din

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
192
Baskı Tarihi
2010
ISBN
978-975-9161-49-1
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
SUFİ KİTAP
Editörü
Nihat Dağlı - Rifat Özçöllü
Mütercimi
İbrahim Kapaklıkaya
Orijinal Adı
From the Stage to the Prayer Mat
“Fakr övüncümdür.” buyuran Hz. Peygamber’e selam… Fakr’a Övgü; baskı üstüne baskı yapan Hazreti İnsan ve Sonsuz Kulluk kitaplarının yazarı Rabia Christine Brodbeck’in İslam ve tasavvufla tanışma öyküsünü anlattığı kitap. Dünyaca ünlü, İsviçreli bir modern dansçıyken derin özü keşfediş… Rabia Brodbeck; Müslümanlıkla sadece tanışmakla kalmamış, İbn Arabî, Abdülkadir Geylanî, Hz. Mevlânâ, Hallac-ı Mansur, Beyazıd-ı Bestamî gibi büyük sufilerin kılavuzluğunda İslam’ın derin sokaklarında dolaşmış.

Bilim Ve Din

Bilimlerin kökeni ebediyete uzanmaktır. Bilim derinlikli sorularının cevabını dinde bulabilir, din ise özde bir tefekkür olan bilimin sonuçlarında tezahür eder.

Türü
Deneme
Sayfa Sayısı
192
Baskı Tarihi
2010
ISBN
978-975-9161-49-1
Baskı Sayısı
4. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
SUFİ KİTAP
Editörü
Nihat Dağlı - Rifat Özçöllü
Mütercimi
İbrahim Kapaklıkaya
Orijinal Adı
From the Stage to the Prayer Mat
“Fakr övüncümdür.” buyuran Hz. Peygamber’e selam… Fakr’a Övgü; baskı üstüne baskı yapan Hazreti İnsan ve Sonsuz Kulluk kitaplarının yazarı Rabia Christine Brodbeck’in İslam ve tasavvufla tanışma öyküsünü anlattığı kitap. Dünyaca ünlü, İsviçreli bir modern dansçıyken derin özü keşfediş… Rabia Brodbeck; Müslümanlıkla sadece tanışmakla kalmamış, İbn Arabî, Abdülkadir Geylanî, Hz. Mevlânâ, Hallac-ı Mansur, Beyazıd-ı Bestamî gibi büyük sufilerin kılavuzluğunda İslam’ın derin sokaklarında dolaşmış.

Uyanış

..., ben Batı'dan Doğu'ya seyahat etmedim, ben bilinçsizlikten gelip varlığımın hakikatine vardım. Din değiştirmedim; saptırılmış, anlamsız bir hayattan ebedi bir zenginliğe geldim.

Türü
Diğer
Sayfa Sayısı
93
Baskı Tarihi
2007
ISBN
975-8692-07-0
Baskı Sayısı
3. Baskı
Yayın Evi
Bilge Adam
Editörü
Adnan İnanç
Mütercimi
Ali Aydın
Dine dinsizlik mi karşı yoksa başka şeyler mi bu konu hakkında güzel bir eser.

En aziz şehid

Bugün bizim tarih ve din ile ilgili bilgimiz, 19. asrın materyalistinden çok daha geniş, dakik ve derindir. Cehalet, korku veya kabileci bir ruh yapısından beslenen din; belli bir toplum yapısında o dönemin maddi ve düşünsel sistemiyle uyum sağlamış dinlerin toplumsal biçimlerini yansıtır. Oysa bugün bizler tarihin herhangi bir döneminde dinin insani yetenekler üzerindeki etkisini ve onun beşerî boyutunu teşhis etme imkânına sahibiz. Din insanın "kendini tanıma" duygusundan neşet bulur, insanı aşkın güce ve yüce değere kulluk etmekle varlığın kemal derecesine ulaşmaya davet eder. Ulaşılabilecek en yüksek mertebe olan tevhid bilinciyle bütün aşkın değerlerin sahibi olan Allah'a kullukla O'na yaklaşma yolunda şu değerleri kuşanmak için çabalar din: Güzellik, hâyır, aydınlık, lütuf, yaratıcılık, irade, özgürlük, ilim, bilgi, kemal, hidayet, kanaat, hakikat, adalet, hak; cehalet, zulüm, zaafiyet ve zillete düşman olmak vs. Eğer böyle bir güç, tarihe hükmeden sınıfsal sistemlerde zorbaların elinde halkın aleyhinde kullanılan bir güce dönüşmüşse; bu durum insanın insanlık dışı sistemlere kurban edildiğine ve bunun en büyük facia olduğuna şahitlik etmektedir. Bu nedenle tarihteki en mazlum gerçeğin ve en aziz şehidin adı dindir. İnsan dostu aydınların görevi de bu kurbanı kurtarmak ve tarihin bu şehidini ihya etmektir; onu reddetmek, inkâr etmek ve hatta kirletmek değil! Aksi takdirde özgürlükçü ve insan dostu aydınlar; dini değiştiren ve kendi sınıfsal çıkarlarına kurban eden her zamanki insanlık düşmanı, zorbalar, güç sahipleri, Firavunların büyücüleri, üfürükçüleri ve sihirbazları ile fikir ve suç ortağı olur.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."

