Günümüzün yaşayan en önemli düşünürlerinden biri sayılan Manuel Castells, üç ciltlik dev eserinde, yeryüzündeki kültürlerin ve kurumların çeşitliliğine bağlı olarak ortaya çıkan ve çok farklı biçimlerde tezahür eden yeni toplumsal yapının oluşumunu inceliyor. Castells bu yapının biçimlenmesini, 20. yüzyılın sonlarına doğru kapitalist üretimin yeniden yapılanmasıyla kendini gösteren yeni bir kalkınma biçiminin ve bu anlamda enformasyonilzmin ortaya çıkışıyla ilişkilendirmektedir.
Yapmak - Olmak
Toplumsal değişimler de, teknolojik ve ekonomik dönüşümler kadar büyük. Kadınların içinde bulunduğu koşulların dönüştürülmesi sürecindeki tüm güçlüklere karşın, ataerkillik bazı toplumlarda saldırı ya uğradı ve sarsıldı. Böylece dünyanın büyük bir bölümünde cinsiyet ilişkileri, kültürel yeniden üretime dönük bir alan olmaktan çıkıp bir mücadele alanı haline geldi. Bunu kadınlarla, erkekler ve çocuklar arasındaki ilişkilerin, dolayısıyla aile, cinsellik ve kişiliğin temelden yeniden tanımlanması izledi. Çevre bilinci toplumun kurumlarına nüfuz ederken, çevreyle ilgili değerler şirketlerin ve bürokrasilerin gündelik pratikleriyle ihanete uğramak ve manipüle edilmek pahasına siyasi bir cazibe kazanmakta. Siyasi sistemler yapısal bir meşruiyet krizi içindeler, dönem dönem skandallarla sarsılıyorlar, temelde medyanın onlara gösterdiği ilgiye ve kişisel liderliğe bağımlılar ve giderek yurttaşlardan kendilerini yalıtıyorlar. Toplumsal meseleler ya kendi iç dünyalarına kapanarak ya da sadece bir anlığına bir medya sembolünün etrafında parlayıvermesiyle parçalı hale gelme, yerelleşme, tek bir meseleye odaklanma, gelip geçici olma eğilimi içindeler. Böyle kontrolsüz, kafa karış tırıcı bir değişim dünyasında, insanlar, aslî, yani dini, etnik, ülkesel, ulusal kimlikleri etrafında yeniden gruplanmaya meyilli. Bu zor zamanlarda kişisel güvenliği, kolektif seferberliği sağlamaya yönelen en dehşet verici güçse, muhtemelen dini köktencilik (Hıristiyan, İslamcı, Yahudi ve hattâ Budist - terimsel bir çelişki gibi görünse de). Servet, güç, imge akışının küresel olduğu bir dünyada, kolektif ya da bireysel, atfedilmiş ya da inşa edilmiş bir kimlik arayışı, toplumsal anlamın temel kaynağı haline geliyor. Bu, hiç de yeni bir eğilim değil; çünkü insan toplumunun doğuşundan beri, anlamın kökleri kimliğe, özellikle de dini ve etnik kimliğe dayalı olmuştur. Fakat şu var ki, kimlik, hemen her yerde örgüt yapılarının çözülmesi, kurumların meşruiyetini yitirmesi, büyük toplumsal hareketlerin silinip gitmesi, kültürel ifadelerin gelip geçici olması gibi özellikleriyle öne çıkan tarihsel bir dönemde, anlamın aslî, hattâ bazen temel kaynağı haline geliyor, insanlar giderek anlamlarını ne yaptıkları etrafında değil, ne oldukları ya da olduklarına inandıkları etrafında örgütlüyor. Bu arada, diğer taraftan değiş tokuş aracı olan küresel ağlar, seçici bir tutumla, durmak bilmeyen bir stratejik kararlar akışı içinde, ağ dahilinde belirlenen hedeflerin gerçekleştirilmesiyle ilgilerini değerlendirerek bireyler, gruplar, bölgeler hattâ ülkelere kapılarını açıyor ya da kapatıyor. Akabinde, soyut, evrensel bir araçsalcılık ile tarihsel bakımdan köklü, zata mahsus kimlikler arasında temel bir bö lünme ortaya çıkıyor. Toplumlarımız giderek Ağ ile benlik arasındaki çift kutuplu bir karşıtlık etraftnda yapılanıyor.
