devlet

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
326
Baskı Tarihi
2014
Yazılış Tarihi
2014
ISBN
978-605-9908-32-0
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı Kedi Yayınevi
Editörü
Tunca Arslan
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun'dan, uzun süredir beklenen kitap... İN, Emniyet'te 40 yıl görev yapan bir İstihbaratçının, teşkilat içinde yuvalanan Cemaat'le yüzleşmesini, mücadelesini, kurulan tuzak ve komploları anlatan, Türkiye gündemini sarsacak bir çalışma...

AK Partinin Getirildiği Oyun

Son sözüm şu: Ak Parti'nin 2005 yılı öncesinde göreve getirdiği bürokratların içinde hiç "Cemaat İmamı" yoktu. Ak Parti'nin yalan ihbarlarla, dürüst, sadık, samimi bü­rokratlarını harcadığını söyleyebilirim. Cemaat, samimi, dürüst, işinin ehli, liyakatli bürokratları adli-idari soruş­turmalarla görevlerinden aldırdı. Böylece Ak Parti’yi, hem o bürokratlardan uzaklaştırdı, hem de kendi kuşatması ve himayesi altına aldı.

Sayfa Sayısı
320
Baskı Tarihi
Aralık 2015
Yazılış Tarihi
2011
ISBN
978-605-171-161-4
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Alfa
"Bu kitap, 2003-2007 yılları arasında yaşanan ve kamu yönetiminde yeniden yapılanma projesi ekseninde dönen olayları, değişim sürecini, siyasî çıkarlar ve güç mücadelesi yapılırken ülkemizin geleceğinin nasıl göz ardı edildiğini hikâye ediyor. Bir bütün olarak başlatılan değişim programının bir parçası olan Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma Projesi'nin öyküsünü ve projenin yürütülmesi sırasında karşılaşılan olayların perde arkasını anlatıyor.
Neden Altını Çizdim?
Güzel tespitler...

Değişememenin Getirdiği Sorunlar

../2000'li yıllara gelindiğinde, Türk kamu idare sistemi oldukça önemli yapısal sorunlar yaşamaya başlamıştır. Değişememenin getirdiği sorunlar aşağıdaki gibi özetlenebilir: 1. Otoriter ve merkezi bir devlet, hak ve özgürlükleri yerine görev ve sorumlulukları olan bir vatandaşlık anlayışı, 2. Gelecek yönelimli olmaktan çok geçmişe bakan ve günlük sorunlarla meşgul olan yönetim yaklaşımı, 3. Merkezde toplanmış bir yönetim yapısı, kan ve mekanik bir bürokrasi, aşırı büyümüş çok sayıda kurum ve kuruluş, amaç ve hedeflere yönelmek yerine sorun çözme yönelimli çabalar, 4. Siyasi nedenlerle kurulmuş ve yüksek maliyetli çok sayıda il, ilçe ve belde teşkilatlanması ve gereğinden fazla belediye, 5. Her bir alt sistemin kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda farklılaştığı ve ortak yön duygusunu kaybettiği sistemler, koordinasyon ve işbirliği imkanlarının zayıflığı, 6. Yüksek maliyetli, düşük verimli hizmet üretimi ve önceliklendirilmemiş yatırımlar, 7. Çalışanların inisiyatifinin olmadığı ve herkesin yakından kontrol edildiği bir çalışma ortamı; ödüllendirme yerine cezalandırma, denetleme yerine teftiş, hesap sorma yerine koruma sistemleri, 8. Devleti temsil eden memur zihniyeti, performansa bağlı olmayan iş, ehliyet ve liyakate dayanmayan terfi sistemi, ödenen primden bağımsız makama dayalı emeklilik ile imtiyazlı kamu çalışanı uygulaması (ki bu uygulama tüm çalışma hayatının niteliğini de bozmaktadır), 9. Ortak değerler etrafinda toplanma yerine çatışma kültürü, ideolojik rekabetler, siyasi veya kişisel tercihlerin hâkimiyeti.