İktidar ve Din

Tarihin çeşitli dönemlerinde dinin, istibdat rejimleriyle uzlaşmış, ve hatta istibdat rejimlerine ideolojik meşruiyet sağlamış olduğunu inkâr edemeyiz. İslam dininin özellikle sünni kanadının, siyasi iktidarla uzlaşma konusunda son derece güçlü birtakım eğilimlere sahip olduğu da kabul edilmelidir. Bundan, dinin, istibdada karşı yetersiz bir dayanak olduğu sonucunu çıkarmak mümkün olabilir. Ancak bu gözlem, tek tanrılı dinlerin tarih boyunca oynamış oldukları çok daha derin ve kalıcı bir başka rolü gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Tek tanrılı dinlerin – devleti ilahlaştıran eski Mısır, Roma ve Çin dinlerinden farklı olarak – temel özelliği, devletten bağımsız ve devletten üstün bir otorite kaynağı kabul etmeleridir. Böyle bir otoritenin mevcudiyetinden doğan başlıca objektif sonuç ise, devleti yönetenlerin özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Hükümdardan ayrı bir Tanrı'nın hüküm sürdüğü yerde, hükümdarın gücü hiçbir zaman mutlak olamaz. Bundan ötürü, tarihte devlet gücüyle mutlak hakimiyet kurmayı tasarlayan zorbaların tümü, ya a) dini siyasi iktidarın kontrolüne sokmaya gayret etmişler, ya da b) dinin örgütlü gücünü ve etkisini yoketmeyi denemişlerdir. Roma imparatoru Konstantin, İngiliz kralı VIII Henry, Fransa kralı XIV Louis, Rus çarı Büyük Petro, Osmanlı padişahı II. Mahmud, İtalya diktatörü Mussolini birinci yaklaşıma; Robespierre, Lenin, Hitler ve Mao ise ikinci yaklaşıma örnektir.

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
438
Baskı Tarihi
Mayıs 2008
ISBN
978-975-9169-77-0
Baskı Sayısı
1. Baskı
Basım Yeri
İstanbul
Yayın Evi
Kırmızı
Editörü
Fahri Özdemir
"Bu çıkmazı aşmak için, bir zihin devrimine gerek vardır. Türkiye'de çağdaş ve özgürlükçü düşünce, kendisini yetmiş veya seksen yıldan beri cenderesine alan ipoteği atmalı, Türk modernleşmesinin tarihi eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmelidir." Ancak bu kambur atıldıktan sonradır ki, Kemal Atatürk adındaki parıltılı ve trajik insan, gerçek boyutlarında ele alınabilir; Türkiye gibi toplumlarda yüzyılda bir yetişen bu büyük kabiliyet, olağanüstü ihtirasları ve olağanüstü hatalarıyla, tarihte ait olduğu yere konabilir."
Neden Altını Çizdim?
Çok etkileyici!...

Düşünsel Çıkmazlar, Duygusal Fırtınalar

Düşünsel, ahlaki, ritüel, geleneksel zenginliklerinden soyulmuş, kültürel kökenleriyle bağı koparılmış, bağımsız düşünme ve gelişme imkânları yokedilmiş, özünde kendisine düşman bir ideolojinin cenderesi içine alınmış bir din enkazını İslamiyet diye sunan Türkiye Cumhuriyetinin, aydınlanmayı dinde arayan insanlarda doğuracağı düşünsel çıkmazların ve duygusal fırtınaların boyutları ise, herhalde Fransa'dakinden çok daha vahim olmak zorundadır.

