Hem bizden eksik, hem de biziz
Biz hiçbir hesaba sığmayız
İşimiz çok, ama ney gibi içimiz boştur
İyi bakar ve kendimize gelirsek
O zaman anlaşılır ki biz, hem bizden eksik, hem de biziz.
Aheste git, yavaş yürü...
Ey sabah rüzgârı, elinden gelirse bir gececik onun yurdundan geç!
Gönlün isterse, benden onun tarafına bir selam götür.
Gönlümü orada görürsen, de ki, vuslat sana haram olsun!
Ben böylece senden uzakta, sen ise onunla hep diz dizesin.
Eğer oraya yetişebilirsen aheste git, yavaş yürü!
Tâ ki, zülüflerin kıvrımları dağılıp da birbirine karışmasın.
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Doç.Dr. Derya Örs
Muhammed İkbal, verimli İslâm kültürünün insanlık toplumuna armağan ettiği en parlak fikrî ve insanî simalardan birisidir.
İslâm, insan ruhunun çeşitli boyutlarının tamamında büyük insan’ı inşa etmiştir. Büyük insanlık ailesi, seçkin şahsiyetlerinin birçoğunu İslâm’a borçludur ve İkbal bunlardan birisidir.
İkinci bir hayat
"Başarılı bir hayat yaşamış büyük bir insanı tanıdığımızda, onun ruhunu kendi bedenimize üfler ve onunla yaşarız, bu bize ikinci bir hayat bağışlar. " (Shandell - Yeşil Defterler)
Benliğin Sırları
Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Prof.Dr. Ali Nihat Tarlan
Orijinal Adı
Esrâr-ı Hodî
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1242/14146.pdf
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Prof.Dr. Adnan Demircan
Hz. Ali'nin Konuşmaları, Mektupları ve Hikmetli Sözleri
(Eş-Şerif er-Radi 'nin derlemesi ile)
Neden Altını Çizdim?
"Ey kullarım! Hepiniz açsınız, doyurduğum hariç. Dolayısıyla Benden doyurulmak isteyin Ben de doyurayım.
Ey kullarım! Hepiniz çıplaksınız, giydirdiğim hariç, dolayısıyla Benden giydirilmek isteyin, giydireyim. "
(Hadis-i Kutsi, Müslim, 2577)
Ey kullarım! Hepiniz çıplaksınız, giydirdiğim hariç, dolayısıyla Benden giydirilmek isteyin, giydireyim. "
(Hadis-i Kutsi, Müslim, 2577)
Oruç
Biliniz ki, bir suya güvenen susamaz.
İki testi su
Kur'an'da, "Tanrıya güzel amellerinizle ödünç verin." (Müzemmil, 20) buyruluyor. Tanrı'nın ne ihtiyacı olur ki, ona ödünç vereceksiniz? Yine Tanrı Musa'ya buyurdu ki: "Ey Mûsâ acıktım. Beni doyurmayacak mısın?" Kapına gelirsem beni nasıl karşılarsın?" Mûsâ, "Ey Ulu Tanrım, sen böyle şeylerden arısın," dedi. Tanrı yine tekrarladı: "Ey Mûsâ, ya kapına gelirsem?" Her ne kadar Musa Tanrı'nın bu cilveleşmesine karşı, "Nasıl olur?" diye düşünüyordu ama Tanrı da ona karşılık verdi, "Eğer gelirsem ne yaparsın?" diyordu. Nihayet dedi ki "Çok acıktım. Tartışmayı bırak, git yemek hazırla ki yarın yine gelirim." Erkenden yemekler hazırlandı, baktı ki bunların hepsi hazır ama su eksik, o sırada bir derviş geldi, "Tanrı rızası için bana ekmek ver" dedi. Mûsa, "Hoş geldin," dedi, eline iki su testisi verdi "Su getir." dedi. Derviş, "Başüstüne," dedi, suyu getirdi. Mûsa da ekmeği dervişe uzattı. Derviş saygı ve teşekkürle ayrıldı. Şimdi Musa'nın tanrı yolunda bu zorluklara düşmesi nasıl olur? Musa kimya bilgisini iyi biliyordu. Çünkü ona "Tevrat'ı altın suyu ile yaz!" diye emir verilmişti... Vakit gecikti. Musa beklediği yemekleri komşularına dağıttı. Fakat, "Bu ilahi cilvenin sırrı nedir?" diye düşünüyordu. Meğer bunun sırrı, bu topluluğa bir genişlik vermek yahut anlattığım şekilde içten kulluk etmekmiş. Neşeli bir zamanında Musa sordu: "Ulu Tanrım, Söz verdin ama gelmedin!"