Sayfa Sayısı
320
Baskı Tarihi
Aralık 2015
Yazılış Tarihi
2011
ISBN
978-605-171-161-4
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Alfa
"Bu kitap, 2003-2007 yılları arasında yaşanan ve kamu yönetiminde yeniden yapılanma projesi ekseninde dönen olayları, değişim sürecini, siyasî çıkarlar ve güç mücadelesi yapılırken ülkemizin geleceğinin nasıl göz ardı edildiğini hikâye ediyor. Bir bütün olarak başlatılan değişim programının bir parçası olan Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma Projesi'nin öyküsünü ve projenin yürütülmesi sırasında karşılaşılan olayların perde arkasını anlatıyor.

Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma

"Geniş alana yayılan toplumsal hizmetlerin etkin ve rasyonel bir şekilde sunulma modeli" olan klasik bürokrasi, sanayi toplum yapısı içinde verimliliğin ve refahın gelişimine katkı sağlamış, ancak bilgi toplumu şartlarında yetersiz kalmıştır. Sürekli değişen çevre karşısında yasal olarak belirlenmiş görevler, katı hiyerarşi ve prosedürler yerini girişimci, esnek ve sonuç odaklı örgütlere bırakmaya başlamıştır. Örgütler sadece bütçe kontrolü, verimlilik ve kâr üzerine odaklanan yapılar değil, öncelikle bilgi işleyen süreçler olarak gelişiyor. Sürekli değişen teknolojiler ve yönetim teknikleri karşısında büyük ve çok fonksiyonlu yapılar yetersiz kalmış, dolayısıyla girişimcilik ve yenilik yapma, küçülme ve çeşitlendirme gibi yeni stratejik tercihlere yönelinmiştir. Bu genel eğilim devlet, vatandaş, kamusal alan ve birey tanımlarını ve algısını değiştirmeye başlamıştır. Bireysel hak ve özgürlüklerin daha çok talep edildiği, yönetimde vatandaşın merkeze alındığı ve devletin vatandaş için hizmet üreten bir kurum olarak tanımlanmaya başladığı bir niteliğe dönüşmüştür. Kısaca küresel gelişmeler ve çağdaş yönetim uygulamaları; otorite yerine demokrasi, devlet yerine halkı merkeze alan anlayış, devletten halka tek yönlü akış yerine katılmcı yönetim, mümkün olduğu kadar büyük yapılar yerine küçük ve değişime çabuk cevap verebilen esnek yapılar, standartlaşma ve tek tipleşme yerine çeşitlilik yönünde ivme kazanmıştır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
326
Baskı Tarihi
2014
Yazılış Tarihi
2014
ISBN
978-605-9908-32-0
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı Kedi Yayınevi
Editörü
Tunca Arslan
Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi eski Başkanı Sabri Uzun'dan, uzun süredir beklenen kitap... İN, Emniyet'te 40 yıl görev yapan bir İstihbaratçının, teşkilat içinde yuvalanan Cemaat'le yüzleşmesini, mücadelesini, kurulan tuzak ve komploları anlatan, Türkiye gündemini sarsacak bir çalışma...

Savcı, hakim kimliğini neden gizler?

Adliye teşkilatındaki bir hâkim, savcı, mülki teşkilattaki bir vali, kaymakam veya mülkiye müfettişi kendisini neden gizler? Bu durum ancak gizli bir örgüte bağlıysa ve gizli bir amacı varsa mantıklı olacaktır.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
416
Baskı Tarihi
2009
Yazılış Tarihi
1923
ISBN
978-975-10-2884-6
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
İnkılâp
Editörü
Aslıhan Karay Özdaş
Memleketimizde hiçbir anı Minelbab İlelmihrab kadar ilgi çekmemiş, Meclis'e kadar yansıyan gürültü koparmamıştır. İki kez yayını durdurulan eserin ancak 1948'de, yazarın ikinci Aydede dergisinde tam yayını mümkün olabilmiştir. Önemli yoğunluktaki yeniden basılması istekleri karşısında, hâlâ mizahi bir anlatımla o devrin tanınmış kişilerini gözümüzde canlandırdığına ve Mütareke yıllarına ışık tuttuğuna inanıyoruz. Bu anılar, yazarı dediği üzere, bir savunma olmayıp yalnızca günü gününe hislerin işlendiği Mütarake Devrinin özel bir tarihçesidir. (Tanıtım Bülteninden)

İtalya’dan meclisi âyanımıza aza tayini tavsiyesi!