İşlev ile anlam arasındaki bu yapısal şizofreni durumunda, toplumsal iletişim şablonları da hızla baskı altına giriyor. İletişim kopunca, çatışma ihtiva eden bir iletişim olarak (toplumsal mücadeleler ya da siyasi muhalefet biçiminde olduğu gibi) dahi varlığını sürdüremediğinde toplumsal gruplar ve bireyler birbirlerine yabancılaşıyor, ötekini bir yabancı, nihayetinde bir tehdit olarak görmeye başlıyor. Bu süreçte, kimlikler daha özgül, paylaşması güç hale gelirken toplumsal par çalanma da yayılıyor. Bilgi toplumu aynı zamanda, Aum Shinrikyo’nun, Amerikan milislerinin, İslami/Hıristiyan teokratik tutkularının, Hutular ile Tutsilerin karşılıklı soykırımının da dünyası.
Tarihsel değişimin çapı ve ölçeği karşısında sersemleyen zamanımızın kültürü ve düşünme biçimi, sıklıkla yeni bir binyılcılığı kucaklıyor. Teknoloji peygamberleri, toplumsal eğilimler ve örgütlenmeye, bilgisayarlar ve DNA’nın nadiren anlaşılan mantığını yükleyerek yeni bir çağı vazediyor. Postmodern kültür ve teori kendini, tarihin sonunu, hattâ bir ölçüde aklın sonunu kutlamaya; anlama, anlamlandırma, hattâ saçmalama kapasitemizden vazgeçmeye kaptırmış durumda. Örtülü varsayımsa, davranışın tümüyle bireyselleşmesinin, toplumun kendi kaderi üzerindeki güçsüzlüğünün kabulü.
Enformasyonun yumuşak ve sıvı akışkanlığı
İnsanlığın her üretim biçimine geçişi daha hızlı ve zorlu bir süreç olmuştur. Yüz binlerce yıl toplayıcılık, on binlerce yıl avcılık yapan insan türü ve öncülleri, büyük dönüşümler getiren tarıma birkaç bin yılda geçebilmiştir. Neolitik Devrim başladıktan yaklaşık beş-altı bin yıl sonra artık bir tarım uygarlığının dünya çapındaki yaygınlığından söz edebiliriz. Ticaretin egemen üretim biçimi olması yaklaşık dört yüz yıl kadar sürmüştür. Ticaretin ileri aşaması olan sanayi uygarlığı, çok köklü üretim biçimi, örgütlenme ve değerler dönüşümü gerektirirken, bu kapsamın aksi yönünde, ona uyum sağlamak için, insanlara, özellikle emekçi kitlelerine çok az zaman tanımıştır. Sanayi uygarlığı, o güne dek insan türünün keşfettiği ve yaşam biçimi olarak benimsediği doğayla az ya da çok bütünleşik üretim süreçlerine oranla ciddi bir tarihsel kopuşu oluşturur. Oysa tarımın dünyasına ayarlanmış değerler, ahlâk, anlam şemaları aynı hızda değişememişlerdir. Bizatihi toplumbilimin özerk bir bilim dalı olarak yükselişi, bu fazla hızlı geçişin yarattığı toplumsal sorunları özgün yöntembilim çerçevesinde anlama çabasının sonucudur. Nihayet enformasyon toplumuna geçiş, yalnızca birkaç on yıl içinde gerçekleşmiştir. Bir üretim biçimini terk edip bir diğerine doğru evrimleşmek, yalnızca maddi koşulların değişmesi değil, bütün bir anlam dünyasının sökülüp yerine yenisinin inşa edilmesidir. Ancak sorun bu yeniden inşanın, üretim biçiminin maddi boyutunda olan kadar hızlı gerçekleşememesidir. Her üretim biçimi bir öncekinden hızlı bir geçişi gerektirmiştir. Böylece her üretim biçimi değişmesi, git gide daha travmatik izler bırakan bir toplumsal çalkantı hali doğurmuştur. Günümüzün karmaşık, akışkan, parçalı gerçekliğinin matrisini oluşturan enformasyon rejimi, yalnızca bir ekonomik süreç değildir; yeni ve katılığını koruyamayan değerler, olgular ve toplumsallaşma biçimlerini içeren yeni bir örgütlenme kipidir. Sanayinin gerektirmiş olduğu katı biçimler, yerlerini enformasyonun yumuşak ve sıvı akışkanlığına terk etmektedirler. Gerçeklik kavramı ve deneyimi, insanlık tarihinde ilk kez