dönem Osmanlı modernleşme tarihini ele alıyor...

Dünyada nasıl bir güneş varsa, Türklerin de bir hükümdarı vardır!

16. yüzyıl sonunda Tür­kiye'ye gelen bir Alman seyyah, Ayasofya'da Sultan İL Selim’in türbe­sinde onun yanıbaşında yatan ve kimisi bebekken katledilen şehzadele­rin tabutlarına bakıp "dünyada nasıl bir güneş varsa, Türklerin de bir hükümdarı ve efendisi vardır" der.

(Salomon Schweigger, Eine Reysbeschreibung auss Teuschland Constantionpel von R. Neck. Graz 1964, s. 109.)


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
228
Baskı Tarihi
şubat 2005
ISBN
975-7270-02-4
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
istanbul
Yayın Evi
im yayınları
Editörü
ibrahim emir
Mütercimi
Erkıl Günur

Her kitle hareketi, bir bakıma bir göçtür

Musa peygamber zamanında İbranilerin Mısır’dan göçü, dini ve milliyetçi bir hareket halini almıştır. Roma İmparatorluğunun çöküş döneminde, barbarların göçü sadece bir halkın bir yerden diğer bir yere kaymasından daha başka anlamlar taşır. Bunu açıklayıcı gerçek şudur ki, barbarların sayıları nispeten azdı, fakat bir ülkeye bir kere yayıldıktan sonra ezilmiş ve hoşnutsuz çeşitli halk sınıflarının kendilerine katılmasıyla, bir sosyal devrim hareketi yabancı istilası maskesi altında başlamıştır.

Her kitle hareketi, bir bakıma bir göçtür, yani, vaat edilene doğru bir yürüyüştür. Kitle halindeki göç, bir hareketin birliğini ve maneviyatını güçlendirir.


Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
264
Baskı Tarihi
2005
Yazılış Tarihi
1981
ISBN
975-437-016-8
Baskı Sayısı
14. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Ötüken Neşriyat

Zihnin gerçekliği kavramadaki rolü

Zihin (idrâk ve düşünce) maddeden daha önemli ise, bu zihnin realiteyi kavramada oynadığı rolün bilinmesi in­sanlığı yüzlerce yıldır meşgûl eden birçok temel problemi halledebilirdi. Bütün mesele, her türlü dünya görüşü için kıstas kabul edilen İlmî bilgimizin mâhiyetinde düğümleni­yordu. Çok basitleştirerek anlatırsak, şöyle özetleyebiliriz: Lisede felsefe dersini dikkatle okumuş bir genç dahi bilir ki,en büyük temsilcisi Hume olan bir grup filozof, bütün bilgi kaynağımızın duyu verileri, yâni duyu organlarımızla idrâk ettiğimiz şeyler -sesler, renkler, kokular ilh.- olduğunu iddiâ ederler. Bu duyu verileri arasındaki ilişkiler hakkında söyle­diklerimiz gerçekte mevcut bulunmayan, sâdece bizim alış­kanlıklarımızla realiteye yakıştırdığımız şeylerdir. Meselâ sebep-netice münâsebeti dediğimiz şey, iki veya daha çok olayın ardarda görünmesinden çıkardığımız bir intibâdan ibârettir. Ayni şekilde zaman, bizim duyularla idrâk ettiği­miz zaman; mekân dediğimiz şey yine duyu organlarımızın verdiği bir intibâdır; biz doğrudan doğruya zaman veya me­kân idrâk edemeyiz. Buna karşılık Nevvton’dan beri fizikçi­ler duyu organlarımızın bize verdiği zaman ve mekân yanın­da bir de fizikteki İlmî teorilerde varlığı kabul edilen -objek­tif veya gerçek- bir zaman ve mekân’ın bulunduğunu söyle­mişlerdir. Zâten sağduyumuz da bize gördüğümüz dünyanın bizim ona ait sübjektif idrâklerimiz dışında bağımsız bir var­lığı bulunduğunu göstermektedir. Duyu organlarımız bize zaman, mekân, illiyet -sebep netice ilişkisi- gibi kavramları vermediğine göre, bilgimizin bu temel kategorileri nereden gelmektedir? İşte filozof Kant bu boşluğu kapatmak üzere bir düşünce -zihin- felsefesi geliştirdi. Kant’a göre insan du­yu organları vâsıtasıyla bilgi verilerini toplar, sonra zihninde onları bilgi hâline getirir. Zaman, mekân ve illiyet kavram­ları insanın zihninde zâten mevcut olan şeylerdir. Şu halde insan bilgisi duyu organları vâsıtasıyla edindiğimiz ampirik bilgi (a posteriori) ile bu duyu verilerini düzenleyen zihin kavramlarından (a priori) ibârettir. Herkesin hayat tecrübe­si farklı olduğu için a posteriori bilgi insandan insana deği­şir, ama a priori kategoriler bütün insanlarda vardır, yani üniverseldir.


Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
528
Baskı Tarihi
2015
Yazılış Tarihi
1991
ISBN
978-975-01164-8-3
Baskı Sayısı
8. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Sentez Yayıncılık
Editörü
Ümit Tatlıcan
Mütercimi
Özlem Balkız - Gülhan Demiriz - Hacer Harlak - Cevdet Özdemir - Şebnem Özkan - Ümit Tatlıcan
Orijinal Adı
Key Ideas in Sociology

Sosyolojide Temel Fikirler, ondokuzuncu ve yirminci yüzyılların büyük sosyolojik düşüncelerine bir giriş çalışması olarak hazırlanmıştır. Hedef kitlesi sosyoloji ve ilişkili sosyal bilim derslerine devam eden Lisans ve Hazırlık Sınıfı öğrencileridir. Kitabın ilgi odağı, sosyoloji ve toplumsal düşüncenin -içinde yaşadığımız dünyayı anlama, yorumlama ve bazı örneklerde değiştirme aracı olarak- gelişiminde etkili olan temel fikirlerdir. Kitap üç ana kesim veya döneme bölünmüştür: 

1. Klâsik Dönem: Kurucu Babalar ve Çağdaşları,
2. Modern Dönem,

Weber'in Bürokrasi Tarifi

Weber (1948), bürokrasiyi, "büyük-çapta İdarî görevler ve örgütsel hedeflere ulaşmak için, çok sayıda bireyin çalışmasını rasyonel bir biçimde koordine etmek amacıyla tasarlanmış hiyerarşik örgütsel bir yapı" olarak tanımlar. Ancak Weber, özel, kapitalist organizasyonların çoğunun bürokratik bir yapıya sahip olduğunu öne sürse bile, bu dönemdeki analizinin temel odağını kamu kuruluşları,"özellikle dev­let bürokrasileri oluşturur. Weber ideal veya saf bürokratik tipin beş temel özelliğini belirler:

  • Uzmanlaşmış bir İdarî işbölümü. Karmaşık görevler, her biri -eğitim, maliye ve iskân gibi- özel bir alanda uzmanlaşmış gö­revliler tarafından yürütülen parçalara ayrılmıştır. Her depart­manda, her memur açıkça tanımlanmış bir sorumluluk alanına sahiptir.
  • Her alt düzey memurun hiyerarşik bir komuta zinciri içinde da­ha üst düzeydeki memurların kontrol ve gözetimi altında olduğu bir görevler hiyerarşisi.
  • Bürokrasideki bütün işlemlerin 'tutarlı bir soyut kurallar sistemi'ne tâbi olduğu ve 'bu kuralların özel durumlara uygulanma­sıyla sağlanan bir düzenlemeler yönetimi (Weber, 1948). Bu ku­rallar memurların eylemlerini düzenler ve onların güçlerinin sı­nırlarını kesin olarak çizer. Onlar çalışanlarını sıkı disipline zorlar ve merkezî bir denetimi dayatır, kişisel inisiyatif veya sağduyuya çok az yer verirler.
  • Resmî bir kişisellikten-uzaklık her bürokratik eylemin yönlendi­rici karakteristiğidir. İdeal memur görevini, kişilere veya kendi duygularına aldırmadan, sadece kurallara göre yapar.
  • Liyâkat temelinde göreve atanmanın memurların seçimi ve ter­fiinde tek ölçü olması. "Bürokratik yönetim, esas itibariyle, bilgi temelinde kontrol anlamına gelir. Bu, özellikle onu rasyonel kı­lan bir özelliktir" (Weber, 1948).
  • Özel ve resmî gelir ve hayatın birbirinden ayrılması. "Bürokrasi resmî faaliyetleri özel hayat alanından kesin olarak ayırır" (We­ber, 1948).

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
523
Baskı Tarihi
2000
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
975-470-514-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İletişim
Mütercimi
Yasemin Saner Gönen
Orijinal Adı
Turkey, A Modern History

1800'lerden bugüne, özgün, karmaşık, tartışmalı hatta kavgalı bir süreç olarak yaşanan modernleşme tarihimiz üzerine derinlikli bir inceleme... Zürcher'in emeği, hem yeni bilgiler sunuyor okurlara hem de tutarlı bir yaklaşım. Üçüncü Selim'den, Zürcher'in tanımlamasıyla "Üçüncü Cumnuriyet"e, yani 1980 sonrasına.
(Tanıtım Bülteninden)

Sadık, Alaylı ve Liyakatsiz

Abdülhamit gençlik yıllarında (tahta çıktığında 34 yaşındaydı), ihtiyatlı, çalışkan ve zeki bir kişiydi. Ancak, sarayda dönen çıkar mücadelelerindeki deneyimi ve bilhassa 1876’da kendisini tahta çıkartan olaylar hizmetindekilere karşı güvensizlik ve kuşku duygusu yaratmıştı. Abdülaziz’i ve Murat’ı tahttan indirebilenler niye kendisini de indirmesinlerdi? Bu kuşku ve bağımsızca işini yönetme arzusu, yıllar içinde tuhaflık boyutlarında bir korkuya dönüşmüştü. Sonuçta, kendi kurduğu ve her kademeden insanın birbirlerinin faaliyetlerini haber vermeye teşvik edildiği ülke içi bir hafiyelik ağına git gide daha fazla bel bağlar hale geldi. Abdülhamit’in Yıldız Sarayı arşivlerinde on binlerce jurnal birikti.