Türü
Hatırat
Sayfa Sayısı
393
Baskı Tarihi
Kasım 2007
Yazılış Tarihi
1992
ISBN
9944-125-03-2
Baskı Sayısı
3. Baskı
Basım Yeri
İzmir
Yayın Evi
Kaynak
Editörü
Şeref Yılmaz
Yazan: AHMED ŞAHİN Yazı Kaynağı: Zaman Gazetesi, Ailem Eki, Sayı: 228 Çileli bir devrin hikayesini Ali Ulvi Kurucu merhumun hatıralarından okumak büyük bir şans. Hayatını tamamen ilme adamış yüksek bir kâmet olan merhum Kurucu, hatıralarıyla da irşad vazifesini yerine getiriyor.
Neden Altını Çizdim?
Bugün ülkemizin başkentinin tüm camilerinde tek bir camide okunan merkezi ezan, ve Cuma namazlarında yine aynı tek camiden yapılan merkezi vaaz dinlenmek zorunda! Hutbede ise hocaların asla hürriyeti yok! Kendilerine verilmiş belli bir metni okumaya mecburlar. Böylece "devlet" tek tek hocaların peşinde koşmaktan kurtulmuş! İşte terakki diye buna denir (!)

Yazılı Hutbeler, Vaazlar

Konya'da bulunduğum 1930-1939 yılları zarfında, amcam merhum, Pirî Paşa Camii'nde vaaz ederdi. Fakat o zaman bütün hocalar, vaazlarda ne söyleyeceklerini, önceden yazılı olarak müftülüğe vermek zorunda idiler... Amcam bunları halazadesi Eyvaz-zade Mustafa Efendi'ye yazdırırdı. Amcam, Mustafa Efendi'ye vaaz mevzularının ana hatlarını söylerken, üzülür, hiddetlenir, hüzünlenir, şöyle konuşurdu: "Mustafa Efendi, hakimiyet kayıtsız şartsız Türk milletinin mi? Hayır öyle değil! Aslında, esaret kayıtsız şartsız Türk milletine has ve aittir. Hâlin en açık ve en gerçek ifadesi budur. Hâkimiyet değil, mahkûmiyet, mağlûbiyet ve esaret, kayıtsız şartsız Türk milletine ait ve hastır. Başka milletlerin başına böyle bir çember geçirilemez, patlar... Fakat Türk milleti kuzudur, çeker... Her gün, her yerde hürriyet bayramları yapılır; ama şurada Pirî Paşa Camii'nin kürsüsünden dört garibana yaptığımız sohbet, vaaz ve nasihat tarassut ve kayıt altındadır... Acaba Sulukahve'deki hanendelerin, sazendelerin de böyle bir listesi var mıdır? Onlara da acaba hangi besteyi okudun, hangi şarkıyı türküyü söyledin diye bir soran; çağırıp ifadesini alan bir merci var mı acaba?"

Türü
Araştırma
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı
Yayın Evi
Klasik yayınları

Tanrısız bir Kainat

Sınıfların etrafında illegal olarak dağıtılan broşürlerin bazılarını ele geçirmeye başardım ve sosyal adalet -ya da daha sonra doğrusu sosyal adaletsizlik sorunu ve Tanrı üzerine kafa yormaya başladım. Komunist propagandada Tanrı adaletsizliğin tarafındaydı; çünkü komünistler dini "halkın afyonu" olarak, yani halkın huzursuzluğunu yatıştırarak onalrı gerçekliğin dünyasında daha iyi bir hayat için mücadele etmekten alıkoyan bir araç olarak görüyorlardı. Bu çizgiye kaymak çok kolaydı. Ne ki, ben bunu kabul etmedim. Her zaman çok net olmasa bile, dinin temel mesajı bana hep sorumluluk gibi görünmüştür. Onun mesajı krallar ve imparatorlar için bile aynıdır, onların da sorumlu olmaları gerektiği yönündedir. Onların bu dünyadaki polisten bir korkuları olmasa da -çünkü polis zaten onların elindedir- din onlara uyguladıkları şiddetten dolayı hesaba çekileceklerini ve bu sorumluluktan kaçış olmadığını söyler. Tanrısız bir kainat bana anlamdan yoksun görünmüştür her zaman. Bu nedenle inancım iki yıllık bir sallantıdan sonra geri döndü ama farklı bir biçimde. İnancımdaki -elbette varolduğu ölçüde- bu muayyen sarsılmazklık, gençliğimde zuhur etmiş olan şüphelerden geliyor. O artık yalnızca atalarımdan devraldığım bir din değildi; yeni baştan edinilmiş bir inançtı. Ve onu bir daha hiç yitirmedim.