bölünmüştür, Sanal deneyim yeni bir üretim ortamı sunarken, aynı zamanda yeni bir var oluş bağlamı inşa etmektedir. Sanal gerçekliğin akışkan ve plastik olgusallığı, bireyin artık çoğul bir kimlik deneyimini geliştirmesine olanak sağlamaktadır; kimlik katı bir aidiyet olmaktan ziyade bir strateji meselesi haline gelmiştir. Sürekli çözülen ve yeniden bileşen kimlikler söz konusudur. (McGuigan, 1992: 226) Kimlik stratejilerinin önemli bir katalizörü tüketim ekseninde toplumsallaşma biçim ve alanlarıdır. Tüketim eylemleri, artık önemli ölçüde, bir var oluş düzlemini çizmektedirler. Bu hızlı değişmenin sonucu toplumbilimin kurucu kavramlarından biri olan anomi, bireyselleşmeyi ve cemaatleşmeyi aynı anda çoğaltan bir hakikat rejiminin diyalektik salınımlarında çoğul ve karmaşık bir görünüm arz etmektedir. Enformasyon toplumunda gözlemlendiği şekilde anomi, sanayi toplumunun katı aidiyet bağlamlarının nasıl ve ne yönde erimekte olduğunu açıklıkla ortaya koymaktadır.
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Teknolojinin Vasıfsızlaştırıcılığından Kimse Kaçamaz
Niçin idareciler, profesyoneller ve teknisyenler kendilerinin Taylorizme ve teknik denetime bağışık olacakları beklentisindedir? Daha önce gördüğümüz gibi, bilimsel yönetimin tüm işçi düzeyleri ve tiplerinde uygulanması amaçlanmıştı. Ve birçoklarının fark ettiği gibi, tam da yeni teknolojiyi tasarlayan ve işleten insanlar böylelikle kendilerini riske atıyorlardı. Vonnegut’un Player Piano (1952) adlı romanı, bilgisayara kendi becerilerini öğrettikten sonra kendilerini kapının önünde bulan yüksek vasıflı mühendislerin perişanlığını uzun süre önce canlı bir şekilde göstermişti. İmalat alanında, bilgisayarın sayısal olarak denetlediği makineler "atölye düzeyindeki hassas delme, işleme ve tornacılık gibi en yüksek vasıflı ve tatmin edici işlerin ve yüksek düzeyde vasıflı iş uygulamalarının bazılarının" yerini almaya çoktan başlamıştır.
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Teknolojinin İnsanı Vasıfsızlaştırması
Kayda değer ölçüde vasıflılık derecelerini ve karar alma düzeylerini içeren büro işleri bir zamanlar büyük ölçüde erkeklerin yaptığı işlerdi. Hem bir "zanaat" öğesi hem de yarı idari bir öğe içeriyordu. Büro makinelerinin hesap makineleri ve Hollerith delgili kart işlemcisi biçimi altında kaydettikleri ilerleme, büro işlerinde çalışan işgücünün "kadınlaşmasında simgelenen vasıfsızlaşma sürecini başlattı (kadınlar İngiltere’de 1911 yılında kâtiplerin yüzde 21’ini, 1966 yılındaysa yüzde 70’ini oluşturuyordu). Bir zamanlar zanaat sahibi olan büro işçisi gitgide basit bir makine kullanıcısı ve fiş doldurucusu haline geldi.
Bilgisayarın ve öbür elektronik veri işleme biçimlerinin bürolarda yaygın olarak uygulanması bu süreci devam ettirdi. Büro işçileri, kendilerinin sıkça söyledikleri gibi, "bilgisayarın köleleri", yaptıkları işin bütünsel amacı konusunda hemen hiçbir kavrayışa ya da işin hızını denetleme gücüne asla sahip olmayan tam birer makine besleyicisi haline geldiler. Bilgisayara girilecek verinin hazırlanması ya da bunların disk ya da banda zımbalanmasından ibaret rutin görevlerin yerine getirilmesi pek az bilgi ya da eğitim gerektiyordu. Zeki olan makinedir, işçi değil. Bu durumda büyük ölçüde vasıfsız, çoğunluğu kadın olan büro işgücü kitlesi ile çoğunluğu erkek olan küçük bir vasıflı idareciler ve bilgisayar profesyonelleri arasında büyük bir uçurum oluşur.