Sultan için kendi şahsına sadakatın öncelikli bir endişe haline gelmesiyle rüşvet ve adam kayırmacılık ayyuka çıkmıştı; haddinden fazla eleman istihdamıyla muazzam şekilde şişirilmiş devlet daireleri buna fazlasıyla olanak veriyordu. Daireler işlevlerini akla uygun ve verimli şekilde yerine getiremiyordu; örneğin, toplarını saraya yöneltebileceği korkusu yüzünden, askerî donanmanın Haliç’teki iskelesini terk etmesine izin verilmiyordu; ordu atış talimini kurşun kullanmadan yapmak zorundaydı. Sultan büyük askerî yüksek okullardan mezun olanların birçoğunun liberal eğilimlerinden haberdardı. Bu nedenle de alaydan yetişmiş ve modern askerlik bilimine dair en ufak bir bilgisi olmayan (kimi de okuma yazma bilmeyen) subaylara güvenmeye –ve onları terfi ettirmeye– yöneldi. Ordu içinde “mektepli” ve “alaylı” subaylar arasında bariz bir bölünme oluştu. Ordu ve bürokrasideki, özellikle bunların genç mensupları arasındaki moral bozukluğu gittikçe ciddi bir sorun haline geldi. Abdülhamit dönemi bu bakımdan, Tanzimat’ın sadece bir devamı değil aynı zamanda bir karikatürüydü de.


Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
0
Baskı Tarihi
2000
ISBN
975-7462-94-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Dergâh
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazılarından derlenen "Yaşadığım Gibi" yazarın, şair, hikayeci - romancı ve edebiyat tarihçisi olarak millî kültürümüzle ilgili özlü fikirlerini yansıtmaktadır.

Makamlar

Dede okumaz, çağırır. Ve bu çağırma o kadar derindir ki çağırdığı her şey bir daha ayrılamayacağınız şekilde yanıbaşınızda, hatta sizdedir. Çünkü bu çağırdığı ve bulduğu şey kendi yalnızlığımızdır. Bu Saray adamı, bu levend ve açık ruhlu şehirli, bu yumuşak, daima rızanın ve katlanışın sofrasında boynu bükük oturan mevlevî, bu titiz ve her sırra vâkıf usta, insan macerasını, insan varlığının tek şartını duymuştur.

Bütün Acemaşiran’ları, Mâhur’ları, Sultâniyegâh’ları hatırlayın. Hemen hepsi kendi içinizde zaman zaman kaybolacağınız açık kapılara benzerler. Her birinde ayrı ayrı yalnızlıklarınız, ayrı hasretleriniz, sonsuzluk boyunca peşinden koşacağınız şeyler vardır.

Dede’yi bugün bizim için, o kadar derin değişiklikler arasından bir nevi çağdaş yapan şey de, onda hayatın bu trajik duygusunun mevlevî tevekkülü ile beraber yürümesidir. İman, mistik tecrübe, onda arkasında bıraktığı şeyleri tam unutturmaz, desek acaba hata mı olur?

Bu ikizlik, sanatının bellibaşlı sihridir. İşte Ferah-fezâ makamı bu ikizliğin en. burkucu şekilde duyulduğu eserleri verir. Bütün Dede bu makamdadır. Acemaşirân Yürük Semaî’nin imkânsızın peşindeki çırpınışı, Mâhur’un arayışları, Sultanîyegâh’ın asîl içlenişleri hep burada toplanır. Tıpkı Neva, Sabâ, Sabâbûselik, Bestenigâr ve Hüzzam âyinlerinin büyük iştiyaklarının toplandığı gibi. Ferah-fezâ Peşrevi’ni ve Âyini’ni dinledikten sonra hepsi başlı başına bizim için bir zevk, bir duyuş ve kendimizi idrak merhalesi olan bu eserlerin ona birer hazırlık olduğunu kabul ederiz. Ve eğer, içlerinde ondan sonra yapılanlar varsa, onlar bize bu burçtan dağılmış yıldızlar gibi gelir.

Filhakika Ferah-fezâ Âyini sade İsmail Dede’nin eserinin değil» bütün musikîmizin bir ucu imkânsızda kıvranan yıldız topluluğudur. Ferah-fezâ, Dede’nin sanatının teknik meselelerinin olduğu kadar, iç meselelerinin de halledildiği noktadır. Gariptir ki bu noktaya varılınca Dede’nin sanatına, bahsettiğimiz ikiliğe rağmen, bir sükûnet gelir. Dede burada kâinat muammasını çözmüştür, diyeceğim. Daha Devrikebir peşrevinin ilk cümlesinden itibaren bir medeniyetin, bir zevkin bütün muhassalası ve ideası olan Ferah-fezâ bütünü karşımıza çıkar. Bu makamın bu iki eserdeki teslimleri, en şaşırtıcı yollardan kaybedilene kavuşmadır. Sanki Dede’nin sanatı bir basübadelmevt sırrının emrindedir. O kadar olduklarından ayrı bir çehre ile gelirler.