Türü
Köşe Yazısı
Sayfa Sayısı
231
Baskı Tarihi
1999
ISBN
975-437-031-1
Baskı Sayısı
5. Baskı
Basım Yeri
Özener Matbaası
Yayın Evi
Ötüken Neşriyat

Bazı Kadınlar

Bazı kadınların modern ve devrimci görünmek istemeleri ileri bir sosyal emele sahip olmalarından değil, din ve ahlak baskısından kurtulup diledikleri gibi serbest yaşamaya can atmalarındandır.

Din ve İlim

Hürriyetin en büyük ve esaslı düşmanı nedir bilir misiniz? Ruhi zaafmız. Canlılar dünyasında, hayvanlar aleminde bile en mütacaviz, en tehlikeli olanlar, en korkak ve hayatlarını koruma endişesine en fazla düşkün olanlardır. Ruhtaki bütün zaaflerı gideren ilahi kuvvetin aşk olduğunu söylemiştim. Ruhlarda aşk güneşi doğunca bütün zaaflar sanki buharlaşıyor. Aşkı yeryüzüne ilk defa Hristiyan dini, sonrada İslam güneşi getirdi. Oscar Wilde'in dediği gibi, ''İsa yeryüzünde aşkların sultanıdır.'' Kur'an ise, sesindeki nağmelere hayran hafız gibi değil de şuurla, iman ile okunursa, görülür ki baştan aşağı aşk ile doludur: İlim aşkı, adalet aşkı, ideal aşkı ve iman dediğimiz bütün bu değerlerle temasa geçen ruhları sonsuza götüren selamet aşkı. Heyhat! Hasretimizin kaynağı olan din, bezirgan ruhlu, menfaat mabudlu, hırs ve kinlerle yüklü insanoğlunun eline geçmesin. İşte o zaman din adamları dediğimiz güya vicdanlarımızın önderleri dini, bütün ruhundan, bütün aşkından sıyıracaklar ve kendi menfaatleriyle kendilerini ve zümre menfaatlerini dine maledeceklerdir ve ellerinde dinin ticaret ve siyaset mevzuundan farkı kalmayacaktır. Şu manzaraya bakın! Kur'an'da İsa, Musa aşk ile tebcil ediliyor değil mi? Onların gözünde Peygamerimzin rakibi simalardır ve her fırsatta onun yanında küçük düşürmek lazımdır. İslam'da ilim edinmek en büyük ibadettir değil mi? Onlar var kuvvetleriyle din ile ilmi çarpıştırırlar. Hiç bir şey yapamasalar, '' Allah'ın övdüğü din ilmidir.'' derler, ''dünya ilimleri değil!!''. Ve bu sözleriyle bizim ibadetlerde ve muamelatımızdaki pratiğimizin bilgisini dinleştirir, Allah'ın kainatta barındırdığı binlerce hikmet olan, madde, hayat, ruh ve cemiyet dünyalarının bilgisini inkar ederler. Bu adamlar, ilme karşı mücadele açmakla ibadetimize mani oluyorlar, onu şuursuzca düşmanlık ediyorlar! Müslümanız diyen insan yığını ilmin ne olduğunu bilmiyor ve vicdanını Allah emrine karşı koyuyor. Tekniğe, menfaat getirdiği için hayran oluyor. Çocuğunun mühendis, doktor olmasını istiyor. Ruh için ibadet olan menfaat dışı ilmi, bu sonsuz yolculuğu istemiyor. Böyle muhitte ilmin kök tutması imkansız. Lakin sorarım size: Bu adamlar dindar mıdır? Mesele şu ki, bunlar Doğu'nun dörtbin yıllık mezhep ve parti kavgacılarından başka ruhlu insanlar değildirler; onların varisleridirler. Mezhep ihtirasları ve parti manfaatleri gözlerin bürümüş, insan ruhuna saldırıyorlar.

Türü
Roman
Sayfa Sayısı
0
Baskı Sayısı
0. Baskı

İşte O An...

"Anladınız mı ? Ölümden sonra insanın ruhunun yaşamsının veya herhangi bir şekilde bir hayat olmasının olasılığı ne kadar az olursa olsun, Pascal'ın dine bağlı bir hayat yaşamsından beklidiği getiri, yine de dünyevi zevklerle hedonistik bir yaşam sürüp de sonsuza dek lanetlenmeyi göze alacağı bir durumun getirisinden daha büyüktür." "Pascal bunu anladığı anda da hayatının geri kalanını dine adaması gerektiği açıktı."