Bundan dolayı, büro işçiliğinin vasıfsızlaşması hem parçalanma, basitleşme ve standartlaşma sürecini hem de büro işçisinin yönetim ve rutin işçiler kitlesi arasında oynadığı aracı rolünde bir "azalmayı" içerir… Büro teknolojisi olarak bilgisayarın özel karakteristikleri, bir zamanlar kâtibin alanı ve mülkiyeti olan enformasyon depolama ve işlemden geçirme ve bir zamanlar işçi bireyin tecrübesine ve kazandığı bilgiye bağımlı olan içsel denetimleri bu işlemlere dayatma kapasitesinden kaynaklanır. Bundan böyle iş sürecine ilişkin "bütünsel bir görüş" sahibi olamayacağı gibi, büro işçisinin tecrübeye ve yönetim ya da işveren katından dolaysızca havale edilen karar alma yetkisine dayak olarak sorumluluk üstlenmesi ve karar alması da söz konusu değildir… Sermaye işlevleri yüksek denetimsel ya da idari tabakaya ya da bilgisayarın kullanımını planlayan, denetleyen ve eşgüdümleyenlerin yaptıkları işlere dağıtılır
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Enformasyon Toplumu mu Denetim Devrimi mi?
Enformasyon Toplumu son yıllardaki değişimlerin sonucu değil.. daha ziyade bir yüzyıldan daha fazla bir süre önce başlamış olan, maddi ekonomi yoluyla malzemelerin işlenme ve akış hızındaki artışlardan kaynaklandı. Benzer şekilde, mikro-işlem ve hesaplama teknolojisi, bugünlerde moda olan kanaatin tersine, hazırlıksız bir toplumda ancak son yıllarda zincirlerinden boşanmış yeni bir gücü değil, Denetim Devrimi’nin süregelen gelişiminin yalnızca en son kesitini temsil eder. Bu durum, bilgisayarlı denetimin bileşkelerinin birçoğunun, niçin ondokuzuncu yüzyılın başlarında bir denetim krizinin ilk işaretlerinin belirmesinden bu yana Charles Babbage gibi vizyon sahipleri ve Daniel McCallum gibi pratik yenilikçiler tarafından öngörülmüş olduğunu açıklamaktadır.
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Enformasyon "büyük eşitleyici"dir
Herkesin iddia ettiği gibi, enformasyon toplumunun doğuşu en az sanayi toplumunun doğuşu kadar devrimci bir değişimi işaret ediyorsa, o vakit basitçe -Bell’in savunacağı üzere- "tekno-ekonomik yapı"da değil, aynı zamanda toplumun tüm boyutlarında değişimlerin olmasını beklemek gerekecektir kesinlikle.
Enformasyon toplumu kuramı savunucularının büyük kısmının görüşü yukarıdaki gibidir. Sözgelimi, Toffler, "enfo-küre"deki değişimleri "tekno-küre", "sosyo-küre", "iktidar-küresi", "bio-küre" ve "psiko-küre"deki değişimlerle sistematik bir örüntü olarak bağlantılandırır (Toffler, 1981: 5), Dahası, bu düşünürlerin çoğunluğu açısından, yeni enformasyon toplumunun, yaratacağı tüm gerilimlere ve sorunlara rağmen basitçe yeni bir üretim tarzı olarak değil, bütün bir hayat tarzı olarak hoşnutlukla karşılanacağı ve selamlanacağı açıktır. Toffler "sanayiciliğin ölümü ve yeni bir medeniyetin doğuşu"ndan söz eder. "Bugünlerde pek gözde olan şık kötümserlik"e karşı koymaya çalışır. Üçüncü Dalganın ortaya çıkardığı medeniyet "şimdiye dek bildiğimiz herhangi bir medeniyetten daha makul, duyarlı ve ayakta tutulabilir, daha nezih ve daha demokratik" kılınabilir (Toffler, 1981:2-3). Naisbitt de, buna benzer şekilde, onun taze bir inisiyatif, bireycilik ve demokrasi dalgası için devasa bir potansiyel olduğu kanısındadır. Naisbitt, kurumların bilgisayara dayalı olarak baştan başa yeniden yapılandırılması beklentisindedir. Enformasyon "büyük eşitleyici"dir.