Ferit Paşa hükümeti de yavaşçacık; selefleri gibi bir idare-i maslahat kabinesi halini alıyordu. Fırkada ise faaliyet azalmıştı. Cemal Bey, bir müddet çalıştıktan sonra, aklına gene Konya valiliğini koymuştu; belliydi ki orada fırka riyasetinden ve Dahiliye nezaretinden daha rahat ediyor, vilayet koltuğundan haz duyuyordu. Yeni âyan azasını da “Hürriyet ve İtilaf’ efradı hoş gözle görmemişlerdi. Onlar, ekseriyetle, ufak tefek memuriyetlere muntazır, borç harç bekleşirlerken rüesa kaydı hayat şartıyla vafir maaşa konmuşlar, nazırlar ise fırka mensuplarım kayırmaya hiç yanaşmamışlardı. Senelerden beri zulüm ve sefaletten baş kurtaramamış nice Hürriyet ve İtilaf sadıkları sivil polisliğe bile rıza gösterdikleri halde teşkilat noksanından dolayı onu bile elde edemiyorlardı. Hoşnutsuzluk, gittikçe artıyordu. Hele Nüzhet Sabit’in İaşe gibi, bir günde bin avareyi kayırabilecek bir dairede memuriyetleri adeta kasten fırka mensupları haricinde kendi mektep, ocak, gazete ve lokanta arkadaşlarına tevzi etmesi pek haklı bir hiddete sebebiyet vermişti. Biçare taraftarlarımıza bir nazır tarafından makamında kabul edilmiş olmak mazhariyetiyle teselli bulmaktan başka çare kalmıyordu. “Şimdi Dahiliye nazırının yanında idim... Dün Ticaret nazırına dedim ki...” gibi mahallede övünmek yegâne sermayeleriydi. Köşedeki bakkalın bunları dinlerken birden hiddete gelip de: “A efendi, nazıra şunu bunu diyeceğine keşke kendi halini anlatsaydın da bir memuriyete kayrılmış olsaydın!” dememesi için çok ihtiyatlı, sabırlı ve nazik olması icap ederdi. Bence “Hürriyet ve İtilafa mensup nazırların işleri güçleri adamlarımızı kayırmak olmalıydı. Fakat iş başında hiçbiri fırka arkadaşlarını memuriyete layık ve ehil bulmuyorlardı; onlar atlatılıyor, münhal yerlere yabancı ve renksiz adamlar bulup getiriliyordu. Bunu ben de, aşağı yukarı böyle yaptım; sebeplerini anlatacağım. Damat Ferit Paşa’nın esas meşguliyeti siyaseti hariciye idi... Fakat ne yapıyordu, ne ediyordu, kimsenin haberi yoktu. Önünde uzun, şanlı, muvaffakiyetli bir ikbal devresi varmış gibi Pangaltı’daki Hariciye Konağının noksanlarını ikmal ettiriyordu. Asıl garibi bu tefrişata Ayan Meclisi ikinci reisi Azeryan Efendi’nin memur oluşu idi. Mumaileyh bilmem İttihat devrinde de böyle işlerde kullanılmış mıydı, fakat, ihtiyarlığına rağmen deruhte ettiği yorgancılıkta cidden liyakat göstermiş ve bu hali, bana eski devirlerde o kabil hizmetlerde bulunarak hayatını kurtaran reaya nüfuzlularını hatırlatmıştı. Yeni hükümet teşekkül edeli henüz kırk gün olmuştu ama, Polis müdürü, Dahiliye nazırı meselelerinden bir de azil ve tayinlerdeki münasebetsizliklerden dolayı, kimseye emniyet ve muhabbet vermemişti; muarızlarını Divanı Harp korkusu, muvafıklarını ise mesnede geçmek arzusu sükûta mecbur ettiğinden daha henüz ortada taşkın bir memnuniyetsizlik göze çarpmamakla beraber birçok sarsıntı alametleri belirmeye başlamıştı. Bereket ki; işgal kuvvetleri, harbi umumi hengâmesini Avrupa’da geçirmiş olan muhaliflere memleketlerine dönüş için henüz müsaade vermiyordu. Eğer bunlar da büyük ihtiraslarla İstanbul’a döndükleri zaman bir de şu memnuniyetsizliği görürlerse hükümet aleyhine şiddetli bir muhalefet vücuda getirebilecekler ve onlar için İttihatçılar gibi menli ve tevkif korkusu da olmadığından pervasız hareket etmekten çekinmeyeceklerdi. Bununla beraber Dahiliye nezareti matbuattaki mutedil tenkitleri bile hoş görmemek istemiş. Celal Nuri (İleri) Bey’le Ahmet Emin (Yalman) Bey’i Anadolu’ya sürmek kararını almıştı. Bir gün ben “Sabah”ta makalemi doğurmakla meşgulken muharrirlerden biri yanıma gelerek Kütahya’ya sevk edilecek olan Vakit başmuharririnin aşağıda bulunduğunu haber verdi. Emin Bey muharrirlere, galiba vedaya gelmişti. Bu ne medeni, ne hür bir sürgündü... Menfaya gönderilecek bir politika kabahatlisi kollarını sallayarak, istediği gibi veda ziyaretleri yapabiliyordu. Bu tarz tuhafıma gitti; hemen merdivenleri indim ve meslektaşımı kolundan tutarak yukarı, odama aldım. Hakkındaki muamelenin münasebetsizliğini itiraf ederek hemen ilk fırsatta avdetine çalışacağımı söyledim. Muhatabım bana da kızgın duruyordu. Ahmet Emin Bey’i sürmek lüzumunu hiç hissetmeyenlerden biri olduğumu nasıl anlatabilirdim? Fakat Celal Nuri Bey, taraftarlığında da, ölçüsüz ve muvazenesiz olduğundan “İleri” gazetesinde hükümete İtalya’dan meclisi âyanımıza aza tayinini tavsiye etmişti... Yalnız bu düşünce, fikirsizliğinin derecesi ve zararlılığı hakkında insana bir fikir vermeye yeterdi.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
248
Baskı Tarihi
Temmuz 2009
Yazılış Tarihi
1990
ISBN
978-975-550-004-9
Baskı Sayısı
17. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Düşün Yayıncılık
İnsanlar "kuru et yiyen bir kadının oğlu" olan bir Peygamber yerine, elmas taçlı, sırma kaftanlı bir "Peygamber" tasavvur ediyorlardı. Yalnız tasavvur etmekle kalmıyorlar, ömrü boyunca bunlardan nefret eden ve uzak duran Nebi´den geriye kalan hatırayı bu tasavvura uygun aksesuarlarla süslüyorlardı. Yani insanlar "bir kul gibi yeyip bir kul gibi yaşayan" bir peygambere inanmak yerine, tasavvurlarında kayser ve kisra´ya benzettikleri bir peygambere inanmayı yeğliyorlardı. Özetle insanlar "bir kul gibi yaşamak"tan daha çok "kayser ve kisra gibi yaşamaya" taliptiler.

Hangi İslâm Devleti?

İmam'ın hayatında, İslâmî önderliğe ilişkin kimi sorularımıza ve sorunlarımıza cevap bulabileceğimizi sanıyorum. Bugün İslâmî hareketin temel sorunlarından biridir önderlik sorunu. Bu sorunun çözümü için öncelikle entellektüel birikim gerekmektedir. İslâmî önderliğin kendine özgü felsefesi ortaya konulmadan, konuşulup tartışılmadan, elbette sağlıklı sonuçlara ulaşılamayacaktır. Çünkü önderlik sorunu devlet sorunundan önce gelmektedir. Müslümanların bir buhranı yaşadığı mahrumiyet şartlarında önde yürüme cesaretini gösterenlerden bazılarının, kendilerine İslâm tarihinin en netameli dönemlerinden örnek seçmeleri de gösteriyor ki, bu alanda entellektüel bir boşluk yaşanmaktadır. İmam-ı Azam, asrısaadeti ve Hulefa-i Raşidin'i 'fazla ideal' bulup, kendilerine 'şanlı tarih'in saltanat zağarından önder ve örnekler beğenenlere iyi bir yol gösterici ve uyarıcı olabilir, İmanını canı pahasına muhalefet ettiği modelin en silik kopyalarına 'İslâm' diye, 'tarih' diye, 'devlet' diye sarılmanın ve onun rüyalarıyla yatıp kalkmayı 'devlet şuuruna ermiş olmak' sayıp, bunu bir ayrıcalık gibi sergilemenin ne büyük bir yanılgı olduğu artık öğrenilmeli. Gerçekten de bugün 'İslâm devleti' kavramının birçok müslümanın zihninde oluşturduğu imaj, aslında İslâmla taban tabana zıt olan 'saltanat devleti'dir. Asrısaadet ve raşid halifelerin, hukukun üstünlüğünü esas alan, adalet ve şûraya dayanan nebevî yönetiminden değil de, sefahat ve istibdata dayanan saltanatlardan İslâmî yönetime ulaşmada kılavuzluk yapmasını istemek, hâlâ "kırk katır mı, kırk satır mı?" ikileminde bocalamak demektir. Bu durumda, 'nebevî hilâfet' ve 'sultanî hilâfet'in tarihini bilmek daha bir önem arzediyor.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Bir Facianın Hikayesi Cemil Meriç`in artık basılmayacak bir eseridir. Kitabın basılan ve basılacak olan diger kitaplara dercedildigi, edilecegi söylenmektedir. Meriç`in mirasının eksiksiz ve aslına uygun olarak okuruna ulastırılabilmesi için internetin sundugu imkanları kullanmak zaruri hale gelmistir. Kitabı bilgisayara aktardıktan sonra orjinalinde bulunan imla, gramer ve tüm baskı, dizgi hataları editörümüz tarafından kitabın aslıyla karsılastırılarak yeniden tashih edilmis, düzeltilmistir. Editörümüzün hassasiyeti ve titizligi kitabın yayımlanma sürecini geciktirmistir.