Tanrı buyurdu ki, "Geldim ey Musa, Geldim ama sen bize iki testi su taşıtmadan nasıl oldu da ekmek vermedin?
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
527
Baskı Tarihi
Eylül 2010
ISBN
978-605-5482-00-8
Baskı Sayısı
0. Baskı
Basım Yeri
Ankara 2010
Mütercimi
Prof.Dr.Hicabi Kırlangıç - Prof.Dr.Derya Örs
Orijinal Adı
Hubut der Kevir
Birden elindeki elmayı uzattı ve gözleriyle benden onu dişlememi istedi. Fakat ben dudaklarımı daha sıkı kapattım. Yüreğimdeki dilsiz bir duygu diyordu ki an, büyük bir inkılâp anıdır. Bütün varlık olduğu yerde durmuş heyecanla bekliyordu. O, bir isyan alevi gibi karşımda dalgalanıyor ve sabırsız yakıyordu beni. Bense kalbinde korkunç bir volkanın patlamak için sabırsızlandığı dağ zirvesinin sakinliğine sahiptim. O her an daha kararlı ve saldırgan, ben her an daha tereddütlü ve ezgin. Günah duygusu.
Neden Altını Çizdim?
"İşte o bilgin din adamı, babamın büyük babasıydı." diyerek üstad, sevinçle en yakın "akraba"larından birinden bahseder.
Ne aldatılmak ne de çamurlara bulanmak
Mezinan'dan söz ediyorduk. Bundan yaklaşık seksen yıl önce, büyük İslam bilgeleri halkasının son filozofu olan merhum Hacı Molla Hâdî Esrâr, ders havzalarında yüksek bir makama ve seçkin bir şahsiyete sahip olan bu büyük filozof ve fıkıhçı ömrünü yalnız başına geçirmek ve çölün susuz dudağı üzerinde unutulmuş bir sessizlik içinde ölmek üzere bu köye gelir.
Büyük bilge merhum Sebzîvari'nin deyişiyle o, Esrâr'ın huzurunda bir öğrenci gibi değil, tıpkı bir arkadaş gibi diz dize otururdu. O hikmeti bundan önce kelam, hikmet ve fıkıh üstadı olan hikmet konusunda Hakim Esrâr'a karşı çıkan ve kimi otoritelere göre ondan üstün sayılan dayısı Allâme Behmenâbâdî'nin yanında okumuştu. Mezinan yakınlarında sapa bir köy olan Behmenâbâd'da inzivaya çekildiği halde, şöhreti Tahran, Meşhet, Isfahan, Buhara ve Necef gibi ilim havzalarında dillerde dolaşıyordu. O günlerde çeşitli toplulukları, dergileri, kalemleri ve sıkı bağlantıları olan sözde allameler, ilmi ve fazileti ay ışığının görülmediği gecelerin sessizliğinde boğamıyorlardı. (..)
Allâmenin dehasının ve hikmetinin şöhreti Tahran'da yayıldı. Kaçar şahı onu başkente çağırdı. Sipehsâlâr Medresesi'nde felsefe dersi verip Nâsıruddin Şah'tan yılda kırk tümen maaş alıyordu. Ancak atalarımın kanında var olan bu yalnızlık duygusu, toplumdan kaçma ve uzlet etme sevdası onu da bu kargaşanın içinden Behmenâbâd'daki inzivaya sürükledi. Kendi kabuğunda yaşamaya, o en üstün bilginin içi boş ve kirli kavgasından kaçıp, bu köyün dışındaki eski harabelerde kalmaya çekti. Çünkü dertli ve kararsız bir ruha sahipti. Sessiz gecelerde bu viranelerin arasında dolaşıp inlerdi, bir duvarın gölgesinde oturur, kendi esrarlı cezbelerine dalar, kendi kendine ve Tanrı'sı ile konuşurdu, bütün hayatı buydu. (...)