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Değerin kaynağı artık emek değil, bilgidir
"Biz şimdi, geçmişte otomobilleri kitlesel olarak ürettiğimiz gibi enformasyonu da kitlesel olarak üretiyoruz…. bu, bilgi ekonominin itici gücüdür" (Naisbitt, 1984: 7). Enformasyon toplumu, yandaşlarına bakılırsa, toplumun en temel düzeyinde değişime neden olur. Yeni bir üretim tarzını başlatır. Tam da zenginlik yaratımının kaynağını ve üretimdeki egemen etkenleri değiştirir. Sanayi toplumunun merkezi değişkenleri olan emek ve sermayenin yerini, temel değişkenler olarak enformasyon ve bilgi alır. Locke ve Smith’den Ricardo ve Marx’a dek birbirinin peşi sıra gelen düşünürler tarafından formülleştirilen klasik emek değer kuramı, yerini bir "bilgi değer kuramı"na bırakmalıdır. Şimdi, "değerin kaynağı emek değil, bilgidir" (Bell, 1980a: 506). Hazel Henderson, "mikro işlemcinin, sonunda emek-değer kuramını iptal ettiğini söyler (Henderson, 1978:
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Enformasyon Toplumunda Bilgi
Bilgi, daha önce benzeri görülmedik ölçüde teknik yenilenmeyi ve ekonomik büyümeyi basitçe yönetmekle kalmamaktadır; kendisi de hızla ekonominin temel faaliyeti ve mesleki değişimin temel belirleyicisi haline gelmektedir.
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Enformasyon teknolojisindeki devrim
Enformasyon teknolojisindeki devrim, mekân ve zamanı, yüzünü geleceğe yüzünü geleceğe dönmüş yeni bir "dünya oikoumene"si doğuracak şekilde sıkıştırır.Bell, geçmişteki toplumların öncelikle mekânla sınırlı ya da zamanla sınırlı olduklarını söyler. Geçmişteki toplumları bir arada tutan toprağa dayalı politik ve bürokratik yetkeler ve/veya tarih ve gelenekti. Sanayicilik doğanın ritim ve temposunun yerine makinenin hızını koyarken, mekânı ulus-devletle sağlama bağlamıştı. Saat ve demiryolu tarifesi sanayi çağının simgeleridir. Bunlar zamanı saatler, dakikalar ve saniyeler olarak ifade eder. Enformasyon çağının simgesi olan bilgisayar milyarda bir saniye içinde, binlerce mikrosaniye içinde düşünür. Bilgisayarın yeni iletişim teknolojisiyle bir araya gelmesi böylece modern topluma kökten yeni bir mekân-zaman çerçevesi sunar.
Bu kitapta tartıştığımız kuramlar çokluk batı toplumları üzerinde odaklanmıştır. Ama batı, daha önce hiç olmadığı ölçüde, dünyanın geri kalanının bir parçası olmuştur. Bu dünyanın hatırı sayılır bir kısmını, ister iyi diyelim ister kötü, batı denetlemektedir. İncelediğimiz sanayi sonrası toplum kuramlarının bu durumun tamamen farkında oldukları söylenebilir.
Kitleselliğinden arındırılmış medya çağı
Bilgideki artış yalnızca nicel değil, aynı zamanda niteldir. Eski kitle iletişim araçları standartlaştırılmış mesajları yeknesak bir izleyici kitlesine aktarıyordu. Yeni iletişim kanalları hem kablolu ve şifreli yayıncılığa hem de yayıncılığa (broadcasting) elverişlidir. Bilgisayara bağlanmış olan kablolu ve uydu yayını hem göndericilerin hem de alımlayıcıların birbirinden ayrı ve kopuk birimler halinde bölünmelerine izin verir. Bu durumda enformasyon en uzmanlaşmış en bireysel ihtiyaçlara göre işlenebilir, seçilebilir ve elden geçirilebilir."Böylece Üçüncü Dalga yeni bir çağı başlatır -kitleselliğinden arındırılmış medya çağı. Yeni tekno-kürenin yanı başında yeni enformasyon-küresi ortaya çıkmaktadır"