Bu kavga yoktu eskiden...

Ekonomik çağın en çarpıcı başkalığı: Sınıf kavgası. Marx, her zaman sınıflar ve sınıf kavgaları vardı, der. Yanlış. Bu kavga yoktu eskiden. Sınıflar da, sınıf kavgaları da ekonomi çağının ürünleri. Devlet, iktisadi çıkarların savunucusu. Hükümet şeklinin fazla önemi yok. Demokrasi dediğimiz, sınıflar arasındaki uzlaşmanın kanunileşmesi. Savaşın amacı da: Ya maddî çıkarları korumak yahut yeni kazançlar sağlamak. Düşman: Yoksul kalabalık. Kalabalığın her mel'ânete başvurması kabil, onun için dikkatle denetlenmesi şart.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
Neden Altını Çizdim?
Tartışılacak sözler... Ama ilginç sözler...

Devlet Zorbalığı

Osmanlı entelektüel dünyasının zamanla saplanmış olduğu dar muhafazakârlığın kaynakları, belki de İslam dininin yapısından çok, devletin zorbalığına karşı toplumun geliştirdiği bir içe-kapanış refleksinde aranmalıdır.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

İktidar ve Din

Tarihin çeşitli dönemlerinde dinin, istibdat rejimleriyle uzlaşmış, ve hatta istibdat rejimlerine ideolojik meşruiyet sağlamış olduğunu inkâr edemeyiz. İslam dininin özellikle sünni kanadının, siyasi iktidarla uzlaşma konusunda son derece güçlü birtakım eğilimlere sahip olduğu da kabul edilmelidir. Bundan, dinin, istibdada karşı yetersiz bir dayanak olduğu sonucunu çıkarmak mümkün olabilir. Ancak bu gözlem, tek tanrılı dinlerin tarih boyunca oynamış oldukları çok daha derin ve kalıcı bir başka rolü gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Tek tanrılı dinlerin – devleti ilahlaştıran eski Mısır, Roma ve Çin dinlerinden farklı olarak – temel özelliği, devletten bağımsız ve devletten üstün bir otorite kaynağı kabul etmeleridir. Böyle bir otoritenin mevcudiyetinden doğan başlıca objektif sonuç ise, devleti yönetenlerin özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Hükümdardan ayrı bir Tanrı'nın hüküm sürdüğü yerde, hükümdarın gücü hiçbir zaman mutlak olamaz. Bundan ötürü, tarihte devlet gücüyle mutlak hakimiyet kurmayı tasarlayan zorbaların tümü, ya a) dini siyasi iktidarın kontrolüne sokmaya gayret etmişler, ya da b) dinin örgütlü gücünü ve etkisini yoketmeyi denemişlerdir. Roma imparatoru Konstantin, İngiliz kralı VIII Henry, Fransa kralı XIV Louis, Rus çarı Büyük Petro, Osmanlı padişahı II. Mahmud, İtalya diktatörü Mussolini birinci yaklaşıma; Robespierre, Lenin, Hitler ve Mao ise ikinci yaklaşıma örnektir.