Öğrenmek, bilgi edinmek için gençliğini Buhara, Meşhed ve Sebzivâr'in eski medreselerinin rutubetli ve dar dersliklerinde kitaplar üzerinde, o zamanların büyük bilginlerinin ve üstadlarının önünde diz çökerek geçiren öğrencisi tam da kemale erdiği, ruhani bir mevki ve makama, yüksek dereceli ilmi bir mesnede, halka liderlik etme aşamasına geldiği dönemde, bir otorite, nüfuz, düzen, şan, şöhret sahibi olması gerekirken herşeyi bıraktı.
Hakîm Esrâr'dan sonra, hikmet havzasını canlandırması, bilim, felsefe ve kelam ışığını, ona layık bir halef olarak yakması için bütün gözler üzerine çevrilmişti. Ama o, uğrunda gençliğini harcadığı ağacın meyve vermesine pek az kala, bilimsel ve sosyal hayatının baharının gelip çattığı çağda birdenbire değişiverdi. Felsefe ve din onu bu noktaya getirdi. Felsefe onu, hayat kavgasının, çabasının ve aldanışının tümüyle boş, anlamsız, yalan ve kandırmaca olduğunu öğretmişti. Din ona dünyanın ve içindeki herşeyin tümüyle pislikten ibaret olduğunu temiz kalpleri ve yüce ruhları aldatamadığını, bu bataklıkta pis sularla kendinden geçip sevinen kurtçuklardan başka bir şey olmadığını öğretmişti. Böylece ne aldatılmak ne de çamurlara bulanmak istemeyen o, şehri ve şehrin gürültü patırtısını terk etti. Gözleri intizarda bırakıp, onun gibisinin gelişini asla beklemeyen bir köye geldi.
Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Mütercimi
Prof.Dr.Ali Nihat Tarlan
Orijinal Adı
Peyam-ı Meşrık
Şarktan Haber ismiyle yayınlanan bu kitapta “Zebûr-i Acem” ve “Peyâm-ı Maşrık” bir araya getirilmiştir. İkbal Peyâm-ı Maşrık’ı 1923’te Farsça, Zebûr-i Acem’i de 1927’de yine Farsça olarak kaleme almıştır. Ayrı zamanlarda yazılmış iki eseri yayınevi mütercimin tercihi doğrultusunda tek kitap olarak yayınlamıştır.
“Zebûr-i Acem”, gençliğe yeni bir ruh vermek ve İslam dünyasına uyanış bilinci kazandırmak üzere kaleme alınan bu eser, “Gülşen-i Râz-ı Cedîd” ve “Bendeginâme” adlı mesnevileri de kapsamaktadır. Gazel tarzı şiirlerden oluşan oluşan eser iki bölümdür.
Türü
Roman
Sayfa Sayısı
651
Baskı Tarihi
Kasım 2009
Yazılış Tarihi
1968
ISBN
975-273-133-3
Baskı Sayısı
7. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Editörü
Sevengül Sönmez
Taşın damarını bilir, Ermeni ustalar
-Ya kopsaydı taşın biri... Şövalye, seğiren yanağını eliyle bastırarak uğunuyordu. Ya taşın biri kopsaydı?
-Kopmaz. Ermeni ustalar yontmuş bunları... "Taşın damarını bilir, Ermeni ustalar" derdi, yeri cennet olası babam...
-Hey akılsız Rum!.. Nah kopmuş ya!
-Kopanı da olur. Allah yapısı değil, kul yapısı...
Türü
Hikâye
Sayfa Sayısı
364
Baskı Tarihi
Kasım 1999
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul